Siyaset
DEVLETİN ELE GEÇİRİLMESİ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ

İnsanlık; 300 yıldır kapitalist üretim ilişkilerinin tezahürü sanayi toplumu ve öncesinin bilgi, felsefe, siyaset, üretim ve bölüşüm ilişkileriyle, çatışmalar ve her tür iç ve dış savaşlar, kültürel alışkanlıklar, gelenekler, din ve dini kültürler vb. olgulardan oluşan bütünsel bir birikime sahip. Bu birikim; 7.5 milyarlık insan dünyasının hemen hemen her alanını, dünyanın ulusal devletlerini, bir manada çağımızı, hatta mavi gezegenimizi yönetiyor. Küresel, liberal kapitalist- emperyalist sömürü döngüsünün egemenlik-yönetim müktesebatının arkasında bu birikim var. Günümüzün ideolojilerinin, siyasi kültürlerin ve partilerin hepsi bu müktesebatın ürünü. İnsanlık dünyası bir yol bulup bunu aşacak mı, aşamayacak mı? Bütün mesele bu yüce Godot’da gizli. Samuel Beckett “ ... Anlama duyulan bu ilgisizlik içinde, bu anlam arayışı da nedir?” diye sormuş. Biz de soruyoruz da galiba cevap bulamıyoruz. Aramaya devam etmek lazım.
Devlet denilen organizmanın yapısına bakıldığında görülen şey son derece nettir. Kapitalist bir toplumda devlet, egemen sınıflarla doğrudan doğruya özdeş olmasa da sonuçta o sınıfların genel çıkarlarını korumak için vardır. Devletin bu nispi bağımsızlığı, çeşitli hâkim sınıfların çıkarlarını bir arada tutabilmek için zorunludur; ancak kapitalist bir toplumun devleti hiçbir zaman emekçi sınıfların çıkarlarını korumaz. Zaman zaman öyle gözükse de aslında hâkim sınıfların uzun vadeli çıkarlarını gözetir. Normal burjuva demokratik toplumlarındaki bu işleyiş, egemen sınıfların kendi içlerindeki çelişki ve çatışmalar ya da emekçi sınıfların mücadelesinin kapitalist sistem için bir tehlike haline gelmesi karşısında başka biçimlere evrilir. Bu kez zor faktörü devreye girer, süreç askeri ya da sivil diktatörlüklere, faşizm uygulamalarına kadar gider.
Şu demokrasi meselesi:
Tarih zamanın şahididir. Akıl her şeyin çaresini bulur. Yıllar önce arşiv dosyalarımın birine “Halk, kendisinin kendisi için düşmanları kadar tehlikeli olduğunu anlamadı” notunu düşmüşüm. Altına "En büyük sorun, çoğunluğun gücünü denetleyecek kurumsal bir yapının var olmaması..." diye yazmışım. Devam notları Atina demokrasisi üzerine. MÖ 5. yy’de Atina şehir devletinde kurulan siyasal düzenin adı: “demokratia” yani “halk yönetimi”ydi. 200 yıl sürmüş ve yıkılmış. Neydi Atina demokrasisi? Seçimler, doğrudan katılım ve oy. Çoğunluğu peşine takabilen istediğini yapabilir mi? Atina demokrasisinde yapmış. Seçim, doğrudan katılım ve oy vermekle işleyen “demokratia”; sağlam demokratik kurumlar yerine, kişilere dayanan bir yapıya dönüşerek yıkıldı. Yerine çoğunluğu arkasına alan demagoglar, diktatörler geldi, altın çağ bitti.
MÖ 5. yy nere, 21. yy nere? DEMORASİ ağızda şapırtılarla çiğnen sakız. Herkesin bir demokrasisi var. Benim de var. Benim demokrasim “ideal demokrasi”. Adı bu. Nasıl bir şey? Hayal benimki. İçini elbette doldurabilirim, sayfalar dolusu yazabilirim. Neye yarayacak? Ruhumda yarattığım okyanusumun beyaz dalgalarında yüzeceğim, o kadar. Bir yol bulup yayınlarsam "Aforizmaları bırak, var olanı, reel olanı koruyup geliştirelim" denilecek. Evet, bir itirazım yok. Koruyup geliştirelim.
Küresel kapitalist-emperyalizmin ideolojik entelijansiyası “liberal virüs” yayıcıları, toplumu edilgenleştiren “rıza kabulü” oluşturucuları, demokrasiyi ağızlardan düşürmeyen çanak yalayıcıları, karaturpu beyaza boyayıp "Kapitalizm üretici güçleri mütemadiyen geliştiriyor, refah artıyor, insanlık ilerliyor. Mülkiyet en kutsal haktır. Demokrasi: serbest piyasa ekonomisi ve rekabet sisteminin tezahürüdür. Kapitalizme karşı olmak, demokrasiyi karşı olmaktır" diyerek sundukları “piyasa demokrasisi”yle benim inandığım “ideal demokrasim” siyahla beyaz kadar farklı.
Demokrasinin asgari şartları olarak kabul edilen; özgürlük, eşitlik, adalet, hukuk, hukukun üstünlüğü, evrensel insan hakları ve özgürlükleri gibi kurum ve kavramlar son derece önemli, ancak egemen kapitalist üretim ilişkileri sistemi içinde özgürlük; dolaşım alanında özgür olmakla sınırlıdır. Eşitlik: Özgürleşmiş bireylerin dolaşım alanında bulunma eşitliğinden ibaret. Pazarlarda işçi, köylü, burjuva yok. Alıcı ve satıcı var. Herkes eşit; ama iş ihtiyaç olanı edinmeye geldiğinde o eşitlik boşlukta kaybolur. Adalet: O da göreceli. Herodot “Erdemlerin en mükemmeli olan kanun karşısında eşitliktir” dediği zamanlardan bugüne; 21. yy'de, dünyanın birçok yerinde ve ülkemizde yaşanan hak-hukuk-adalet gibi yüce temaların ihlalini, yönetenlerin yaptırım gücünü denetleyebilecek, önleyebilecek sağlam hukuk kurumlarının var olduğunu savunmak mümkün mü?
Toplumcu bir sistem temelinde, mülkiyet eşitliği sağlanmadan; özgürlük, eşitlik, adalet sağlanamaz. Bu sağlanmadıkça da “ideal demokrasi”ye de ulaşılamaz. Bu nedenle "reel demokrasinin" üzeri bir kabukla kaplıdır. Yaşanan demokrasi “kabuklu demokrasidir.” Kabuğu kıran içindeki fıstığı yer. Fıstık demokrasisi yani.
Bu lafı ettik, her cenahtan farklı sesler gelecektir. Buradan yaşanan demokrasiyi araçsallaştırdığım, küçümsediğim, değersiz gördüğüm anlamı çıkarılamaz. 300 yıllık kapitalizm medeniyetinin son 70 yılda ulaştığı “çağdaş”, “gelişmiş” bir Amerikan demokrasisi, bir de kıta Avrupası’nın “katılımcı demokrasisi” var denecektir. Evet, o demokrasilerin kökleşmiş kurumları mevcut. Almanya’da yaşanan faşizm ve “reel sosyalist” sistemin ana kıtayı çevrelemesinden sonra; kıtanın birçok ülkesi yeni toplum sözleşmesiyle, sosyal demokrat ve sosyalist işçi partileri sistemle bütünleştirildi. Kapitalizm yönetim sistemini tamir etti. Yeni anayasalarla iktidarın tek elde toplanmasını önleyen katı erkler ayrılığı sistemini getiren, partilerin veya bazı sınıfların iktidarları ele geçirecek, diktatörlüğe dönüştürecek, örgütlenme ve benzeri yapıları engelleyen kurum ve organlarını oluşturdu. Yönetilebilir bir demokrasiye, birer sosyal güvenlik devletine dönüştüler. Bizde bu kadarı bile yok, önce ona ulaşalım daha ilerisi Allah kerim. Yeter ki iş oralara gelsin, onu da kurarız diyenler olacaktır.
Ancak 20. yüzyılın sonlarında kapitalist-emperyalist sermaye enternasyonalinin tek kutuplu “yeni dünya düzeni” kurulunca, bu devletin önce sosyal güvenlik ayağı çökertilmeye başladı. Gelecek süreçlerde yaşanacak içsel ve dışsal çatışmalar derinleştikçe demokrasilerde de gerilemeler kaçınılmazdır. ”Devlet güvenliği” kavramı tartışılmaya başlandığında kabuk kalınlaşır, içindeki çekirdek küçülür.
70 yıl önce kurulan dünyaya format mı atacak?
II. savaş sonrası küresel emperyalist-kapitalizm, Adriyatik’ten Hindiçini'ne; dünyanın yarısına yakın bir coğrafyada gerçek ve potansiyel pazarlarını kaybetti. Tüm Kıta Avrupası'nın savaştan çıkmış kapitalist ülkeleri sosyalist rejimlerle -bir manada- kuşatıldı. Bu durum dünya kapitalist sistemi için hem yeni, hem de varlığını koruma ve sürdürebilirliğinin devamı için son derece ciddi tehdit demekti. Tüm dünya yeniden kurgulandı. Başını ABD ve yanlısı emperyalistlerin çektiği; askeri güvenlik ve savunma hattı NATO’yla, devletler ve uluslararası ilişkiler BM’ler ve organlarıyla, ekonomik hayata dair organizasyon ve sorunlu alanlar; DÜNYA BANKASI, IMF, OECD vb. yapılarla, hukuksal hayata dair alanlar DÜNYA TİCARET KANUNU ve TAHKİM MAHKEMELERİYLE, insanlığa dair katliam ve soykırım suçları LAHEY ADALET DİVANI vb. gibi mahkemelerle, daha bir dizi çeşitli konveksiyonlara zorunlu katılım ve kabul şartları getiren esaslarla yeniden kuruldu. 90’larda reel sosyalist sistem yıkılınca kapitalist- emperyalist sistem zaferini ilan etti. Tek kutuplu “yeni dünya düzeni” Kapitalist sermaye enternasyonali.
Küresel 'mail'li-sınai sermaye enternasyonalinin temel stratejisi ulus-devletin gücünü zayıflatmak, sosyal devleti dağıtmak, sermayeyi dünya çapında muktedir kılmak ve sürdürebilirliğini sağlamaktır. Bu devasa büyüklükteki proje; ekonomik, teknolojik, siyasi, askeri, ideolojik ve kültürel (sanat, edebiyat ve din dahil) ayaklar üzerine oturtulmadan sürdürülemez. Tüm ana politika ve uygulamalar, bu ana ayaklar üzerinden uygulamaya geçirildi. Devam edecek. Konumuz demokrasi meselesi olduğuna göre; liberal entelijensiyanın demokrasi, demokrasi diye yırtınması boşuna mı? Küresel sermaye enternasyonalinin “liberal demokrasisi” ikiyüzlü bir karakter taşır. Doğru analiz etmek için çok doğru sonuçlar verecek, iki yüzlü nitelik ölçümü yapabilen alet kullanmak gerekir. “Liberal virüs” yayıcılarının tüm politika ve uygulamalarını soyut ve somut değerler üzerinden analiz etmek gerekir. Soyut olarak analiz edildiğinde savunulan değerlerin demokrasiye hizmet ettiği ileri sürülse de, somut çıktı sonuçları üzerinden analiz edildiğinde emperyalizmin çıkarlarının öncelendiği görülür. Bu ileri sürme fikri eşyanın tabiatına aykırı bir durum değildir. Kolonyalist sömürgecilik tarihinden bu yana, sömürgeci bir yandan işgal ettiği halkın değerlerini soğururken diğer taraftan kısmi geliştirici ve özgürleştirici bir yanı vardır. Bizim tarihimize bakıldığında da bu nispi durumu tespit etmek mümkündür. Önemli olan bu “kabuklu demokrasinin” kabuğunun içini görmek.
Bunu ben demiyorum. Küreselleşmenin teorisyen babaları da endişeli. Ricat etmiş durumdalar. Fukuyama Washington Post'a verdiği bir demeçte öngöremediği “göç” ve “mültikültüralizm” sorunları yüzünden dünyanın altüst olduğunu, ABD demokrasisi dahil tüm demokrasilerin içinin boşaldığını söylüyor. Bir şeyin içi boşaltılırsa geriye ne kalır?
Küresel sisteminin “liberal virüsü” 25 yılda her şeyi tarumar etti, içini boşaltı. Kendi aralarındaki rekabet ve egemenlik alanları mücadelesi sert ve çatışmalı bir hal aldı. Dünya artık üç-dört kutuplu küçük bir küre. Araştırmalar bugünle karşılaştırmalı olarak GSMH açısından 2030 yılı sıralamasını yaptıklarında, şimdiki yapıların altüst olacağını öngörüyor. 1. Çin, 2. ABD, 3.Hindistan, 4. Japonya, 5. Endonezya, 6. Rusya, 7. Almanya, 8. Brezilya, 9. Meksika, 10. İngiltere, 11. Fransa...
Yetmiş yıl önce kurulan sistem bu değişimleri taşımaz. Masada “barışla” veya sahalarda savaşlarla dünya yeniden paylaşılacak. Yeni ittifaklar, müttefiklikler oluşacak. Çatışma bölgeleri öncelikler bakımından; Ortadoğu'da Afganistan’dan başlayıp Akdeniz havzasının bütünü, Uzakdoğu'da Asya- Pasifik, Rusya’nın kuşatılmasında Baltık ve Karadeniz havzası ve Afrika’nın bütünüyse daha sonranın meselesi olarak görülüyor. Bu bölgedeki çatışma Çin ile ona karşı olan müttefikler arasında çıkacak. AB bölgesinin sorunları ayrı. Bu bölgede farklı strateji ve farklı çıkarlar var. Mesela Rusya’ya bugün uygulanan yaptırımlara Almanya “Benim 6000 şirketim zarar görüyor” diyor. Bu ciddi bir itirazdır. Tarihsel Anglosakson ittifakının stratejisi de bir başka ayrı durumdur. Göç meselesi bir sel gibi dünyanın üretim merkezlerine akıyor. Oransal olarak 2. savaş dönemindeki oranın 2-3 katı.
Oyun masada devam ediyor. Bir noktaya gelindiğinde RÖLANS denecek. Bu dendiğinde taraflar aşağı yukarı belirlenmiş olacak. Dünyanın rest ve rölans diyecek ülkeleri: ABD- Rusya- Çin. Bu rölansta taraflar masada olanı anlaşarak paylaşalım derse ne âlâ, aksi durum vahşet.
Siyaset arenasında önüne “güvenlik” getirilen her şeyin birinci nedeni yukarıdaki bu sıralama değişimine gidiş ve onun doğurduğu manzaradır. İkincisi ise enerji havzalarına egemen olmak, dağıtım dolaşım ağlarında güvenliğini sağlamaktır. Türkiye’yi de içine alan bölgedeki uluslararası nitelik taşıyan savaşın başlıca sebebi de tanımlanan manzara ve enerjidir.
Enerji meselesi neden bu kadar önemlidir? 2015 yılı itibarıyla, dünyada kullanılan toplam enerjinin yüzde 32.8’i petrol, yüzde 28.8’i kömür, yüzde 24’ü doğalgazdan sağlanıyor. Bunların toplamı yüzde 85.6 eder. Bir an düşünün mesela herhangi bir nedenle enerjinin dağıtımı ve dolaşımı çok değil birkaç ay aksadı ya da yapılamadı. Sadece ulaşımda yaşanacak aksamalar nedeniyle; temel gıdaya, temiz suya ulaşamayan, hastalıktan, soğuktan kırılan, kaç yüz milyon insan sadece bu birkaç ayda telef olur?
Endişeler yersiz mi? Hiç bir şey olmaz mı?
Devlet dedik, demokrasi dedik, küreselleşme dedik, dünya yeniden kuruluyor dedik; ama yazıya başlık olarak koyduğumuz meseleye bir türlü gelemedik. Bu da benim yeteneksizliğim. Yukarıdaki bütün lafları ele geçirilecek devlet ne menem bir şey sorusuna cevap olarak ettik. Dolu mu, boş mu? Tartışılır. Sadede gelirsek Türkiye’de “ahval ve şerait” ne halde?
Türkiye kendisine son formatı mı atıyor?
Devlet örgütlenmiş devasa siyasal bir yapı. Yöneten, düzenleyen, yaptırım koyan, koyduklarını kaldıran, hatta savaşlar çıkarabilen tüzel bir varlık. Yani hukuki, hukuka tabi bir yapı. En azından 300 yıldır böyle. Devletin ele geçirilmesi tabiri kullanıldığında, Louis Bonaparte’ın cumhuriyeti imparatorluğa, Hitler’in Weimar cumhuriyetini parlamento çoğunluğuna dayanarak faşizme dönüştürmesi akla gelir. Bonaparte’ın arkasında 6 milyon Fransız köylüsünün desteği vardı. Hitler'in arkasında da savaştan yenik çıkmış lümpen “proletarya” ve Almanya’nın orta sınıfları. Yani çoğunluk. Çoğunluğun gücünü elde tutanlar, yönlendirip yönetenler, arkalarına aldıkları bu güçle; konjöktürel şartla arafta bir durumdur. Eskiyi tamamen yıkıp yenisini kuracağı meçhuldür. Kurabilirse ve devamlılığını sürdürebilirse yeni kurucu irade olur. Kuramazsa ne olur? Sanırım “ya yeni bir yol bulunur ya da yeni bir yol yapılır” demekten başka söz yok.
Bizde devleti ele geçirme düşüncesinin kökleri çok eskilere dayanır. Sol kültür içinde bir akım ve küçük bir gurup olarak “sol cuntacılığın” yeri yakın tarihin içinde hafızalardadır. Şüphesiz ki bu akımın temelinde Kemalizmin kurucu volontarizminden derin bir etkilenme vardır. Marksist kökenli solun geleneksel olarak cunta karşıtı olmakla birlikte, sol cuntacılarla 70’lerde esnek bir kardeşliğinin olmadığı da söylenemez. Faşist cunta bir gecede onları tasfiye etti. Bu düşüncenin sönümlenmesi, eleştirilere ve reddiyeye evrilmesi 1980’leri buldu. Genel olarak sağ cenah; darbeler sağ hükümetler iktidarına yapıldığından soldan gelen cunta eleştirilerine çok memnuniyet gösterdi. Onlara göre sol “milli” değildi, “milletine yabancıydı” bu nitelemeden tarihi hakikat çıkardılar. Huzura erdiler.
Volontarizm felsefesinden etkilenen sadece solcular değildir. Genel olarak sağ siyasal yapılardaki etkilenme; özel olarak Türk ırkçı milliyetçilerinde ve siyasal İslamcı yapılarda iktidarın dönüştürücü gücünü kullanarak toplumu hamur gibi yoğurmak, milliyetçi ve Müslüman nesiller yetiştirmek hülyası biçiminde olmuştur.
Cumhuriyet yeni bir ulus, yeni bir halk demektir. 1789'da Fransa’da ayaklanan La Marseillaise marşının o müthiş nakaratlarının coşkun uğultularıyla meydanlara dökülerek ve savaşarak monark rejimi yıkan halk başka bir halktır. 1917'de Moskova meydanlarında çarlığı yıkan halk da öyle. Mustafa Kemal önderliğinde birleşerek, yediden yetmişe büyük bir coşkuyla savaşarak kurtuluş mücadelesinden zaferle çıkan; yaşasın cumhuriyet, yaşasın istiklal, yaşasın hürriyet uğultularıyla Yeni Türkiye’nin sokaklarını, meydanlarını dolduran halk da öyle. Devrimle saltanat ve hilafet lağvedildi. Bağımsız, laik cumhuriyet kuruldu. Osmanlı'nın tebası reaya ümmet; cumhuriyetin halkı, yurttaşı oldu. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti adlı ulus devletin uluslaşma süreci başladı.
İdeolojisiz bir kurucu irade olamaz. Kurucu iradenin cumhuriyeti yeni bir dünya, yeni bir toplum ve yeni bir insan yarama ülküsüdür. Bu ülkü: “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikatı medeniyedir”. “En hakiki mürşit ilimdir fendir” ülküsüdür. Pekiyi yarattı mı? Evet. Tamamlandı mı? Hayır. Bu bir süreçtir. Yüzde 95’i okuma yazama bilmeyen, bacaları tüten fabrikası olmayan, bir evlek toprağa sahip ve muhtaç mazlum ahalinin halk olmak gibi bir kaygısı yoktu. Halk kendisine rağmen halk ve yurttaş yapıldı.
Modern siyaset anlayışı, büyük devrimlerin iki tür şiddet barındırdığı için eleştirilmeye muhtaç olduğunu ileri sürer. İktidarı ele geçirirken ortaya çıkan şiddet. Daha sonra da toplumu yeniden yaratmaya yeltenildiğinde yarattığı şiddet. Bu konu üzerine verilecek cevap tarihsel haksızlıklar karşısında alınacak tutum nasıl olmalıdır sorusunda aranmalı. Cumhuriyetin de tarihi içinde hatalı politikaları olmuştur. Zamanın tarihinin konjöktürel şartlarında değerlendirilmelidir.
Cumhuriyet saltanattan aldığı sorunları 30 yılda çözmek için gösterdiği gayret yetmedi. Korktu. Emperyalist sisteme eklemlendi. Bağımsızlığını kaybetti. Kalkınması yavaşladı. Halkının karnını yeterince doyuramadı, eğitimini sağlayamadı. Bu topraklarda yaşayan herkesi, dinine, diline, ırkına bakmaksızın yurttaş haline getiremedi. Emperyalizm ve işbirlikçilerinin güdümündeki yönetimlerin desteğiyle dinci siyasal akımlar güçlendi. Önce iktidara alternatif oldu sonra da iktidar. Arkalarında gönüllü kul olmaya rıza gösteren büyük kalabalıklar, yani çoğunluk var. Dahası geçen on iki yılda küresel liberalizmin iç entelijansiyası vardı. Düzene örtülü veya açık eklemlenmiş çene suyu çorba satıcısı solcular vardı.
Gömleği çıkardık, muhafazakâr demokratız, medeniyetler ittifakı, Avrupa Birliği'ne giriyoruz, ileri demokrasi, askeri vesayeti bitiriyoruzla başlayıp kazanın altını yaktılar. 2010 referandumuyla hedeflerine varmaya ramak dalmıştı ki, kurbağa pişmek üzereydi ki, kurdukları kleptokratik sistem 17/25'te çatladı. Haziran 2015 seçimlerinde tek başına hükümet etme hakkını kaybettiler. Sandıklı demokrasinin iradesine; olmadı kaybettik, cayıyoruz, bunu kabul etmiyoruz dediler. Liberaller Bonapartizmden bahseder oldu. Çoğunluk arkalarındaydı, yeniden seçim dediler, tekrar kazandılar. Ardından devlet bürokrasisinde örgütlenmiş eski ortaklarının 15 Temmuz darbesiyle karpuz tam yerinde patladı. Karpuzun çürümüş kara çekirdeklerini temizlerken kurdukları rulet masasında kazanan hepsini alırın ince hesapları içten içe yapılırken imdatlarına Türk milliyetçilerinin devletlusu yetişti. Bu sefer de İslamcı-şoven Türkçü ortaklığıyla kalabalık çoğunluğu arkalarına alarak sandıkla rejimi değiştirmek için son formatı atmaya karar verdiler.
15 yılda cumhuriyet rejiminin siyasi ve fiziki tüm omurgası tarumar edildi.
- Laikçilik, laikçi, özgürlükçü laiklik, inançlara saygılı laiklik, sekülarizm, kahrolsun Jakoben laiklik, laiklik bitti; -kebapçıda yoğurt bitti, ayran verelim o da bitmiş gagoz verelim diyen garson gibi- sekülarizm verelim diyen liberallerin dedikleri oldu. 80 yıl kör topal varlığını sürdüren LAİKLİK yıkıldı.
- TSK, kurucu organ olarak cumhuriyet tarihi boyunca devlet siyasetinin temel belirleyicilerinden biri ve önemli siyasal kararların alınmasında başlıca “kontrol ve denge” unsuru olmuştur. Bu omurgaya yönelik ilk etkili darbe, Ergenekon/Balyoz davaları oldu. Bu davalar, “vesayet rejiminin tasfiyesi” “demokratikleşme” gerekçesiyle iç ve dış kamuoyu nezdinde meşru görüldü. Ordunun yapısı, kadroları ve siyasetteki ağırlığında önemli hasarlar oluşturacak darbeler vuruldu. 15 Temmuz darbe girişimiyle Gülencilerin tasviyesi sonrası cumhuriyetin bu temel omurgasının Kemalizm yerine İslamcılık dozunun ağırlıklı olduğu Türk-İslam sentezi ideolojisi temelli yeniden yapılandırılmasının sonuçlarıyla ileride görülecektir.
- Yukarıdaki ifadede anlam bulan tüm esaslar emniyet ve güvenlik kurumları içinde de yaşanmıştır. Aynılık taşır.
- 2010 anayasa değişiklikleriyle yargı alanında yargı ve anayasa yargısında yönetimin geleneksel “vesayetçi” güçlerden alınmasına dayanıyordu. Aslında Gülencilerle beraber yol almışlardı. Ele geçirdiklerini zannettiler. Darbe girişiminden sonra hüsrana uğradılar, bilmiyorduk gördük tasfiye ediyoruz diyorlar. Referandum sonrası yenisini kuracaklar.
- Eğitimde az da olsa var olan laikliğin temeli yıkıldı. Sistemin dindarlaştırılmasında son derece dönüştürücü yol aldılar. Üniversite sistemi ayrı bir sorun. Üniversitelerden barış imzacılarıyla beraber her tür muhalif düşüncede olanlar da atılmaya başlandı.
- Medya- iletişim haberleşme kanalları ve organları ram altına alındı. “Bazıları, bazı şeylerin bazı yerlerde yayınlanmasını istemez. İşte o şeylere haber diyoruz”. Ve Gazetecilik, habercilik yapıyoruz diyenlerin mekânı mahpushaneler oldu.
- Memur sendikacılığı devlet sendikacılığına ve devletin ideolojik organlarına dönüştürüldü.
- Ekonomi hayatının sivil anayasal kurumları ticaret odaları, odalar ve borsalar birliği gibi birçok meslek örgütlenmeleri devleti yöneten partinin etki alanına sokuldu.
- 14 yılda ekonomik hayatta devlet ihalelerinden beslemeli yeni İslamcı burjuvazi ve yeni orta sınıflar yaratıldı. Cumhuriyetin büyüttüğü küresel sermaye ile birleşmiş sınai ve mali sermayedarı kreman dö krema büyük burjuvazi korkutulup sindirildi.
- Kürt sorunu, çözüm politikaları, etnik Kürt milliyetçiliği, PKK terörü ve devletin uyguladığı havuç ve sopa politikaları ayrı bir sorundur. Terör üretmeye devam ediyor.
- Siyasal İslamcı-mezhepçi, yeni Osmanlıcı yayılmacı dış politika, Suriye’ye müdahale ve askeri operasyonları ayrı bir olay. Sonuçları uzun dönemde bir fecaate dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir.
- Türkiye’yi de içine alan Ortadoğu coğrafyası, emperyalistler tarafından yenden paylaşılacak alanın ön bölgesidir. Yeniden kurulacak küresel kapitalist- emperyalist çok kutuplu dünyanın alacağı seyirler ülkede strateji ve siyaset üreten, müesses nizamın görünen görünmeyen temsilcilerince “devletin güvenliği” kavramını öne çıkarmaktadır.
Sonuç olarak: Türkiye Cumhuriyeti (Ecevit hükümeti ve AKP hükümetleri dahil) Avrupa Birliği’ne üyelik perspektifi kapsamında demokratikleşme çabası göstermekle birlikte otoriter yanı ağır basan bir rejimdi. Gezi sürecinden özellikle de Haziran 2015 seçimleri ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşananlarla otoriter rejim, siyasal İslamcı-Türkçü bir ideolojinin totaliterliğine eviriliyor. Sürdürebilirliği var mı? Durum arafta. Olağanüstü hal ve KHK’ler şimdilik sonuç üretiyor, fakat sonrası öngörülemiyor. Bir de Suriye ve uluslararası belirsizlik.
Çareyi baş kurt devletlu ile bir günde buldular. Naomi Klein’ın şok doktrini tezine benzer uygulamalarla düzlüğe çıkmak. Anayasa değişikliği ve referandumuyla başla dediler. Anayasalar ileriye değil geriye dönük yazılırlar. Değişmiş olan rejimi ilan ederler. Araftalar, ya da bir ihtimal daha var; o da, olmak veya olamamak hali.
Başarırlarsa: Niccolo Machiavelli devlet eliyle toplumu yeniden şekillendirebileceğine dair kanaatini kayda geçirdiği “her şeye gücü yeten devlet” “Prens” adlı denemesinde teorileştirdiği; kitleleri hamur gibi yoğurarak, halkı görkemli Roma ayarlarına göre yeniden yaratacak, ihya edecek, yeniden birlik olmayı öğrenen halk, yeni Roma cumhuriyetinin adil, adaletli düzeninde yönetilme erdemine kavuşacak; savından aşırma uygulamalarla “İslam milletinin”, "Halil İbrahim milletinin” kutsal devleti kurulacak; ya da bu devlet Thomas Hobbes’un canavar (Leviathan ) devleti gibi; kıracak, dökecek, öldürecek; ama ideal halkı ve devleti (yeniden) inşa edecek. Sonra ne olacak? Sonra toplumsal sözleşmeyle tüm hakların ve toplumsal sosyal hayatın yönetimini (hukuk dahil) egemene devredilmesiyle tıkır tıkır işleyen adil düzen kurulmuş olacak.
Ben yukarıda anlattıklarım üzerinde düşünmeyi şimdilik bıraktım. Yeni rejimin Hitler'in Nazizmi'nin baş ideologlarından biri olan Hobbes’un sosyal sözleşmesi üzerine çalışmış Carl Schmitt’i kim olacak. Merakım bu. Yine de sorayım.
Referandumdan EVET çıkarsa başaracaklar mı? Benim cevabım büyük bir HAYIR. Neden? O da başka yazıya...
H.ÜNSAL
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
arif yavuz aksoy 02.03.2017
Sayın Terlican, zikrettiğiniz ismi ilk defa duyuyorum. Kendisi hakkında bi fikrim olabilmesi için önce yazdıklarını okumam gerek. Sorunuzu daha spesifiye ederseniz (yani "o böyle böyle düşünüyo bence ama sen buna katılıyo musun ya a.y.a.?" falan gibi) sanırım size daha net cevap verebilirim. Aslında bence bu sorunun şu an cevabını en iyi verebilecek konumda olan da sizsiniz. Niye mi? Hem Evola'yı okumuşsunuz, hem de hergün benim ne mal olduğuma dair elinize yığınla yazılı delil sunuyorum. Di mi ama? Yine de sathi bi okumayla şunu net olarak söyleyebilirim ki, kendisinden en az 1 noktada ciddi bi açıyla ayrılıyorum. Ben total submissive olmasını beklemem kadının. Hatta yeri geldiğinde femdom'un da gideri vardır. a.y.a. ruhsal ırkçılık'ın ne demek olduğunu düşünsss, kafasını manasızca kaşısss ve femdom aklına geldikçe kıs kıs kısss
ENVER TERLİCAN 02.03.2017
Sayın A.Y.A Julius Evola hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Özellikle "ruhsal ırkçılık" kavramı hakkındaki...
H.ÜNSAL 02.03.2017
Yorumunuzun bütününe katılıyorum Sayın AYA. Hobbes'un esin kaynağı İngiliz iç savaşıdır. Sosyal sözleşme üzerine Locke'un da çalıştığını hatırlar gibiyim, ama eski notlarımda bunu bulamadığımdan hafızamda kalanlar üzerinden yazmayayım dedim. Ya ben bu konular üzerinde durmak istemiyorum, ama son dönemde yaşananlar ve gelecekte yaşanabilecekler üzerine düşününce Makyavelli'nin Prens'ini ve özellikle Hobbes'un canavarını akla getiriyor.
arif yavuz aksoy 02.03.2017
Gayet ciddi bi yorum yazıyorum. Yazarın bunu etüd ettiğine kuşkum yok. Fakat Hobbes sadece Naziler için değil, Jan Jak Russo (normal yazsam okuyamayacak çoğunuz) için de (hatta esasen onun için) en önemli fikir babası olmuştur. Ve yine, Hobbes'u Cromwell döneminden bağımsız ele alırsak okuma bozulur. a.y.a. behimutsss
arif yavuz aksoy 02.03.2017
Gıcıklık değil mi?! Ben de bundan sonraki ilk politik yazının altına Bir İngiliz Afyonkeşin İtirafları'ndan bölümler koyucam. İlk edebi ürünün altına da Leibniz'in diferansiyele girişinden örnekler veresim var. Ayrıca fosil yakıttan sıkıldım artık. Güneş enerjisine yatırım yapalım derim. a.ya. sıkılsss, bunalsss
Nihat Ateş 01.03.2017
Çok teşekkür ederim Sayın Parsa...
Ezel Parsa 01.03.2017
Değerli Nihat Ateş, en azından siz ne demek istediğimi anlamışsınız. Bu yorumu Percy Bysshe Shelley'in "Lift not the painted veil which those who live' şiirini düşünerek yazmıştım. Bana yazarken daha anlaşılır görünmüştü. Edebiyatın hayatı değiştirebilme potansiyeli yeterince önemsenmiyor. Siz bu alanda önemli bir boşluğu doldurma gayretindesiniz. Yeni görevinizde başarılar dilerim.
Nihat Ateş 01.03.2017
Evet, yorumun doğru yazı altında olmadığı eleştirisi haklı bir eleştiri olabilir...
H.ÜNSAL 01.03.2017
Sayın Ateş, Sanat ve toplum, sanat ve toplumun değişimi diyalektiği üzerine söyleyecek sözümüz vardır elbette. Sizin tırnak içine aldığınız vurgu da şüphesiz ki son derece tayin edici bir esastır. Ancak biz bir siyasi yazı yazıyoruz. Bu yazıyı yazmak için taaa 1990'larda tutulmuş Yüzlerce sayfa içinde günlerce zaman tüketiyoruz. Varsa itirazı yazı üzerinden eleştiride bulunsun. İkidir yazı ve yorumlarıma bu metotla cevap vermeye çalışıyor. Geriliyorum. Ben akıntıya karşı yüzüyorum. O kendini akıntıya bırakmış gidiyor. Gitsin de beni gerip yanına çekmeye çalışmasın.
arif yavuz aksoy 01.03.2017
E ben boşuna şiir editörümüzü göreve davet etmemişim. Ordu, pardon şiir editörü göreve! Pardon, o artık umum editör oldu. a.y.a. şiirden anlamasss
Nihat Ateş 01.03.2017
Ezel Parsa, kötü bir şey demiyor, neden bu kadar tepki duyuldu ki. "Halka, topluma gerçekleri istediğiniz kadar gösterin kolay kolay değiştiremezsiniz, diyor. Öyledir. Sanat da bunun için var ve İnsan Bu'nun çalışmaları bunun için değerlidir, " Anladığım bu.
H.ÜNSAL 01.03.2017
Sayın Parsa, siz ne diyorsunuz kardeş. Yazım sizi halüsinasyon'a sürüklemiş. Bizim buralarda Gedelek adlı bir köv var. Turşuları meşhurdur. Diyet yapmıyorsanız o köve gidin bence.
arif yavuz aksoy 01.03.2017
Hastasıyım. Bi dizel borsa klasiği yine. Anlayan varsa beri gelsin. Şiir editörümüz uyuyo mu? Adamın bu denemesini o başlıkta değerlendirelim diyorum. Hem BÖ de gelir. Yıkar ve çıkar. a.y.a. rejoicesss
Ezel Parsa 01.03.2017
Bir halkın kararı, gerçeğin üzerindeki örtü kaldırılarak değiştirilemez. Çoğu insan gerçek duvarın yerine rengi solmuşta, çirkin de olsa örtüden vazgeçmez. İnsan gerçeğin yalınlığıyla en yakınındakini bile kolay değiştiremez. Daha renkli daha göz alıcı bir perde verilemiyorsa halkın fikri de zor değişir. Edebiyat başta olmak üzere sanat perdeyi yenileyen, değiştirendir. Çünkü sanat hayatı takip etmez, hayat sanatı kendisine örnek alır. Bu nedenle İnsanbu'nun dil ve edebiyat alanındaki mücadelesi vazgeçilmezdir. Sığlığa karşı mücadele zorunludur.
Ç. 28.02.2017
Yazılarınızın ben de sıkı takipçisiyim. Arif Yavuz Aksoy "15 Temmuz darbe girişimiyle Gülencilerin tasviyesi sonrası cumhuriyetin bu temel omurgasının Kemalizm yerine İslamcılık dozunun ağırlıklı olduğu Türk-İslam sentezi ideolojisi temelli yeniden yapılandırılmasının sonuçlarıyla ileride görülecektir." alıntı yaptığım bölüme 15 Temmuz öncesi ordunun Kemalist olduğunu mu düşünüyorsunuz, Kenan Evren'in Kemalist mi olduğunu mu düşünüyorsunuz sorularıyla eleştiri de bulunsa hak vereceğim de Mehmet Ali hayranlığı yazıdan nasıl çıkardı onu anlayamadım.
arif yavuz aksoy 28.02.2017
Estağfurullah. Sitenin kurucu editörleri kadar olamasam da yazıları mümkün oldukça sıkı takip ediyorum. Bazı insanların yazılarını daha da sıkı. Misal sizin yazıları... Mamafih, keşke sizin yazınızda TSK hayranlığı ve dolayısıyla ideolojik sığlık ve statükocu Kemalist mirasyedilik sezen Cumhur Önal, pardon, meme dali yoldaş da bize cevap vereydi daha iyi olurdu. Ayrıca tabisi de Xer Biji Elitizim! a.y.a. elitistsss, dipsss
H.ÜNSAL 28.02.2017
Sevgili A.Y.A, yazıma yorum yaptığınız için teşekkürler. Rasim Ali sizi ayrı bir yere koyar ve derin saygı duyar. Bir toplumda elitislerin yerini bilir. Ve onlara hak ettikleri değeri de verir. Verilmesi gerektiğine de inanır. Koca macır şimdilik bu kadar yazabili. Bu konu uzun ayrı bir yazı konusu olduğunu düşününi.
arif yavuz aksoy 28.02.2017
cumhuriyetin kurulduğu yıllarda müslüman nüfusun eğitim düzeyi, iktisadi faaliyete katılımı ve yaşam beklentisi raporları ile ilgili en ufak fikri olmayan insanların "halk" edebiyatı yapmalarından gına geldi. arkadaş, halk dediğiniz amorf yığın dünyanın her yerinde "kendisine rağmen" bişeyler yapılan bir güruhtur. halkla kurtuluş reçetesi olmaz. halka rağmen olur. meşruiyetin temelinin yalnızca 4 yılda, 5 yılda bir alınan mühür çokluğu olduğu hiçbi sistem uzun ömürlü olmamıştır. ha bana sorsanız kurtuluş reçetesi hepten yanlış bi tanım derim. amorf yığını, güruhu adam etme, kurtarma reçetesi demek bu. ne gerek var? bunu söylemek otomatikman "ben zaten kurtuldum, başkasını da kurtariym" demek olmuyo mu? sonra ben elitist oluyorum. beslenme arazlarını giderin. aşılamaları tam yapın. barınma/ısınma sorunlarının olmadığından emin olun. temel işaretleri öğretin. bunlar yeter. Zardoz'u izleyen var mı bu arada? a.y.a. halkçı görünemesss ve kıs kıs kısss
H.ÜNSAL 28.02.2017
Sayın Mehmet ali bey, size cevap vereceğim elbet, önce siz şu kendi reçetenizi kısaca bu platformda yorum olarak bir yazın. Benim cevabım hiçten de kolay. Ama bana benim cevabım yorumumda var diyorsanız size cevap yok. Saygılar benden.
Mehmet Ali 28.02.2017
Elbette birikiminize saygı duyarak başlamalıyım:Öncelikle piyasa-siyaset tahlili daha çok sistemsel sorunlara dayandığından hem fikirim. Ancak antiAkp her durumu modern süreçler olarak ifade etmeniz de sığ bir Erdoğan nefreti görüntüsü vermiş size. Genelde istenilmeyenlere karşı "denge ve koruyucu"sıfatıyla seçilmiş iktidarlara balans ayarı veren Tsk hayranlığını da bırakmamanız tam da bu ideolojik sığlığın ve statükocu Kemalist mirasın tezahürü olmuş. Şüphesiz "halk kendisine rağmen yurttaş yapıldı" cümlesi de halka, alıştığım bir burun kıvırma olmuş. Halk "zoraki terbiye edilen yığınlar" olarak zihninizde anlam kazandığından olsa gerek ki, halkın bir zekası olamazdı size göre! Cumhuriyet kurulduğu yıllarda zaten bu zeka yoktu size göre, son 15 yıldır da Akparti ye oy verdiğinden dolayı da ayrıca bir cehaletin(!)içindeydi. Bu sosyolojik analizleriniz sizler daha da ötekileştirdi! Bu ülkenin entelektüel ve birikimli insanları, neden her seferinde "halksız" kurtuluş reçeteleri sunar?Saygılarımla.
M. Yılar 27.02.2017
Bu yazı biraz genişlese kitap olur. Çok beğendim..
H.ÜNSAL 27.02.2017
Sevgili Yusuf kardeş, Yazımdan bahsettiğiniz anlam çıkmaz. Şayet yazı bu tür bir algı yaratıyorsa düşünce ve fikirlerimi bende kifayetsiz bulurum. Her şeye rağmen kuşkularınızı giderecek cevaplar yazımın devamı olacağını vurguladığım gelecek yazıda zaten var. Yazı uzun olduğu için burada böldüm. Onu bekleyelim. Saygılar benden kardeş....
yusuf bodur 27.02.2017
Teşekkür ederim..Özellikle içeride olup bitenler konusunda işin başında görünen birikimsiz bir anlamda çapulcu takımının kotarılan bunca karmaşık ve çetrefilli işi kendileri kotarmış gibi bir anlam çıkıyor ..Bu böyle ifade edilmiş ise yadırgarım.. yazıyı okur okumaz sadece teşekkür etmek birikiminize ve içtenliğinize saygılarımı iletmekte içimden gelen engellenemez dürtü ile yazdım. Tekrar tekrar teşekkür ederim..Saygılar