ÇÜRÜTEN ÇELİŞKİ

ÇÜRÜTEN ÇELİŞKİ

insanbu.com’daki 27 Mayıs’la ilgili yazımda, İlhan Selçuk’un toplum yararına olduğuna inandığında, yazılarında çifte standart kullanmaktan vazgeçemediğine ve 27 Mayıs’a da salt “özgürlükçü anayasa odaklı” bir açıdan bakmakla yetindiğine değinmiştim. Oysa bu yanlışları onu insan yapan değerlerin yanında, onunla tartışılabilir yanlışlardır. Hele çömezlerinin döneklikle ulaştıkları parasal varsıllık, siyasal yaklaşımda zaman zaman başvurduğu çifte standardına karşın İlhan Selçuk’un ahlakının paraya pula yüz vermeyen tözünü, döneklerin gözüne sokar. Gazete yazarlığının bu büyük ustası, son yıllarında birçok meslektaşının içten içe kıskanacağı, kimi meslektaşlarının ise açıktan açığa şapka çıkararak selamlamakta bir sakınca görmediği beceri inceliklerini yazılarının gündelik, sıradan şölenleri yapıvermişti okurları için. Satırları ve tümceleri iyice kısalmış o son birkaç yılın Pencere yazıları, köşe yazısı denen türün zanaattan güzelsanata yücelişinin örnekleridir. (Sevgili editörüm, güzelsanat’ı özellikle bitişik yazıyorum.) Kolay anlaşılması ve gazete okurunun gereksindiği akıcılık için, yıldız imi (*) kullanılmasını isterdi yazı içi geçişlerde İlhan Selçuk. Aydınlanma, bağımsızlık yolunda 2010 yılının 21 Haziran’ında yitirdiğimiz Türkçenin bu büyük ustasını, onun gözaltına alınmasını ancak “Yiyin Birbirinizi” diye başlık atacak kadar anlayabilen, yani tersinden anlayan ama hâlâ solculukta burnundan kıl aldırmayan solcu türü için yazdığımız yıldızlı bir yazıyla analım. Yazının dili de İlhan Selçuk’un diline benzemişse, usta bellemekten ve sevgidendir efendim. *


 

ÇÜRÜTEN ÇELİŞKİ

 

 

Türkçe, ne serüvenli bir dil. Hangi sözcük üzerine düşünmeye kalksanız, kendinizi sözcüğün köküne değin inmiş buluyorsunuz:

            Çelişki.

            Çel-i-ş-ki.

            Çel-mek var ama, tek yanlı bir çelmek değil bu. Karşılıklı. En az iki, birbirini çelen bulunacak. Bunların birbirini çelmelerinden, ortaya bir çelişki çıkacak.

            Her canlı, yaşamaya başladığı an, ölümüne doğru kesintisiz bir yürüyüşe de çıkmış olur. Doğumla ölümün, o en karşıt çelişkinin arasında yaratılır yaşam. Karşıt ama, biri olmayınca öbürü de yok.

Yaşam da yok.

Kadınla erkek gibi. İkisinden biri olmayınca, başka, yeni bir yaşam da yok.

Konumuz, bu ‘var eden’, yaratan çelişki değil. Çürüten, çürüte çürüte yok eden çelişki.

                                                                       *

Yığınlarca kitaplar okumuş, ahlakını koruma direncini de ayakta tutan, liboşlaşmamış, dönekleşmemiş, emperyalizm deyince tavana bakmayan, dürüst, Marksçı solcuya soruyorsun:

“Emperyalizm hâlâ kötü mü?”

“Yoksa senin kuşkun mu var?”

“Emperyalizmle, işbirliği edip, onun amaçlarına hizmet etmek de kötü mü?”

“O daha da kötü. Uşaklık.”

                                                                       *

Günümüzden, kendimizden örnek getirmedikçe, bu konuşma hiç çelişmeden sürebilir. Kalkan kadehler… Karşılıklı kutlamalar… Tanıştığına sevinmeler… Yeter ki, günün ve yurdun içinden örnek vermeyin sakın:

“O örgüt solcu mu sence?”

“Hangisi?”

“Hani şu bölücü, silahlı örgüt?”

“Nasıl solcu olabilir? Ağalarla işbirliği, dincilik, etnikçilik, ırkçılık, pankürdizm… Her mikrop var.”

“Emperyalizmle de işbirliği var mı?”

“Ehe… Öhö… Kem küm…”

“Var mı, yok mu?”

“Yani… Aslında…”

“O örgüt, emperyalizmden bağımsız davranabilir mi, yoksa emperyalizmin buyruğunda mı?”

                                                                       *

Konu, karşınızdakinin dürüstlüğünün ve özgüveninin ölçüsünü de ortaya çıkaran turnusol kâğıdı gibi bir konu. Marksçı solcu liboşlaşmamış, dönekleşmemiş, ajanlaşmamışsa, kanlı örgütün işbirlikçiliğini, –nedense  biraz utangaç, çekingence de olsa– sonunda  kabul ediyor. Yapamadığı o değil.

Ya ne?

                                                                       *

“İşbirlikçinin hizmeti, efendisine değil midir?”

“Ehem… Öhöm… Öyleymiş. Öyleydi.”

“Eee?..”

“Öyleymişti. Öyleymiştiler. Öyleymiştilerdi… de…”

“Peki,  ne değişti?”

“Hiç… Hiçbir şey değişmedi aslında…”

“Öyleyse, yurtseverin, işbirlikçiyi seyretmek yerine, ona karşı da savaşım vermesi gerekmez mi?”

“Ehem… Öhöm… Şey… Hah buldum!”

“Deme! Ne buldun?”

“Dostum, biz… Şeyi hiç unutmamalıyız.”

“Neyi dostum?”

“Şimdi tam Marksizm, komünizm zamanı. İşte onu.”

                                                                       *

Sizin, kendine yurtsever diyen bu solcunun solculuğuna aklınız eriyor mu?

Özgür, bağımsız, sağlıklı düşünebilen bir yurtseverin kafası böyle mi çalışır?

 

Daha ciddi, daha somut ve daha korkunç bir soru da var:

Sizce bu solcunun kafasını, kendisi mi çalıştırıyor, yoksa başkası mı?

Hürriyet Yaşar


  • ZorAdam

    ZorAdam 27.06.2016

    Hürriyet Bey, nerdeyse yorumlarınız ana yazınızı geçmiş, okuyucu söylemek istediklerinizden değil de üslubunuzdan şikayetçi gibi. Bence de kibarlık yapayım derken saf ve net söylemek istediklerimizden vaz geçmeyelim. Yeter ki küfür ve aleni hakaret içermesin yazılanlar (Hakaret kelimesi, sana göre bana göre, kime göre). Sahte kibarlıklarda, "Size saygı duyuyorum" repliklerinden bıktım. Esasen memleketimizde biri size söylediklerinize yada fikirlerinize "Saygı duyuyorum" repliğini kullanıyorsa benim aklıma artık her an saldırıya uğrayabilirsin karşı taraf senin söylemini saldırı olarak algıladı duygusu oluştu. Maalesef memleketimizde kelimelerin anlamı değiştiği gibi cümlelerden de şüphe eder oldum. Yoksa bütün bunlar paranoyamı? :)

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 27.06.2016

    Hürriyet'te iyi gelişmeler var :) Yazımı yazarım, yorumlara cevap vermem, diyordu, şimdi benden yorum istiyor. Peki. İnsan ilişkilerinde değil, siyasette ve yazıda sertlik-yumuşaklık sorununu tartışıyoruz. Burada kesin bir formül yok. Sert yazı daha etkilidir veya sert yazı aksi tepki doğurur diyebiliriz, ama her ikisi de doğru, her ikisi de yanlış olabilir. Yazının kalitesine, ilgili olduğu konu ve olaya, okurun durumuna bağlı olarak çok değişir. Sonuçta daha mı fazla okunur bir sert yazı, toplamda olumsuz tepkileri mi ağır basar, tersi mi, her durumda ayrı test etmek lazım. Bunu bazen internette aşağı yukarı ölçebiliyoruz, okunma sayısından ve gelen tepkilerden, bazen ölçemiyoruz. Kesin ölçüm zaten mümkün değil. El yordamıyla, tahmin üstünden, yazar kendi duygularına ve karakter yapısına göre buna kendi karar verecek. Kesine yakın bir şey varsa, sert ve suçlamalı bir yazının salt küfür olarak algılanmaması için daha kuvvetli, daha mesnetli olması gerek. Böyle yazılar epey etki yapar.

  • Hürriyet Yaşar

    Hürriyet Yaşar 27.06.2016

    Sayın, Ahmet Raşit Akoğuz; İçtenlikli, gerçekten yapıcı, uyarıcı eleştirileriniz için teşekkür ederim. Editörümüz Kaan arslanoğlu'na da şimdiden teşekkür edeyi de katkı borçlansın :).

  • Hürriyet Yaşar

    Hürriyet Yaşar 27.06.2016

    Eleştiri söylemine yönelik bu karşı eleştiriden, Elif Şafak’ın Orhan Pamuk’un sevenlerine karşı da bir söylem sorumluluğu beklediğiniz sonucunu çıkarıyorum. Beklenmeli kuşkusuz. Ama Elif Şafak’ı, Orhan Pamuk’u sevmeleriyle ilgili bir eleştiri yöneltiyorsam, yani eleştirim onlara, onların sevgilerine ise, doğru, onları incitmeyecek bir söylemim olmalı. Ama iyi niyetli bulmadığım bir yazarın kendisini eleştirirken onu seven okurlarını düşünüp dilini tutmak gibi bir sorumluluk, ancak sövgü için, aşağılama için söz konusu olabilir ki, ben hiçbir yazımda kimseye sövmedim, kimseyi aşağılamadım. Eleştiri dilim sert olabilir ama bu yüzden bana kimse darılmadı. (Kötü niyetli olanları kastetmiyorum, onlarla zaten bir görüşmem de olamaz.) Sevgili psikiyatrist editörüm, bence yetkenize gereksinmemiz var bu konuda. Lütfen katılır mısınız?..

  • Hürriyet Yaşar

    Hürriyet Yaşar 27.06.2016

    “Sert eleştirilerin, eleştirilenin içine kapanmasına neden olması” saptamanıza gelince… Doğrudur ama bir koşulla… Eleştiren üstte, eleştirilen ona göre daha alt bir konumda ise, Örneğin ana-kız, baba-oğul, öğretmen-öğrenci, abi/abla-kardeş, usta-çırak… v.b. Eşitler arasındaki sert eleştiride böyle bir sakınca var mıdır? (Ne şanslı yerden yazışıyoruz değil mi?) Sevgili psikiyatrist editörüm… Eşitler arasındaki sert eleştirinin, eleştirilenin içine kapanması sonucunu doğurması olasılığı konusunda ne dersiniz? Örneğin Fethi Naci’nin iyi niyetli, dürüst bir yazara yönelttiği haklı ama sert eleştirisi… Ya da benim dürüst bulmadığım bir yazara yönelttiğim sert eleştiri, hattâ suçlama… Ya da Uğur Mumcu’nun bildiğimiz tayfayla “dönek-liboş” diye dalga geçmesi.

  • Hürriyet Yaşar

    Hürriyet Yaşar 27.06.2016

    ÇELİŞKİ İÇİN: Ben de zaten yaratan çelişkiyle çürüten çelişkiyi birbirinden ayırıp çürüten çelişkiyi olumsuzluyorum sayın Akoğuz. (Bu ayırma, yazının birinci yıldızdan öncesinde.) Bu durumda yaratıcı çelişkiyi gözden kaçırdığımı söylediğiniz anlamına gelecek eleştirinizi geri çekmeniz gerekiyor, çünkü böyle bir gözden kaçırma yok. Çelişki konusunu en iyi işlediğini düşündüğüm bir kitabın adını anmak isterim, okudunuzsa bu anma için bana lütfen darılmayın: “Felsefenin Temel İlkeleri”, yazan: Georges Politzer. Özeti olan küçük kitabın adı: “Felsefenin Başlangıç İlkeleri”. Bu kitap, benim ergenlik sonu denebilecek bunalımlı yıllarımda kafamda dönüp duran birçok sorunu çözmüş, beni ölene dek keyfini süreceğim bir rahatlığa kavuşturmuştur. Şimdi birçok insanın gündelik yaşamında çektiği sıkıntıları, ben o kitap sayesinde o günlerden beri çekmiyorum. Okumadıysanız, coşkuyla öneririm.Dediğim gibi, okuduysanız lütfen darılmayın. O kitabı okumuş ve sindirmiş olanlar çelişki mantığını iyi bilir.

  • Hürriyet Yaşar

    Hürriyet Yaşar 27.06.2016

    Sayın Akoğuz, coştum yine, kusura bakmayın. Ama şunun doğruluğunu test etmenizi dilerim: O dönek-liboş takımı (kesinlikle onlara inanan dürüst okurlarını kastetmiyorum) bu nitelemeden –belki zaman zaman ve gizli gizli ama mutlaka süreksiz, çünkü sürekli olsa vazgeçerler– utanıyorlardır ama incindiklerini hiç mi hiç sanmıyorum. İncinme iç acısı demektir, hiçbir insan huzur varken, vicdan rahatlığı varken iç acısını yeğlemez.

  • Hürriyet Yaşar

    Hürriyet Yaşar 27.06.2016

    Ben hiçbir zaman halksız silahlanmayı doğru bulmadım ama, yine de bu ülkenin özgürlük-adalet ateşini büyüteceklerini düşünerek kendilerini ateşin içine atan gencecik yiğit çocuklarını aşağılarsa bir dönek-liboş, ölmüş yoldaşlarını sevenlerin, sağ kalmış arkadaşlarının, okurlarının, anısını yaşayıp yaşatanların, o özlemi, o ateşi içinde yaşatanların arasından birilerinden ağızlarının payını hak ettikleri dilden alırlar, almalıdırlar. Bunun tersi pısırıklıktır, ölmeden ölmüşlüktür. O suçlananların alnına dönek-liboş yazısını yapıştıran, “Vurulduk ey halkım unutma bizi” manzumesini yazan Uğur Mumcu’dur. Kendisi, bu savaşımda emperyalistlerce paramparça edilmiştir. (Oğlu şimdi babasının düşmanlarını dost sandığı bir yanılgı içinde yaşıyor olmalı.)

  • Hürriyet Yaşar

    Hürriyet Yaşar 27.06.2016

    Bu açıklamayı, onlara inanan okurların içtenlikli duyguları olarak kabul edebilirim. Ama şu noktadan çıkış çabası arayarak o okurlar da bir şeyi biraz merak etmeliler: Dönek-liboş dendiğinde, dönek-liboş denenlerin kendileri niçin haksız yere böyle suçlandıklarını söyleyip kendilerini savunmuyorlar? Siz dönek-liboş denen bir adın/imzanın, bu suçlamaya karşı, okuyanlara ‘helal olsun’ dedirten bir savunmasını okudunuz mu? Okudunuzsa söyleyin, ben de okumak isterim. Var yazdıkları ama, hiç biri kendilerini o suçlamadan kurtaramadı. Filistin’de gerilla eğitimi alıp silahlı devrimci örgüt militanı olduktan sonra bile kişinin görüşleri değişebilir, üstelik karşı yanı doğru bulmaya da başlayabilir. Ama hiçbir zaman sönmeyecek olan bir adalet özlemine, o özlem içinde –yanlışlarla bile olsa– yanıp tutuşmuş günlerine, yoldaşlarına sövemez, o ülküyü, o adalet-mutluluk özlemini aşağılayamaz. (Yazılı yasalara göre demiyorum, utanma yasalarına göre.)

  • Hürriyet Yaşar

    Hürriyet Yaşar 27.06.2016

    Yoksa okur burada kendine taş geldiği duygusu mu yaşıyor? Eğer öyleyse, o taşların onların okuruna değil, onlara atıldığını söylemekten başka bir şey gelmez elimden. Bir de, o yazarların görüşlerini benimserken onlarla özdeşleşmeden kendilerini kurtarmalarını öneririm. Şunu derseniz de anlarım: “Onları okuyan ve onların yeni/öncekiyle karşıtlaşmış görüşlerini paylaşanlar, inandıkları kişilere böyle denince kendilerini ötekileştirilmiş duyumsuyorlar, bu nedenle bu söylem onlara sevimsiz geliyor. Söylenenin kendilerince düşünülüp değerlendirilmesini engelliyor, iş inada biniyor, sağlıklı tartışma ortadan kalkıyor, kör dövüşü başlıyor.”

  • Hürriyet Yaşar

    Hürriyet Yaşar 27.06.2016

    Benim de şöyle bir savunmam olacak Sayın Akoğuz: Liboş, dönek gibi sıfatlar karşıt görüşten okurlara söylenmiyor ki… Öteden beri karşıt görüşte bilinen yazarlara da söylenmiyor. Hattâ içtenlikle yani görüşleri değişerek bir geçişten sonra karşıt görüşten olanlara da denmiyor. Düşüncelerinin geçirdiği değişimle yeri değişen, bunu kişisel çıkar v.b. için ahlaki bozulmalarla değil içtenlikli dönüşümle yaşayana kimse bir şey demez. Nitekim, Rıfat Ilgaz’ın ayrıldığı eşi Afet Ilgaz Muhteremoğlu’na başını örttü, sağcı gazetelerde yazmaya başladı diye kimsenin dönek dediğini duymadım. Sivas Madımak topluöldürümünden sonra ettiği ve utanması gereken sözlerine karşın, eski solcu yeni İslamcı şair İsmet Özel’in de döneklik suçlamasından sürekli bir muzdaripliği olduğunu sanmıyorum. Böylelerine zaten liboş da denmiyor. Burada karşıt görüşten okurların ötekileştirilmesinin olmadığını düşünüyorum. Siz de hâlâ olduğunu düşünüyorsanız, lütfen göstermeye çalışın.

  • Hürriyet Yaşar

    Hürriyet Yaşar 27.06.2016

    Hayır, sunuşun yayımlanması yanlışlık değil, editörüm doğru anlamış. Ama tanıdık bir okur da başlıktan sonraki yazının İlhan Selçuk'a değil bana ait olduğunu anlamakta zorlandığını söyledi. Ayraç içinden editöre sesleniş mi böyle bir duraksama yaratıyor acaba? Ama o da editöre okurun önünde sesleniş olduğu için, atılmaması gerekiyordu. Yani doğru yapmış editörüm. Yine de sorunuz bu yanıtla, duraksamaları , yanlış anlamaları gidermeye yarayacağı için teşekkür ederim.

  • Ahmet Raşit Akoğuz

    Ahmet Raşit Akoğuz 26.06.2016

    Çelişki sadece yazının konusu olan yerlerde değil, hayatın her alanında var ve olması gerekiyor. Bir ülke hem %90 üzeri müslüman hem laik olabiliyorsa bunu çelişkilere borçluyuz. İngilizce'de ‘cherry picking’ deniyor buna. Belli kuralları olan bir bütünden sadece işimize gelenleri yapma/seçme durumu. Tabii yine çelişkilerin üzerine gidelim, ama böyle sert eleştiriler sadece eleştirilenlerin içine kapanmasına neden oluyor. Ben böyle bir evde büyüdüğüm için söyleme şekline çok takılmadan mesajı alabiliyorum, ama insanların büyük çoğunluğu böyle değil. Bu yüzden hafif ve karşıdakini kırmayacak şekilde yapılan eleştiriler için "yapıcı" sıfatını kullanmaya başladılar. Çoğunluğa hitap ederken kesinlikle "yapıcı"

  • Ahmet Raşit Akoğuz

    Ahmet Raşit Akoğuz 26.06.2016

    İçerikle ilgili bir eleştirim olacak, liboş, dönek gibi sıfatların hem karşıt görüşten okurları ötekileştirdiğini, hem de çok sevimsiz durduğunu düşünüyorum. Sadece aynı fikirdekileri gülümsetecek, fanatik yazılar gibi duruyor bu haliyle. Böyle çıkışlar en küçük olayda bile hatanın kabullenilmesini zorlaştırır, hatalı tarafın işi inada bindirmesine yol açar, ya da kendini düzeltmesine/en azından hatalı olup olmadığını tartmasına engel olur. Sevimsizliğiyse dikkatin verilmek istenen mesajdan uzaklaşmasına neden oluyor.

  • Ahmet Raşit Akoğuz

    Ahmet Raşit Akoğuz 26.06.2016

    Sayın, Hürriyet Yaşar Bir sorum olacak. Editöre notun yazıda yer alması hata mı?

  • Ç.

    Ç. 22.06.2016

    Liberaller de ulusalcılar da kapitalizmi karşılarına alamazlar. Kapitalizme bağlıdırlar. Ufuk Uras AB güzellemesi yaparken Doğu Perinçek de Putin güzellemesi yapar. Dün liberaller iktidara destek verirken bugün de ulusalcılar iktidara destek veriyor. Ulusalcılar da liberaller de Koç öldüğünde taziye sırasına girdi.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.