Siyaset
KAMU DEMOKRASİSİ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ

Sosyolojiyi, siyaset biliminin disiplinlerini, teorileri bir yana bırakalım. Yaşayarak gördük, öğrendik. Geçmişin popülist sağ siyasetleri de, bugünün siyasal İslamcı hareketi de, toplumun kurulu düzenden memnuniyetsizliğini, düzene duyduğu öfkeyi sömürerek büyüdüler ve iktidar oldular. Özellikle siyasal İslamcı hareket, bu öfkenin hedefindeki düzenden nemalandı, geniş halk kitleleriyle beraber kendini o düzenin mağduru gibi göstererek, yani bir manada kalabalıklarla bütünleşerek, 15 yılda bir plebisitle kör topal işleyen parlamenter sistemi değiştirecek duruma geldi. Neden?
Meseleyi anlaşılır kılmak için kök nedene inmek gerekir. Nedir bu kök neden? Bu ülkede “Kamu demokrasisi”nin yokluğu veya çok zayıf olmasıdır.
-
Kamu demokrasisi muhayyel bir demokrasidir.
Önceki yazımızda devlet üzerine “Normal burjuva demokratik toplumlardaki bu işleyiş, egemen sınıfların kendi içindeki çelişki ve çatışmalar ya da emekçi sınıfların mücadelesinin kapitalist sistem için bir tehlike haline gelmesi karşısında başka biçimlere evrilir. Bu kez zor faktörü devreye girer” demiştik. Bu husus devletin LEVIATHAN yapısını betimler. Kara Avrupası'nda devletler kuruluşları itibarıyla Leviathan'dır. Hukuk hep devletten yana bina edilmiştir. Devlet, hukuku hep kendisi için düzenleyen yapı olmuştur. Bundan ötürü devletin kendi yarattığı hukukla yurttaşların hak ve çıkarları sürekli çatışmış, aşağıdan gelen çetin mücadelelerle devletin bu canavar yapısı yine hukukla denetim altına alınmıştır.
Devletin törpülenen Leviathan yapısı, her şeye rağmen zaman zaman “devletin âli çıkarları” veya “kamu yararı”, “devlet zorunluluğu” gibi kavramlarla hemen bünyesinin bir yerinden yeni bir boynuz çıkarmaya genetik olarak yatkındır. Günümüzde de çıkarmaya devam etmektedir. Mesela geçen yıl Fransa’da işçileri sokaklara döken; çalışma hayatını, ücretleri, fazla mesai vb. düzenleyen yasa gibi... Çalışanlar, işçiler sokaklarda, devlet teyakkuzdadır...
“Devlet zorunluluğu”na Paris Komünü meclisinde devrimcilerin verdiği cevap: “Zorunluluk, birey özgürlüklerini çiğnemenin özrüdür; zorbaların bahanesi, kölelerin inancıdır” olmuştur. 1871 nere, 2016’nın yazı nere? Kaç yıl?
İşte esasen üzerinde bu kadar durduğumuz “kamu demokrasisinin” özü bu veciz cümledir. Kendisi için halk olabilen halk, bu sözü ve özü sahiplenip bayrak yapan halktır. Bu bilinçteki halk; yaşadıkları sistemin veya rejimin, otoriter, totaliter veya faşist bir diktatörlüğe dönüşmesini engeller, önler. Dahası alternatif bir rejime ihtiyaç duyar ve şartları oluşursa onu da kurar.
-
Türkiye halkı bu bilince sahip halk mıdır?
Kamuoyu bilinci üzerinde kanımca biraz daha durmak gerekir. Kavramı daha anlaşılır olması bakımından Fransa üzerinden ele alırsak; arkasında 1789 büyük devrimi, 1848 ve 1871 Paris Komünü vardır. Krallığı devirdikten sonra iki kez tekrar krallığı yaşamış, yani üç kez krallık devirmiş, dört kere cumhuriyeti yeniden kurmuş, beşincisini yaşan bir halk. Fransız halkının mücadele tarihinin arkasında yaşanmış dokuz darbe vardır, Fransız halkının ardında giyotin vardır, insan derisiyle kaplı bir anayasa vardır. Giyotinde kellesini kaybeden bir Robespierre, giyotine giderken “Özgürlük istiyorsanız iktidarı parçalayınız” diyen bir Saint Just vardır. Decartes, Voltaire, Montesquieu, Hugo, Balzac, Camus, Sartre vardır. “Kuvvetler ayrılığı” diyen Montesquieu, “kendini hukuk üzerine kuran devlet” diyen hukuk devleti, hukukun üstünlüğü kavramının kök yaratıcısı Kant vardır. Adları burada sıralanamayacak kadar, alfabenin tüm harfleriyle başlayan felsefeci, düşünür ve siyaset adamı vardır. Hitler faşizmine karşı direniş vardır. Kıta Avrupası demokrasilerinin arkasında 200 yılı aşan bir tarih vardır. Tarihi sayesinde halkın demokrasi bilinci çok yüksektir. Bu yüzden güçlü bir kamu demokrasisi ve bilinciyle açmazların üstesinden gelebilmiştir.
Aydınlanma sürecini ve sınai devrimlerini 1900’lere kadar tamamlayamamış ülkeler; ekonomik, siyasi, kültürel ve teknolojik gelişmişlik olarak treni kaçırmışlardır. İspanya'ya bakın; keşifler ve kolonyalist dönemin parlak ülkesinin Aydınlanma sürecinde bir tek filozofu yoktur, sınai devrimi de yoktur. Sonuç: kırk yıl süren Franco faşizmi. Türkiye’ye de bakın bin yıllık tarihinde ne bir filozofu vardır ne de İslam âleminin referans aldığı bir din âlimi.
Türkiye Cumhuriyeti adlı devletin kuruluşu; yaşadığımız topraklarda, 15., 18. yüzyıllar arasında Avrupa’da yaşanan Rönesans’ın, Reform'un, hümanizmanın, Aydınlanmanın, Fransız İhtilali'nin ve endüstri devrimin Anadolu’daki adıdır. Bu gelişimin, üzerinde bulunduğumuz coğrafyada somutlaşıp vücuda bürünmesi, Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma devrimleriyle mana kazanmıştır. Amaç; bilimsel kafalı ve eleştirel akla sahip, çağdaş ve üretken fertler yetiştirmek, gelişmiş bir toplum yaratmaktır. Başarıldı mı? Hem evet. Hem ama! Başarıldı ki bugünkü Türkiye’nin geleceğe olan inancı ve umudu var. Aynı zamanda ; ellilerde emperyalizme eklemlendi, süreç ve devrimleri kesintiye uğradı. Türkiye’nin 60 yıllık yakın siyasi tarihinin ardında beş darbe ve siyasal İslamcılar tarafından ele geçirilmiş bir devlet var. Türkiye demokrasisinin üzerinde 80 yıl “kutsal devlet” vesayeti vardı, bugün buna ilaveten birde siyasal İslam vesayeti var.
Kant, Fransız Devrimi'nin henüz 2. yılında verdiği Aydınlanma konferansında vesayetler üzerine; “Aydınlanmanın temel noktasını, insanların bizzat kendilerinin sorumlu olduğu vesayet durumundan, özellikle din konularındaki vesayetten çıkmalarında görüyorum. Çünkü dini vesayet tüm vesayetlerin hem en zararlısı hem de en onur kırıcısıdır” diyor. Buradaki esas mesele İslamcı vesayete karşı nasıl mücadele edileceğindedir.
Bu satırların yazarı, Türkiye’nin siyasal panoramasına bakıyor. Baskın siyasal yapısını analiz ettiğinde, görünen yüzünde önce güçlü bir İslamcılık görüyor. Sanduka dolu. İçinde ulusalcılık, ülkücülük gibi her rengin tonları var. İslamcılıkla iltisaklı Osmanlıcılık var. Yönetenlerin rüyalarında bile söylemeyi bırakmadığı; “devletin âli çıkarları”, “kamu yararı”, “toplumun huzuru”, “devlet zorunluluğu” gibi kavramlar var. Yetmedi örfi geleneğin hakana mutlak bağlılık telkini var. O da yetmedi, “Ey iman edenler! Allah'a iman edin. Peygambere ve sizden olan ulülemre (yöneticilere) de itaat ediniz” (Nisâ Suresi) telkini var. Devlet-güvenlik söylemi üzerinden, yaşasın “hikmeti hükümet” var. Siyasetbilimi disiplinlerinde bunun adı: otoriter yönetimdir. Varlığının korunmasındaki dayanaksa oportünizm, pragmatizm, popülizmdir. Kısacası konjonktüre göre, ihtiyaçlara göre, duruma göre ne varsa hepsini kullan. Sonuç: Her tür şer mubah “dava” esastır. Nedir dava? İslamcılık. Yazar ana gövdenin bu olduğunu görüyor.
Çok değil sadece iki kişi; politika konuşan iki kişi yan yana geldiğinde en çok ettikleri laf “Halk kendi yansımasını göremediği politikacılara oy vermez” oluyor. Neden? Popülist politikacılar rasyonalite eksikliklerinden değil aksine rasyonelliğe karşı olduklarından hak ettiklerinin üzerinde rağbet görür de ondan.
Yazar halk denen çoğunluğa da bakıyor. Şairin Onlar şiirinde betimlediği heterojen insan kalabalıklarını görüyor. “Onlara burun kıvırmıyor”, “Onları zoraki terbiye edilen”, “Zekâsı olmayan”, “Oy tercihleri yüzünden cehalet deryasında yüzen yığınlar” olarak da görmüyor; ama halk dalkavukluğu da yapmıyor. Kimseye halklı, halksız bir kurtuluş reçetesi de sunmuyor. Kendinde bu hakkı görmüyor. Sosyolog değil, siyasetbilimci değil, felsefeci değil, hele politikacı hiç değil. Kısacası baktığı halkın bir parçasından başka bir şey değil. Kendine de baktığında çok şaşırıyor. Yıldızlara bakıp anlayabiliyoruz da hayret kendimize baktığımızda pek bir şey göremiyor, anlayamıyoruz; niye diye soruyor.
Sonra yine halka bakıyor, geçmişi hatırlıyor. Daha çok da Gezi'yi. Onu da kutsamıyor. İçinde özgürlük, eşitlik, adalet, hukuk, hukukun üstünlüğü, evrensel insan hak ve özgürlükleri, diyen; siyasal birikime, bilince sahip, itiraz eden, gerektiğinde ve yeri geldiğinde toplu olarak karşı çıkan, direniş gösteren ve gösterebilecek bir kesim olduğunu da görüyor. Onlara inanıyor; ama genel olarak bu halkın demokrasi talebinin olmadığına bugün için kâni. Olsaydı, bir plebisitle otokrasiye geçiş oylanamazdı. “Nereye gideceğini bilmezsen bütün yollar hiçbir yere çıkar” sözü beyninin bir yerinde takılı kaldığından, bu neden böyle diye sorular soruyor, cevaplar arıyor.
Bir önceki yazımda halkı küçümsediğim üzerinden suçlayıcı yorumlar yapıldı. Yukarıda halkı nasıl tanımladığım üzerine düşüncelerimi paylaşıyorum. Seçim ve seçmen üzerine de birkaç cümle yazmazsak sanırım yazı eksik kalır. Mesele seçim olduğuna göre seçmenlerin tümünün bilinçli tercih yaparak oy kullandığı söylenebilir mi? Çağdaş bir demokrasi için bağımsız, bilgiye-bilince dayalı oy kullanan seçmen çokluğuna toplumun ulaşmasının son derece önemli olduğu üzerinde tüm tarafların-kişilerin ortaklaştığı genel bir kanaattir. Böyle bir sav sahibi olanlar; devletten sosyal yardım alanların ya da doğuda feodal aşiret bağlılığı olanların özgür tercihlerini sandığa yansıtamadığı, hamilerinin iradesine itaat ederek oy kullandığı ileri sürülebilir. İki düşüncenin de kendi içinde bir mantığı vardır. Tamam da bu olgu ülkenin siyasi kaderini belirliyorsa ne diyeceğiz? Konuyu analiz için aşağıdaki tablo üzerinden okuyalım.
Tablo Aile ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nındır. Kırmızıyla yazılı olan yardımlar hane sayısıdır, kişi değil. Bu bilinmeli ama bakanlık vermemiş. Biz buradan bir varsayım hesabı da yapacağız. Tablo. 2015 yılı sosyal yardım ve destek harcamaları:
Aile ve Sosyal Yardım Bakanlığı |
Yararlanıcı Sayısı |
Gider |
---|---|---|
|
2015 |
2016 |
Yaşlı ve Engelli Aylığı |
1.294.938 |
4.129.564 |
Çocukları Muhtaç Aileler |
101.561 |
476.561 |
Evde Bakım |
467.776 |
4.378.200 |
SYDV'ler (Fon tarafından verilen tüm sosyal yardımlar) |
3.017.696 |
4.858.751 |
GSS Primleri |
8.983.853 |
6.405.637 |
Muhtaç Aylığı |
3.626 |
21.582 |
İmaret Hizmetleri |
20.215 |
25.670 |
Burs (Vakıflar Genel Müd.) |
17.658 |
12.353 |
Burs (MEB) |
244.141 |
442.668 |
Burs (Yurt-Kur) |
375.284 |
1.266.752 |
Kömür Yardımı |
2.139.667 |
804.985 |
Belediyeler |
|
1.250.000 |
TOPLAM |
|
24.066.723 |
Bu yardımları alanlarla konuşmuşluğum var. Ayrıca muhabbetlerde konuyu buraya getirip konuştuklarıma bu konuda fikirlerini sararım. Bu da benim kendi kamuoyu yoklamam. Kamudan sosyal yardım alan insanların çoğu, aldıkları yardımı devletin değil, partinin ve/veya liderinin verdiğine inanıyor. Onlar için çok önemli olan sosyal yardımların, bırakın kaldırılmasını, azaltılması bile korkunç bir düşünce. Bu tablodaki veriler göre, yardım alan kişi sayısı 11.5 milyon. 5.1 milyon da aile yardım alıyor. Bir aileyi 4 kişi alırsak= 20 milyon. Toplarsak 32 milyon eder yaklaşık. Bunların belirsizlik nedeniyle 7-8 milyonunu çıkarın, kalır 24 milyon kişi. Yarısını seçmen olarak alırsak 12-15 milyon seçmen demektir. Türkiye’de 56 milyon seçmen var. Hemen hemen yüzde 30 demektir. Buradan gelin yazımın başına; popülist politikacının seçmeni arkasına almasına, popülizme ve tanımlamasını yaptığımız halk kavramına ve “kamu demokrasi”sine gidelim. Düşünelim ve nereye varacaksak varalım. Evet oyunun 15 milyonu garanti. Bir de buna 2016 yılı verilerine göre; 888 milyar/TL hane halkı, tüketici ve kredi kartı borçlarını katın. Kişi sayısı belli değil kullanmadım. Bunlar konut, araba, telefon, tatil ve don, gömlek aldı. Politikacı bu 15 milyon seçmenin oyu için göbek bile atar.
Şimdi bir an için ideolojileri, sağcılığı, solculuğu, İslamcılığı, milliyetçiliği, ulusalcılığı dahası siyasete dair ne varsa bir yana bırakalım. Seçmenin üçte biri, siyasi bir bilinçle, hiçbir endişe, korku taşımadan özgür iradesiyle bir tercih yapar mı? Yoksa?.. Karar soruyu soranlara ait olsun.
H. ÜNSAL
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
H.ÜNSAL 13.03.2017
+++. Bu şehirlerin yönetim ihtiyaçları günümüzün belediyelerini doğurmuştur. Bu şehirleşme yeni bir kent soylu kategorisi yaratmıştır. Sanat, mimari, bilim, felsefe de bu yerleşim merkezlerinde öne çıkıp gelişmiştir. Doğrudur Kent soylu tarihsel gelişimin motoru olmuştur. Osmanlı ve yeni Türkiye değerlendirmelerinde belirtiğin ana ögelere de katılıyorum. Kısaca 15. Maddeye kadar okey. 15 maddeye yarım okey. Değerli dostum en içten saygılar benden. Yorumunuz için teşekkürler.
H.ÜNSAL 13.03.2017
Sevgili A.Y.A madde madde sıraladığın analizlerinin çoğuna katılırım. Seninle tartışmam, senden öğrenmeyi tercih ederim. Tartışma gerekirse sonra gelir. Senin bilgilerin taze benimkiler çok eski. Yani ihtiyar. Yanılmıyorsam 79 yılında kapitalizmin tarihsel gelişme süreçleri ve kök yapılar, başlıklı bir çalışma yapmıştım. O çalışmaya ait notlar artık elimde yok. Şehirleşme endüstrileşmeyi doğurmuştur. Orta çağda şehirler ticaret ve suyolları üzerinde prens devletlerden ve merkezi kiliselerden tüccarlar tarafından satın alınarak, kış şartlarında konaklamak ve ticari emtialarını korumak depolamak maksadıyla oluşturulan serbest yerleşim yerleri olmuştur. Bu yerler kiliseden ve prens devletlerden özerk yerel yapılardır. Zaman içinde buralarda zanaat ve loncalar merkezleri de gelişmiştir. Devam
arif yavuz aksoy 13.03.2017
çünkü mafya oluşumlarını besleyen de özü itibariyle köylü nüfustur. İrlanda'nın buğday, arpa, patates eken köylüsü Amerika'ya gidince mafya olacaktı. İtalya'nın güneyinde şehir görmemiş adamlar tabii ki Don Karleone ya da Tuman Sorleone çıkartacaktı. bizde de mafyozo işlerin ya Doğu Karadeniz ya da Kürt menşeli olması tesadüf değildir. 13. neticede ağanın marabası olan köylü gibi, mafya babasına köpeklik yapan fedailer gibi, birilerinin götünün gılı olan hüloylar görmek de sizleri şaşırtmamalıdır. 14. bu toplum yapısının bu halde olmasında belki en az dahli olan beyaz yakalı, iyi okumuş, kentsoylu çocuklara "cüccük burcuva pisliği" diye aşağılamalar sıralamadan evvel memleketimizin PolPotçu solcuları bunları düşünecekti. 15. lümpen proleteryadan bi bok olmayacağını ve bunların o gün sadakaları olan 5 kopiği veren hangi reyiz varsa onun götüne gideceklerini de bir zahmet akıl edeceklerdi. Engels'i de benden daha fazla okumlaraında fayda olabilirdi. a.y.a. şimdilik arz etsss ve hürmetsss
arif yavuz aksoy 13.03.2017
+ unsurların oluşturduğu Şehr-i Stanbol bebeleridir. 11. kurucu nüvenin burjuva olması maalesef bi boka yaramamıştır. çünkü mahkum kalınan coğrafyada Rumeli, Kırım, Kafkasya ve Girit gibi bölgelerden sürülmüş ve asla şehirlileşememiş müslüman köylüler, Osmanlı'nın başını hep ezdiği (Fatih'ten beri - Yavuz değil, Fatih; dikkat!) Anadolu Türkleri ile karışmıştır. yetmezmiş gibi, kültür kodları itibarı ile yeni kurulan yapıyla hiç anlaşamayacak ve Osmanlı daha yaşıyorken (solunum cihazında bağlıyken) kendilerine ulus olma bilinci İngilizlerce fişteklenmek suretiyle verilmiş olan Kürtler ve yerleşik devlet düzeniyle hep sorunlu olmuş Tunceli ahalisi (evet, gıcığım; ınadına Tunceli diyorum) de bu sınırlara suni olarak tıkıştırılmıştır. nedeni? Ruslara karşı yeni tampon bölge yaratmaktır. Batı kazığıdır. Nokta! 12. hülasa, köylüden sadece köylü doğar. köylü hep bir ağanın marabası olur. siz hiç İngiliz mafyası duydunuz mu? Ya da Fransız? ama İrlanda mafyası var, İtalyan mafyası var. niye? ++
arif yavuz aksoy 13.03.2017
7. Türkiye'deki (ya da Osmanlı'nın bütünü için de bu geçerli) esas sorun geç sanayileşme değil, geç şehirlileşmedir. buradaki belirleyici coğrafya da Rumeli değil Anadolu ve onun hinterlandıdır. 8. Avrupa'dan farklı olarak Anadolu'da (ve tabii hinterlandında) "şehir" yoktur. tahkim edilmiş beş tane kale ya da hisarın varlığı insanları yanıltmaktadır. oysa Rumeli'de yine iyi kötü Selanik, Belgrad, Sofya, Üsküp, Budapeşte olagelmiştir (Rumeli'de olmasa da İzmir'i de son 300 yıl için bunlara eklemek gerekir). 9. Köprü'den, Merzifon'dan, Nevşehir'den çıkma vezirlerin yaptığı 5 tane imarethane ile ya da Selçuklu mirası Amasya, Sivas ve Konya ile kentsoylu nesiller çıkartılamamıştır (zaten çıkartılamazdı). 10. sürekli boklansa da, kentsoylu adam tarihsel çizgide en önemli, en devrimci nüveyi oluşturur. bu o kadar böyledir ki, Türkiye Cumhuriyeti bile bir burjuva devrimi neticesinde kurulmuştur. o burjuvaların kökü de yukarıda saydığım Rumeli şehirlerinin çocukları ya da çoğunluğunu azınlık+
arif yavuz aksoy 13.03.2017
endüstrileşme hep çok önemli görülür. ama benim buna itirazım var. aksini iddia edecek arkadaşlarla da her zaman tartışmaya hazırım. kendi argümanımı söyleyeyim önce. 1. Avrupa'yı ya da Batı'yı "daha gelişmiş" yapan şey endüstrileşme değildir. burada asıl belirleyici olan çekirdek "şehirlileşme" yani "citizen" (yurttaş, vatandaş) olma bilincidir. bunun altında yatan şey endüstrileşme olmamıştır. 2. bilhassa Flandr bölgesi ve Alman yerleşimlerinde (kuzey) şehir mefhumu ve buna bağlı olarak bi senyöre tabi olmayan (yani serf olmaktan çıkmış) bireyin gelişiminin kökleri ta 13. yüzyıla dayanır. 3. protestanlığın bu bölgede palazlanmış olması da boşuna değildir. 4. seri dokumacılığın ve sonrasında mass production'ın (işte endüstrileşme dediğiniz zımbırtı) gelişi bunlardan çok sonradır. 5. bu coğrafyaların insanları "köylü" olmadıkları için mecburen şehirli olmak zorunda kalmışlardırdır. 6. kıtadan biraz farklı olsa da Britanya adalarındaki süreç de esasen bunla ilişkilidir. devam edeceğiz.
Akif Akalın 13.03.2017
Bunların hepsi doğru fakat bir şey daha var. Ben 2003 yılından beri AKP'nin "demokratik" biçimde iktidardan ayrılmayacağını söyleyenlerdenim. O günden bu yana gelişmelerin bu düşünceyi doğruladığına inanıyorum. Bu hafta sonu (dikkat ediniz bu ülkede bütün olaylar Cuma akşamı piyasalar kapandıktan sonra oluyor) yaşananlar da yeni bir kanıt. Bu nedenle H. Ünsal'ın yazdıkları çok önemli olmakla birlikte, zaten AKP'nin sandık yoluyla "gitme" olasılığı olmadığından ikincil önem taşıyor. Diyelim ki 13 - 14 Nisan gibi AKP'nin yaptırdığı anketlerde hayır çıkacağı anlaşıldı. O referandum yapılır mı? Gerekirse iki uçak gönderilip bir ülke bombalanıp savaş çıkartılır, yine yapılmaz. Daha sonra o pilotların bunu kendi başlarına yaptıkları söylenip özür dilenir. Bu da Cuma akşamı piyasalar kapandıktan sonra yapılır.