KIŞ UYKUSU

KIŞ UYKUSU

Sömürmek haksız, dürüstlüğe aykırı bir eylem olduğundan, sömürgen sömürüsünü açık alınla, açık sözlülükle savunamıyor. Sürdürebilmek için, insanlığa ve özellikle de sömürdüğüne karşı perdelemek zorunda sömürüsünü.

Sömürenin gücü büyüdükçe, perdelemeye duyduğu gereksinim de azalıyor.

Politik konularda düşünmeye başladığım ilk yaşlarımdan beri izlediğim sömürü savaşlarında sömürgen’in en çok başvurduğu yöntem, şaşırtma. Şimdi buna ‘algı yönetimi’ diyorlar.

Öyle şeyler yapıyorsunuz ki, sömürecek olduğunuz kişi ya da toplum, sömürdüğünüzü hiç anlamıyor. Tersine, sizsiz yapamayacağına inanmaya başlıyor, sizi velinimeti sanıyor.

Sömürülen adına tam bir utanç durumu,. Ama utanmak için, sömürüldüğünün bilincinde olmak da gerekiyor. Bu bilinç ve onun utancı birleşince, zaten bir silkinişle sömürü biteceği için, o bilincin olmasını hiç istemiyor sömürgen. Algı yönetimi denen bilinç şaşırtmacası bu nedenle çok gerekliona.

Algı yönetiminde sömürgenle sömürülen arasında, ajanlar ve işbirlikçi ihanet vardır. Ajan, sömürgen efendinin buyruklarını sömürülecek yere başka görüntüler altında götürür, işbirlikçi haine fısıldar. Hain, aldığı buyruğa göre şakımaya başlar. Sömürülen ülkemizde, toplumsal/siyasal/örgütsel anlamda bilinen açık kimliğine aykırı davranan parti başkanları, oda başkanları, sendika başkanları, önderler… v.b.bulunmasının nedeni budur.

Örnek verelim.

Ülkenin bölünmesi işleri mi?..

Ülkeyi pantürkizmle büyütme savında olan partilerle yürütüyorlar. Kürtçü bölücülüğe haklılık kazandırmak gerektiğinde bu Türkçü partilere Türk ırkçılığı ve Kürt düşmanlığı yaptırıyorlar. Kürtçü-işbirlikçi haine cezaevinde geçireceği yılların sonunda ‘özgürlükçü önder’ kimliği kazandırmak için, idam cezasının kaldırılmasının infazdan önceye yetiştirilmesinde anahtar rolü ırkçı-Türkçü partiye oynatınca, öncelikle Kürt düşmanlığı ölçüsünde faşist olan Türk ırkçılarının sesini kesmiş oluyorsunuz. Onlardan bile ses çıkmayınca, geriye kalan çoğunluğun şapşallaşması zaten kolaylaşıyor.

Bunu bir sol partiye yaptıracak olsalar, önce ırkçı-pantürkist partinin kitlesi karşı durur. En çok gücü onlar harcar, en duyarlı oldukları konu olduğu için, anlatmakta da en çok onlar başarılı olur.

Özelleştirmeler… Yani KİT’lerin, yurdun “bütün kalelerinin, bütün tersanelerinin” yabancılara peşkeş çekilmesi işleri mi?..

Ajanlarınızı öncelikle devletin kurucu partisine, o KİT’leri yaratacak olan ekonomik düzeni kuran ve ilkeleri arasında devletçilik-halkçılık olan partinin içine yerleştirip ‘küreselleşme, globalleşme, yeni dünya düzeni’v.b. adlar altında emperyalizminizi sevdirecek eğitimler başlatıyorsunuz.  Yoksa işbirlikçi-sağ iktidar partilerine bir tek KİT’i bile sattıramazsınız. Onlar satarken, halkçıların-kamucuların seyretmesini sağlamalısınız. Yoksa işbirlikçiliğe boyun eğdirmeyip kendi başlarına bıraktığınızda sağ partiler bile KİT’ler kuruyorlar. Çünkü ulusal bağımsızlık içinde var olmayı sürdürmenin doğal ve kaçınılmaz gereği bu.

İşbirlikçi-sağ iktidarlarla –ama devletin kurucusu parti ya da o çizgide görünen partilerin de desteğiyle– yapıyorsunuz özelleştirmeleri, yabancılaştırmaları. Hattâ o KİT’leri kuran partiler iktidardayken sattırıyorsunuz ulusal bağımsızlıklarının direği olan kamu kuruluşlarını. Onlar bile KİT’lerin peşkeşine ses çıkarmazken, üstelik destek olurken, sosyal adalete, sosyalizme zaten hepten sırt çevirmiş olan partiler ağızları açık seyrediyorlar.

Denetlenmesi gereken önemli bir odak daha var: Komünistler. Onların doğaları gereği özelleştirmeye karşı durmaları, kurucu partiye var oluş nedenini anımsatmalarıbekleniyor ya... Onları da bir güzel eğitimden geçirip, ulusalcılığa ilişkin bilinçlerini “ulusalcılık dediğin, senin ulusundan olan patronu iyi sanmaktır” düzeyine indirgeyip hepsini ulusalcılık karşıtı yaparak, emperyalizme zararsız solculara dönüştürüyorsunuz.

Geriye, yine doğası gereği Batı karşıtı olan İslamcılar mı kaldı? Onların partisini de bölüp içinden size selam durarak var olacak başka bir parti çıkarıyorsunuz.

Yarattığınız bu denetimli siyasal odakların yapacağı işler ve yürüteceği propaganda için ajan gazeteleriniz, ajan TV’leriniz, dergileriniz, işbirlikçi ihanete satılmış kalemleriniz, başkanları denetiminize alınmış sendikalarınız… v.b.  hazırdır zaten.

Hiç savsaklamadan, hep yapmanız gereken bir iş vardır: Bu algı yönetimini aksatmadan sürdürmek.

Nasıl ki ‘genetiği değiştirilmiş organizmalar’ (GDO) sayesinde artık domates domates değil, mısır mısır değil, et et değilse, GDO’lu basınınız ve eğitimleriniz sayesinde de cumhuriyetçi cumhuriyetçi değil, ırkçı ırkçı değil, şeriatçı şeriatçı değil, komünist komünist değil. Hele gazeteci, gazeteci hiç değil. Kimse gerçekte, kimliğindeki kendi değil. Ama bir yer, onların hepsinin gerçekte ne olduğunu biliyor: Onları dönüştüren yer. Bu yüzden onların hiçbirinden korkmuyor. Çünkü hepsi emperyalistin kendisinin denetiminde. Önderlik ettikleri siyasal-toplumsal v.b. odaklar da onların, dolayısıyla da dönüştürenin yönlendirmesinde.

            Ama denetiminde olmayan ne bir şeriatçı, ne bir ırkçı, ne solcu-sağcı, ne cumhuriyetçi, ne de komünist istiyor emperyalist. Onun denetiminde olduğu sürece, bunların hepsinden olunabilir, hiçbir sakıncası yoktur, yeter ki onun denetiminde olsun. Kendisinin denetiminde değilse, varsıllık düzeyi onun çizdiği sınıra ulaşan kapitaliste bile yaşam hakkı tanımak istemiyor emperyalist. Komünistlerin, komünizm savaşımı dışındaki savaşımları görmezlikten gelircesine yineledikleri sınıfsal savaşımın çağın ulaştığı düzeye kavuşup oradan yol almaya başlaması bile ulusal bağımsızlığın varlığına bağlı.

Ülkedeki her kesimi alçaltan bu dış denetimin varlığını ayrımsadığınızda… Türkçü-ırkçının, Kürtçü ırkçılığın önünü açması… Ulusalcının, etnikçiliği ulusal bağımsızlıkçılık sanmaya başlaması… Şeriatçı-İslamcının, Avrupa Birlikçi Batıcılara karışması... Komünistin, ulusalcılık karşıtlığı yaparak yurtseverlik taslaması... Devleti ve KİT’leri kuran partinin özelleştirmeci kesilmesi… Öyle anlaşılır oluyor ki…

Sorun, bu algı yönetimini darma dağın edip halkı yeniden ulusal bağımsızlık bilincine kavuşturacak aydın-önder ustalığını gösterebilmekte.

Bunun başlangıcı da, önce her odağın, her örgütlenmenin kendi dönüşmüş, yabancılaşmış, yozlaşmış kimliğini sorgulaması. Çünkü kim kiminle nereye  kadar birleşecek, kim kiminle nerede uzlaşmaz çelişki içindedir, hepsi birbirine karıştı.

İşin şaşırtıcı yanı, ırkçı-Türkçü odak bile kendi siyasal kimlik sorgulamasının gereğini yapmaya çalışıyor da, cumhuriyetçi odakların Kemalisti de komünisti de kış uykusunda. Ulusu o algı yönetiminin gözbağcılığından kurtarıp kış uykusundan uyandıramazsak, ulusal varlığımız yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

‘Kürtlere bağımsız devlet’ hayaliyle kandırılan Kürtçü-ırkçılara ve bu konuda ‘cahil çocuk’ saflığındaki Türkiye soluna hazırlanan acı son da, ‘böl-yönet’ taktiğiyle parçalanmış Avrasya’da yüzülmüş kuzu gibi emperyalist sofrasında çevrile çevrile kızartılmak olacak.

Bu sonun acısını yalnızca onlar değil, bütün ülke, hattâ bütün dünya çekecek. Beklenmedik siyasal kesimlerde bile çıtırtılar başlıyorsa, nedeni bu acı sonu duyumsamanın yarattığı reflekstir. Refleks bilinçli davranışa dönüştürülebilirse umutlanılabilir. 2013’teki Gezi de refleksti. Onu sonuca götürecek örgütlü bilinç yaratılamadı. Refleksin bilinçle buluşamayışından ise, karşıtları yararlanıyor.<>

Hürriyet Yaşar


Yorumlar

Maximum : 1000 Karakter / Karakter Sayısı: 
0
Yorumlara gerçek ad ve soyadınızı yazmanız onay kolayllığı sağlar.
Mail adresinizi yazmanız keyfinize kalmıştır. Yorumlarınızın onaylanması da
editörlerin tamamen keyfine bağlıdır. Yılların deneyimi sonucu bu bizde böyle.
  • Onur, MSc

    Onur, MSc 28.02.2017

    Türkiye siyasi durumunu açıklamak için kullanılan ve yazının alt yapısını oluşturan algı yönetimi kavramı aslında neo-liberal politikaların sonucu ve devamı olarak, şu an içinde de bulunduğumuz, küreselleşme adı verilen dünya sistemini sürdürmek için kullanılmaktadır. Bu sebeple yazıyı okurken ilk aklıma gelen de bu sisteme bağlı devletlerde gerçekleşen olayların küresel güçlerin etkisinden ve uluslararası ekonomi politik yapıdan bağımsız düşünülemeyeceği oldu. Teşekkürler.

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 24.02.2017

    Mehmet hocam artık BAŞKA bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada HER ŞEY mümkün. On yıl kadar önce (belki 15) bir distopik öykü yazmıştım. Öyküde işverenler işçilerine ücret vermiyor, tersine onlara iş verdikleri için işçilerden para istiyorlardı. Şirketimizde çalışmak bir "ayrıcalıktır", bunun bedelini ödemelisiniz diyorlardı. Bunu yazarken Kanada'da insanların "iş deneyimi" kazanabilmek ve CV'lerine yazabilmek için bedavaya çalışmalarından esinlenmiştim. Az önce bir haber okudum, Pegasus kendisine iş için başvuranlardan 15 TL ücret alıyormuş. Çiçek virüsü bir yerlerde saklanmayı başarmış olabilir, fakat muhalifler aynı şansı bulur mu bilmem.

  • Mehmet Harma

    Mehmet Harma 23.02.2017

    Değerli Akif Akalın, gezegenimizde bir canlı türünü yok etmeyi başaracak, evrim dışında hiç bir güç yoktur. Çiçek virüsü bile hala tek tük yerde ve/veya laboratuarlarda var. Muhalif de candır nihayetinde :)

  • Akif akalın

    Akif akalın 23.02.2017

    Tarih birçok parti devletine tanık oldu fakat Parti Milletine en çok yaklaşabilen Hitler oldu. çok sayıda insanı ya öldürdü ya da sindirdi fakat muhaliflerinin hepsini yok etmeyi başaramadı. AKP eğer bir 10 yıl daha iktidarda kalabilirse bunu başaracak gibi duruyor.

  • Ezel Parsa

    Ezel Parsa 22.02.2017

    Artık özel mülkiyet o kadar ezicidir ki insanlar sahip olduklarına insanlıktan daha çok önem veriyorlar. İnsanların kişilikleri sahip oldukları tarafından ele geçirilmiştir. Bu nedenle çoğu kişinin söyledikleriyle, inandıklarıyla, yaptıkları birbirine uymamaktadır. Çoğunluk görüntüde solcu veya sağcı olmasından bağımsız olarak, işi için, mülkü için vs iktidarla ilişki içindedir ve sömürüye boyun eğmektedir. İtaatsizlik ve başkaldırma, özel mülkiyeti kaybetme kaygısına yenik düşmüştür.

  • Ç.

    Ç. 22.02.2017

    Bağımsızlığı sağlayabilmek için sistem karşıtlığı gerekiyor. Umudu Koç'tan TÜSİAD'dan bekleyenler Koç'un Birleşik Arap Emirliği ile ortaklık kurup Birleşik Arap Emirliği'ne zırhlı araç sattığını yani sistemin parçası olduğunu görmezler. (Aslında görürler de görmemezlikten gelirler) Türk ve Kürt milliyetçilerinin sistem ile bir derdi bulunmuyor. O nedenle iktidar ile işbirliğine girebiliyorlar. CHP için de aynısı geçerli. Türk milliyetçilerinin siyasi kimliklerini sorguladıklarını da zannetmiyorum. Onlar da düzenin bir parçası. Sosyalistlerin azımsanmayacak kısmı da sistemle içli dışlıdır. Sosyalistlerin büyük çoğunluğu düzeni değiştirme ülkülerini kaybetmişlerdir. Ticaret odaları ile iş yaparlar. sendikaların sistemle olan bağını görürler, ona ses çıkarmazlar. Kaan Arslanoğlu'nun son yorumunda söylediği gibi iktidar partisine karşı olma düzeni temsil ettiği için olmalı.

  • yusuf bodur

    yusuf bodur 22.02.2017

    Yine bam teline basıyorsunuz sayın yaşar emeğinize sağlık.. O acı sonu duyumsayıp reflekse geçenleri bilinçli davranışa dönüştürebilecek yer neresi ..Samimi olarak soruyorum..Yazınızın bütünülüğünde bu cevap varda ben göremedimse affola.. saygılar..

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.