Siyaset
ATATÜRK’e SİYASİ YASAK… KAVALA… ve BAŞKA BİRKAÇ ŞEY…
Son Facebook yayınlarımdan
BİZ TÜRKİYE’nin TEDAVİSİ OLAMAYIZ… ÇÜNKÜ HASTALIK BİZİZ… MİKROP BİZİZ… Ve bir şey daha: TÜRKİYE’DE ÖRGÜTLÜ OLMAK ÖRGÜTLÜLÜĞE EN BÜYÜK ZARAR, SİYASETE EN BÜYÜK ZİYAN… Bugün bir arkadaş aradı. Falanca örgüte destek olur musun? Fikirlerinle bize katkıda bulunur musun? Olmam, bulunamam, zaten istesem de bu mümkün değil, dedim. Oradan aklıma geldi. Ona anlattığım nedenleri burada özetleyeyim.
Tüm ömrüm örgütlülüğü yüceltmekle geçti. Hatta öyle ki örgütlülük düşüncesine zarar verir diye, bazı arkadaşlarımın en nefret ettiğim örgütlerden ayrılışını bile desteklemedim, hatta engellemeye çalıştım. Niye? Örgütlülük çok önemlidir ya solda, o klişeyi kafamıza yerleştirmişiz. O bakış açısıyla kendim de illaki bazı örgütlere girdim değişik zamanlarda, değişik alanlarda ya da bazı örgütleri destekledim.
O zamanlarda da gerçeği görüyordum aslında, ama söylemeyi kendime yediremiyordum. Başka ülkelerde belki bazı örgütlerin bir parça yararı dokunmuştur ama bizde herhangi bir örgütün orta veya uzun vadede herhangi bir yararlı iş yaptığını henüz göremedim. Belli amaçları, yüce idealleri vardır, o idealler uğruna pek çok kişi ölmüştür veya pek çok fedakarlıklar gösterilmiştir. Ama o amaçlar, idealler içselleştirilmiş midir, diye sorarsanız. Koca bir “hayır” cevabı veririm. O yüce amaç doğru kavranmış mıdır? Yine hayır! Zaten fedakarlıkları da örgütlenenlerin çoğu göstermez. Örgütlü olduğunu söyleyenlerin, bununla şişinenlerin büyük çoğunluğu manevi ve hatta maddi çıkarlar için örgütlü olmuştur. Çoğunun fedakarlık düzeyi pek düşüktür, manevi çıkarları bile hiç de meşru ve masum değildir.
Sol için konuşursak: Büyükten atmayı ve daima sinir bozucu bir biçemde böbürlenmeyi iletişim tarzı olarak benimseyen bu örgütlerin Türkiye’de kayda değer bir başarısı da yoktur. Buna rağmen liderleri de değişmez. Çünkü hepsi adeta Tanrı’dan öte kusursuzdur ve asla hata yapmamıştır. Benim yaşadığım: En az 50 yıldır bu böyledir. Kötü pasta yapan bir pastaneci Türkiye’de birkaç yıl bile tutunamaz, takımı başarı kazanamayan kulüp başkanı, teknik direktör ortalama iki yıl dayanamaz, ama bizim 50 yıldır başarı yüzü görmemiş siyaset anlayışımız her zaman krallar kadar kibirlidir.
İnsanlık için, halk için, ülke için çok önemli gündemler açmaya çalışır birileri. Bu köhne siyaset anlayışı karşısında hiçbir hükmü yoktur. Bir de üste çıkarlar daima: Elini taşın altına sokmuyorsun! Örgütsüz bir aydın bir hiçtir! Bak biz örgütlüyüz! Öyle örgütlüyüz ki böyle ibrik gibi durmakla bile sizden çok daha değerliyiz! Ben de az alet olmadım böyle propagandalara, başta CHP’liler.. saçma sapan siyasilere az destek vermedim. Suça az ortak olmadım.
Bir de şu var? Örgütlülere bakıyorum. Yaş ortalaması neredeyse 70. Sanki huzur evlerinden devrim örgütleyecekler. Bırakın bu işleri arkadaşlar, yaş 60-65 üstü ise bir insan ancak gençlere destek olmak için örgütlü olur. Öyle örgüt kurup yönetecek gençler de yoksa, yani şimdiki gibi, oturun biraz kitap okuyun, fikir tartışın, fikir tartışanları destekleyin. Toplaşıp kaplıcalara gidin, inanın toplumsal olarak da daha faydalı.
Başlıkta dediklerim maalesef kızgınlıkla söylenmiş sözler değil, on yıllardır inkar ettiğimiz işin gerçeği. Türkiye’nin büyük sıkıntıları varmış da, kimsenin örgütsüz kalma lüksü yokmuş da… Türkiye’nin büyük sıkıntısı sizlersiniz, bizleriz. Biz bir şeyi düzeltemeyiz bu kafalarla. Çünkü hastalık olan biziz. Türkiye’yi hasta eden büyük çoğunluğun önde giden elemanları bizleriz.
ANKET… BU ÜÇ BİN KİŞİ NEDEN ÜÇ MAYMUNU OYNUYOR? Konu Atatürk’ün dil ve tarih tezini de kapsayan dil çalışmalarım. Dünyanın öte ucundan pek çok yabancı ilgi gösteriyor… Bizim medya mensubu, yazar, siyasetçi takımında derin bir sessizlik… 4-5 yıldır gayet iyi haberdar oldukları halde… Koskoca ülkede, ihtiyaç fazlası binlerce “kanaat önderi” içinde yalnızca Soner Yalçın mı duydu bu konuyu? Bir de bizim Ahmet Yıldız…
Evet, sizce bunun nedeni nedir? Atatürk uyduruk tezler mi ileri sürdü? Yoksa bizim Atatürkçüler toptan uyduruk mu? Atatürk’ü boş verelim, bu tez uyduruk mu? Uyduruksa uyduruk olduğunu neden söylemiyorlar? Kendilerine güvenleri mi yok? Kafaları mı çalışmıyor? Yoksa her biri kendi kibir dağının tepesinde mi? Kıskançlıktan mı? Neyi, kimi kıskanıyorlar? Aslında Türk olmaktan ve Türkçe konuşmaktan mı utanıyorlar? Her konuda ama istisnasız her konuda alimler de.. bir tek bu konuda mı cahiller? Saçma sapan yüzlerce konu onlar için önemli de bir tek bu konu mu önemsiz? Yoksa bir şeyler demesinler diye herkesi tehdit eden bazı gizli güçler mi var?
Lütfen görüşlerinizi yazın. Gerçekten durumu topluca kavramamıza yardımcı olabilir.
ÖNCE SİYASİ YASAĞI KALDIRMAK GEREK… Türkiye’de binlerce yazar, siyasi, akademisyen Atatürk’ün dil ve tarih tezi, Güneş-Dil konusunda ölüm sessizliğinde. Neden yurt dışından bile ses getiren çalışmalarımıza karşı kör, sağır rolü oynuyor? Geçen gün bir ANKET yaptım. Ve yorum yazan arkadaşlara da topluca cevap verdim. YORUMLARA TOPLU CEVABIM:
Önce yorum yazıp fikir belirten tüm arkadaşlara, dostlara teşekkür ederim. Okuyan, okuduğunu gösteren, paylaşan tüm arkadaşlara da… Tanju Akad hoca cevabını merakla bekliyorum, deyince iş ciddiye bindi şimdi. J Yoksa yukardaki asıl metinde aşağı yukarı bu sansürün nedenlerini sıralamıştım. Fakat gelen yorum ve katkılar nedeniyle bir daha konuyu özetleyim. İkram Çınar hocanın dediklerinden başlayayım. Değerli hocamız genel anlamda doğru söylüyor. İşin ideal anlamda doğru olanı bu. Konu ağır konu, uzmanlık konusu ve konunun uzmanlarını, akademisyenleri tartışmaya ve bu konuda çalışmaya çekmeliyiz. Fakat ideal olan, pratikte ve gerçekte geçerli olmuyor. Şöyle ki: Akademi ve uzmanlar genel anlamda siyasetin güdümündedir. İktidarın güdümündedir. İktidar olsun ya da muhalefetten olsun bir siyasi teşvik olmadan akademi kolay kolay hareketlenmez. Ya da olguda bir popülerlik olmalı. Yani siyasiler olmasa da medya gündemi olmalı, medya desteği olmalı. Bunlar olmadan 80 yıldır paslanmış dişliler tekrar işlemez. Dışarda dış yönlendirme olmaksızın kendi motivasyonlarıyla bir şeyleri araştıran daha çok sayıda bilim insanı var. Orada da çok fazla değil, ama var. Bizde böylesi bilimciler çok çok az.
VE EN ÖNEMLİSİ: Bu konu akademik olmaktan çok siyasi ve ideolojik bir konudur. Yoksa hakikaten üstünde çalıştığımız veriler çok açık, kör gözüm parmağına veriler. Bunların doğruluğunu anlamak için bırakın uzmanlığı, üniversite mezunu olmaya da gerek yok. Ben ve benim gibi beş-on kişi bilimsel olarak çok derinlemesine çalışıyoruz, ama bu tezi daha da sağlamlaştırmak için. Fakat bu konu 80 yıl önce kapatılmış. Yasakla kapatılmış. Bu siyasi yasağı açacak olan irade siyasi iradedir. Yoksa, tekrar ediyorum, bu konudaki doğrular çok çok açık. Kabulün önündeki duvar gibi engel siyasi, ideolojik engel. Dışarda da böyle, burada da böyle. Bu yasağın kaldırılması siyasi bir konu. O yüzden altını çizerek belirtiyorum: Yasağın kalkması için bazı siyasilerin yeşil ışık yakması, siyaset yazan gazeteci ve yazarların yeşil ışık yakması gerek. Ve tam da işte bu yüzden yeşil ışık yakmıyorlar, sarı ve kırmızı bile yakmıyorlar, böyle bir konu hiç yokmuş gibi davranıyorlar. Çünkü yasaklardan yanalar. Çünkü sağcısı, solcusu, komünisti, liberali, ülkücüsü… 80 yıldır bazı yüzeysel millilik gösterilerine rağmen esasta Batıcı zihniyettedir. Bununla birlikte elbette aşağılık duygusu var, tembellik var, kültürel yetersizlik var. O kültürel yetersizliğimizin sonucu bizde öteki ülkelere göre daha yoğun yaşanan kıskançlık var. Bizden buluş yapan, bilimde ilerleyen insan kolay kolay çıkmıyor. Ama bu makus talihi bir yerden kırmak gerekiyor.
Bu olanaklarla şimdilik tek yapacağımız şey, bilimsel çalışmalara devam, yurt dışı bilim insanlarıyla ortaklaşalığa devam yanında… Esas olarak kamuoyu baskısı yaratmaktır. Fatih Kavaslar arkadaşımız lobicilik gerek demiş. Lobicilik bu işte. Benim anladığım ve yapabileceğim, bu ve bu kadar. Önce bu konudaki çok güçlü engelleri saptamak. Sonra… Her türlü olanağı zorlayarak, kalabalıklaşmaya çalışarak kamuoyu baskısı oluşturmaya çabalamak. YASAĞI KALDIRMAK…
GÜNEŞ-DİL, ATATÜRK’ÜN DİL-TARİH TEZİ VİDEOMU İNSANBU YOU-TUBE HESABINA DA KOYDUK…
İZLEMEK İÇİN: https://www.youtube.com/watch?v=vtav0RbymuA&t=1226s
KAVALA KONUSU
Ben şahsen ideolojik düşmanımın bile acı çekmesini istemem. Kavala kararını o yüzden sevinçle karşılamadım. Karakter farklılığı meselesi… İlkin şunu söyleyeyim: Neredeyse tüm siyasi yargılamalar ve kararlar öncelikle siyasidir. Hukuka uygunluk onun ardından gelir. Önceki pek çok kararda olduğu gibi bu karar da siyasi iktidarın değişmesiyle değişecektir. Hatta bugünkü siyasi iktidar değişmese de değişecektir. Yeter ki insanlar hapiste ölmesin. O yüzden karar abartılı olsa da tepkilerin de daha fazla abartılı olduğunu görmek gerek.
Osman Kavala grubuna muhalefetim ta 1991 yılından başlar, İnsancıl dergisi ile birlikte. Murat Belge, Birikim dergisi, İletişim yayınları… O zaman sol muhalefetin ideolojik iktidarında bunlar vardı. Kafaları yeniden formatlama o zaman başlamıştı. Sapına kadar ABD projesiydi. Orhan Pamuk ve Nobel’i de bunların projesiydi. Bunların çatır çatır ipliğini pazara çıkarıyorduk. Ama bizi dinleyen pek azdı. Sağda ve solda bunların borusu ötüyordu. O projenin finansörü kaynağı şaibeli paralarla işte bu Kavala idi.
Muhalefetin iktidarı dedim ya, aslında muhalefetin iktidarı bal gibi iktidardır. Arkanızda ABD ve Avrupa varsa dünyada nerede olursanız olun iktidardasınız. Hükumet anlamında iktidarlık iktidarın ayrı bir boyutu. Onu kapmak için de büyük kavgalar veriliyor, ama pastayı tam götürmek ve daha çok konuda karar sahibi olmak için. Yoksa mesela bugün muhalefet partilerinin yönetim koltuklarında oturanlara, o cenahın yazar, sanatçı takımına gerçekten muhalif demek kolay mı? Onların sözü dinleniyor on milyonlar katında, onların arkasında oligarşi var, onlar para, şöhret, mal, mülk sahibi. Onlar karar veriyor şu koltuğa kim oturacak, şu paye kime verilecek.
Yargılama ve kararda en zayıf nokta ise bu olayın “Gezi Hareketi”ne bağlanması. Evet, birileri bu hareketi baştan kışkırtmak için girişimlerde bulunmuş olabilir, bu Soroz ve Kavala da olabilir. Tüm büyük, hatta küçük toplumsal hareketlerde birilerinin parmağı mutlaka vardır. ABD parmağını her olaya sokmak ister. Ama bunu ne kadar başarabilir, o hareketin denetimini ne kadar sağlayabilir? Bence Gezi’de her eğilim vardı. Amerikancılıktan çok Amerikan karşıtlığı baskındı. Çünkü o dönem iktidar muhalefetten daha fazla Amerikancıydı. Gezi’de ülkücüler de vardı, ulusalcılar da vardı, VP’liler de vardı, ben de vardım. Bir şeyleri ta o zamandan görüyorduk ve yazıyorduk, yazıyordum. İktidar bunları konuşmuyordu, biz konuşuyorduk. Çünkü ABD ile AKP zıtlaşması henüz gizliydi o zaman. AKP içinde FETO çok güçlüydü o zaman. Yani hukuk şimdi böyle karar verdi diye kimse kimseyi kandırmasın. Tekrarlıyorum: Biz olayların sıcağında yazıyorduk olayın tüm yönlerini. AKP liderleri ise (FETOcular dahil) sadece sokağa çıkanları suçluyordu. Bazı FETOcular gizliden kışkırtmışlar, dolaylı desteklemişler. Ayrışma zamanlarıydı ve ayrıntıları sonradan öğrendik.
Her neyse, Türkiye’de Batıcı ideolojik hegemonya çok güçlü. Bir suç varsa ki bence var, cezalar da doğru temelli ve abartısız olmalı. Abartılı ve içi doldurulmamış ya da yanlış doldurulmuş kararlarla Batı ideolojik hegemonyasının kırılacağını sanmıyorum. Ama hiçbir şey yapılmasaydı da demiyorum.
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
fahri kumbul 16.05.2022
Evet, tarikatların (Nakşibendi, nurcular, kadiri, halveti, rufai, melami vb. )tarihi geçmişleri ve sağlam kökleri var. Ama korkunç destek görüyorlar. Bakanlıklarda, İç güvenlik teşkilatlarında ve Yargıda örgütlendiklerini bilmeyen yok. Üstelik iktidarın çıkardığı yasa ve düzenlemeler, ihaleler yoluyla direkt ve belediyeler kanalıyla dolaylı (ama açıkça) desteklendikleri, özendirip yüreklendirildikleri de gün gibi ortada. Pek tabi başarılı olacaklar. Sol örgütlenme en hafifinden teknoloji kullanmadan çölde; en hafifinden çorak bir tarlada susuz, ilaçsız, gübresiz tarım yapmaya benziyor. Dini örgütlenmede ise toprak münbit, bol ürüne müsait, verimli ve bereketli. Yenileyelim: Bunlar, suçları veya eksikliği hafifletmez tabi ki...
fahri kumbul 16.05.2022
‘Sol’ örgütler için değerlendirmeniz yerinde. Sonuçları iyi olmadı; dağıldılar, dağıtıldılar, ezildiler; üstlerinden silindir geçti. Sonra kimi ötelere eklemlendiler, kimileri de taşeron olarak kullanıldılar. Mevcutlar ve yasalları ise şu veya bu nedenle pek cılızlar ve pek etkisizler. Halk nezdinde etkileri, değerleri, geçerlilikleri Kymet-i harbiyeleri) yok. Genel anlamda sağ, sermaye ve din üzerine olan örgütler ise pek başarılılar. Öyle ki bazı bölgelerde her üç vakfın birisi dini amaçlı dernek veya vakıf. Aktif 30 tarikat ve cemaat ve bağlı yüzlerce kolun olduğu bilgisi var ve bunlarla organik bağı olan vatandaş sayısı üç milyona yakınmış. Dernek çatısı altında çalışan Kuran kursları ve açtıkları eğitim kurumları yoluyla sürekli büyüyorlar. Öyle ki özel eğitim kurumlarının üçte biri tarikat ya da cemaat ile bağlantılı. Çoğunun çok büyük şirketleri, hastaneleri, özel okulları var. (devamı var)