Siyaset
EVET ÇIKARSA BAŞARMIŞ OLACAKLAR MI? - I

Devleti Ele Geçirilmesi Üzerine Birkaç Söz başlıklı yazımızın sonunda referandumdan “evet” çıkarsa başarmış olacaklar mı sorusunu sormuş ve kocaman bir “hayır” demiştik. Ardından Kamu Demokrasisi Üzerine Birkaç Söz yazımızda düşüncelerimizi paylaştık. Sıra sorduğumuz sorunun cevabına geldi.
Bilindiği gibi Türkiye, Irak’ın işgaliyle BOP’un ve ılımlı İslam modeli stratejisinin laboratuvarı yapılmıştır. AKP ile birkaç ayak üzerinden yol alan proje 2003'ten itibaren hayata geçirildi. Yaşanan süreç ve realite hafızalardadır. Küresel emperyalizmin bu projesinin, Arap Baharı'nın yarattığı tsunamide; ılımlı İslam siyasasının kontrol altında tutulabilecek bir strateji olmadığı, mütemadiyen radikal İslamcı şiddet ve terör ürettiği görüldü. Bu proje, Irak'ta ve Suriye’de İslamcı terör durdurulana veya kontrol altına alınana kadar ya da kabul edilebilir bir başka biçime dönüştürülene kadar depoya kaldırıldı.
Bizim siyasal İslamcılarımız, dünya siyasal arenasında meydana gelen bu esaslı değişime itirazını Suriye politikalarında kendini öne çıkararak cevap veriyor. Dıştan efeleniyor, içten “Vay Anam netceezzz!!!” diyor. Dış siyasette yolunu kaybetmiş Bekri Mustafa gibi bir o yana bir bu yana yalpalıyor. İç siyasette “Durmak yok yola devam” diyor. Sürdürülebilirliği var mıdır? Yoksa neden yoktur?
Konu, devletin ele geçirilmesi, sonra da bir plebisitle alınacak yetkiyle kurulu sistemi değiştirmek olduğuna göre, ele geçirilen devlet, nasıl bir devlete dönüştürülecektir? “Volontarist bir toplum mühendisliğiyle böyle bir dönüşümden sonuç almak mümkün müdür, bu dönüşüme iç ve dış destek var mıdır, halk bu işin neresinde” soruları öne çıkar.
Eşyanın doğası gereği, yönetim sistemi veya rejim değişikliğinin olabilirliğini iç ve dış şartları dikkate almadan değerlendirmek mümkün değildir; çünkü bu iki şart birbirini etkiler ve denetler. Bu nedenle değerlendirmeyi bu perspektiften bakarak yapmak gerekir.
-
Rejim değişimine dış destek var mıdır?
Siyasal İslam, geleneksel Emevi/Sünni İslamının FIKIH öğretilerinden beslenen ideolojik ve siyasi bir akımdır. Harekettir, Türkiye’de kökleri çok eskidir; ancak devri zaman değişmiş, ömrü dolmuştur. Emperyalist BOP’un ılımlı İslam modeli yukarıda kısaca ifade ettiğimiz neden ve sonuçlardan ötürü tedavülden kaldırılmıştır. Siyasal İslamcı akıl bunun idrakindedir; ama ruhu ideolojinin esiridir. İktidarı kaybetmekten çok korkmaktadır. Plebisit sonrası çıkacak bir “evet”le durumunu kurtarabilme alanı açacak otokrasiyi çare kapısı ve iktidarının tapusu olarak görmektedir. Buldukları çare beyhudedir, geleceği yoktur. Neden?
Arkalarında ABD ve Batı yoktur. Kapalı kapı diplomasisi tabiatı gereği çok sert olabilirken açık diplomasi, hem “evet”i, hem “hayır”ı, bazen de ikisinin ortasını içeren bir siyaset esnekliği sanatıdır. İktidarın açık diplomasisi çok serttir. Batı, özellikle de Almanya, açık diplomaside mealen “İki yüzyıllık tarihinin yönünü değiştirme, demokrasinin değerlerini örseleme, ülkende var olan özgürlükleri daha fazla kısırlaştırma, biz İslamcı siyasete ve İslamcı teröre karşıyız. Ülkeni bizden koparma” diyor.
Almanya deyince iki kere düşünmek lazımdır. ABD bir şirketler devletidir, Almanya bir ulus devlettir. Dünyanın bugünkü konjonktüründe istikrarlı büyüyen, 1.210 milyar Avro ihracat ve 253 milyar Avro dış ticaret fazlası veren bir ülkedir. Bu durum ABD'den Çin'e, Çin’den Rusya’ya tüm küresel rekabetçilerinin dikkati altındadır. Türkiye’de Almanya’yla iltisaklı sabit yatırım olarak 7000 şirket faaliyet yürütmektedir. Almanya-Türkiye hırgürü Türkiye’yi sarsar.
Diğer yandan Almanya, AB’nin koçbaşıdır. Şüphesiz ki AB, tekelci kapitalistlerin küreselleşme projesinin Kıta Avrupası'ndaki adıdır; ancak 60 yıllık bir tarihi ve demokrasisi, hukuk, hukukun üstünlüğü, hak ve özgürlükler, basın özgürlüğü gibi varlık şartını temellendiren değerleri vardır. Türkiye’de bu değerler ayaklar altına alınmıştır. AB bu değerleri kararlılıkla savunmak durumundadır. Türkiye, AB’ye çıpalanmıştır. Birlik dışında kalsa da Batı'nın ekonomik, siyasi çıkarları ve coğrafyadaki konumu bakımından dışlanacak bir ülke değildir. Seçilmiş bir otokrat prens tarafından yönetilmesini tercih etmezler. Birlik ve üye ülkeler Almanya’nın belirleyiciliğinde ortak hareket edecektir. Referandum sonrası ilişkiler daha da gerilecektir.
ABD için demokrasi talidir. Küresel ekonominin ürün, mal, hizmet, yerinde üretim yapabilme ve sermaye dolaşımını garantiye alan asgari şartları ve de askeri ittifaklarda taleplere uymak esas şarttır. Bölgesel çıkarları her şeyin üzerindedir. Ortadoğu'dan elini ayağını çekmez. Bu bölgede zayıf küçük devletler kurdurma ve destekleme stratejisini değiştirmez. ABD’nin Kürt stratejisi, dünya enerji güvenliğinin sağlanması ve korunması üzerinedir. Bu nedenle Irak'tan başlayıp Doğu Akdeniz’e uzanan bir koridorda güvenli enerji akışı sağlamak hayati önemdedir... Rusya'yla bu konuda anlaşacaktır. Türkiye’nin hatırı için bundan vazgeçmez. Türkiye ile eşeği çayırda kazığa bağlı tutacak kapalı diplomasi yürütüyor. Bu durum obama döneminde böyleydi Trump döneminde de bu merkezde olacaktır. Özellikle Suriye’de izleyecekleri yeni politikaları Rakka meselesinde kararlarını referandum sonrasına ertelemiş gözüküyor. ABD’nin orta doğu stratejisi çok boyutludur. ABD Rusya anlaşmasında Suriye’nin kuzeyinde Kürt koridorunun oluşturulması siyasi bir realitedir. Türkiye’nin çıkarları ile genel olarak orta doğu politikalarıyla çatışmaktadır. Taraflar Irak-Suriye’de sorunların çözümünde onu alma beni al politikaları da ortaklaşma sağlamaları bugün için olası görünmemektedir.
Son günlerde Hollanda ve Almanya'yla yaşanan sürtüşmeler üzerinden Batılı emperyalist güçlerin, Türkiye’yi Ortadoğu’ya hapsederek halifelik vb. argümanlarla, İslam dünyasının liderliği rolünü oynamaya layık gördüğüne yönelik analiz, yorum ve savlar gerçek durumu tespitten uzaktır. Bu proje artık gündemden düşmüştür. ABD ve Rusya, Suriye meselesinde bildiklerini okuyor. Türkiye’de bu iki devlete de karşıtlık yüksektir. Kahrolsun ABD denemediğinden “üst akıl” deniyor. Avrupa’nın Türkiye siyaseti üzerinde manipülatif hareketleri daha zayıf olduğundan bunu açıkça dillendirebiliyor. AKP’nin Batı ile bu referandum sürecinde çatışması AB’den alabileceğini almış olması, artık AB’yi kendi politikaları açısında ayak bağı olarak gördüğü içindir. Bu alandaki ilişkiler politikası ticaret yapalım, arada da oradaki Türkler üzerinden manüpilatif araçları da kullanarak dış politikada didişme hareketi olarak kullanalım, oy zamanlarında da bunu oya dönüştürelim politikalarıdır. Bu metotlar fırsatçı, pragmatist politikaların da sürdürülebilirliği yoktur. Rusya ile yaşanılan benzeri bir gerilim yaşandığında ekonomi çöker. Riskli işlerdir. Arkasından özür kaçınılmazdır.
Ülkeler istedikleri yönetimi biçimini seçme hakkına sahiptir; ancak küresel kapitalizmle bütünleşmiş ülkeler için asgari şart, hangi yönetim sistemi seçilirse seçilsin, güçler ayrılığı, hukuk devleti ilkeleri, bireysel hak ve özgürlükler gibi temel şartların korunmasıdır. Küresel sermaye; sabit yatırım, mal, hizmet ve sermaye dolaşımının belirli denge ve garantilerini teminat altına alan yönetim sistemini tercih eder. Tek adam otokrasisine dayanan bir yönetim sistemini tercih etmez. . İçinden geçtiğimiz süreçte dışa vurdukları politikalar bunun ön göstergeleridir. Dış siyaset alanında realite bu eksendedir. Buradan çıkarılacak sonuç; “İktidarın yeni projesine dış destek yoktur”dur.
-
Türkiye’nin parçalı toplumsal yapısı tek adam rejimini taşıyamaz
Türk devleti, köklerinde birbirinden farklı geleneklerin ve yapıların, hatta kadroların birlikte var olmasıyla kurulmuş ve gelişmiştir. Osmanlı da böyledir, Cumhuriyet de.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük kutuplaşma ve toplumsal gruplaşma fotoğrafını veriyor. Bu fotoğraf; etnik, ideolojik, siyasi ve hatta biraz siliklik taşısa da din ve mezhep farklılıklarındaki sorunları gösteriyor. Cumhuriyet toplumu bir arada tutan değerler ve kurumlar üzerine inşa edilmiştir. Mevcudiyetinin temel şartı laikliktir.
Laiklik toplumu bir arada tutun farklılıkları ortaklaştıran yegâne çimentodur. Laiklik vazgeçilmez ana değerdir. Devlet laik olur, kişi değil saçmalıklarıyla 15 yılda laiklik fiili uygulamalarla yıkılmıştır. Aslında yıkılan laik Cumhuriyettir; ama yenisi kurulamamıştır. Siyasal İslamcı aklın yenisini kuracak bilgi, beceri donanımı, kadroları ve ittifakları yoktur. Yaşananlar eklektik fırsatçı politikaların sonuçlarıdır. 15 Temmuz sonrası laiklik ve devlette liyakatin vazgeçilmezliği yeni yeni idrak edilir olmuştur. Bu iki esas iktidar içinde tartışılmaktadır ve bu durumun dışa yansımaları da zaman zaman görülmektedir. Madalyonun görünür yüzünde İslamcılık söylemleri revaçta gözükmesine rağmen erk sahipleri daha yuvarlak top çevirmektedir. Erdoğan Arabiya’ya verdiği beyanatta; “İslam ile laiklik arasında bağ kurmayı niye bu kadar geciktirdi İslam dünyası, onu anlamakta zorluk çekiyorum. (…) Laik devlet her inanç grubunu koruma altına, güvence altına alır, hepsine de eşit mesafededir. Yani laik devlette her inanç grubu inancını rahatlıkla yaşayabileceği gibi, hatta ateistler de ateistliğini yaşayabilir” diyor. Şüphesiz ki Arabistan’dan dünyaya, “Korkmayın biz laikliği savunuyoruz fundamentalizmi değil” diyerek; Arap yarımadasından dünyaya mesaj vermektedir, ancak inandırıcılığı yoktur. AKP içindeki egemen unsur laiklik karşıtlığıdır. Plebisitte “evet” çıkarsa İslami söylem ve uygulamalar toplumsal hayatın her alanında daha öne çıkarılacak, kutuplaşma ve hatta çetin kamplaşmalar artacaktır.
Bir toplumda en büyük problem farklılıklar üzerinden kutuplaşma, kamplaşmadır. Türk- Kürt, laik-antilaik, Sünni- Alevi farlılıkları “senin hak ve özgürlüklerin benim hak ve özgürlüklerimdir” prensibi temelinde ortaklaşılabilir. Bugün genel durum, bir veya iki grubun kendi değerlerini öne çıkararak ötekinin hak ve özgürlüklerini sınırlamaya çalışması durumudur. Toplumda genel korku hali var. İslamcısı Erdoğan giderse bizim halimiz ne olur diyor, Aleviler Cumhuriyetin kendi varlıklarını koruduğu güvencesi içindeydi, şimdi “Daha neler olacak” korkusu yaşıyor. Kürtler kırk yıl yaşanmış terör ve son hendek savaşından sonra daha neler olur korkusunda. Milliyetçilerin de bölünme korkusu var.
Laiklik ilkesi; yani, din ve devlet, din ve siyaset, din ve hukuk işlerinin ayrılması, bu koşulla, dini inanç ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınmasıdır. Bu ilkenin temel alınmasıyla; din ve mezhepsel farklılıklar, terörün reddi temelinde barış, birlikte yaşama, vatandaşlık ve eğitimde kendi dilini öğrenme- geliştirme hakkıyla Kürt sorunu; mümkün olan en düşük barajlı bir seçim sistemiyle parlamentoda farklı siyasi ve ideolojik yapıların temsili sağlanarak sistemin birçok temel sorunu çözülür.
Farklılıkları ayrıştırılmış bir toplumun ve bu farklılıkları kaşıyarak, kutuplaştırarak yöneten bir rejimin ayakta kalması mümkün değildir. Yapılan anayasa değişikliğiyle merkezileşen devlet yapısı ve tek adam rejimi bugünden tahmin edilemeyen yıkımlar getirecektir.
-
İslamcı / Türk milliyetçiliği ortaklığı yeni rejimin kurucusu olabilir mi?
AKP’nin başkanlık projesi stratejiktir. İktidara gelişi dünyada para bolluğunun olağanüstü konjonktürel koşullarında gerçekleşti. ABD, Avrupa, Körfez sermayesi, Türkiye’nin seküler burjuvazi, liberaller, Gülen cemaati ve diğer dinci yapılar tarafından desteklendi. Siyasal İslamcılara siyaset alanı açıldığında iktisaden liberalleştikleri, siyaseten demokrasiyi benimsedikleri düşünüldü, desteklendi. İşte ılımlı İslam, post-İslamizm bu dendi. Batı desteği, AB üyeliği peşinde koşması, neoliberalizmi benimsemesi, insan hakları ve demokrasiyi geliştirmesi, İsrail karşıtlığını bırakması, küreselleşmeye ayak bağı olmaya devam eden Kemalist yapının az da olsa kalan etkinliğini tasfiye etmesi üzerindendi. AKP iki dönem böyle yol aldı; ancak görebilecekleri halk desteğinin zirvesinin buraya kadar olduğunu ilk önce kendileri gördü. Dünya para arzındaki daralma, sıcak paranın sabit yatırımlara dönüştürülememesi, büyümenin gerilemeye ve durgunluğa dönüşeceği durumlarda parlamenter sistemde oylar yüzde 40’lara düştüğünde iktidarda kalamayacaklarını gördüler. Bu nedenle Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda başkanlık konusunu ısrarla öne sürmeye başladılar. Barış süreci ile Kürt desteğini arkalarına alarak bu hedefte yol alma siyaseti denendi. Arap Baharı'nın patlamasıyla önce gelecekten umutlandı, öne fırladı. Sonrası bu projenin Ortadoğu'da şiddet ve terör ürettiğinin görülmesi üzerine proje sahiplerince ortadan kaldırılmasıyla AKP’nin kimyasını bozuldu. Gezi olaylarıyla toplumsal muhalefet sokaklara taşınca korktu. Hızla otoriterliğe yöneldi. Bu değişim Batı'dan tepki görmeye başladı. Karşı çare olarak “üst akıl” söylemleri öne çıkarıldı. İktidar giderek totaliter bir yönetime dönüştü. 2015 genel seçimlerinde verin 400’ü kurtaralım memleketi talepleri halktan cevaz almayınca, iktidarı öngördükleri oy oranıyla kaybetti. Bonapartist yöntemlerle seçimi yenilediler ve tekrar iktidara kavuştular. Gerisi malum. Darbe Allah’ın lütfu oldu. Ardından Devletlû imdatlarına yetişti ve başkanlık projesi hayata geçirildi.
İktidarın, Türk milliyetçilerinin devletlüsuyla ittifakı; devletlünun ani bir kararla “Biz varız, beraber yapalım garantisi, söz konusu olan devletse gerisi teferruattır” şiarı gereği ideolojik bir karardır. “Hikmeti hükümet” inancının ve siyasetinin yerine getirilmesidir. Kendisini ve partisini kurtarma, büyütme stratejisi, öncelikler bakımından çok alt sıralarda yer alır. Bu konuda benim kişisel değerlendirmem; ABD’nin, Suriye merkezli Kürt politikalarının Türkiye’nin çıkarlarıyla çatışmasıyla yaşanan güvenlik sorunları ve zorlukları aşamada yaşanan sıkıntıları “güçlü devlet”, “güçlü iktidar” idealinde ortaklaşarak aşma amacı taşıdığı yönündedir.
Ancak MHP artık iki parçalı bir yapıdır. Muhaliflerin toplantılarına sırf merakımdan gözlemlemek için bazen katılıyorum. “Ooo hocam hoş geldin, sen buralara gelir miydin, şeref verdin, demokrasi, parlamentarizm çok önemli... Demokrasi, demokrasi” diyorlar. Ben de “demokratik Türk milliyetçiliği” kavramı üzerinde düşünüyorum. Henüz bir kanaatim oluşmadı. MHP’nin geleceğinde artık devletlü yoktur. Türk milliyetçiliği parlamenter sistemden yanadır.
Evet çıkarsa Türk milliyetçilerinin devletlüsunun ortaklığında yeni kurulacak bu rejimin adı otokritik “parti devleti” rejimidir. İdeolojisiz kurucu irade olamaz. O olmadan devlet kurulamaz. Biri “İslam milletinin”, “Halil İbrahim milletinin” 1500 yıllık İslam ümmetinin devlet davasını hedefliyor, diğeri şanlı Türk ecdadının milliyetçi devletini. Biri kavimleri reddedip ümmet diyor, öbürü kavmi yücelten millet diyor. Bize Atatürk’ten miras, atalarımızın yediden yetmişe savaşarak kurtardığı topraklar üzerinde, tarih içinde doğru temeller ve ilkeler üzerine kurulmuş laik cumhuriyeti ve seksen yıllık kazanımlarını; orası senin burası benim, bir sana iki bana, bak burası çok büyük hepsi ikimizin bölüşümü yapılarak bir devlet ve rejim kurulamaz. Bu irade yeni kurucu irade olamaz. Beyhude bitiştir. Bu tür ilkesiz ittifaklar milli birlik, bütünlük yaratamaz.
Bu oylanacak değişikliğin sadece 16. maddesi ile mevcut anayasanın toplam 50 maddesi değişmiş olacak. Ardından 2 yıl sürecek geçişte bugünkü mevcut Meclis, 2000 kanun 7000 mevzuat değiştirecek. Plebisitten hemen sonra HSYK yenilenecek. Yakın geçmişte de yenilenmişti. Ne oldu? Kurumlar siyaset üzerinden değil, bilim ve hukuk üzerinden düzenlenirse işler. Aksi durumda iş daha orada çöker. Cehalet kör cesareti ateşleyen tetiktir. İster göklerden gelen bir kararla seçilin, ister yüzde 50+1 veya yüzde 60’la... Bütün mesele yeniyi sürdürebilmekte. Sürdürülebilir mi? Bence HAYIR.
-
Türkiye’nin Kürt sorunu uluslararası bir vakıaya dönüşüyor
Bir başka ittifak, barış sürecinde PKK ve legal unsurlarıyla yaşanan saadet sürecidir. Seçim kazanmaya endeksli, ilkesiz çıkarları önceleyen ittifaklar çökmeye mahkûmdur. Çökmüş ve uluslararası arenada her tarafın üzerinde oyunlar kurduğu vakıa haline dönüşmüştür.
Türkiye’de çözülememiş sorunların en büyüklerinden biri Kürt sorunudur. Bu sorun, Irak işgali ve Suriye’nin içinde devam eden savaşla birlikte, Kürt yurttaşları olan bölge ülkelerinin iç sorunu olmaktan çıkmış, uluslararası bir mesele haline gelmiştir. Günü geldiğinde kurulacak paylaşım masasının en lezzetli ana yemeği olarak pişirilmektedir. Oburların hangisinin en büyük parçayı kapacağı belirsizdir. Emperyalistlerle iş tutan Kürtlerin siyasi temsilcileri “gönüllü köleliğe” rıza gösteren politikalar izliyor. “Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmazmış” diyen bir ata sözü vardır. İsrail’e kardeş hayali hikmet büyük Kürdistan; bölgede elli yıl sönmeyecek kızılca kıyamet cehennemi demektir. Bu cehennemin korunu bölge ülkelerinin ve Kürtlerinin toplumsal basireti, ferasetli aklı şuuru söndürebilir, aksi tüm taraflar için vahşet olacaktır.
PKK’nın yarattığı terör ve şiddet kabul edilemez. Bunu önleyecek güç Kürtlerin kendi iradeleri ve tavrı olacaktır. Türkiye Kürtlerinin etnik milliyetçiliği basite alınacak bir olgu değildir. Genelde solcular sempati ile bakarlar; benim tutumum da; milliyetçiliğin her türüne karşı olmak temelinde, PKK terör ve şiddetini lanetler ve özgürlük, eşitlik ve her türlü haklar için antiemperyalist-kapitalist mücadeleyi birlikte yürütmek üzerinedir.
Geçen yıl hendek savaşları sonrası toplumsal olaylarda okuduklarım ve düşündüklerim üzerinden bir kanaata sahip olmak için; yaşadığım şehirde yaşayan Kürt kökenli yurttaşlardan ellinin üzerinde kişi ile görüştüm. Siz mülakat deyin. Mesela bir mele; yetmiş beş yaşında. “Yaşadıklarımız vahşettir, zulümdür. PKK zemin hazırlıyor, gençlerimiz kırılıyor. Biz Kürt’üz gardaş, Çocuklarımız Kürt doğar. Adını ezanla, duayla koyarız. Sonra adıyla seslenerek üç kere Kürt olduğunu unutma diye kulağına söyleriz. Benim gelinlerimin ikisi Türk. Onlardan olan torunlarımın adlarını da ben koydum. Yine ezanla, duayla adlarını koyduktan sonra onların kulaklarına üç sefer; yavrum Hem Türk hem Kürt olduğunu unutma, unutma diye seslendim. Bu ayrılık gayrılık niye? Bu vatan hepimize yeter, ölümler dursun, barış olsun; ama olmuyor. Gencecik civan askerlerin tabutları omuzlarda toprağa gidiyor. Kürt gençleri dağda bayırda hendeklerde, sokak aralarında öldürülüyor. Sorun derin hoca. Gençlerin elindeki aha bu telefonlarda, defnedilemeyip dondurucuda korunan çocuklarımızın naaşları dolaşıyor. Akşam başlarını yastığa koyup uydukları evlerinin viraneye dönmüş fotoğrafları dolaşıyor. Barışa ulaşamazsak vah ki vah. Gençlerimiz kopuyor, et-tırnaktan kopuyor, kopuyor. Siyaset ayrıştı, biz kavmimize sahip çıkarız. Biz vekilimize sahip çıkarız. PKK silahlı, biz silah istemiyoruz, biz barış istiyoruz. Ayrılık gayrılık yok, biz beraber yaşamak istiyoruz. Kopuyoruz hoca kopuyoruz“ diyor.
Taş atan çocuklardan biri. On dört yaşında hapse girmiş, yatmış, çıkmış. “Panzerlere taş attık diye geleceğimi kaybettim. Mahpusluk zor değil, umutsuzluk zor. Ben on dördümde cennet bağında gönlümü kaybettim. Şimdilerde üniversitede Türk dili edebiyatı okuyor olacaktım. Kadere bak ki bu lokanta da patates soğan soyuyorum. Bak hoca sana da öğreteyim. Soğanı baş ve sap kısmından böyle kesecen, sonra kabuklarını, içinin beyazından böyle soyacan, ama içinin beyazından bir kat bile olsa fire vermicen, çöpe atmayacan. Patatesleri de bıçakla soymayacan. Aha bu alet patates soymak için. Neden bununla? Fire vermemek için. Zor iş. Ben yine dağ yerine, hendek yerine patates soğan soymayı tercih ederim”. Bir türkü tutturuyor “Kaybettim umutlarımı / gelse barış.” Araya girip “Umudunu kaybetme barış da gelecek elbet. Sen dışarıdan liseyi bitir, üniversite de olur. Umudun da, okumanın da yaşı yoktur. Belki bu lokantayı alır patron olursun” diyorum. “Okuyorum zaten” diyor. “Senin hayallerin var mıdır hoca ?” diye soruyor “Yok diyorum, benim hayallerim yok” “O zaman anlayamazsın Diyarbakır Lisesi'nde edebiyat dersinden sonra, öğrencilerin Kürtçe dersine girişinin manasını. Bana vereceği mutluluğun manasını anlayamazsın” diyor. “Bırakalım hoca edebiyatı, serbest Kürtçe dersi olsun. Barış olsun da, biz Kürt’üz Kürt olduğumuz, eşit olduğumuz tanınsın, tanımlansın da bu bize yeter” diyor.
Ne dersiniz? Kürt'ün, Türk'ün birlikte bir ulus olabilme aklı, şuuru, iradesi, feraseti bunu sağlamaya yeter mi? PKK-HDP ile hükümetin yürüttüğü, ilkesiz, hedefsiz programsız eklektik ve fırsatçı politikalarla bu sorun çözülür mü? Kürt'ü yok sayarak sorun çözülür mü? Akıldan, vicdandan yoksun politikalar barış ve basiret getirir mi?
H. Ünsal
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Kaan Arslanoğlu 22.03.2017
Çok güzel yazı. Eski dostum yılların pasını atmış. Geçmiş formuna ulaşmış hatta onu geçmiş.
yusuf bodur 22.03.2017
Uzun zamandır böylesine keyifle okuduğum bir yazı olmamıştı..Sindirerek okudum. Teşekkür ederim..