Siyaset
Adalet Yürüyüşü ABD Planı mı? Kurtuluş Yolu mu?
Bu yürüyüşe şahsen katıldım, destekledim. Başından sonuna dek güzel bir hareket olduğu düşüncesindeyim. Ortaya atıldığı ilk gün, “Hiçbir şey yapmamaktan iyidir” demiştim. Düzce’de katılan gübreyle coştuğu, son noktasında da bir umut, bir şeylerin iyileşmesi için bir basamak yarattığı kanaatindeyim.
Fakat ciddi ya da büyük bir umut mudur?
Hayır, yaşadığımız şu karabasan içinde geçici bir ferahlama yaratabilecek yeni bir dönem için temkinli bir umut.
Niye mi böyle? Bu yürüyüşün önderliğinin, katılan grupların ve genel olarak muhalif kitlenin niteliğini bildiğimizden ötürü.
Onlarca yıllık politik yaşamımda ve yazarlık hayatımda o insanların tam içindeyim. Dört yıldır da İnsan BU’da son derece önemli konularda sayısız girişimimiz, sondajımız oldu. Kaliteyi biliyoruz.
Yukarıda bahsettiğim önderlik ve kitle, neresinden baksan budur. CNN izleyen, Ahmet Hakan takip eden, Yılmaz Özdil’e, Uğur Dündar’a hayran, Hasan Cemal, Murat Belge’yi değer sanan, Hürriyet, Sözcü, en iyisi Birgün abonesi bir kitle. Danışmanı Emre Kongar ve benzeri kişiler olan bir genel başkan. Çok mu kötü? Evet, bazıları kötünün kötüsü, ama hepsi değil elbette. Ama bu kadar. Altı üstü, nitelik bu kadar.
Yürüyüş Bir Turuncu Karşı-Devrim Provası mı?
Kiminle konuşursanız, kimi okursanız hak vereceğiniz geliyor. Herkes kendi açısından son derece haklı. Çünkü yalnızca kendi haklı oldukları açıyı gösteriyorlar, öteki açılar hiç yokmuş gibi kendilerini bile inandırıyorlar.
O yüzden kim haklı diye sormamak gerek artık. Herkes haklı. AKP bile haklı. Kim doğru diye bakmak lazım. Kim birçok açıdan bakabiliyor ve bu birçok açının ortalamasında kim doğruya en yakın. Bu anlamda kim daha düzgün, tutarlı ve güvenilir?
Olguları üç boyutuyla kavrayabilecek insanlar binde birden azdır. Evrensel yasa. Olayları iki boyutlu görebilen insan oranı bile yüzde bir kadardır. Toplumun yüzde doksanı, buna en okumuşlar, en “profesörler” de dahil, olguları tek boyutlu görür. Bir şey ak veya karadır, doğrudur veya yanlıştır. Bir yerde mutlak iyiler, öte yanda mutlak kötüler bulunur...
Siyaset ne yazık ki, işte bu tek boyutlu düşünen insanları gütme sanatıdır.
Liderler her ne kadar olayları üç boyutlu kavrayabilecek insanlar ise de (onların da hepsi değil), siyaseti tek boyuta indirgeyen kişilerdir. Bunu böyle yaptıkları sürece taraftar toplayıp başarıya ulaşırlar.
O yüzden de siyasette çirkin bir dil, karşı tarafı en keskin biçimde suçlayıcılık temelinde bir söylem hakimdir.
Ama öte yandan Kılıçdaroğlu’na sırf karalama olsun diye edilen düzeysiz iftiraları bir yana koyalım… Getirilen ciddi eleştirilerin çok büyük bir bölümü haklıdır. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşle ilgili savlarının çok büyük bölümü ne kadar haklıysa…
ABD’nin Kılıçdaroğlu’nu desteklediği doğrudur. Yeşil olmayan sermayenin büyük bölümünün bu yürüyüşün arkasında olduğu doğrudur. HDP ile CHP’nin belli bir ittifak içinde olduğu doğrudur. Bir kısım FETO’nun yürüyüşte bulunduğu doğrudur. Eski AKP destekçisi, her zaman rüzgardan yana birçok yalaka unsurun yürüyüşe katıldığı, en önde Kılıçdaroğlu ile poz verdiği doğrudur.
Ama Perinçek ve izleyicilerinin iddia ettiği gibi tüm bunlar bu yürüyüşü yanlış yapmıyor. Turuncu Karşı-Devrim provası yapmıyor.
Neden?
Çünkü iktidar onların iddia ettiği gibi “millici” bir iktidar değildir. Haklı zeminini kaybetmektedir. Cumhuriyeti zayıflatıp parçalamaktadır. Devlet din devleti haline gelmektedir.
Ama AKP de haklıdır dedik. Niye?
Ülkenin büyüdüğü, emperyalist paylaşım savaşlarında taraf olmaya başladığı doğrudur. Bu yüzden ABD ve AB’nin AKP’den hoşlanmadığı doğrudur. Yoluna taş koydukları doğrudur. Bu ülkenin PKK-HDP eliyle parçalanmaya çalışıldığı (aslında harita bir yana, toplum zaten parçalanmıştır) doğrudur. Bunu önleyen en ciddi gücün devlet ve AKP olduğu da doğrudur. Artık buna ne kadar güvenilebilirse! AKP yandaşı Bahçeli’nin ve Vatan Partisi’nin haklı oldukları (neredeyse tek) önemli zemin de budur.
Tüm bunları ve tehlikeleri göz önüne koyduğunuzda, muhalefet tarafında, size “AKP yalakası” diyecek, cidden sosyal geri zekalı büyük bir kitle de bulunmaktadır.
Madem AKP yalakası diyecekler, bir şey daha belirteyim. Bu ülke tek adam diktası altındadır. Doğru mu doğru. Ama bu dikta dört dörtlük bir faşizm değildir. On üstünden 4-4.5’luk bir faşizmdir. Hala “demokrasi” vardır. Sosyalizm için çalışabilirsiniz yasal olarak, engel yoktur, komünist parti kurabilir, örgütlenebilirsiniz. Ama taraftar bulamazsınız. Bunun tek suçlusu herhalde Tayyip Erdoğan değildir. “Bıçak kemiğe bir türlü dayanmamaktadır.” Belki de hiç kemiğimiz kalmamıştır. Bunu nereden anlıyoruz: Birçok somut olgu var, sadece birini öne çıkarayım. AKP ve Tayyip Erdoğan’ın karşısına kim çıksa (her seçimde yaşanıyor, Baykal, Ekmeleddin, Kılıçdaroğlu… en son bu yürüyüşte de ortaya çıktı) muhalefet cephesinde yığınla yazar ve milyonlarca insan onu kötülemeye başlıyor. Adeta “Eğer bu alternatifse, biz Tayyip Erdoğan’a razıyız” tavrı gösteriyor. Bıçak kemiğe dayansa bu kadar “doğrucu” düşünmeye kimsenin lüksü olmaz. Çoğumuzun keyfi tıkırında. Şimdi, bahsettiğimiz karmaşık “demokrasi” olgusunda üç etmen rol oynuyor: Birisi her ne kadar kalitesiz ve niteliksiz de bulsam muhalefetin direnişidir. İkinci etmen ne kadar beğenmesek de AKP ve Tayyip Erdoğan’ın az buçuk kendi özdenetimleridir. Asıl büyük etmen de kötücül yanı çok ağır bassa da uluslar arası kapitalist sistemin günlük üretim-tüketim işleyişidir. (Bunları yazıyoruz da kim anlayacak, anlayanlara söylüyorum.)
O zaman Bahçeli ve Perinçek, ötekilere göre daha mı haklı? Kendi açılarından haklılar da… Daha mı doğrular?
Gelin o zaman haklılığın ve doğruluğun, onların gizlediği yanına bakalım. AKP, Bahçeli ve Perinçek, bu kadar çirkin üslupla karşı cepheyi suçlarken, kendileri ne konumdalar?
Her şeyin temeli ekonomi diyorsak ki, öyledir: Ülkemiz tarih boyu görülmemiş bir doğa katliamına uğramaktadır. Büyük şirketlerin tamamına yakını, ya yabancıdır, ya yabancılarla ortaktır. Ülke ekonomisi uluslar arası kapitalist sistemin çok önemli bir parçasıdır. Hem pazar, hem sermaye bakımından. En ücra köyüne kasabasına, bakkalına, manavına, deresine, toprağına, kıyısına, Boğaz’ına varana dek ülke bizim olmaktan çıktı çıkacaktır. Bunu bilip de “millilikten” bahseden kişi, tek boyutlu düşünen insanları aldatan yalancıdır.
Yok, onlar halledilir, önemli olan bayrağın dalgalanması, yani tek millet, tek bayrak, tek.. tek.. diyenlerden, olayları günlük siyasetin ufkuyla değerlendirenlerden isek: AKP bu ülkeye ABD operasyonu ile iktidar yapılmıştır. BOP eş başkanı bizler değiliz veya Kılıçdaroğlu değildir. İşin başında hala AKP ve Erdoğan vardır. TSK bu hale Kılıçdaroğlu tarafından sokulmamıştır. Ergenekon operasyonlarını CHP yapmamıştır. Son referandumda millet iradesi alenen gasp edilmişken, nasıl adaletin hiç olmadığı kadar iyi bir yerde bulunduğundan bahsedilebilir? AKP hala ABD’nin bir numaralı müttefikidir. ABD’nin güncel niyetlerinden bağımsız bir şeydir bu. PYD yurt dışında ABD’nin 1 numaralı müttefikidir. Ülke içinde HDP 2 nolu müttefiktir. CHP 3 numaralı, belki 2.
ABD’nin, 15 Temmuz darbe girişiminde, sonraki 20 Temmuz darbesinde bile ikili oynadığı her geçen gün daha çok açığa çıkıyor. FETO’nun da bölündüğü ve iki tarafta da olduğu görülmektedir.
Bir kez daha yineleyeyim: Emperyalist siyasi planlar bir ülkede tek gücü müttefik, öteki gücü mutlak düşman sayarak ilerlemez. Emperyalizm ikili, üçlü, dörtlü oynar. Uluslararası sermayenin bu derece yaygın ve rahat çalıştığı ülkelerde, bunun tersi eşyanın tabiatına aykırıdır. A, B, C planları vardır ABD’nin. Ancak kırılma anlarında bir güce yığınak yapabilir. Uluslar arası sermayenin bizdeki kadar güçlü olmadığı Saddam rejimi için bile bu böyleydi. Saddam-ABD ilişkilerinin pazarlıklara ve aylık değişen planlara göre yürüyen karmaşık tabiatını bilmiyor musunuz? Onu görmüyorsak Mısır’daki Arap Baharı’na bakın. Bizim ülkemiz Libya veya Suriye değildir. Burası zaten NATO ülkesidir. Bizim generallerimizin hepsi ABD, İngiliz eğitimlidir. “Ulusalcı” dediklerimiz de öyledir. Bu ülke ekonomik olarak ABD, AB, Japon yarı-sömürgesidir ve bunun siyasi, ideolojik ayağı çok güçlüdür.
O zaman ne oluyor? Her iki taraf da Amerikancı oluyor. Ee, bu afta tafra ne o zaman? Göz boyama. Dedik ya, bir tek göz boyama olmayan şey, çok ciddi bir PKK tehdidi.
Bu tehdit sadece on binlerce insanımızın yaşamını almadı. Muhalefeti her kafasını kaldırmaya çalıştığında ikiye böldü. Zaten bu ülkede solun potansiyeli bellidir, en çok yüzde kırka çıkabilmiştir. PKK ayrılıkçılığı solu her seferinde tam ortasından doğramıştır.
Gördüğümüz şudur ki, 30 yıldır ülkede denklem aynıdır. Denklemi gören, görmek isteyen yoktur. Bu ülkenin aydınları, denklem 30 yıldır aynı olduğu halde her sabah etrafına bakmakta, bambaşka bir denklemle karşılaşmış gibi şaşkınlık içinde başı kesik tavuk misali çırpınmakta ve fakat her gün yine aynı değişmez folluğuna gidip oturmaktadır.
Kılıçdaroğlu tüm bu hengame içinde ilk kez bir liderlik başarısı gösterdi.
Gezi’de kendiliğinden birleşen, birbirine benzemez, kırk telden bağıran grupları Bayrak ve Atatürk etrafında birleştirdi. Adalet kısmı biraz hikaye. Çünkü Kılıçdaroğlu ve o kitlede de adalet duygusu pek zayıftır.
Adalet duygusu olan kişi veya grup sosyalist olmak zorundadır. Yanlış anlaşılmasın: Kendisine sosyalist demesi şart değil. Bizdeki sosyalistlerin büyük çoğunluğu her bakımdan kapitalizmin insanıdır. O kişi veya grup sözel olarak sosyalist olmayabilir. Ama yaşamdaki duruşu, ilişkileri, dünyaya bakışı, yemesi içmesi, okuması, çalışmasıyla adaletli olmalıdır. Ancak bu konulardaki ciddi eksiklerimizi giderirsek adalet güçlenir. Hepimiz önce kendimize bakmalıyız iktidarı suçlamadan önce. Bu aynı zamanda sosyalist karakterdir. Tabii ki, bu insanlar siyaseten de önce bağımsız vatan, cumhuriyet ve sonra sosyalizm şiarını öne çıkarmalıdır. Ancak böyle insanların adaleti ciddiye alınabilir, ciddi bir güç haline gelebilir.
Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünün arkasının gelmesini diliyorum. Çünkü tüm artıları eksileri topladığımızda, en olumlu kıpırdanma bu yürüyüş. Fakat yukarıda özetlediğim gerçeklerden ötürü fazla şey umamıyorum.
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Kaan Arslanoğlu 21.07.2017
Sevgili Ahmet, Teşekkür ederim katkın için. Yalnız "sol" oyların en çok yüzde kırk olması olgusu yine mevcut solcuların bakış açısıdır ve en iyimser değerlendirmedir. Gerek bu yazıdan çıkan ve gerekse benim önceki yazılarımda defalarca belki elli kere yazdığım şey senin dediğine yakın ve hatta çok daha gerçekçi. Bence Türkiye'de gerçek anlamıyla solcu yüzde birin altındadır. Ben senin solcu dediklerine de solcu demiyorum. Solculuğun az sağcılık "sağcılara göre daha düşük yoğunluklu sağcılık" olduğunu da birkaç kez yazdım. Bu kafadan atma bir saptama değil. Ölçütlerini de koydum. Zaten asıl mesele de odur.
ali ahmet ertürk 20.07.2017
Uyuşturucu, akaryakıt kaçakçılığı ve devleti soymaya dayanan mafya yükleniciliği dışında çağdaş ve anlamlı bir üretim ilişkisi yaşanmayan Güney-doğu'da genel olarak şekillenen ortalama bir zihinsel yapı için, "Şeriatçı" veya "Komünist" olmak arasında fark var mıdır?.. Ve olabilir mi?.. Her ikisinin de değişmeyen kutsalı; "Avanta"dır. Sağcılık- Solculuk üretim ve bölüşüme dair Batılı kavramlar olup, bizde kendini "sağcı" olarak niteleyenlerin önemli bir çoğunluğu gerçekte "sağcı" da değil, "avantacı" dır.
ali ahmet ertürk 20.07.2017
Yazıya ilişkin çok yönden eleştirilerim var. Ancak uzatmak istemediğim için beni biraz gülümseten yanlış ve iyimser bir tespite cevap vermek istiyorum. "Sol oyların en fazla %40 " olduğu konusu çok romantik. Sanıyorum bunu 1977 seçimlerinde Ecevit'in aldığı oy oranına dayanarak ileri sürmekte bütün romantik solcularımız... 1977'ler ile kıyaslandığında bu gün için önemli bir nufus şehirlerde yaşıyor bile olsa, ülkemiz zihinsel olarak hala köylüdür. Batılı anlamda bir "sol" oy oranı bu gün bile %10'u geçmez. Çağdaş kapitalizme evrilememiş ülkemizde 1977'lerde "sol" sandığımız oy, çok partili sisteme geçildiğinden beri aşağılanan, ancak 1974 Kıbrıs harekatı ile ABD'ye kafa tutabileceğine inandırılan bir köylü toplumunun anti-emperyalist coşkusudur. Başka bir örnek; 1965'lerde sosyalist TİP Diyarbakır'dan milletvekili çıkarmıştı!.. Oysa bu gün bile, Diyarbakır ezici çoğunluğuyla işsiz olduğu halde 9-10 çocuğu olan insanların yaşadığı feodal-dejenere bir toplum. Batı'daki "sol" farklı...
Cemal Öztürk 14.07.2017
(devam) V.P. kanadı bu olaya her zamanki Aristo mantığıyla tepkisini verdi. Aynı Aristo mantığı iktidar cephesinden yüzlerce kez tekrar ediliyor: HDP hayır dediyse bütün hayırcılar teröristtir. - Bak bu adalet yürüyüşüne yine HDP mensupları destek veriyor diye CHP ye “suçüstü kınama" havasına girdiler Bu yaklaşım da sakat bir bakıştır. Kendileri “Çözüm süreci” adına akil adam operasyonları yaparken hiç de böyle düşünmüyorlardı. Barzaniye, PYD ye, Öso’ya lojistik destek verirken hiç de böyle düşünmüyorlardı. Görünen o ki Gorbaçov Kemal, yeniden Gandi Kemal olma ünvanını liberal sistemin belli jüri ulemasından peşinen almayı basardı.
Cemal Öztürk 14.07.2017
“Adalet” yürüyüşü; Adalet ve Kalkınma Partisinin 15 yıllık iktidarında, Türkiye’nin geldiği yer açısından acil bir çığlıktır. Buna itiraz eden zaten iktidarın yandaşıdır. Gelgelelim bu yürüyüşün toplumsal beklenti ve sonuçları yönünden değerlendirilmesinde çok sayıda farklı bakış söz konusudur. Bu farklı bakış açıları insanların meseleye nereden baktığının da beyin tomografisidir. Benim olaya bakışım şudur: KK her zaman yumurta kapıya gelinceye kadar bekleyen bir yöneticidir. Büyük azim ve sporcu ruhu ile yürüyüşü tamamlamıştır. AKP adeta bu süreçte kendisinin de meşruluk kazanacağını bilerek titizlikle güvenlik önlemlerini alabilmiştir. Dikkat ederseniz hemen ertesi gün liberal çevreler K.K.nu " yeniden lider olmayı başardı " diye alkış niyetine azizlik sertifikası payesi verdi. Ümit Kocasakal gibi tutarlı, yürekli, onurlu adayları ise “okuldan uzaklaştırma cezası veya kınama cezası” ile tehdit etti. V.P. kanadı bu olaya her zamanki Aristo mantığıyla tepkisini verdi.
İNAN 14.07.2017
Merhaba. Güzel yazı. Ne kadar yazılırsa yazılsın bir yanı eksik kalacak. Bin bir dereden su getirmeyip, o öyle olmaz böyle olur falan deyip akıl buyurmadan yürüyüşü desteklemeniz iyi bence. K.K.K. haz etmem, sert eleştiririm ayrı, orada yürüyen benim vefakar, aydınlanmayı bilmese de savunan insanıma, akrabalarıma saygım ise sonsuz. Hiç yoktan iyiydi, aceleyle yapılması aklıma başka sorular getirdi. İşin iç yüzünü bilmiyorum ama tahminimce anket filan yaptırmış olabilirler. Biten umudu ancak o zaman gördüler, belki zevahiri kurtardılar belki koltuklarını korumak için K.K.K.'yı yürüttüler, bilmiyorum. K.K.K. ile olmaz. Yine de onca insanı orada görmek güzeldi.
yusuf bodur 14.07.2017
Sayın FATİH TORUN arkadaşa teşekkür ederim; Yorum yazmama gerek kalmadı çok özlü bir şekilde ifade etmiş. İnsanBu - Kaan Arslanoğlu teşekkür ederim bu yazıyı bekliyordum enfes bir sey, kısacık yazıda ülkenin serencamı hiç eksiksiz gözler önüne serilmiş diyecek bir şey yok.Varolun...
Celalettin Cepçioğlu 14.07.2017
2015'te HDP'ye yönelmiş 'progresif' oylar CHP'ye (otomatikman) gitmez. Bunun için CHP'nin KK ve yanındaki amcalar ve teyzeler ile takılması ve habire (zaten yanında konuşlanmış) statükocu kesimleri hedeflemesi değil -> parti tabanındaki gençleri öne çıkartması ve zamanın ruhuna uygun söylemleri pompalaması gerekir. Bunları da bir "vizyoner senaryo çerçevesi" dahilinde anlatması. HDP'nin 'hikayesi' var, CHP'nin yok. HDP vizyonuna rağmen, insafsızca yargılanıyor; CHP vizyonsuzluğuna rağmen, kolayca kabul görüyor. TR'deki ilerici fikir babalarının ve dubalarının kronik çelişkisidir.
Ç. 14.07.2017
Ülkeyi dönüştürmek istedikleri düzen ile Kürt hareketinin seküler kökenden gelmesi çelişmektedir. İlişkilerin bozulmasında bu durumun da etkisi vardır. Kürt hareketi hayır oyu verirken Barzani'ye yakın siyasi gruplar son yapılan plebisitte evet oyu vermiştir. Barzani ile iyi ilişkileri devam etmektedir. Kılıçdaroğlu, Adalet Yürüyüşü'ne başlamasında sürecin kendisine uzanabileceğini düşünmüş olabilir. Yürüyüş CHP'li bir milletvekilinin tutuklanması ile başlamıştır. Turuncu devrim de sosyalizm de bu yürüyüşten çıkmaz. Muhalefetin sokağa çıkmasına katkısı olmuştur. Kapitalist düzene bir tepki yürüyüşten çıkarılamaz.
Ç. 14.07.2017
Ulusal sermaye uluslararası sermayenin bir parçasıdır. İktidar sermaye ile uyumlu çalışmaktadır. (Bkz: ) Ulusalcıların iktidarı "anti emperyalist" görmeleri gerçeği yansıtmamaktadır. Özelleştirmeler,yabancı sermaye konusunda iktidar, geçmişteki siyasetini izlemektedir. İktidar, ABD'nin İran'a yönelik ekonomik yaptırım kararlarına rağmen İran ile ticaret yapmaya devam etmiştir. Aynı zamanda Esad konusunda ABD ile işbirliği içindedir. ABD ile olan siyasi ilişkilerde köklü değişim yaşanmamaktadır,halen Türkiye ABD'nin müttefiğidir. ABD de iktidarın kimi konularda farklı hareket etmesinin,elinin güçlenmesinin verdiği rahatsızlık var. İktidarın milliyetçi bir siyasete yönelmesinde yaşanılacak süreci öngörmelerinin etkisi var. Güvenlik birimlerinin kendi yanında yer alması için milliyetçi siyasete yönelmeleri gerekiyordu.
Fatih Torun 14.07.2017
Sayın Arslanoğlu, yine yapacağınızı yaptınız ve beni en dertli yerimden tutarak sarstınız. Tek boyutta yaşayan insanların, toplumu nasıl da körleştirdiği, ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Şu ana kadar hiç bir siyasi hareketle tam bir uyum sağlayamam ve İnsanBU'nun çevresinde dolaşıp durmam da sanırım bundan. Nesnellikten bahsedip de, tek boyut içinde yaşamı yorumlayanlara kendimi bir türlü yakın hissedemiyorum. İnsanBu, bu yüzden değerli. Bedeli ne olursa olsun gerçeğin peşinden koşuyorsunuz. Gerçeği aramaya ve bizlere ışık tutmaya devam edin lütfen. Konuyla ilgili bulduğum için, Aydınlıkçılar tarafından büyük haksızlığa uğratılan M.Ali Güller'in bugünkü yazısını izninizle paylaşmak istiyorum. Sizin yazınızı da, kendisinin sitesinde paylaştım. https://mehmetaliguller.com/2017/07/14/siyasi-ahlak-sorunumuz/
Josef Kılçıksız 14.07.2017
HDP'nin PKK ile organik bağı, liberal sol için de taşınamaz bir siyasal varlık yükü haline dönüşmüştür. Yaptığı bu çıkışla kitlenin algı ve bilinç düzeyinin çok ötesine geçip bu açıdan başarılı bir liderlik sınavı veren Kılıçdaroğlu, ard arda seçim hezimetleriyle zayıflayan parti içindeki konumunu da güçlendirdi. Olağanüstü kongre sesleri kısıldı. Kılıçdaroğlu aslında biraz da kendisi için yürümüştür! Çarpıcı gözlemler, PKK ayrılıkçılığının solu her seferinde tam ortasından doğradığı doğru bir saptamaysa, (ki bence doğrudur) HDP'nin oylarını sol oyların altına toplayabilir miyiz? Zira toplam sol oylar HDP'nin oylarıyla %40...
Josef Kılçıksız 14.07.2017
Doku uyuşmazlığı içinde birbirinden nefret eden insanların yanyanalığından oluşan kalabalığı bize dayanışma, empati ve çokkültürlülük toplumu olarak kakalamaya çalışıyorlar. Ortak bir yazgıyla birbirine bağlanmış Türkiye toplumu diye bir olgunun varlığı artık tartışmalıdır.Kanımca sadece mezhepsel, ideolojik ve ırksal homojenliğin oluşturduğu öbeklenmeler var. Bu steril sosyal yapıları birbirine bağlayan çimento adaet falan değildir. Öğrenim görüp meslek sahibi olmak, evlenmek, yuva kurmak, adilce yargılanmak gibi alışılmış, sıradan konvansiyonel bir yaşam sürme olanağı yaratmanın günümüzde konvansiyonel olmayan tutumlar ve sıradışı bir köktencilik gerektirdiğini CHP anlamış görünüyor. “Adalet yürüyüşüyle Fetö’ye mağduriyet bahşedildi” deniyor. Kanımca kalkışmayı sadece bir Fetö darbesi olarak okuyan anlayışın gizli bir gündemi var. Bu abartılı öcü üzerinden Kemalist ve sol büyük tasfiyelerin yapılması hedeflendi.
Celalettin Cepçioğlu 14.07.2017
Mülahazalar yerinde. HDP olgusunun 'tek boyutlu' sunumu hariç. O da karmaşık bir hadise zira.