Ülkemiz okumuşlarında PANİK SENDROMU ÇOK YAYGIN

Ülkemiz okumuşlarında PANİK SENDROMU ÇOK YAYGIN

En ufak bir politik, ekonomik veya sosyal sorun olunca hop oturup hop kalkıyorlar. Bin takla atıyorlar. Çılgına dönüyorlar. Sonra tekrar. Sonra tekrar. Üstü üstüne binlerce kez. Her seferinde panik. Netice: Yalancı çoban. Ama devam. Uyuşturucu bağımlısı gibi panik bağımlısı olmuşlar. Yandık, bittik, mahvolduk, bu sefer tam oyacaklar, fena koyacaklar, parçalanıyoruz, kırılıyoruz, batıyoruz, biz çoktan bittik, ölmüşüz de haberimiz yok filan falan. Sen de katılmazsan çok bozuluyorlar. Haksız mıyız diyorlar. Mesele haklı olup olmamakla ilgili değil desen, "nasıl ilgili değil?" diye üzerine yürürler. Paniğin yanında öfke de olacak ki tadı çıksın. Hem dediklerine koşulsuz katılacaksın hem de birilerine (yani malum "namussuzlara") çok kızacaksın. Sürekli küfretmezsen "onlardan" sayılırsın. 
Bunun muhtemel nedenleri ne olabilir. Görüşü olan arkadaşların yorumları makbule geçer. Naçizane bulduğum nedenler şunlar:
(1) Olayların bütününü görememek. Bilgi eksikliği. Kötü eğitim.
(2) Yüzyıllar süren yenilgilerin bıraktığı ruhi travmaların adeta irsi hale gelmesi.
(3) Sürekli kötü şeylerle karşılaşmanın ruhlarını yaralaması, tahammül eşiğini aşındırması.
(4) İşlerin çoğu zaman gerçekten daha kötüye gitmesi ve buna dayanamamak. 
(5) Güvensizlik. "Biz bunu hallederiz" yerine "Eyvah, işte bu kez tam mahvolduk."
(6) Adeta genlerimize yerleşmiş olumsuz bakış. 
(7) İşi alıp götürenleri çekememek. Kıskançlık ve kötüleme.
(8) Dar bir hayat çevresine yaşamaları. Örneğin spor yapsalar, sanatla ilgilenseler, hobileri olsa, kendilerini geliştirseler daha bir güvenli olurlar.
(9) Ailelerin çocuklarını güçsüz yetiştirmeleri. Onları dünyaya hazırlamak yerine sürekli her türlü sıkıntıdan, zorluktan esirgemeye çalışmaları. Ömür boyu mutsuzluğa mahkum etmeleri. Sevgilerinin marazi olması ya da sevgisizlik. Kendi başlarına ayakta durmaları öğretilmemiş. İlla birilerine yaslanacaklar.
(10) Çözüm üretme ve inisiyatif alışkanlıkları gelişmemiş.
Aklıma başka şeyler de geliyor ama yeterince açık bağlantılar bulamadığım için yazmamak en iyisi. Bir de, şahit olduğum bazı örnekleri istemeden de olsa genellemekten çekiniyorum, çünkü hatalı genellemeler en çok yapılan yanlışlardan birisi, muhtemelen birincisidir. Belki farkında olmadan yapıyorumdur. Ama, ister geleneksel basına, isterse de sosyal medyaya bakın, panikçilik ön planda. Bunun karşısında, birileri sakin sakin işi götürüyor. Boşa panik yapacağınıza, onlar kadar serinkanlı ve güçlü olmaya çalışsanıza. Başka çare mi var.
.....
Bir de sosyal manipülasyon aracı olarak panik yaratma var. Ona ayrıca değineceğim.

Mehmet Tanju Akad

Kaan Arslanoğlu’nun Notu:

Türkiye solu ne zaman Avrupa-Amerika çizgisinden kurtulacak?

Türkiye solu ne zaman ağlaklıktan vazgeçecek?

Kalp kalbe karşıymış. “Yüzü Silinenler” romanında işlediğim temalardan biri “yalancı çobanlık”.

Türk sol siyasisinin küçük ve işlevsiz örgütlerine adam bulmak ve adam tutmak için bilinçli tercih ettiği yöntem.

Bundan tam 8-9 yıl önce bire bir konuşmalarımızda bir “komünist” önderin beni gaza getirmek için ve herkesi gaza getirmek için sarf ettiği ifadeler: “Cumhuriyet bitti Kaan, felaketin eşiğindeyiz… Bir adım ötemiz uçurum… “ “Üniversite bitti Kaan. Orada bir şeyler yapmanın da pek bir anlamı yok…” Böyle gidiyor.

Eee, kısmen doğru da ne yapacağız. Kurbağayı yavaş yavaş ısıtıyorlar. Bu çok da bilinçli tercihleri değil, ciddi bir direniş var. İyi de o direnişi zafere ulaştırmak için sen ne yapacaksın. Madem ölüm kalım halindesin, son gücünü harcıyor musun?

Hayır, çeyrek zaman solculuğu, onda bir zaman devrimciliğine devam.

“İşçi sınıfı bitti Kaan, işçi sınıfı AKP’li oldu…” Eee, boş ver işçi sınıfını, boş ver halkı, hepsi faşist oldu, Moda’da, Beyoğlu’nda, Çankaya’da devrimciliğe devam.

Kim dişini sıkıyor, kendini sıkıyor? KİM BUNA GÖRE YENİ POLİTİKA BELİRLİYOR?

En iyisi bunlar, alayı böyle.

Bu hükümete ve tüm 80 sonrası iktidarlara karşı tavrım belli, net.

Bu yeni yasasızlığa da “hayır” diyorum.

Ama şimdi sadece “hayır” a odaklanmalıymışız. Eleştirmemeliymişiz.

Tüm sol içinde ajanlar cirit atacak, CNN emeklisi, CNN yetiştirmesi “solcular” işin başında duracak, çizgi Avrupa-ABD çizgisinden bir gıdım sapmayacak ve biz başarıya ulaşacağız, öyle mi?

Bu insanlar HDP’lilerin kalbini incitmemek için bizim kalbimizi incitecekler, bunu hep yapacaklar ve halkın desteğini bekleyecekler, öyle mi?

Felaketin bir kanadı da sizsiniz.

Bir çalışma yapacaksın, bir kitap çıkaracaksın, “Tıp Bu değil” diyeceksin mesela, halktan yana bir hareketlenme yaratmaya çalışacaksın… En önce bunlar baltalayacak… Aman 1000 kişiden 100’ü benden kopar mı? Kaygı bu, felaket bu.  100 “tırıl” için üç beş doğru insanı harcamak… 30 yıldır solun politikası bu.

Küçük kalmaktan korkmak: Küçük kalmanın en belirgin sebebi.

Evet de çıksa hayır da çıksa tabii önemli, ama sandığınız kadar değil. Bunun öncesi var, sonrası var…

Solcular bir şey yaptı da bilfiil içinde yer almadık mı? İlk memur örgütlenmeleri, Susurluk tepkisi, İşçi direnişleri, Tekel, Gezi vb vb…  

Düzenin adamı sözde aydınları başınıza çıkarın, düzenin solcuları olun ve ondan sonra her yeni olayda “yalancı çobanlık yapın…”

Üniversitede her atılma dalgasında bir bağırtı çağırtı, “Üniversitede ne kadar iyi insan varsa atıldı…” İki yıl sonra yine aynısı. Sonra yine aynısı… Madem üniversite 10 yıl önce bitmişti, her yeni dalgada geriye sadece yandaşlar ve dangalaklar kalmıştı, sonraki ve sonraki atılan necidir?

Doğan Medyasından falanca atıldı. Bir kıyamet kopuyor… CNN seyretmeyelim, Doğan grubunu okumayalım! Dünyanız bu zaten, CNN…

Velhasıl bu sol örgütler, bu sol gazeteler solu temsil ettikçe ne başarı bekleyin, ne dürüst insanların size inanmasını.

Notun notu: Darbeden sonraki yazılarında  M. Tanju Akad hocaya da kızmıştım, niye yalan söyleyeyim. Darbe sonrası darbe havasına pek çok ulusalcı gibi o da fazla kendini kaptırmıştı sanki. Bu iktidar destekçiliği anlamına gelir.

Oda TV, Vatan Partisi’nin durumunda olduğu gibi.

Ayrıca PKK’yı günahım kadar sevmem, ama ona karşı mücadelede anketlere göre tavır belirleyen AKP’ye karşı da biraz eleştirel durmak gerek öyle değil mi? AKP’de bu konuda da doğru çizgi yok, doğru orta yok.

Bir de en önemlisi: Ulusalcılar içinde de emekli ajanlar (belki bir kısmı hala emekli değildir) cirit atıyor.

SONUÇ: Yani güvenilecek tek grup yok. Herkes kendine güvensin. Evet de çıksa hayır da çıksa önemli olan halkın bilinç ve örgütlülük düzeyidir. Bu varsa işler iyiye gider, yoksa şimdiki gibi hep kötüye gider.

Ne olup biterse genel düzeyimizi yansıtır. İşler daha da kötüye giderse bu en az yarı yarıya kendimiz yüzündendir. Bir şey yapamıyorsak hiç değilse vakarla katlanmayı bilelim.

Kaan Arslanoğlu

Son NOT: bir sonraki yazım: Türkiye solcuları ne devrimcileri seviyor, ne Atatürk'ü... (Atatürkçüler dahil...) K. Arslanoğlu


  • RET

    RET 08.08.2017

    PANİKLENME EN AZINDAN İLGİLENME BELİRTİSİ TOPLUMSAL VE SOSYAL OLAYLARDAN HİÇ ETKİLENMİYENLERİ NE YAPACAĞIZ.

  • mehmet harma

    mehmet harma 19.02.2017

    Sayın H.Ünsal, yorumunuz elime geçti, sağ olunuz vakit ayırıp uzunca yazmışsınız. Siteye ben de göndermeye çalıştım, yazıyı böldüm, farklı kaydettim, bazı kelimeleri sildim ama hata uyarısı veriyor yine. Şimdi bunu Serbay firmasına soracağım ve bir şekilde yükleyeceğiz. selam ve saygılar.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 18.02.2017

    Sayın editör mesaj gönderilemiyor. olmuyor bu iş. Bir parça gitti geri kalan gitmiyor. problem yani. çöp oldu bizim yorum

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 18.02.2017

    Sayın Harma, Mesele çok geniş öyle iki cümlelik yorumlarla anlatılabilecek gibi değil. Ya da benim böyle yeteneğim yok diyelim. Sosyalizm meselesi bugünden yarına olacak bir mesele de değil. Sayın Yaylacı’nın, Nişanyan yazısına yaptığı yorumun ikinci bölümü çok dikkate değer ve önemli. 1-Bu sayfadaki yorumlarımda küreselleşme ve ulusal devlet—küreselleşme ve ekonomi--- küreselleşme ve siyaset—ve devamı sıraladığım hususlarda bir eşitsizlikler sistemi olan kapitalizme karşı olmada ufku karartmadan mücadele esastır.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 18.02.2017

    Sayın editör, Yorum gönderilemiyor, sitede problem mi var?

  • mehmet harma

    mehmet harma 18.02.2017

    Sn. H.Ünsal, önümüzdeki süreç sosyalizmin yeniden kurulacağı bir süreç midir yoksa "gereksizler" diye bir insan grubundan bahsedildiği günümüzde, ıskartaya çıkarılacak ve kendilerinden vazgeçilecek kitleler nedeniyle bu sömürü ve adaletsizlik daha da mı insafsız olacak? Kuralları, teknolojiyi elinde tutanlar koyduğu sürece gidişat daha olumsuz olacak gibi geliyor bana. Günümüzde hakkını aramasını beklediğimiz o kitle, ayda harcayacağı 1500-2000 TL gelir, elinde bir akıllı telefon, internet bağlantısı ve akşama da televizyon olanakları ile tek tek nötralize ediliyor. Bir de üstüne oy-kömür hesabı, kitleyi çok daha kazanılamaz hale getirmiyor mu?

  • Ç.

    Ç. 18.02.2017

    Sol yapılar CNN'de program yapan kişilere verdiği değeri kendi içinden sosyalistlere göstermiyor. Sınırlı gücünü de CNN'den kovulan insanların muhalif gösterilmesine harcıyorlar. Piyasa edebiyatını Orhan Pamuk'u eleştirirler, Orhan Pamuk'un referandumda hayır dediği için Hürriyet gazetesi tarafından sansüre uğraması haber niteliği taşırken sosyalist yazarın referandumda hayır diyecek olmasını haberlerinde göremeyiz. Enver Aysever'i,İsmail Saymaz'ı sol yayınlarda görürüz. Ulusalcılar da liberaller de küresel sermayeye,kapitalizme göre siyasetini belirlemediği için biri Ergenekon sürecinde diğeri 15 Temmuz'da iktidarı destekledi. Solun bir kısmı da bu analizlerden etkilendi. İktidarı destekleyici analizlerde bulundular. Hayır çıkarsa solun nasıl bir siyaset izleyeceğine dair planı bulunmuyor.

  • Nihat Ateş

    Nihat Ateş 17.02.2017

    Heidegger'ın anarşistlerin tasfiyesinden sonra faşist partiden ayrıldığı iddiasının tam bir şehir efsanesi olduğu biliniyor. Bu konuda ülkede ve Batı'da sürekli ileri sürülen ve Heidegger efsanesini besleyen yalanlar için Taylan Kara'nın Bilim ve Gelecek dergisinin bu sayısında yayımlanan yazısını okumanızı öneririm Sayın Ezel Parsa.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 17.02.2017

    Bu sitede yayınlanmış birkaç yazımda ve bazı yorumlarımda sosyalizm meselesine dair bir sesim de vardır. Siz bana cevap verinde, önceliğiniz şu “komünist dünya cumhuriyetine” nasıl ulaşacağımız üzerine olursa çok sevineceğim. Saygılar.

  • H.ÜNSA

    H.ÜNSA 17.02.2017

    Sayın Parsa, şimdi size nasıl cevap vereyim? Düşünce belirtmeye çalışıyorsunuz da iki yorumunuzdaki cümleleriniz hem doğruları hem yanlışları içeriyor. Postmodernizm, - miş, bilmem neymiş. Şu komünist ideanızı yazında “komünist dünya cumhuriyetine” nasıl gideceğimizi bir öğrenelim. Size cevabımı ondan sonra vereceğim. Ha.. doğru bir tespitiniz de var. 1870’ler ve sonrası dünya. Yaşadığımız cağın bugünkü dünyası tüm kurumlarıyla 2. Savaş sonrası ABD ve müttefikleri tarafından kuruldu. O dünyadan çatırdama sesleri geliyor. Önümüzdeki süreçte yeniden kurulacak. O dünya “dengesizliğin dengesi” gibi sorunlu bir dünya olacak. Sınıf mücadeleleri sertleşecek. İnsanlık yaşanmış “reel sosyalizm” tecrübesinin damıtılmasından çıkardıkları üzerinden sosyalizm dünyasına yol alacak. Bu argümanın neresi postmodernizm. +++

  • Ezel parsa

    Ezel parsa 17.02.2017

    Diğer olasılıklar; sadece reddeden, bu nedenle durumu olduğu gibi kabul etmekten başka seçenek üretemeyen, buna gerçekçilik, realite, zorunluluk gibi isimler veren postmodern durumdur. Hiçbir zaman ulaşamayacak gibi görünsek de komünist ideaya ve Kant'ın "civitas gentium"una inanmaktan başka seçeneğimiz yok. Sevan Nişanyan'ın "deli saçması şizofrenisini" seçenek olarak kabul edemeyiz.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 17.02.2017

    Sayın parsa, siz yürümeye devam edin. Gomünist dünya cumhuriyetine bir karış, bir evlek kaldı.

  • Ezel parsa

    Ezel parsa 17.02.2017

    Milliyetçilikten faşizme geçiş arasındaki sınır sanıldığından daha incedir. Benito Mussolini, gençliğinde İtalyan Sosyalist Partisi'nde anarşistlerin tarafındaydı. Parti, 1. Dünya Savaşına karşı çıkınca ayrıldı. Hitler'in Nasyonel Sosyalist Partisi'nin anarşistleri tasfiyesinden sonra Heidegger partiyi desteklemekten vazgeçti. Tarih tekerrür ediyor. Hollanda'da, Fransa'da milliyetçiler yükseliyor. 1870 sonrası İngiltere'nin hegemonyasını kaybettiği dönemin bir benzerini yaşıyoruz. Sonraki süreç iki dünya savaşına yol açtı. Bu gidişi engellemenin tek yolu milliyetçiliği, dinciliği bir kenara bırakıp, aklın düzenleyici kullanımıyla, idea olarak komünizme ve dünya cumhuriyetine kararlılıkla inanan bir mücadeleden geçiyor.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 16.02.2017

    Milliyetçiliğin milletseverlikleriyle vatanseverlik, yurtseverlik arasında ince bir ayrım vardır. Milliyetçilerin emperyalizm, küreselleşme karşıtlığı da iyi bir şeydir ama ufuksuz bir karşı duruştur. Perinçek ve şürekâsı Oda tv ve çeşitli tür bilimum Ulusalcılarında ulusalcılığı Ziya Gökalp’in “Meşrutiyetten evvel Türk milleti yoktu” saptamasını aşamamıştır. Vardıkları yer: Siyasal İslamcı aklın “kahrolsun üst akıl” söyleminin kıyısında köşesinde esasında da içinde yer almaya giden bir yoldur. İlerici bir karakteri yoktur.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 16.02.2017

    PKK’nın etnik milliyetçiliğine ve terörüne karşı duruş alınmadıkça hangi toplumsal devrimci ilerleme sağlanır. İlkin cevap bulunması gereken soru budur. 2- Küreselleşme etnik milliyetçiliği kaşırken; Ülkelerdeki egemen unsur milliyetçiliğe karşıdır. Bu tür milliyetçiliğin küresel emperyalizmin ulus devleti sarmalaması üzerinden tepkisi pek tutarlı olduğu da söylenemez. Eklektik karakter taşır. Genel varoluş ve politikaları egemen etnisite üzerinden şekillendirildiğinden dışlayıcı özellikler taşır. Bu politikalar uluslaşma sürecini tamamlamamış çok etnisiteli toplumlarda gerici bir niteliktedir. Milliyetler tüm tarihler boyunca varken, Yani Millet <> aydınlanma süreçleri ve devrimlerine tekabül eder. Türkiye’nin uluslaşması (ki tamamlanmamıştır) kurtuluş savaşına, saltanatın ve hilafetin kaldırılmasına ümmetten bir halk ve yurttaş yaratılması demektir. +++

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 16.02.2017

    1-Etnisite ve azınlık halkları sorunları bulunan devletlerde bu meseleleri “demokrasi”, “açık toplum”, “yerinden yönetim”, bölgesel özerklik” gibi kavramaları üzerinden sürekli kaşımak, Üniter devlet yapılarını çözmek, devletleri parçalayıp güçsüzleştirecek etnik milliyetçi akımları desteklemek küresel sermaye enternasyonalinin temel politikalarının en başatlarından biridir. 90’ların başından itibaren Türk solu bu sarmalın içine alınmıştır. Legal siyaset yapanları sermaye enternasyonalinin entilijansiyası Liberallerin kuyruğuna yapışıp Türkiye’nin “ demokrasi” meselesini Kürt sorununun çözümüne endeksleyip solculuk yaptılar. Devam ediyorlar. Marjinal Marksist- Leninistleri de etnik milliyetçi Terörist PKK’nın bileşkesi, aparatı oldular. Mesela bu yapılardan birinin 80 öncesi MK yöneticisinin “Türk devriminin öncü görevini PKK yapıyor desteklemek farzdır” dediği zamanın tarihinde belleklerdedir. +++

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 16.02.2017

    Sevgili Kaan, Yılardır çok derin ve ciddi meselelere kafa yoruyorsun ve son derece doğru tespitlerde bulunuyorsun. Kısa yorum yazamıyorum ama Türkiye’nin ne solcusu solcu ne ulusalcısı ulusalcı. 20. Yy’ın sonlarında “Tek kutuplu dünya, yenidünya düzeni” tanımlamasıyla küresel sermaye enternasyonali kuruldu ve ekonomik, siyasi, ideolojik ve kültürel hayatın tüm alanlarını sarmaladı. Küreselleşme ve ulusal devlet--Küreselleşme ve ekonomi--Küreselleşme ve siyaset--Küreselleşme ve demokrasi—küreselleşme ve bağımsızlık—küreselleşme ve etnisite --- küreselleşme ve kültür(dinsel sorunlar dâhil) meseleleri sanırım uzun uzun tartışmak ufuklarda soru işaretleri bırakır ve düşünsel bir ilerleme sağlar. Sorunlar derin ve çetrefilli, her biri ayrı ayrı tartışma konusu. Ben kısa kısa Etnisite ve Usalcılık meselesine değineyim. ++++

  • Josef KILÇIKSIZ

    Josef KILÇIKSIZ 16.02.2017

    Sandıktan evet ya da hayır çıkmış ne önemi var? Üretmeden tüketmek, parayla para kazanmak, sıcak parayla ekonomiyi ayakta tutmak, kayıtdışına göz yummak, para aklamak ve rant...Şimdi bütün bu ekonomi politiğin sizce sistemsel karşılığı demokrasi olabilir mi? Bence siyaseti metafiziğin araçlarıyla (korku, din, bayrak, vatan vb.) dizayn etmekten kaynaklı bir sorun da var

  • mehmet harma

    mehmet harma 16.02.2017

    Kifayetsizlik ve "bizim de hırsızlarımız var" diyememek diğer unsurlar olabilir.

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 16.02.2017

    Haklısın Akif Hocam, burada bizim bahsettiğimiz şey korkunun, paniğin kronikleşmesi. Panik her olaya karşı her günkü tepki olunca ayağa düşüyor, sıradanlaşıyor, hastalık haline geliyor. Yoksa zamanında ve gerektiğinde oluşan ciddi korku veya panik insanı tedbir almaya, bir şeyler yapmaya götürür. Şimdi her gün korkuyor ama bu korkuya karşı ciddi hiçbir şey yapmıyoruz. Tıpkı panik ataklı hastalarınki gibi. Hastalık haline gelmiş korku bazı politikacıların da ekmek kapısı olmuş. Yaşam biçimi ve söylem olmuş.

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 16.02.2017

    12 Eylül'de her ne kadar siyasetin içinde olsam da, yaşım küçük, birikimim yetersizdi. 12 Eylül'ün bir SÜRPRİZ olmadığını çok sonra öğrendim. DB Derviş'e Türkiye 4.BYKP'na koysun diye bir rapor yazdırıyor. Ecevit itiraz edince düğmeye basılıyor. Guadaloupe'da Schmidt, Carter falan Türkiye'nin haddini bildirilmesini istiyor, IMF 78'de açtığı kredileri 79'da verdirmiyor. Nejat Eczacıbaşı çözümün askerde olduğunu söylüyor. TÜSİAD ilanları, Ecevit düşürülüyor. Daha Demirel hükumeti kurmadan darbe yapılacağı belli falan... Bunları ben bilmiyordum ama biraz İngilizcesi olan ve gelişmeleri CİDDİ takip eden herkes bilebilirmiş. Fakat nedense o zaman solda bir PANİK yoktu. Hem de 12 Eylül'e giden kitlesel katliamlara rağmen yoktu. Hatta 12 Eylül'den iki gün önce İzmir Fuarı'nda 10 Eylül'de TKP'nin kuruluş yıldönümü KİTLESEL biçimde kutlanmıştı. Belki biraz PANİK olsa fena olmazdı diyorum.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.