Ozanlar

Ozanlar

Ozanlar,

gezegenin mutsuz yüreğine,

öksüz kalmış yüreklere

ve şiirin gökkuşağına adanmış,

çılgın düşlerin çocuklarıdır.

 

Bir yağmurdan daha saf, bir ormandan

daha bilge ve daha sevdalı olmanın

tutkusuyla, aykırı ve kınanmış bir yaşamı
göze alan coşkuların çocuklarıdır.

 

Yalnızlığını, yıldızlarla ekip biçen ruhların,
her tür belâ da ilk yumruğu, ilk kurşunu 

yemeye hevesli ve  bütün hesapları, bütün

bedelleri ödemek isteyen gönüllerin,

kırılgan çocuklarıdır.

 

       Ve ozanlar,

bir el, bir kanat beklemeden

kır çiçekleri gibi kendi türküsünde büyürdü.

 

Tanrı, oğul olarak kabullenmez onları!
Ama onur konuğu olarak yaşasın ister

ona adanmış yoksul yurtlarında!    

 

Ve fısıldar bir melek ozanların kulağına:

İncinmeyin, üzülmeyin böyle olduğuna,

daha sizler için sokaklar var, kentin küfrü var,

kırların neşesi ve soğuk ışıkların koyakları!

         

İsa’nın

kıskanç kardeşleridir ozanlar;
onun yoksul giysilerini, çarmıhını ve rolünü

çalıp dururlar.

 

Ayna der ki: Her gördüğüne inanma!   

Şeytana yenildiğindendir yalvaçlığa soyunması!                

 

Tanrı oğlu adına konuşan muhterem peder,

hüzünlü ve kanlı bir gerçeklik olduğuna aldırmadan,                                    

efsânesiz ve cehennemsiz îman olmaz diye

her sabah vaazında:

"Günahı yaşamadan

çıplaklığın örtünemeyeceğini" söyleyen
ozan kardeşlerinden birini, kötülük saçan isyankâr ruhundan

kurtarmak için,

acımaz; atar diri diri ateşe!                                                     

                     

Ve yeniden var olmak için
sözcüklerle doğup, sözcüklerle
batarken ozan,

"Yaşamın asıl mimarı günahlarımızdır"
dediğinde,

"Sonsuz karanlığın zavallı hayâletleri"
haykırışıyla o anıt yapıyı
ve yeri ve göğü inletir pazar günü İsa’sı!

 

 Gönenir böylece Tanrı oğlu!                    

 

  Ve böylece ozanlar, öykündükleri İsa'yla    
  tedirgin, yalnız ve kınanmış bir yaşamın,

  yazgıları olduğunu bir kere daha duyumsayıp    

  incinirler. Yine de, ışıkla yıkanmış inancı    

  ve ateşten isyanıyla güçlü durur uğursuz    

  ruhların çekiç darbelerine, kanatan acılara.  

  Panzehirdir dili ağulu zamanlara.      

  Ve solmayan umutlarıyla kalkar  kadehleri  

  sonsuzluğun şerefine!    

 

  Ve meleğin sözlerini anımsadıkça, bu dünyaya 

  ait olmayan bir gülümseyişle söylenirler:                                       

 

  Bir serseri gibi sokakların keyfini çıkarmalı

  ve mülkün avazını iplemeyen aylaklarla, 

  börtü böcekle, köpeklerle, kuşlarla gevezelik 

  etmeli, okşamalı, sevmeli, dostluk çubuğu

  tüttürmeliyim. Düşlerimizi anlatmalıyız bir büyü  

  yaratmak için oyunlarımıza! Ve kadim  

  zamanların anısına, geçmeliyiz birlikte    

  gökkuşağının altından! 

 

          Ah, kentin küfrüne,

  beter bir küfürle karşılık vermeli, kırların tatlı  

  neşesine ıslığımla eşlik etmeli, ezgimle    

  ısıtmalıyım soğuk ışıkların koyaklarını!  

 

Mete Demirtürk

 

Fotoğraf: Patrick Hoelck




Bu habere henüz yorum yapılmamıştır, ilk yapan siz olun!...