Küçük Küçük Şebekelerden Büyük Şebekeye Hizmet... Fikret Başkaya, Yalçın Küçük…

Küçük Küçük Şebekelerden Büyük Şebekeye Hizmet...  Fikret Başkaya, Yalçın Küçük…

Saygın Bir Sol Yazar ve Akademisyenin Tezleri:

“Kurtuluş Savaşı” diye bir şey gerçekleşmedi bu ülkede… Rumların ve Ermenilerin mülklerini gaspeden bir “milli mücadele”den söz edilebilir ancak.

Cumhuriyet’in kuruluşu saray içi bir darbedir. Cumhuriyet sadece Osmanlı’yı güçlendirmiştir. Cumhuriyet’in halka faydası olmamıştır. 

Atatürk olmasaydı da milli mücadele mutlaka başarıya ulaşacaktı.

Atatürk inkılapları diye bir şey yoktur. Bunlar inkılap değildir. İnkılap denenler baskıya dayanan tepeden zorlamalardır. Zarar getirmişlerdir.

Latin harflerinin kabulü yanlıştır. Okuma yazma oranını yükseltmemiştir.

Kurtuluş Savaşı denen şey anti-emperyalist değildi, emperyalizmin himayesinde gerçekleşti.

Dünya sosyalist liderlerinin Kurtuluş Savaşı’na düzdükleri övgüler onun anti-emperyalist olmasından ötürü değil, kendi gericiliklerinden, çıkarcılıklarından kaynaklanır.

Emperyalizm zaten daha çok ekonomik bir kavramdır.

Lozan bir yenilgiydi.

Şeyh Sait Kürtlerin ulusal kurtuluşunu temsil ediyordu. Şeriatçı veya emperyalist ajanı değildi. İsyanı Kürt olduğu için bastırıldı, yanlış oldu.

“Son derece yetenekli bir padişah olan II. Abdülhamit, bütün çırpınmalarına rağmen, imparatorluğun kaçınılmaz sonunu ancak geciktirebilmişti… İttihatçıların darbesiyle tahtını terk ederken, ‘on yıl bile yönetemeyeceksiniz’ demişti.”

“Topluma rasyonel düşünceyi egemen kılmak amacıyla yola çıkanlar –Cumhuriyet kadrolarını kast ediyor- hiçbir dönemde –yedi yüz yıllık hilafet ve saltanat devrinde bile- görülmemiş düzeyde hurafe ürettiler.”

Bu görüşlerde hiçbir abartılı nakil yok, kitapta çok daha fazlası var. Bir dönemin, 90’lı yılların en meşhur kitabı, sol “best-seller”ı Paradigmanın İflası kitabından alındı. Yazarı Fikret Başkaya.     

 

Şimdiki yazı, Muhalefet için nicelik mi daha önemli, nitelik mi? başlıklı bir önceki yazımın devamıdır. Çok uzadığı için ayrı bölüm olarak yayımladık bunu. İlgi duyanlar konu bütünlüğü açısından ilkini de okusalar iyi olur, Bedri Baykam örneği esas alınmıştı:

http://www.insanbu.com/Sanat-Haberleri/398-muhalefet-icin-nicelik-mi-daha-onemli-nitelik-mi

Konuyu nasıl özetleyebiliriz. Örneğin tek bir noktadan açıklamaya çalışalım.

İçinde yaşadığımız dipsiz ahlaksızlığa, son referandum haram-zıkkımlığına hiç sokakta kavga etmeden, yalnızca ve yalnızca tüketim boykotuyla bile dur diyebiliriz. Toplum olarak bu elimizde. Ama bunu sınırlı ürünlerle ve bölük pörçük seslendirenlerin ötesinde genel bir hareket görüyor muyuz? Bunun için bir bilinç gerekir. Muhalefette eksik olan bilinç derken, nitelik gücü derken, buna benzer şeyleri kast ediyoruz. Büyük laflar etmeyi, örgütlülüklerden, partilerden dem vurmayı bir yana bırakın. Oraya varmak için kırk fırın ekmek yememiz gerekir. Daha bir tüketim boykotu yapabiliyor muyuz? Yapmak şöyle dursun, düşünebiliyor muyuz?

İşte bilinç çökmesi denen şey budur. Nitelik düşüklüğü denen şey tam da böyle şeylerdir.

Buraya bir adımda gelmedik.

Doksanlı yıllar, dünyada ve Türkiye’de, sosyalizmin, emperyalizme karşı direnişin ve devrimciliğin, sağ saldırılar bir yana, sol görünümlü ideolojik ajanlarca ağır bir itibarsızlaştırma kampanyası altında ezildiği yıllardı. Zaten kısa bir dönem içinde solun çok büyük kesimi bu karşıdevrimci akımın eline geçti. Fikir namusu, nesnel bakma ahlakı diye bir şey neredeyse kalmadı.

Üstelik şu yukardaki gibi savları pek çok kitapla “özgür üniversite”lerle, sol yayınlarla alabildiğine yaygınlaştıranlar, bir de “gerçek” ten bahsediyorlardı, “nesnellik”ten bahsediyorlardı, o kavramları da temelinden bombalayarak.  

68 kuşağı devrimcilerinde (Mahirler-Denizler) sol-radikal Kemalizm hakimdi. 78 kuşağı, Kemalizm hakimiyetini kırmaya, onu yine saygın bir yerde tutarak düz sosyalist bir çizgi tutturmaya çalıştı, ama onlar da dış sosyalist güçlerden, devletlerden fazlasıyla etkilendiler. 80 darbesi sonrasında solda temel “paradigmayı” tamamen değiştirmek gerekiyordu. Bu bir “Kürt Kurtuluşu” paradigması, büyük dış devletlerle kavga etmeme politikası olmak zorundaydı. O yüzden Cumhuriyet’i, Kurtuluş Savaşı’nı, Mustafa Kemal’i, tutarlı olma kaygısı, fikir namusu takıntısı göstermeksizin, elde bulunan, bulunmayan, var olan, uydurulan her malzemeyle karalamak şarttı.  Oysa Cumhuriyet’in kazanımlarını (üstüne elbette çok şey katmak gerek) görmek için ne ulusalcı, ne Atatürkçü, ne sosyalist, ne şucu ne bucu olmak gerekir. Dürüst olmak yeterlidir.

Yalçın Küçük’ün bu tablodaki yeri

İnsan BU’daki bazı yazar ve yorumcu arkadaşların ikide bir Yalçın Küçük veya Cengiz Gündoğdu’yu feyz alacağımız sol akil adamlarımız gibi anmaları, bende de bazen bir şeyleri anımsatma gereksinimi yaratıyor.

Eski İnsan Bu sayfalarında Yalçın Küçük’ün, “Estetik Hesaplaşma” adlı iyi eseriyle ilgili uzun bir yazı yazmıştım. Şimdi oradan bazı bölümleri buraya alıyorum.

“Gerçek” araba lastiği gibidir. Küçük bir yerinden delinse bile pörsür, artık götürmez bir yere sizi.

Gerçeğe sadakat, edebiyatta olsun, felsefede, siyasette olsun gerçekçilik çok zor iştir. Öyle kendine fazla güveni kaldırmaz. 

Türkiye’de 80’li yılların son yarısında tekrar toparlanmaya başlayan sosyalist sola bir şeyler oldu, güce tapınmaya başladı. Tapınacakları önceki güçler ortadan kalkıyordu. Sovyetler çürüyordu. Çin uzaktı ve zaten iyice bir tuhaflaşmıştı. “Eylülist” rejime karşı giderek yükselen tek direniş odağı PKK gibiydi. Neredeyse herkes Öcalan’ın emri altına girdi.

Öcalan mahkeme ifadesinde açıkça belirttiği gibi “Öyle bir Kürt milliyetçiliği oluşturun ki, karşı taraf da Türk milliyetçiliğini savunur hale gelsin ve bloklar oluşsun” diye emir vermişti. Bu emir sadece PKK’ya değil, sosyalistlereydi. Emir başarıyla yerine getirildi. Türkiye sosyalist solu sola ihanet etti, bile isteye sol değerleri milliyetçiliğe teslim etti. Her seçim dönemi açık bloklar oluşturuldu, seçim geçince bu bloklar korunmaya çalışıldı. Daha önce PKK ile çatışan çatışmayan herkes ittifakın içinde yerini aldı.

PKK önderliğinde devrimci kalkışma ve sosyalist devrim düşleri görüyorlardı ve bu düşlere inanmayanları gericilikle, şovenlikle, faşistlikle suçluyorlardı. Yalçın Küçük de bu akımın başını çekenlerdendi.

Yalçın Küçük şunları söylemiş Med-TV’de, gittiği her yerde: “PKK’nın emekçi Türk halkına en ufak zarar vermemekte gösterdiği titizlikten de çok memnunum, önemli bir titizliktir.” Sonra bizzat Öcalan’a “Türkiye dağlarında mı olur, şehirlerde mi olur, emekçi halka zarar vermeyecek daha büyük sonuçlar yaratacak eylemler” öneriyor. Abdullah Öcalan da şöyle diyor aynı sohbette cevaben: “Politik taban Anadolu Apo’ya mezar olacak diye bağırıyor… Bunların içinde bomba patlatmak hakkımızdır. Böyle bir politika doğru mudur? Düşünüyoruz.” Düşünmediler, daha önce yapmışlardı, sonrasında da yaptılar.

Yalçın Hoca PKK’yı “titiz” buluyor, Apo gibi liderin varlığından “sevinç” duyuyor, “şanlı direnişi” her konuşmasında göklere çıkarıyor.  

Şanlıdır veya değildir, ama yalan solda da kanıksanıyor artık. Solcular da sağcı politikacılar gibi merhaba der kadar doğal yalan söylüyor. Türkiye solu yalanın ve samimiyetsizliğin üstünden saygı toplamaya, güçlenmeye çalışıyor.

Ve burada biz edebiyatta gerçekçilikten, şebekelerden, şundan bundan bahsediyoruz. Kim kime inanır ondan sonra…

O dönem bitiyor, Yalçın Hoca ekranlara çıkarak paşa güzellemeleri yapıyor. Nasrettin Hoca’nın üstüne işediği kavunları, acıktıktan sonra buna bulaşmamış şuna bulaşmamış diyerek bir bir yediği fıkra gibi. “Vatansever” paşacıkları birer birer fos çıktıkça onları atıyor, yerlerine yenilerini övüyor. Övülen paşaların sonu gelmiyor… Bir kere gerici milliyetçilik yoluna girilmiş, ha Kürt milliyetçiliği, ha Türk... Artık fark etmiyor. Yalancı şahitlik kafaya konduktan sonra dava ister arpa davası olsun, ister buğday, sonuç değişmiyor.

Sabetayizm sorunsalı!  

Bir de Sabetayizm konusu çıktı önümüze, köken araştırması, isim avcılığı. Yalçın Küçük’ün ve bu konudaki görüşlerini paylaşanların söylediklerinde doğruluk payı büyük. Yüzde otuzu sansasyon amaçlı bilinçli veya bilinçsiz abartı olsa da yetmişi doğrudur diyebiliriz kendi içinde. Ama Yalçın Hoca’nın ve onun izinden gidenlerin bu konudaki görüşlerine nesnel olarak dışarıdan baktığımızda iki büyük yanlış görürüz. Kuramın gerçekliğini zedeleyen iki büyük gerçekliği yok sayma. Zaten çoğu komplo kuramını bu denli tutulur kılan da odur. Belli bir gerçek zemininde gerçekliği yok etmesi. 

Yalçın Küçük Hoca, 90’ların başından itibaren olgulara sınıfsal bakmayı, sistemler açısından bakmayı boşladı. Hatta böyle bakışları unutturmak için elinden geleni yaptı. Oligarşik yapılanmaya kapitalizmin içsel dinamikleri açısından, sınıfsal geçişler ve geçirgenlikler açısından bakmıyor Küçük. Böyle baksaydı örneğin Türkiye oligarşisi içinde Sabetayist olmayanların büyük çoğunluğu oluşturduğunu görecek ve kabul etmek zorunda kalacaktı. Küçük’ün yaklaşımı dikkatleri bir yana çekmekte belki fayda sağlıyor; büyük burjuvaziyi  bir yere kadar teşhirde kolaylık sağlıyor, ama gerçekte asıl yapının, asıl dinamiklerin resmini bulandırıyor. Bu yaklaşım kapitalizmin işleyişini görmede faydadan çok zarar getiriyor.

İkincisi de şu: Türkiye iki yüz yıldır yabancı istihbaratçıların cirit attığı bir ülke. Bu durum çok sayıda belgeli ispatlı yazıya, kitaba konudur.  Türkiye’deki birçok siyasi felaketin sorumlusu olarak CIA ve öteki Avrupa gizli servisleri gösterilmiştir. Bunların bazı bağlantıları deşifre edilmiştir. Bazı bağlantılar son derece açık görülmektedir. Kaldı ki yukarıda sonuçlarından kısaca bahsettiğimiz PKK’nın ortaya çıkışında ve sonraki gelişmesinde MİT’ten başlayarak CIA, özellikle Alman ve İngiliz gizli servisinin katkıları söylenti boyutunu aşmış somutlukta.

Ama Yalçın Küçük, 80 öncesinde “Maocu” grupları manşetlerden, sansasyonel ifadelerle Amerikan ajanlığıyla suçladığı yıllardan sonra bu ajan avcılığı işini bırakmış görünüyor. Varsa yoksa Sabetay. O zaman da ajanlık meselesi üstündeki dikkat dağıtılmış oluyor.

Sabetaycılık suçlamaları hem kolaydı, hem iyi tiraj sağlıyordu, hem de dikkat dağıtıyordu. Keşke ad avcılığında gösterilen yetenek, oligarşinin ve gizli servislerin medya-edebiyat bağlantılarını deşifre etmede de gösterilseydi.

Deha ölçüsünde parlak bir zeka olduğu doğru bence. Neredeyse her sözünü okuduk zaten. Ama Estetik Hesaplaşma dışında hiçbir kitabını gönül rahatlığıyla tavsiye edemeyiz gençlere.

Yalçın Küçük, bulduğu ya da sağlam dayanaklarla savunduğu şeyleri yaptığı ağır yanlışlarla itibarsızlaştıran bir düşünür. Sanki misyonu bu. ”

Yazının tamamını okumak isterseniz bağlantısı şudur: http://www.insanbu.com/eski/a_haberb053.html?nosu=1945

Ne var ki buradaki görüşleri birkaç yerde açmak ve bazılarını değiştirmek şart.

Yalçın Küçük’ün gerçeklik anlayışı için romana bakışı uygun örneklerden biri. OdaTV Haberi:

Prof. Dr. Yalçın Küçük, bir süre önce gerçekleşen TÜYAP 34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'nda düzenlenen panelde, edebiyatçılara ağır eleştirilerde bulundu.

1900’lerden sonra romanın bittiğini söyleyen Yalçın Küçük, "Bugün Türkiye’de de roman yok, dünyada da roman yazılmaz. İnsan kalmamıştır. Tekelli düzenlerde insan kalmadığı için roman yazılmaz. Roman diye bütün dünyada yazılanlar savaşlardır." dedi.

"Romanın bittiğini üç büyük yazarla anlıyoruz" diyen Küçük şöyle devam etti:

"Bir, Kafka’dır, Dönüşüm. 1915 galiba, Kafka, geç kalmıştır onu yazmakta! Dönüşüm’ü okuyanlarınız var mı aranızda? Roman diyebilir misiniz? İki: Ondan sonra ne vardır? Ondan sonra, Cesur Yeni Dünya, Huxley! Huxley’e roman diyebilir misiniz? Dünya’nın en çok roman sayılan kitabıdır. Roman diyebilir misiniz? Roman değildir. Peki, üçüncüsü? Orwell, Hayvan Çiftliği. Bu üç yazarla, özellikle Kafka’yla ve Huxley’le birlikte dünyada roman bitmiştir. Neden? İkisi de insanı yazmaz. İkisinde de insan yoktur."

Hâlâ en iyisi, bizim Fethi Naci’nin de dediği, bir zamanların en önemli eleştirmeni olan ve benim de arkadaşım, Üç İstanbul romanıdır.  Bunun dışında çok az roman var. O da nedir, bir çöküş ve bir savaş romanıdır. Ben Adalet’in Ölmeye Yatmak’ını severdim, o da bir anlamda bir savaş romanıdır. 

http://odatv.com/bu-duzende-insan-kalmadigi-icin-roman-yazilmaz-0112151200.html

Evet, Yalçın Küçük böyle düşünebilir. Kafka ile dünyada romanın bittiğini, Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak’ının Türkiye’de son iyi roman olduğunu, onunla Türkiye’de de romanın bittiğini ileri sürebilir. Hakkıdır. Çünkü “insanlık bitti” açıklaması yapmaktadır.

İnsanlık bitti ise, roman bitti ise, siyaset de bitmemiş midir? Niye durmadan konuşmakta, boyna yazmaktadır öyleyse? İnsan aklıyla alay gibi, ama insan aklıyla alay yarışı var, onun da hakkıdır.

Asıl lafımız ise onun dediklerini ciddiye alanlaradır.    

Yalçın Küçük bu ülkede sol muhalefet aklına en büyük zararları verenlerdendir. İstediği an, nasıl keyfine gelirse o şekilde düşünebilen, dahası en açık gerçekleri gaddarca saptırabilen kuşaklar yetişmesine katkıda bulunmuştur.  

“Aydın Üzerine Tezler”inde radikal devrimci gençler dahil kendi çizgisinde bulunmayan herkesi aşağılamıştır. Ama siz biraz eleştirmeye görün solcuları, hemen solcu-devrimci düşmanı damgasını yapıştırıverir karşısındakine Hoca. Türkiye Tarihinde ve aydın hareketinde birçok çok açık gerçeği tahrif etmiştir. O da Kurtuluş Savaşı’nın net hakikatlerini bambaşka gösterenlerdendir. Fikret Başkaya ile görüşleri birçok konuda fazla çelişmez.

Başkaya’dan farkı, Yalçın Küçük kendi deyişiyle “maksimalist”tir. Atatürk’ü “minimalist” bulur. Onun kahramanı Enver Paşa’dır. Yani Küçük, ittihatçıdır, komitacıdır, Jakobendir. Başkaya’nın aksine. Kemalizmi küçültmesinde o yüzden bir sınırı vardır. Yine de Başkaya’nın evlere şenlik zırvalarına ciddi bir itirazda bulunmaz. Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı’nın yüceltilmesinden hiç hoşlanmaz çünkü.

İleri sürdüğü iddialardan birçoğu boş çıkar, ama hiç yerinmez. Taraftarları da yerinmez. Makaleleri, konuşmaları büyük etik yanlışlarla doludur, ama “hocadır, ne söylese yeridir” denir. Tayyip Erdoğan’ı bile bula bula “epilepsi hastalığı” üstünden yıkmaya çalışır ki, o da ayrı bir skandaldır.  

Bir dönem Kürt milliyetçiliğini solun ve ülkenin kurtuluşu gibi gösteren, başka bir dönem paşalara övgüler düzecek, orduyu kurtarıcı olarak ilan edecek kadar ulusalcılaşan, bazen de ikisini aynı anda yapan bir tipolojidir. Daha fenası, o günkü rüzgara göre bunların herhangi birine destek verecek sayısı azımsanmayacak kadar bir kitle de yaratmıştır. Düzelterek söylersek, böyle bir kitle yaratılmasına katkıda bulunurken, söylemini de hep böyle bir kitleye uygun biçimde ayarlamayı becerebilmiştir.

Gerçi Yalçın Hoca için “O inanmış ve samimi bir devrimcidir, her şart altında solu savunmuş bu uğurda bedeller ödemiştir. Samimiyeti yaşamıyla ispatlıdır diyenler çıkacaktır.” Fikret Başkaya için de aynı şeyler söylenecektir. Ki bir ölçüde doğrudur. Ama bu, sağcısı solcusu tüm siyaset fetişistleri için doğrudur. Bizler doğruyu seçmek için, tutarlılığı ve gerçeği değil, siyasi mücadelede ödenen bedeli esas alırsak, bir bakarız PKK’cı olmuşuz, hatta o da yetmemiş, IŞİD’ci kesilivermişiz.

Özgür Üniversite

Fikret Başkaya önderliğindeki Özgür Üniversite yayınlarına ve ders çalışmalarına bakıyoruz, ne görüyoruz. Türkiye’nin “seçkin sol aydınları” orada toplanmış. Seçkin aydın olmanın tek koşulu var, Kemalizm ve Cumhuriyet düşmanlığı. AKP’yi destekleyenler, Yetmez ama Evetçiler, dış lobiciler, Yalçın Hoca taraftarları orada, ağırlıklı olarak Kürt hareketi taraftarları orada. Bir de İnsancıl dergisi çevresi orada. Tam kadro. Barış içinde, birbirlerini eleştirmeden gül gibi geçiniyorlar. Şaka gibi. Pınar Selek Anti-Militarizme karşı başlık belirlemiş, Taner Akçam çeteciliği anlatıyor, Baskın Oran’ın konusu: “Bugünü Yaşarken Dünü Anımsamak”. Herkes ne biliyor, ne yapıyorsa, onu anlatıyor. Evet, karikatür gibi.

Ondan sonra da sanatta gerçekçilik, insan arayışı, insandan umudu kesmeme, insani gerçekçilik… şu bu…

Şebekeleşme işte tam da bu değil mi? Birçok “ulusalcı” da oyunun içinde değil mi? Başkaya’nın, Küçük’ün yazdığı yayınlara bakınız! ABC, OdaTV... Ortada bir dolap dönmüyor mu?

Tekeliyet ortadan kalkmıyor. Çünkü küçük küçük tekeller kuranlar, sözüm ona savundukları her haklı, her doğru kavramı itibardan düşürüyor, büyük tekel için çalışıyor.  

Kaan Arslanoğlu


Yorumlar

Maximum : 1000 Karakter / Karakter Sayısı: 
0
Yorumlara gerçek ad ve soyadınızı yazmanız onay kolayllığı sağlar.
Mail adresinizi yazmanız keyfinize kalmıştır. Yorumlarınızın onaylanması da
editörlerin tamamen keyfine bağlıdır. Yılların deneyimi sonucu bu bizde böyle.
  • İNAN

    İNAN 06.05.2017

    ++Öğle yemeğine gittim geldim, çorbanın tadı bildiğiniz gibi aynıydı.:) Üniversitede öğrenciyken, Fikret Başkaya'nın ve Yalçın Küçük'ün Paradigmanın iflası ve Türkiye Üzerine Tezlerini aynı anda okumuştum, aklımda kalan birinin her şeye aşırı yağ çektiği abarttığı öbürünün ise aşırı küçümseyip, yüklendiğiydi. Neyse, neyi nereden aldıklarını nereyi kazdıklarını o zaman bilmediğim için son tüketici olarak yazılanları kabul edip, çok takılmayıp devam etmiştim. Çorbayı 'solun' kap kacağında at eti kullanırken yakalanan sabıkalı liberaller kaynatacaksa çorbanın rengi biraz değişir ama kibarca yazıyorum o çorba yine bildiğimiz kötü çorba olur, bir şey olmaz. Kalaysız kap kacaktaki çorba zehirleme yapabilir. Özetle onları ciddiye alan, adam yerine koyan kalmadı. Yalçın hocanın dediği gibi hele hele hele diyorum :) https://www.youtube.com/watch?v=DVjj3ne00kc

  • İNAN

    İNAN 06.05.2017

    Fikret Başkaya Paradgimanın İflası'nda yazdıklarını dipnot ya da sayfa numarası olarak verebilmeniz daha iyi olurdu. Yazıdan anladığım benim bildiğim geçmişten bugüne devam eden Özgür Üniversite'den geriye sadece bir ad kalmış, üzüldüm. Çünkü önüne geleni faşistlikle suçlayan bilim bilim diye bağırıp kendine gönye tutulunca saldırganlaşan liberallerin orada toplaşması da pek hayra alamet değil. Burada şeyi anlatayım, aslında siz hastanelerde çalışan ya da toplu kalabalık çalışma ortamlarında olanlar da biliyor. Rengi değişen ama tadı aynı kalan o çorbayı kast ediyorum. İşte bunlar onlar. Yazıya değerlendirme/yorum yazmaya devam edeceğim, bir çorbamı içip gelince.:)

  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 01.05.2017

    Yiğidi öldürün, hakkını yemeyin. Küfür Romanları, Aydın Üzerine Tezler... Bunları kim yazdı? Bi adamın manyak olması, megaloman olması, narsizmin doruklarında yaşaması, arada inkoheransa girmesi, logoreik konuşması... Bunlar başka şeyler. Ama adamın yazdıkları da ortada. Naki Kaptan'ın Lao Çe benzetmesi bence çok oturmamış. Bu arada... Anayasanın cumhurbaşkanı ile ilgili bazı haller hakkında hükümleri içermemesi manidar. Cemal Gürsel örneğinin üzerinden daha 15 yıl geçmemişken devletin başının zihni melekelerini yitirmesi olasılığı üzerinde hüküm konulmaması ilginç. Ve bu Yalçın Küçük'ün kabahati değil. a.y.a. yollardasss

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 30.04.2017

    Teşekkürler sayın ayhan demir. Doğrusu estetik hesaplaşma olacak. Hemen düzeltiyoruz. Gerçi bu da yk'ya yakışan bir hata olmuş istemeden. Çünkü o sevmediği kişilerin adlarını ve eserlerini bozarak yazar.

  • Naki Kaptan

    Naki Kaptan 30.04.2017

    Yalçın Küçük'ün dehasının formülleri: 1-X bitmiştir. Bundan sonra X yoktur. X demek durumundayız. X midir şüphemiz var. 2- X, Y'nin tam tersi gibi görünür ama aslında X=Y'dir. Görüyoruz. 3- Benim her söylediğim çıkıyor, demiştik. 4- Türkiye'yi yeniden kuracağız, başlıyoruz. 5- Herkes aksi kanıtlanmadıkça sebatayisttir diyoruz, yazıyoruz. 6- Herşey benim bildiklerimden ibarettir, ötesi yoktur. Eğer size var gibi görünüyorsa birinci veya ikinci maddeye dönüyoruz. 7- Benim yanlışım yoktur. Kitaplarımı okuyun. Kitaplarımda kimse yanlış bulamaz. Buradayız. 8- Başkaları benim yaptıklarımı yapamaz, yapıyoruz. Aralara "Benim kitaplarım kitaptır" veya "romanlar roman değildir", gibi totolojileri ve çelişkileri de bolca serpiştirir hoca. Bu bulanıklık hocaya atfedilen dehadır. Lao Tzu gibi "Beni anlayan azdır, bundandır benim itibarım." dese yeridir. Kaan Arslanoğlu, solun ruhban sınıfını ve solculuktan beslenen asalakları ortaya çıkarıyorsunuz. Teşekkürler.

  • Ayhan Demir

    Ayhan Demir 30.04.2017

    Estetik Kalkışma kitabı,Y.Kucuk'un mu ,C.Gundogdu' nun mu?Y.Kucuk 'un Estetik Hesaplama kitabı var.

  • kaan arslanoğlu

    kaan arslanoğlu 30.04.2017

    Sevgili Recai, fikir mamusları bu düzeyde olan kişiler eğer kapitalizmi eleştiriyorsa kapitalist olmak gerek. İşin aslı bu tür kişilerin kapitalizm eleştirisi 1- Meslek (sen nasıl veteriner hoca isen onun mesleği de baştan böyle belirlenmiş, adam inanır veya inanmaz mesleğini yapıyor. 2- Kapitalizmi eleştiren ama aslında kapitalizmi güçlendiren milyar tane insan var bu yeryüzünde 3- Bunlar bu işe inandıkları için değil senin gibileri etkilemek için, meslekleri gereği bunu yapıyorlar. 4- Aslında hiç inanmıyorlar değil, belki de bir ölçüde samimiler, ama şöyle örnek vereyim. Örneğine çok bol rastlanan namussuz bir dindar diyelim. Her gün hırsızlık yapıyor, ama Allah adını da dilinden düşürmüyor. Allahı başkasını kandırmak için mi anıyor, yok çoğu inanarak anıyor. Onun inanç ve yaşam anlayışı öyle. Başkaya gibiler (binlerce örneği var) en namussuz şekilde gerçeği çarpıtırlar, Kürtçülük yaparlar, AKPcilik yaparlar ama bir yandan da sosyalizme inanırlar.

  • Cemal Öztürk

    Cemal Öztürk 29.04.2017

    (Devam) 3. RTE nin "biz aldandık ya da aldatıldık" demesi ne kadar açık seçik bir itiraf ise aynı yanılsamanın " Kürt meselesi eksenli Soros solu " için de geçerlidir. Meselemiz, olayı salt kiriminalize ederek başkalarını suçlamak de değil. Şurası da bir gerçektir ki tarihsel enerjilerin akışı içinde insanlar çoğu zaman yanılırlar. Beşer şaşar ne de olsa. Biz de dönüp geriye baktığımızda bayağı şok ve şaşkınlık içindeyiz. Kaan Aslanoğlu, ne güzel tespitler yapıyor. Bunlardan biri de Marks' ın yabancılaşma kuramı. Belki bir başkası, işçi sınıfı şahsında insanı hiç tanımadan sadece uçaktan geçerek dünyaya bakması da var: Tabiki o zaman bir çok ayrıntı gözden kaçabiliyor.

  • yusuf bodur

    yusuf bodur 29.04.2017

    Böylesi arı duru yazıları ancak sizin gibi birikim,ini insanlığa sunma kaygısından başka kaygısı olmayan içtenlikli kişilikler yazabilir. Başkaya ve çevresi; sol veya solumsu çevrece bilinen, ancak zevahiri kurtarmak için kaynak olarak kullanılan kişiliksizlerdenken ;Yalçın Küçük nev i şahsına münhasır isterse habbeyi kubbe kubbeyi habbe yapma yeteneği'de olan sayın a.y.a nın dediği özelliklerde, birikimli birisi olarak keyifle takip ettiğim vefakat sadece takip ettiğim bir şahsiyetir. Yokluğunu hissederim ancak varlığı beni etkilemez. Pratikte ne yapılması konusundaki önerinizin çarpıcı, uygulanabilir fakat uygulanamayışı bir önderlik boşluğu TKP nin niçin bölündüğü konusu misali..Bende uzatmaya başladım..Yazınızın her harfi için binlerce teşekkür..

  • Ç.

    Ç. 29.04.2017

    Yalçın Küçük'ün kitaplarını eleştirel bakış açısına sahip olmayan biri okumamalı. Kitaplarında doğru ile yanlış analizler iç içe geçmiş durumda. Daha önce bu açıdan bakmamıştım dedirtecek analizleri bulunuyor. Yanlış olan analizleri de bulunuyor. Arif Yavuz Aksoy gibi Yalçın Küçük'ün vasat olmadığını düşünüyorum. Eleştirel bakış açısına sahip olmayan birine faydadan daha çok zarar getireceğini düşünüyorum.

  • Cemsl Öztürk

    Cemsl Öztürk 29.04.2017

    İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya, Yalçin Küçük, Doğu perinçek, Demir Küçükaydın, Murat Belge, Cengiz Gündoğdu' yu Kemalizm ve sosyalizm ayrışmasında Kürt hareketinin tarihsel konumunu bu gün daha sağlıklı biçimde değerlendirmemiz mümkün. Çünkü elimizde kim ne söyledi? Ne yaptı? Ve konjonktürün bizi getirdiği yeni bir yol ayrımındayız. Özgür Üniversitenin kafadar kadrosu öncelikle Kemalizme tepkisel temelde bir çok eleştiri yaptı. Başlangıçta bunlar geleceğin olası öngörüsü içinde henüz bulanık hayal meyal bir görüntü arz ettiğinden insanları etkileyebiliyordu. Ancak yaşadığımız siyasal toplumsal tecrubeler bu gün bir çok insanın kafasına dank edecek bir şiddete sahiptir: 1. Kürt hareketi ta başından beri emperyalizmin yönlendirmesinden kendisini kurtaramamıştır. Kendi bağımsız aydınları yoktu ki ilerici bir karaktere sahip olabilsin. 2. Ortadoğudaki bir çok yıkımın dinamiğinde ne yazık ki siyasal İslamcılarla birlikte hareket ettiler. 3. RTE nin "biz aldandık ya da aldatıldık" dem

  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 29.04.2017

    bir tek şeye itiraz ederdim. ama onu zaten Kaan Arslanoğlu belirtmiş. tekrar vurgulamaktan zarar gelmez. fikret başkaya ile yalçın küçük zeka açısından mukayese edilemez! yalçın küçük bi "genius"tır. ha "evil genius"tır derseniz itiraz etmeyebilirim. ama asla fikret başkaya gibi vasat değildir. ayrıca, unutmadan söyliym. fikret başkaya'nın yazdıkları bütünüyle vasat tırışkası. oysa yalçın küçük'ün en manyak yazısından bile aklıbaşında 3-5 kelam çıkar. a.y.a. az olsun, küçük olsun, bizim olsuncu değilsss

  • Mete Demirtürk

    Mete Demirtürk 29.04.2017

    Sevgili Kaan Hocam, ne bir düşünce ne de bir söz dilimin ucunda.. Bilincimde ipin ucu kaçtı. Artık ülkemin yüreğine saplanan her hançerde ağlamak istiyorum. Akla mukayyet olma zamanı olsa da, ben de zerresi kalmadı. Ama çok çok gözyaşı var. Saygılar...

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.