Şiir
Aşkın Ölümsüz Yasası

Tanrım,
ne çok insan âşık olmak,
aşkın kollarında
ölmek istiyor!
Ah, canlar
hazır mısınız, hazır mıyız
düşündeki aşka cennet derken,
aşkın cehenneminde yanmaya?
Hazır mısınız, hazır mıyız
bir güvercin gagasında
savaşçı olmaya?
Bilmiyorlar!
Biliyor musunuz yoksa aşkın
amentüsünü?
Her şafakta yeniden doğmayı,
kanatlanan duyguların peşinde
bir yüz metreci gibi
gün gün koşmayı
ve nal toplayan koşuların
bir çıkmaz sokak olduğunu!
Biliyor musunuz
dört yüz metre engelli koşar gibi
ayakta kalmayı günün tuzaklarına?
Ve ah, bir yüksek atlamacı gibi
yerçekimine meydan okumayı,
bir kartala dönüşmeyi,
yükseklerde, yalnız yükseklerde
kuğular gibi süzülen
aşk tanrıçasının fısıldayacağı sözlerle,
hazır mısınız, hazır mıyız
nazıyla bekleyen
gönülleri ele geçirmeye?
Ve yalnızca senin için çarpan yürekte
ışımaya?
Trampet çalan çocuk kalbidir
aşkın beklediği eve her adım!
Çiçek açmış bir erguvan dalıdır gece,
günse ezgisi gecenin!
El ele, göz göze sevişirken
başı hoş biri mi dolaşıyor içinde,
sabahları aynada,
kendiyle barışık bir adam mı görüyorsun?
Korkuyor nazardan,
gizli mi kalsın istiyorsun sevinç yaşların?
Anlamsız şeylerde dolaşırken usun,
insanlardan bir adım önde mi yürüyorsun?
Ve durup durup,
bu bir aşk diye uçuyor musun?
Tamam o zaman;
geleceğe yatırım yapar gibi,
düğün yerini seçer gibi,
intihar yerini de
seçeceksin!
Yaşasın öngörü
ve sağduyu diyeceksin!
Yetmez can,
kıyamadığın onu tüketirken zaman
an an sen de tükeneceksin!
Yetmez can,
sözün neşesi, sözün rüzgârıyla
yiğit sanılar, yakışıklı kabuller yarışıyor
ve durmaksız,
geçit törenindeymişçesine soytarılar
göz kamaştırıyorsa;
uyutmaz kuşku,
alevlenir sayrılı bir duyguda
yaşasın kıskançlık ateşi!
Korkmayacak, yetti artık demeyecek,
yazacaksın kül olmayı da listene!
Yetmez can,
acılar erittiğinde,
bir deli rüzgâra kapıldığında,
benliği parçalandığında,
kurtuluş niyetine
hazırsa uçurumdan atlamaya,
önce sen hazır olacaksın!
Ve cebinde
paraşüt niyetine birkaç bulut!
Öterek bülbüller gibi tatlı,
sevgi ağı örülmez aşkta.
Canım bir tanem demeden
canım bir tanem diyeceksin
her eyleminle!
Doruktaki bu dumanlı başınla,
Karanfil kokan bu ân’larla
zamanı sonsuz kılan bu duygularla
kızılı kızıl, moru mor bu coşkularla
eski ben değilim diyorsan
yepyeni bir dil yaratmalısın!
Hiç söylenmemiş
sözcüklerle uyanmalı sevgili,
söylenmemiş sözcükler
okşayıp, çözmeli yârin saçlarını geceye!
Ve arzu
ardında közler bırakır,
görünür görünmez
mâsum izler.
Kibrin ve muhteşem ihanetin tohumlarını da.
Şenlikler şenliği
bir hazırlık, bir yol beklermiş sanki!
Unutmayalım can,
aşkın kanı ve ruhudur arzu.
Sönmez ateşi, yenilmez kılıcıdır
sıfatları tüketerek yaşayan krallığımızın!
(Ki çiçeklerin, kuşların ve kıraçaların sevmediği
krallığımızın!)
Açılmadan daha, dönelim güzel sevdamıza,
övgüler düzelim erguvan açmış gecelere.
Ayrılık değil asıl tantana,
aşk gelip gelip ağlama duvarına dayanıyor,
yalvar yakarlar bitmiyorsa
ve üçkâğıt açmada üstüne adam tanımıyorsan
her hileyi, her oyunu deneyeceksin!
Korkma beis yok, oyun severdir aşk,
ona adanmış güller ve çabalar, onurudur unutmaz!
Trampet çalan çocuk kalbidir
aşkın beklediği eve her adım.
Çiçek açmış bir erguvan dalıdır gece,
günse ezgisi gecenin!
Ferhat olup, ağlata ağlata dağları devirmek
Mecnun olup ateşiyle çölleri kavurmak,
dövünmek çâresizce, ölmek uğruna,
aşktan uzakta, kanayan bir yürek olmaktır.
Ah, bir kafeste
hem aslan, hem kuzu,
hem efendi, hem uşak,
hem melek, hem şeytan,
her ipte oynayan bir cambaz!
Fırtınasıyla savursa, meltemiyle okşasa aşk
her onayda bir gelincik tarlasında varoluşu,
her düşmanca kavgada yok oluşu öğrenirsin!
Sıradanlığın içinde yaşarken, kısacık dediğimiz ân,
öyle uzundur ki sevda zamanında,
bir sıcak öpüşe, bir sıcak öpüşle
verinceye kadar karşılık
bin defa ölür, bin defa yaşarsın!
Uçurumlarda açan, adsız ya da tuhaf adlı
çiçekler vardır, dikenleri zehirli,
onlardır işte aşktan sana kalacak olan!
Ve belâya susamış yüreklerin
dayanılmaz erinç özlemi?
Bir büyünün sarmalında
ne aldığın değil,
ne verdiğindir aşkın ölümsüz yasası.
Başaran prangasında esrik
unutulmaz aşk şarkıları söylerken,
ne alacağının hesabındaki acınası tutku,
oyuncağıdır sevgi dolu egonun;
(şimdi, biraz sonra, ya da yarın)
en iyi bildiğini yapacak,
bir düş bahçesinde
acılar içinde bırakacak seni!
Yalnızca rezil değil, zavallıdır da bencilliğimiz
bilemez, anlayamaz neden gittiğini sevgilinin,
bin neden gelir aklına da kendi gelmez,
yine de bir koyu hüzün sesinde
bir derin yara sessizliğinde!
Uçurum uçurum düşünmeli
uçurum uçurum mutlu olmalısın,
hele o mutluyken
kahroluşların çetelesini
tutmayacaksın!
Senin için çalsa da göklerden yıldız,
su gibi yalanlar söylese de,
ağlatır aşk!
Ağlatır aşk!
(Bâzılarını sessizce. Bâzıları sıkı durur, döker yaşlarını
bilmediğimiz biçimlerde!
Ve bağrışlar, yakarışlar bekler baştan çıkardığı dîvânelerden!
Ağlayan, inleyen heceler dans eder kulaklarda!)
(Zamanın kurtarıcı meleği, ışığın neşesi, günahkâr
varlığımızın koruyucusu, babamızın kutsal kanı bile, çâresiz
kalır o yaşlara!)
Anladınız değil mi?
Çok çok akıllı
ve çok çok deli olmalısın!
Şimdi hazır mısın dostum aşka?
Sen hazırsan
sevdiğinden âzâde,
aşkın şeytanı da hazırdır!
Ve inceltir kalem kendini,
aşkı yüceltmek için
aşkını yüceltmek için,
aşka çok çalışman için
aşk adamı olmadığın için!
Trampet çalan çocuk kalbidir
“saçları saman sarısı
kirpikleri mavi”* aşkın beklediği eve her adım!
Çiçek açmış bir erguvan dalıdır gece,
günse ezgisi gecenin!
Mete Demirtürk
*N. Hikmet