Siyaset
SÖMÜRÜLEN ÜLKEDE SOLCUNUN ULUSALCILIĞI

68 Kuşağı’nın ve daha öncesinin solcularının ulusalcı olduklarını, emperyalizme karşı durmayı ulusalcılık (o zamanki sözcüklerle ‘millicilik, milliyetçilik’) olarak yaşadıklarını, insanbu.com’da yazdım. (1)
Söylediğime inanamayanlar, yazılarda gösterdiğim kanıtları görmek istemediler. 68’lilerin ulusalcılığını bırakıp ulusalcılığın neden doğru olduğunu anlatmamı istediler. Oysa ben yazımı, 68 devrimcilerinin ulusalcılığını göstermek için yazmıştım. Mahir Çayan’a ilişkin kanıtlarımı güçlendiren, ulusalcılığı o zamanların düpedüz ‘milliyetçilik’ sözcüğüyle savunan Fethi Naci’den de kanıtlar getiren ikinci bir yazı yazdım ve ülkenin 80 öncesi kuşaklarının saygın Marksçıları arasından verdiğim başka örneklerde ‘ulusalcılık karşıtı’ ya da en azından ‘ulusalcılığın gereksizliğini savunan’ görüşler bulmalarını, bulamazlarsa konuyu yeniden düşünmelerini istedim. (2)
Her ulusalcı solcu mudur?
O yazılarım üzerine, yine insanbu.com’da Kaan Arslanoğlu bir karşı yazı yazdı. (3) Yazısında benim görüşümü “solculuğun baş şartı ulusalcılıktır” dediğim biçiminde aktarışından kendisi, “sömürülen ülkede ulusalcı olunmazsa solcu da olunamaz”ı anlıyorsa, evet, onu söylüyorum. Sömürülen ülkede ulusalcılık, solculuğun olmazsa olmaz koşuludur.
Fakat her ulusalcı, solcu değildir. Emperyalist sömürüye karşı direnişte kurulabilen birlikteliğin ömrü, yolda sola kazanılanlar dışında, sınıfsal savaşıma yönelinceye kadardır. İçerideki sınıfsal savaşımda, solcu olan ulusalcıyla, solcu olmayan ulusalcı ayrı düşerler. Nitekim Kurtuluş Savaşı günlerindeyken Mustafa Kemal’in yol arkadaşı olanlardan kimilerinin, sağ sol sözcükleri kullanılmadan verilen aydınlanma savaşımında, Köy Enstitüleri’nin ışığını karartabilmeleri, bu ayrışmanın güzel bir örneğidir.
“Ulusalcılık, antiemperyalist solculuktur” demişim gibi aktarışına gelince. Her ulusalcı solcu olamayacağına göre, nasıl öyle diyebilirim! Ama “Sömürülen ülkede solcu, emperyalizm karşıtı olmak istiyorsa (zaten başka türlü solcu olamaz ama 90’lardan sonra Türkiye’de böyle solcu da üretildi) ulusalcı/yerelci olmak zorundadır. Bu emperyalizm karşıtlığı -solcu olanıyla, olmayanıyla- sömürülen ülkenin ulusalcılarını buluşturur, bağımsızlığa dek omuzdaş yapar. Emperyalistin istemediği, işte bu omuzdaşlıktır.
'Solcunun ulusalcılığı’ tartışmasında, yeri geldikçe yapmam gereken bir ayırıcı vurgu da, emperyalist ülkede, kendi ulusunun emperyalizmine/yayılmacılığına hizmet eden ulusalcılığın solculuk olmadığıdır. Örneğin ABD’de ulusalcılık sol olamaz, böyle bir ulusalcılığın solla bir ilişkisi de olamaz. Ama bir Afrika ülkesinde Yanki’ye karşı ulusalcılık, her yanıyla soldur. Her şeyden önce, yabancı egemenliğine karşı benlik savaşımıdır, var oluş savaşımıdır.
Sömürülen ülke olan Türkiye’de ulusalcılık, Afrika’daki ulusalcılıkla bu yanıyla benzeşir. Sömürülen ülke ulusalcılığı bağımsızlıkçıdır, ilericidir, aydınlanmacıdır. Sömürülen ülkede solcu, sınıfsal savaşım yolculuğuna çıkar çıkmaz emperyalizmle karşılaştığı için, bu ulusalcılıkla doğallıkla buluşur. Emperyalizmin Türkiye solunda bozduğu doğa, işte bu temel özelliktir. Ulusalcılık karşıtlığıyla, solcunun emperyalizme karşı savaşı işe yaramaz duruma getirildi.
Kaan Arslanoğlu’nun beğendiği ve “keşke o dönemde yaşasaydım” dediği “ruh ve umut” taşıyan, “başı dik ve onurlu” diye nitelediği Cumhuriyet dönemi, bağımsızlığı amaçlamış güçlü bir ulusalcılık üzerinde yükselen emperyalizm karşıtlığıyla yaratılmıştır. Bunun tersini söyleyebilmek için, her şeyi tersine çevirmek gerekir.
Sol ulusal değerleriyle buluşurken, gereği hemen yapıldı
Sömürülen ülkede solculuktan ulusalcılığı ayıklayınca, ortada emperyalizme karşı savaşım kalmıyor. Türkiye’nin, soluna aşılanan ulusalcılık karşıtlığıyla yaşadığı bilinç yoksunluğu budur: Öncünün bilinçşizleştirilmesi.
1990’larda yaşanan ‘küreselleşme’ maskeli yozlaştırma saldırısında Türk ulusalcılığı ‘kötü’ olarak etiketlenmek üzere hedef tahtasına konmuş, Türk-Kürt ayrışması istendiği için de Kürt etnikçiliği ‘Kürt ulusalcılığı’ olarak gösterilip yüceltilmiştir. Büyük çoğunluğuyla Türk solu da bu yüceltmeyi yutmuş, işbirlikçi-ayrılıkçı Kürtçü etnikçiliğe “Kürt hareketi, Kürt ulusal hareketi, Kürt ulusalcılığı/milliyetçiliği” demiş, bir yandan her türlü ulusalcılığı eleştirir görünmeye çalışırken bir yandan da ‘ulusalcılık’ olarak gördüğü etnikçi ayrılıkçılığa utangaç, çekingen bir saygı göstermekten kendini kurtaramamıştır.
Emperyalizm, işte böyle, karşısına çıkmayacak bir sol ister; antiemperyalist (bağımsızlıkçı-ulusalcı) savaşımın başını solun çekmesini hiç istemez; çünkü o zaman sol, kitlelerle buluşur. Emperyalizmin istediği sol, hep marjinal kalacak nitelikteki soldur. Nitekim Gezi başkaldırısı sırasında ulusal bayrakla tanışan, Gezi gösterilerine parti bayrağını bırakmış olarak ulusal bayrakla gitmeye başlamış, ulusal bayrağı dalgalandırdıkları spor salonu toplantılarında üyelik için kuyruk oluşturanları üye yazma aşamasına gelmiş ve kitlelerle buluşma şansı yakalamış olan Marksçı sol parti, hiç geciktirilmeden ortadan ikiye bölünerek gereği yapılmıştır.
Her ulusalcı Atatürkçü olmak zorunda mıdır?
“Ulusalcılık Atatürkçülüktür,” diyormuşum.
Hayır. Ulusalcı olmak ille de Atatürkçü olmak demek değildir. 68 Kuşağı’nın devrimcileri, antiemperyalist olmanın gereği olarak ulusalcıydılar. GDO’lu solculuk gibi yatıp kalkıp Kemalizmi eleştirmiyorlardı ama Kemalizmi son durak olarak da görmüyorlardı. Onlar Kemalizmi ulusal-bağımsız var oluşun bayrağı olarak görüyor, bu yüzden Samsun’dan Ankara’ya ‘ulusal bağımsızlık yürüyüşü’ düzenleyebiliyor, fakat ideolojileri olarak Kemalizmi değil, daha ileri gördükleri Marksçılığı söylüyorlardı. Onların ulusalcılıkları, solcu olmayanın ulusalcılığıyla aynı değildir. Onlar emperyalizme karşı ulusalcıyken, sermaye düzeni olan kapitalizme karşı da sosyalist, yani toplumsalcıdırlar. Yazılarımda Mahir Çayan’dan yaptığım alıntılarda da görülür bu.
“Hürriyet’in lanetlediği, GDO’lu, emperyalist işbirlikçisi, ulusalcılık karşıtı sol ülkeye sokulurken (çok da uzak düşünmüyorum Hürriyet’ten bu konuda)…” diyor Kaan.
Peki, hani solun ulusalcılık karşıtı olması gerekirdi? Hani solun ulusalcılığını emperyalizm ayıklamamıştı? Kaan’ın bu ne dediği belli olmayan tutumuyla tartışmak hemen hemen olanaksız, çünkü bir yerinden tutulamıyor bir türlü!
Kaan Arslanoğlu, insanbu.com’daki 29.04.2017 tarihli, “Küçük Küçük Şebekelerden, Büyük Şebekeye Hizmet… Fikret Başkaya, Yalçın Küçük…” başlıklı bir yazısında Mahir’iyle, Deniz’iyle tüm 68 Kuşağı’nı Kemalist yapıyor. Ben, ‘emperyalizm karşıtlığı’ anlamındaki ulusalcılıklarını ve Kemalizmle barışıklıklarını söylemekle yetinmiştim, Kaan, “68 kuşağı devrimcilerinde (Mahirler-Denizler) sol-radikal Kemalizm hâkimdi,” diyor. (5) “Hâkimdi” demek, ‘belirleyendi’ demektir. Kaan da “hâkimdi” demekle, “Onların solculuğunu, sol-radikal Kemalizm belirliyordu,” demiş oluyor.
Peki, partisinin altı okundan birini ‘milliyetçilik’ yapan Mustafa Kemal ulusalcı değil miydi? 68 Kuşağı’nın solculuğunu Kemalizm belirliyor ama 68 Kuşağı zinhar ulusalcı olmuyor!.. Bu nasıl oluyor!.. Bu tartışmanın kilit noktası burasıdır.
Gelenekçilik ne ölçüde sol olabilir?
“78 Kuşağı bu geleneği (ulusalcılık geleneğini) bozmaya başladı. Ama harbi ve sevilen solcular yine ulusalcıydı,” dermişim.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Düşünsel-siyasal duruşumda gelenekçi değilim, üstelik gelenekçiliğe, olsam olsam karşı olurum. Çünkü gelenekçilikte sorguculuk, kuşkuculuk, düşünmecilik değil, örgüt içi anlamıyla ‘böyle gelmiş böyle gitsin’cilik görürüm. Bir yandan düzene karşı olunurken, bir yandan öndere ve örgütün geçmişine teslim olmayı görürüm gelenekçilikte. Oysa her şeyi yeniden düşünmeye açtığınızda, geleneği de yeniden düşünmeye açmanız gerekir, bu da siyasal düşünüşte geleneğin egemenliğini dışlar.
Benden aktardığı özet tümcesi için, tam öyle değil, şöyle diyorum:
12 Eylül’den önce 78 Kuşağı’nda da, bu konuda önceki kuşak solcularından bir ayrışma yoktu. Ayrışma, ‘küreselleşme’ saldırısının düşünüşümüze yönelik bilinçaltı işlemelerinden sonra ortaya çıktı. O işlemelerden en çok 78 Kuşağı etkilendi. 40 Kuşağı’nda, 68 Kuşağı’nda, tek tük sayılabilecek kimi adlar dışında, ulusalcılık karşıtlığı genel gözlem olarak saptanamaz. Bu dönüşümü, 78 Kuşağı’nın büyük bölümünde 1990 sonrasında başardılar emperyalizmin bilinçaltı işlemcileri. Sol partiler, ayrılıkçı Kürtçülüğün ardına böyle böyle eklemlendi. Kürtçülükten uzak durma savındaki komünistlerin işbirlikçi Kürtçülüğün karşısına bir türlü geçemeyişleri, onlara ulusalcılık karşıtlığı aşılanarak sağlandı.
“Harbi solcular”a gelince… ‘Harbi’ sözcüğüyle tartışamam. Kaan Arslanoğlu’nun yazısı sitede ‘felsefe’ kategorisinde yayımlanmış. Solculuğu felsefe kategorisinde ‘harbi’ sözcüğünün çağrışım alanıyla mı tartışacağız! Bu tartışmada argoyu reddediyorum. Tutumlarımı dayanaksız, düşüncelerimi “yüzeysel” sananlar Anlam Kovalar Biz Kaçarız adlı dil yazıları kitabımdaki –‘harbi’ sözcüğünden yola çıkan– “Argo: Dil İle Düşüncenin Korkunç Uyumu” başlıklı yazıma bakabilirler.
GDO’lu solculuk saptaması aşağılama değildir
Demişim ki: “Bu çizginin (ulusalcılıkla bağdaşmış solculuğun H.Y.) karşısına emperyalistler ulusalcılık karşıtı solu çıkardı. Bu GDO’lu solculuktu.” Evet, bu noktada tam böyle diyorum.
İkinci yazımdaki örneklerimden Fethi Naci’yi, Can Yücel’i, Asım Bezirci’yi sayıyor Kaan yanlış örnekler olduğunu öne sürerek. Tamamlayalım örneklerimi: Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Deniz Gezmiş, Orhan Kemal, Melih Cevdet Anday, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz. Diyorum ki yazımda: Bu adların yazı birikiminde ulusalcılık karşıtlığı bulun, vazgeçtim karşıtlıktan, solcu olmak için ulusalcı olmak gerekmediğine ilişkin bir görüş bulun… Bulamazsanız, bu tanıklarımı bir kez daha düşünün.”
Kaan’ın yazısında, bu adların ulusalcılık karşıtlığı konusunda bir kanıt var mı? (Can Yücel’e ayrıca geleceğim.) Sömürülen ülke ulusalcılığının gereksiz olduğunu söyleyen bir tek tümcelerini gösterebiliyor mu? Gösteremediği gibi, gösterdiğini sandığı 100 Soruda Atatürk’ün Temel Görüşleri adlı kitabında Fethi Naci’nin Atatürkçülük ve ulusalcılık eleştirisi bulunduğu savı boş çıkıyor, çünkü o kitapta Fethi Naci’nin kendisinin tek tümcesi yok. Kitap Atatürk’ün söylevlerinden alıntılarla örülmüş. Bunu, “Sağlıklı Tartışabilmek İçin” başlıklı yazımda kanıtlarıyla gösterdim. (4)
Böyleyken, ulusalcılık karşıtı solcular için, Kaan’ın benden aktarışındaki gibi “Gerçek solcu değildirler, emperyalistlerin solcularıdırlar,” diyor muyum peki?
Hayır! Burada bir söylem düzeltmesi yapayım. “Gerçek solcu değildir” sözünü söyleyemem, çünkü ezici bir çoğunluğu içtenlikli. Bireyleri konuşuyorsak, ‘sahte’ diyebilmem için o bireylerin içtenliksiz olduğunu da söyleyebilmem gerekir ki, hiç öyle değil. Tartıştıklarımın hepsi, solcunun ulusalcılık karşıtı olması gerektiğini, inanarak savunuyorlar. Ben, onların solculuklarının emperyalizmi önleyemeyecek duruma getirilmiş olduğunu, bunun da ulusalcılık karşıtlığıyla sağlandığını söylüyorum, içtenliksiz olduklarını söylemiyorum.
“Bizi toptan liboşların, ajanların çuvalına atıyor,” diyor, Kaan Arslanoğlu. Öyle görsem, hem bu sitede yazmazdım hem de başka yerde tartışsam bile ‘liboşluk, ajanlık’ v.b. üzerinden olurdu tartışma. Benim yazılarımın hiçbirinde ulusalcılık karşıtı solun tümüne ‘liboş, ajan’ dediğim görülemez ama liboş ve ajanlara ‘sahte sol’ diyorum.
Ayırıcı olan, içtenliktir, niyettir. Ulusalcılık karşıtı sola, desem desem ‘işe yaramazlaştırılmış sol’ derim. Gerçekten de sömürülen ülkede ulusalcılık karşıtlığına sürüklenmiş sol, emperyalizm karşıtlığı ayıklanmış soldur. Emperyalizm için, zararsız bir soldur bu. Yerli emekçi halkın hiçbir işine yaramaz. Hattâ ulusalcılık karşıtlığı, yavaş yavaş solcuyu kendi ulusuna karşı duygulara sürükler, yurt duygusunu yaralar, zayıflatır. Örneğin Ege’de Türk adalarını Yunanistan’ın işgal etmesi, bu solcu türünü hiç mi hiç ilgilendirmez. Çünkü bir ulusun sorumluluk taşıyan bireyi olma özellikleri, törpülene törpülene neredeyse yok edilmiştir.
Ulusalcılık bir partinin tekelinde midir?
Kaan Arslanoğlu, eleştirilebilir bulduğu ulusalcı örgüt özellikleri sıralıyor yazısında, bu çelişkileri tüm ulusalcılara yakıştırıyor.: “Bugün PKK’yı destekler, ertesi gün satabilir, bugün AKP’ye karşıdır, yarın devrilmesini engelleyebilir. (…) Bugünkü iktidarı antiemperyalistmiş gibi göstermek gizli emperyalist işbirlikçiliğidir.”
Bu saydıklarının, Mahir Çayan’ın, Fethi Naci’nin ulusalcılık karşıtı olmayışıyla, sömürülen ülkelerinde ulusalcı oluşlarıyla, benim bunu ortaya koyan yazılarmla ne ilgisi var? Dahası, benimle ne ilgisi var?.. Hiç!.. Kaan, her gördüğü ulusalcıyı kafasında aynı torbaya doldurup girişiyor.
Ama büyük bir düşünme yanlışı yapıyor. Yazısını okuduğu kişiyi, konuya ilişkin bir önceki yazımda (5) söylediğim gibi, bir topluluğun resminin önüne koyuyor, onlara yönelttiği tüm eleştirileri, yazısını okuduğu kişiye de yöneltiyor.
Böyle tartışma olmaz. Benim o iki yazımın, Kaan’ın yukarıda saydıklarıyla hiçbir ilgisi yok. Kaan acaba Halkın Kurtuluş Partisi'yle ulusalcılığı nasıl tartışacak, CHP ile nasıl tartışacak, Kıvılcımcılarla, ya da Aybarcılarla nasıl tartışacak? Nitekim o ulusalcı-solcuların da, yukarıda kendince özellikler mal ettiği partiyle hiçbir ilgileri yok.
Can Yücel’in ulusalcılığı ve Kürtçülerle dansı
Can Yücel ulusalcılık karşıtı değildi. Tersine, sömürülen ülkenin ulusalcı-solcusu olduğu ama etnikçilikle ulusalcılığı karıştırdığı için, Kürtçülüğü de ulusalcılık sandı, Kürtçülükle selamlaştığı bir döneme girdi yaşamının son yıllarında. Bu, ulusalcılık karşıtlığı değil, etnik ayrılıkçılığı ulusalcılık sanmaktır. Ama Can Yücel’de bunu içtenlikli bir yanılma olarak görüyorum, kötü niyet yakıştıramıyorum. Kaan, Can Yücel için “enayi değildi” derken kötü niyet yakıştırıyor. Oysa Can Yücel’in yaşamında kişisel çıkar için ordan oraya savrulmalar yok. Bir insanın yaşamında gösterdiği çizgi değişikliklerini ya da yalpalamaları kişisel çıkarla suçlamak için, o insanın o değişikliklerden kişisel çıkar derlemesi gerekir.
İşbirlikçi-Kürtçü ayrılıkçılığa “Kürt ulusal hareketi, Kürt hareketi, Kürt ulusalcılığı” diyen herkes ve her solcu aynı yanlışı yapıyor. Hele bu yanlışı yapan partilerden biri -şimdi iki buçuk parti yapıldılar, her iki buçuğu için de söylüyorum aslında- Can Yücel’den farklı olarak, hem ulusalcılığa karşılar… Hem de bu etnik ayrımcılığa, ‘bir ulusun içinden başka ulus çıkarmaya’ ulusalcılık diyorlar.
Ama işin ilginç yanı, sömürülen Türkiye’de Türk ulusalcılığının karşısına geçerken, Türkiye’nin içinde Türklerin sömürdüğü bir Kürt ülkesi varmış gibi davranıyor ve Kürt ulusalcılığı dedikleri ayrılıkçılığın karşısına geçmiyorlar. İşbirlikçi ayrılıkçılığa ‘Kürtçü’ diyemiyorlar örneğin. Onlar için yalnızca Türk ulusalcılığı sola aykırı, Kürt ulusalcılığı dedikleri etnik ayrımcılık, saygıyla izlenecek bir kalkışma! Ayrılıkçıların sol olmadığını söylediklerini atlamıyorum. Ama saygı içinde izlediklerini de göz ardı edemiyoruz, çünkü o bakış açısından, emperyalizm işbirlikçiliğinin ve yurttan parça koparılmasının seyirciliğine sürüklendiklerini göremiyorlar ya da görmek istemiyorlar. Türk ulusalcılığının karşısına geçiyorlar ama PKK’nın karşısına, PKK ayrılıkçılığının karşısına yurtsever duygularla, yurt bilinciyle geçemiyorlar. Çünkü yurt ve ulus bilinçleri çarpılmıştır. Bu çarpılmışlık içinde hem işbirlikçi-ayrılıkçı pankürdizme ‘ulusalcılık’ diyorlar, hem de sözde ulusalcılık karşıtı olarak saygılı saygılı izliyorlar. Yurtseverlik lafla olmaz; ülkenin hiçbir yeri sömürge değilse, ülken bölünmek istenirken bölücünün karşısına ulusal bilinçle geçebilmeyi gerektirir.
Gelecek yazılar, başka tanık ve kanıtlarla
Bilgilerimizi, düşüncelerimizi “yüzeysel” sananlar için, sonraki yazılarda, kendi büyüklerinden kanıtlarla geleceğiz. Bakalım yine, “onlar şerefli yerlerinden bize baksınlar” diyerek onları da bırakmamızı, daha doğrusu onları da duymazlıktan gelmeyi mi isteyecekler, yoksa içtenlikle, tanıkları ve kanıtları düşünme olgunluğunu gösterebilecekler mi, göreceğiz.
Tartıştığımız, bu sitedeki bir ya da birkaç kişi değil. Bu tartışma, solun yurtseverliğinin gerçek anlamda yurtseverlik olmaktan çıkarılmasıyla, yurdun da nasıl elden çıkarılabileceğinin tartışması. Kısa kesmeye niyetimiz yok.
Hürriyet Yaşar
-
http://www.insanbu.com/Siyaset-Haberleri/348-mahir-cayanin-unutturulan-ulusalciligi
-
http://www.insanbu.com/Siyaset-Haberleri/365-marksci-sola-unutturulmus-ulusalcilik-
-
http://www.insanbu.com/Felsefe-Haberleri/368-ulusalcilik-neden-guvenilir-bir-cikis-yolu-degildir-can-yucel-ulusalci-miydi
-
http://www.insanbu.com/Siyaset-Haberleri/406-kucuk-kucuk-sebekelerden-buyuk-sebekeye-hizmet-fikret-baskaya-yalcin-kucuk
-
http://www.insanbu.com/Siyaset-Haberleri/378-saglikli-tartisabilmek-icin
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Haluk Erturk 27.05.2017
Bence bu sorunun kaynaklarindan birisi aslinda TİP/SİP gelenegindeki MDD karistligi (Trockizm), buradan yetisenlerin bircogu takintili bu konuda ama en onemli sebep Sovyetler'in yikilmasiyla emperyalizm destekli postmodern, radikal demokrat, liberal sol anlayislarin yukselise gecmesi ve bunlarin Kurtculukle muazzam uyusma hali, PKK da sol liberal bir orguttur. Ayrica siz de "Marksist, Kemalist olmayandir." demeye getiriyorsunuz ki bu da yanlis bence: Kemalizm, Milli Kurtuluscuk ve bizdeki Jakobenizmdir; bir Fransiz Marksistinin kendisine Jakoben denilmesine itirazi olmayacagi gibi bir Turk Marksistinin de Kemalist denilmesine itirazi olmamalidir.
HALİL YILMAZ 24.05.2017
Uzun süredir solda ulusalcılık tartışmanızı izliyorum. Hürriyet Yaşar oldukça etkili ve detaylı yazmaya devam ediyor ve sorguluyor hem de üslubundan kaybetmeden. Kaan beyin cevabını da heyecanla bekliyorum, bakalım neler olacak. Umarım argo kelimelerden kaçınan bir tarzda, samimi eleştiriler görürüz.
Nufer Kurt 24.05.2017
Güzel bir yazı; belli ki önü arkası var; Kaan hocamın cevabını da bulup, okumalı; bağlayıcı bir söz etmeden önce...
Cemal Öztürk 24.05.2017
(5) Türk devrimin üç ana niteliği dikkatimizi çeker: 1-Saltanatın (monarşinin) kaldırılması 2- Hilafetin TBMM içinde içkin hale getirilmesi; İsteklerimizin ve devlet yönetiminin laik hukuk ve ahlaki akıl üzerinde temellendirilmesi demektir. Burada vicdanı ve irfanı hür nesillerin yetişmesinde ilk koşul eğitimin Firavun-Karun ve ruhban baskısından kurtarılmasıdır. 3-Medeni kanunun kabulü. O halde milli demokratik devrimin özeti şudur: Fetva=KHK= ferman yetkisinin sultandan alınıp millet iradesine devredilmesidir. O halde her demokratik devrimin özü; firavun-Karun ve ruhban sınıfı arasındaki sömürü işbirliğini önlemektir. Dikkat ederseniz devrim karşı devrim cephesinde her şey giderek aslına dönüşmektedir. Firavun-Karun-Ruhban sınıfı arasındaki işbirliği ta eski mısır, Sumer, Arap Emevi-Abbasi devletinden, Selçuklu, Osmanlı devletine kadar devam ede gelen çok eski bir sınıflı toplum geleneğidir. Asla Kurandaki İslamın muhkem bir talimatı değildir.
Murat Güler 24.05.2017
Attila İlhan 'dan sonra sol -ulusalcılık ilişkisi hakkında bu kadar zihin açıcı bir yazı okumamıştım . Kaan abi umarım bilgisizlik , cahillik vb bir yazı yazmaz da ondan da bir şeyler öğreniriz (zaten öğreniyoruz)
Cemal Öztürk 24.05.2017
Kürt hareketi ile en başta Gülen cemaati ve diğer siyasal islamcıların tarihsel bir ittifak içinde olması, ister istemez Türk solu ve ulusal hareketine yönelik bir çok kumpas, tertip ve komplonun yürürlüğe girdiğini gördük. Bugünlerde Donald Trump döneminde ise, Suudi- İran eksenli yeni bir ruhban medyası hazırlıkları yapılmakta. Cumhuriyetin yanında yer alan Türk, Kürt, Boşnak Gürcü, alevi , sünni, ülkücü, halkçı, devrimci herkesin ulusal ölçekte birleşmesi kaçınılmaz görünüyor. Günümüzde 19. Yüzyılın rekabetçi ve sanayi tipi kapitalizmi artık yok. Devletlerin ve militarizmin konumlanması da çok farklı bir kutuplara yöneliktir. Ulusallık davası özünde sınıfsal sömürüye karşı itirazı da barındırmaya devam ediyoruz. 19. Yüzyıl Marksizminin kehanetleri hilafına 20. Yüzyılda gelişen anti emperyalist ulusal demokratik devrimler aynı hayati önemlerini korumaya devam ediyor. Tabiki bölgesel ve konjoktürel güçlerin ittifakları biçiminde.
Cemal Öztürk 24.05.2017
(3) Şimdi az önce değindiğim pencereden genel manzaraya baktığımızda: Emperyalizmin 'pazar payı' kavgası için öncelikle kendisine uygun bir ruhban medyası yaratması lazımdır. - Bunu öncelikle satın alma yoluyla yapar. Ruhban medyası denince sadece imam ve papazları anlamak eksiklik olur. Buna yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, siyaset erbabı, think- thank kuruluşlar ( TESEV en bilinenidir) ve tüm toplum mühendisleri buna dahildir. - silah zorunu da yedekte tutar. ( Darbeler, istihbarat servisleri, çeşitli dernek ve cemaatleri organize etme, suikastler vs) Burada hemen anımsayalım, 1980 lere kadar sosyalist solun öldürülmesi, hapse atılması 1990 lardan sonra Kemalist aydınların tasfiye edilmesi dikkat çekicidir.
Cemal Öztürk 24.05.2017
(2) Cumhuriyet devrimi ve karşı devrim cephelerinde yer alan güçlere bakarsak Genel olarak cumhuriyet cephesinde yer alan kesimler 1. Hem Atatürkçü hem dindar laik kesimler 2. Türklüğü benimsemiş çeşitli etnik kökenli topluluklar( Arnavut, Boşnak, Bulgar, Gürcü, Çerkez vb.) 3. Kürt, Laz, Arap gibi yerli halkların bir bölümü) Karşı devrim cephesi: 1. Hilafet ve saltanat yanlısı bir müslümanlığı savunanlar 2. Emperyalistlerle her an işbirliği yapmaya eğilimli bir Arap İslamcı anlayışı. 3. Kürt ve Ermeni' lerin ezilen milliyetçiliği savunması 4. Emperyalizmin satın alma özgürlüğünü savunan liberal, neoliberal ve sol liberal kanat.
Cemal Öztürk 24.05.2017
(1) Ulusalcılık denince: 1. Dil, kültür, tarih bilinci 2. Coğrafi sınırların belirlenmesi 3. Vatan toprağındaki kaynakların rasyonel değerlendirilmesi ( tarım, hayvancılık, madencilik ve sanayinin geliştirilmesi vs.) 4. Teknolojinin üretilmesi için de bilimsel eğitim ile kadroların devamlılığı esastır. 5. Çağdaş uygar bir toplum yaratılarak emperyalist saldırılara karşı donanımlı olmak. Şimdi bu hedeflerin saptırılması, soğuk savaş yılları boyunca ülkemizde dönen dolapların siyasal dökümü elbette uzun hikaye.