HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ: 80 ÖNCESİ GERÇEK SOLCULUĞUN TEMSİLCİSİ

HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ: 80 ÖNCESİ GERÇEK SOLCULUĞUN TEMSİLCİSİ

HKP’nin “sol değerler” açısından CHP, VP, TKP ve öteki “sol” partilerle karşılaştırması…

Telefonda, gazetelerde, sosyal medyada kendilerini “solcu”, “sosyalist”, “devrimci”, “Atatürkçü”, “komünist” vb. olarak tanıtarak sizden sempati, destek, katılım ve para isteyenlere aldanmayınız. Gerçek solcu halk içinde çalışmadan halk adına konuşmaz. Gerçek sosyalist, yoksulun derdini kendi çıkarının önüne koymadan sosyalistim demez. Bu tür fırsatçıları derhal en yakın HKP örgütüne bildiriniz…

Kasvetli ve çıkmaz soruna esprili gireyim istedim…   

Son otuz yılda solcu, sosyalist olmanın tüm ölçüleri değişti. Bu ölçüleri hep birlikte değiştiren, önce yavaştan, sonra dolu dizgin bir hevesle kapitalizmin aşuk-maşuklarına dönüşen her kanattan solculardı. “Solculuk”, “sosyalistlik” derken soyut değerlerden söz etmiyoruz. Son derece somut, gösterilebilir, ölçülebilir kategorilerden bahsediyoruz.

80 öncesi sol veya sosyalist hareket öyle abartıldığı kadar matah değildi. Büyük eksikleri ve kusurları vardı. Nitekim darbe yaklaşırken, darbeden sonra ve yenilginin ardından tüm foyalar döküldü. Ne var ki günahı ile sevabı ile o sol, gerçek soldu ve ölçütlerin anası samimiyet ölçüsüne, halkın ve sosyalizmin yanında olma samimiyeti ölçüsüne vurulduğunda büyük oranda sahiciydi.  

Ölçütlerin anası “samimiyet” derken, onun da somut göstergeleri mevcuttur. Kendini adama, özveri ve cesaret gibi tarafları yoruma açık değerlerdir belki, ama ben, “samimiyet”i, yorum götürmez gerçeklere dayandırma eğilimindeyim ve aşağıda konuyu böyle temellendirmeye çalışacağım.

Özellikle son 10 yıldır mevcut AKP iktidarına karşı çıkan her kişi ve kesim gerçek muhalif, hatta bizden, hatta solcu gibi değerlendirilmeye başladı. İktidar öylesine küstah, görgüsüz ve kaba ki, ondan bunalan herkes, ondan bunalan herkesi sempatik görmeye, kendinden görmeye başladı.

Solculuğun, sosyalistliğin ölçütü 80 sonrasında yamulmuştu, böylece daha da yamuldu. Kendine solcuyum diyen ve bunun kanıtı olarak da AKP’ye muhalefetini gösteren her kişi ve çevre muazzam takdir görüyor ve onları bir şekilde laf dokundurduğumuzda kötü olan bizler oluyoruz, “yandaş” olan biz oluyoruz. Eleştirdiklerimizin büyük çoğunluğunun en az bir dönem AKP’yi desteklemesinin hiç ehemmiyeti yok. Balık beyinli muhalefet için yalnızca bugün, şu dakika önemlidir. Asıl gerçekse şudur: AKP’ye karşı çıkan veya şimdi öyle görünen kesimlerin kahir ekseriyetinin gerçek solculukla ilgisi yoktur.  

Bunu neye dayanarak söyleyebiliriz? Elimizdeki gerçek sol ölçülere dayanarak. Bu ölçüler 80 öncesinde gerek solcularca, gerekse siyasetle ilgili tüm kamuca iyi bilinirdi. Bilinmek ne kelime, içselleştirilmişti. Şimdi bunlar göbek atmaya yarar bir şarkı teranesine dönüştü. Nazım Hikmet’in dizeleri siyasal İslamcı liderin ağzına nasıl yakışmıyorsa, keskiniyle yumuşağıyla ağızda gevelenen sol laflar da zamane solcusunun çenesine yanağına bulaşmış hamburger sosu gibi iğrendiriyor.    

Solda samimiyetin 3 ana maddesinden bahsedeceğiz.

BİR- Sınıfsal Madde: AKP despotizminin çoğu insanımızı aşırı bunaltması, siyasal İslamın bu türüne karşı çıkan herkesi solcu gibi gösteriyor, zamane solcusu da bundan nemalanıyor, demiştik. Zamane solcusunun değer yamulması yalnızca bu kadar masum bir nedene dayanmıyor. Gerek uluslararası emperyalist sistem, gerekse AKP iktidarı, önemli bir nüfus kesimini bu ülkede hiçbir dönem rastlanmadığı ölçüde kapitalizmin nimetlerinden yararlandırdı. AKP karşıtlığını kaba ajitasyonla karikatürleştiren zamane solcusu inkar etse de, refah düzeyi ve yaşam standardı olağan üstü arttı. Bu ülkede hem AKP zengini bir büyük tabaka palazlandı, hem de sol eğilimli kitle ve entelejansiya rejim tarafından hayli beslendi. Tüketim, kazanma, çalışma, yaşama, eğlenme alışkanlıkları, yaşam tarzı, 80 öncesiyle karşılaştırıldığında muazzam boyutta değişti.

Böylece solcu, sosyalist tipi de tümüyle değişti. Varoşları, dar gelirli küçük burjuca semtleri ve işçi mahallerini temel çalışma alanı sayan sol gitti, zengin semtlerin görece varsıl insanlarına dayanan sol örgütler geldi. Ve bunların kapitalizmi üreten ve tüketen semtler, sınıflar olduğu açıktır. Şimdiki solun sisteme ciddi bir nefreti yoktur, aksine sistemden beklentileri çoktur. Zamane solcusu solculuğu çok yanlış anlamaktadır. Solculuğu kendi çıkarını kollamak olarak algılamaktadır. Zamane solunun toplumculuğu, halkçılığı, günlük büyük siyasetin kuru gürültüsü içinde uçup gitmiştir. Zamane solunun yapıp ettiklerinin çoğu züpnelikten ibarettir. Zamane solculuğunun mevcut iktidara karşıtlığı, siyasal dinciliğin nobranlığına; eğitime, yaşam tarzına müdahalesine, laiklikle ilgili konulara sıkışmıştır.

Olguya Marksist pencereden bakmadığımı burada yinelemek zorundayım. Marksizm-Leninizm mevcut felsefe ekolleri içinde en gelişmiş sistemdir.  İnsanlığa katkıları büyüktür. Ne var ki gününü doldurmuş, bilimsel bakışın önünde engel çıkarmayı azıtmış bir felsefedir. Ölçütlerim Marksist ölçütler değildir.  Fakat şuradaki tezatın komikliğine bakınız ki, Marksizmin kalmış saygınlığından yararlanmaya çalışan ve kendilerine Marksist hatta Leninist diyen siyasi çevreler laf yapmak dışında hiçbir biçimde Marksist tavır göstermez iken… Marksizmin sağlam gerçeğini onlara karşı savunmak da benim gibi Marksizmi terk etmiş birine kalmaktadır.

Olaya bir kez daha sınıfsal açıdan baktığımızda… CHP emperyalizmle göbekten bağlı, hatta emperyalizmin ta kendisi olan büyük burjuvazinin laik kesimlerinin ve orta sınıfların siyasi temsilcisidir.

Eski yetmez ama evetçi, bugünün muhalifi ana akım liberal “sol” çevreler, emperyalizmin ajanlaştırdığı beyaz yakalıların, sisteme aşık orta sınıf kesimlerin siyasi temsilcisidirler.

Daha “radikal” solda yer alan, kendilerine Marksist, hatta Leninist, Troçkist, Anarşist vb. diyen siyasi parti ve grupların çoğu, keza emperyalizmin kendine bağladığı beyaz yakalıların, küçük burjuvaların siyasi temsilcileridirler.

Oysa, ister Marksist olsun, ister başka akımlardan sosyalist, sosyalizmi hedefleyen her kimse, dikkatini işçiler, emekçiler ve yoksullara yoğunlaştırmak, politikalarında bu kesimlerin çıkarlarını, haklarını temel almak zorundadır. Evrensel ve tarihsel açıdan solculuğun olmazsa olmazı budur.

Olguya bu boyuttan baktığımızda “sol” içindeki birçok tartışma ve uzlaşmazlığımızın kaynağına ineriz. İster sağlığı, tıbbı, ister sanatı, edebiyatı ele alalım. İster medyayı, haberciliği; ister reklamcılığı gündeme sokalım. İster sendikaları, meslek odalarını, diyelim Türk Tabipler Birliği’ni tartışalım, ister üretimde ve tüketimde politik tavrın kavgasını verelim. Hangi konuyu ele alırsak alalım, sözde sol ile, onların medyasıyla kesin bir karşıtlık doğmakta ve bu da bizim gibi düşünen çok küçük bir azınlığın tecritine yol açmakta. Bunun sebebi apaçık bellidir. Yineliyorum: Bu kesimler sistemden yana beyaz yakalıların doğrudan maddi çıkarlarını temsil etmekte olduklarından, bizim gibilerin savlarına karşı çıkmakta, yoksul emekçilerin ve sosyalist bilincin karşısında tutum almaktadırlar. Her alanda bunun sayısız örneğini sayısız yazıyla gündeme getirdiğimizden burada daha fazla ayrıntılandırmıyorum. (Tıp, sağlık, sendika, sanat, edebiyat, reklam vb. konularında zamane soluyla kapışmalarımız…)

Yoksul işçileri mücadelesinin merkezine alan bir HKP vardır ve belki birkaç daha küçük grup. HKP hem söylem ve hem de uygulamada bu çizgide samimi görünmektedir. Ne ki 80 öncesi solun tipik temsilcisi olarak hattı hayli kaba sol bir hattır. İşçileri kazanma ve örgütlemede, öteki bazılarına göre küçük bir başarı kazanmışlardır belki ama, buna ülke çapında ciddi bir başarı demek olanaksızdır. 

Öte yandan bu hatta niye “kaba sol” diyorum? Yine sadece “sınıfsal” açıdan bakarsak durum şöyle:

Kapitalizm muazzam bir zafer kazandı ve sınıfları, sınıfların düzene karşı konumunu, temelde, özde değilse bile yaşamsal somut biçimlenişinde büyük ölçüde değiştirdi. Küçük burjuvazi yok olmadı, hatta kabuk değiştirerek büyüdü. Eski kitaplarda lafı pek az edilen, şöyle bir değinilen beyaz yakalılar sınıfı muazzam gelişti. Ki bu sınıf, işçi mi, emekçi mi, burjuva mı, sistemin mağduru mu, sistemin asıl örgütleyicisi mi, iktidar karşıtı mı, emperyalizmin doğal ajanı mı olduğu tartışmalı bir sınıftır… İşçi sınıfının öncüllüğü kuramı tümüyle çöktü. İşçilerin sistemin doğal muhalifi değil, doğal askeri olduğu gerçeği şaplak şaplak sosyalistlerin suratına indi… Tüm bu başlıkların her biri, haklarında en az birkaç kitap yazılacak kadar derin konulardır. Sağından solundan hep bunlara girmeye çalıştık birçok kitap ve yazıyla… Ama 80 öncesi sol bilinç, bunları çözmek bir yana, sorun bile kabul edecek düzeyde değildi. O zaman maddi koşullar da böyle değildi.

Şirketlerin yönetim bürosu çalışanları, bankacılar, işletmeciler, mühendisler, öğretmenler, avukatlar, medyacılar, reklamcılar, sanatçılar, doktorlar... Üst ve orta düzey memurlar… Bunların emeklileri… Bunların çocukları… Tuzu kuru öğrenciler, akademisyenler… Dünyada yüz milyonlarca kişi, Türkiye’de belki 10 milyona yakın kişi… Beyaz yakalılar…

Bunlardan biri olmak tek başına utanılacak bir şey değil.  Ben de bunlardan biriyim. Kınamıyorum. Ama bunların sınıfsal bakışıyla, bunların solculuğuna ayarlı bir solculuk, sosyalistlik olamaz. Bu sınıflar içinden pek çok zamane solcusu çıkıyor, ama en çok da liberal çıkıyor. Çok doğaldır. Bu sınıflar sistemin muhalifi değildir, onun örgütleyicisidir. Evet, belki ciddi bir ekonomik buhranda birden devrimcileşeceklerdir, belki sosyalizmi yoksul işçiler değil, daha çok bunlar kuracaktır. Mümkündür. Bu kesim içinde de ciddi çalışmalar yapmak gerekir. İnkar etmiyorum. Ama bugün onlar sistemin katalizörü ya da nöron sistemidir. Onları temel alan sol-sosyalist partiler de sistemin partileridir.  

Örneğin TKP’den kuramcı arkadaşlar, en çok büyük şehirlerin laik kesimlerinin AKP’ye karşı olduğundan hareketle, bu kesimleri göklere çıkarıyorlar. İşçilerin büyük kesimi ise AKP’yi destekliyormuş, ama zaten bu sınıf çürümüş bir sınıfmış. AKP’ye oy atanı bırakalım gitsinmiş. Fakat komünistler ya hesapta, beyaz yakalı “gerçek emekçilere”, daha iyi eğitim almış (daha fazla kazanan), laiklikten yana (herhalde çoğu Alevi), anti-Akp oy çıkan büyük şehirlerin sanayi proleteryasını da eklemişler!...

Tevekkeli değil bu arkadaşlar yayınlarında TTB’ye, Ticari tıbba, akademi-tüccar doktor şebekeleşmesine ve tüm öteki beyaz yakalı örgütlerine ve onların çıkarlarına dokundurtmuyorlar.

Bu anlayış liberalliğin daniskasıdır ve kınadığımız budur. Liberallik tanımı AKP’ye yandaş olup olmamakla sınırlanıyor. Yanlış! Liberallik keskin sol söylem altında sistemin ajanlığını yürütmektir. Sosyalistlik ise kendi sınıf temeline, hatta her kişinin kendi çıkarına uzlaşmaz karşıtlığını gerektirir. Zengin semtlerin sözcülüğü asla komünistliğe yakışmaz, bizim bildiğimiz komünistlik zengin semtinde de zenginliği sorgulamaktır. Yoksullardan bu derece uzaklaşmış sol, mevcut iktidara karşı tüm keskin söylemlerine karşın güçlenemez. O iktidara alternatif olamayacağı gibi, o iktidarı güçlendirir.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/akp-destekcisi-isciler-96709

Bırakın bir komünist lider için, sıradan solcu için talihsiz bir bakış… Kemal hocam, onca katliama rağmen PKK-HDP’yi destekleyenler çok mu ahlaklı, şu sizin müthiş yüzde 48’iniz, pek mi namuslu? Saklanmadan gizlenmeden emperyalizmin örgütlemesini yapanlar mı yoksa kast ettiğiniz erdem abideleri? 

Yaşam derdindeki sıradan işçi, her gün bu ajanlar, işbirlikçiler, katliamcılarla yatıp kalkan yüzde 48’e mi güvenip solcu olacak? Size mi güvenip bu iktidarı yıkacak?

Şu yazı da yukardakinin gafını hayli düzelten doğru bir yazı… Aynı Kemal Okuyan’dan:

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/isci-sinifi-orta-siniflari-puskurtmek-zorunda-159635

Ne var ki ağızlar, klavyeler “işçi ahhhh.. işçi” diyor (Marksizmden vazgeçilmeyecek ya…) yaşam pratiği tamamen farklı söylüyor…

Bir yanı faşizme dönüşmüş liberalizmin sınıfsal temeli budur. Tek tek liberal elebaşları ve onların görüşlerini eleştirmek ciddi ve önemli bir hizmet. Fakat olgunun ekonomik-sınıfsal yanını irdelemeyen bir Baskın Oran, Orhan Pamuk, Murat Belge, Nişanyan, Ali Nesin vs. vs. eleştirisi… hem eksik, hem inandırıcılık yönünden gedikli kalacaktır. Liberalizm başka bir grup liberale sırtını dayayarak eleştirilemez. SoL, İleri Haber, Birgün vb.tipik liberal yayınlardır. Hayır oralardan da eleştirilir, ama bu daha çok takım kavgasına benzer. Senin takım şikeci, hayır seninki daha şikeci…   

Bir şey daha eklemeliyim: HKP’nin yapmaya çalıştığı alt tabaka işçi sınıfı politikası da, sendikalara ve örneğin DİSK içinde çalışmaya indirgenirse, o da göz boyamanın ötesine geçmeyecektir. HKP’nin sendikacılık ve DİSK’çilik dışında ne yaptığına dair yeterli bilgim bulunmuyor. Çekince olarak kaydediyorum. Sendikacılığın, özellikle günümüz Türkiye’sinde, tabelacılıktan öte, bildiricilikten öte ne yararı kalmış, anlayamıyorum. Belki koca ülkede bir iki yerde ücret artışı, birkaç yerde işe geri alım… O bile önemli, tamam, ama bu çok sınırlı işlevi pek abartarak yapılan bir işçi sınıfı örgütlenmesi başarısızlığa bugünden mahkum. Aşağıda tekrar değineceğim gibi DİSK türü örgütlerin PKK-HDP politikalarının birer aletine dönüşmesinden bağımsız olarak bu böyledir. Ama zaten o gerçek de yapılan her olumlu işi çöpe atan bir yıkım.     

İKİ- Sistemsel Ayak: Emperyalizm ve kapitalizm birbirinden ayrı ele alınacak olgular değildir. Emperyalizmden bağımsız bir kapitalizm neredeyse yoktur, varsa bile ekonomik ve siyasal bakımdan önemsizdir. Emperyalizm uluslar arasıdır ve her yerdedir. Emperyalizmin siyaseti ile ekonomisi kopmaz, içiçe bir bütündür. Emperyalizmin dışardaki başları ile ülkelerdeki işbirlikçileri de bir bütündür. Emperyalizm sadece ABD-Almanya-Fransa hükümetleri ve onların askeri güçleri değildir. Onun küresel ekonomisi temel yapıdadır. Emperyalizm her ülkedeki her iktidar gücüdür, bunun içine muhalefet elebaşları da dahildir. Emperyalizm sadece Shell şirketi, Coca-Cola veya Toyata değildir. Burada yeşil sermaye, TÜSİAD hatta en küçük beldedeki markettir. Emperyalizm aynı zamanda AKP, aynı zamanda CHP ve HDP yönetimleridir. Emperyalizm sadece Washington Post, CNN değildir. Aynı zamanda CNN-Türk, Haber-Türk, A-Haber, TRT, Hürriyet ve Cumhuriyet gazeteleridir. Bunları görmek son derece basittir. Görmemek için emperyalizmin meftunu olmak gerekir. Bunların ekonomik-siyasal-kişisel bağlantıları ayan beyan ortadadır.

Hal böyleyken Vatan Partisi’nin 1978’den beri yaptığı gibi emperyalizmin doğrudan işbirlikçisi ve dolayısıyla bizzat kendisi olan çevreleri, güçleri, ikide bir “milli” ilan etmek, önce kendini sonra sürekli başkalarını kandırmak anlamına gelir.

Emperyalizm denince tek bir blok, tek bir çıkar şebekesi, tek bir patron anlaşılmaz ki. Bu genel sistem içinde ABD’nin kendi içinde dahi, pek çok patron, pek çok siyasi odak, birçok çıkar şebekesi bulunur. Genel sistemin pastasını ekonomik ve siyasal olarak paylaşabilmek için kendi aralarında hem ittifak, hem de her gün kavga içindedirler. Bu kavgalar sonu gelmez savaşlara yol açar.

Emperyalizmin çeşitli ülkelerdeki çeşitli işbirlikçileri de genel sistem için sürekli ittifak halinde iken, kendi pay ve çıkarlarını artırmak için sürekli de kavga ederler. Biz her günkü bu saflaşmalar ve kavganın bu değişik tonlarına göre bir bölümünü dış düşman, bir bölümünü de milli güç ilan edersek doğrudan bu sistemin piyonu konumuna düşeriz.

Keşke millilik, gerçek ulusalcılık, gerçek bağımsızlıkçılık ülke bütünlüğünü korumak ve tek bayrağı savunmakla sınırlansaydı. İşimiz o zaman çok kolaydı, başımız da ağrımazdı. 1960’lardan itibaren hepimiz MHP’ye yazılırdık, olup biterdi. Vatan Partisi geçmişten beri çok doğru şeyler savunuyor. Ama tüm o doğruları bu sahte millilik saplantısıyla sıfırın altına indiriyor.

TKP’nin yaptığı da bunun mikro ölçekli devamı. Medya-sanat-siyasetin magazin dünyasından kendine hep bazı “dostlar” arıyor… Yurtsever, sosyalist! Dostlar… Arayan bulur… Nitekim buluyorlar. İşte bu sosyalistlik, komünistlik denen şey keşke kolay olaydı… Keşke yalnızca AKP karşıtlığından ibaret bulunaydı… AKP ve iktidar karşıtlığı elbette önemli. İş bundan ibaret bulunaydı TKP ve ondan ayrılanlar 10 üstünden belli dönemlerde yedi-sekiz alırlardı. Elbette bu da çok önemli ve yabana atılmayacak olumluluk. TKP’nin olumlu başka birçok hizmeti de var. Ama dedik ya, sosyalistlik o kadar basit değil. AKP karşıtlığı da öyle. AKP’ye süper muhalif olduğunu sanırsın, ama zamane solunun uyguladığı gibi pek çok sözün ve eylemin onu güçlendirir. Afaki konuşmuyorum, yine sınıfsal ve sistemsel duruşa işaret ediyorum. Sisteme karşı mücadele her gün kendine karşı da mücadeleyi gerektirir. Kimse sistemin kirinden azade değildir. Herkes önce üstündeki kiri azaltmaya çabalamalıdır. Nasıl yapacaktır bunu? İlişkilerini, dostlarını, kolladıklarım kimleri kolluyor… Her gün sorgulayarak… Bir ara Enver Aysever’e takmıştık… Kusurumuza bakmasın, olay cidden kişisel değil, tamamen bu yukarda anlattığım sınıfsal ve sistemsel duruşla alakalı. Sapına kadar düzen yanlılığı, liberallik ve oligarşik bağlantılarla ilgili. Böyle birçok isim var, rencideden kaygımdan tek tek sıralamıyorum. Ama son bir örnek beni bayağı gülümsetti. Aylin Nazlıaka… Türkiye Barış Komitesi kurmuşlar… SoL’dan okuyorum. Tabii en üstte War Thunder reklamı. (Şundan kurtulamayacağım, bari girip oynasam mı?). Ne alaka quel alaka. Öyle çok şey quel alaka ki!

İyisi mi TKP’nin sürekli düştüğü durumu izleyelim… Belki aranızda bir iki duble götüren de olur… Dost Bildiklerim:

https://www.youtube.com/watch?v=5ZcnGfGq34c

Bu bakımdan HKP yine en doğru konumda gibi duruyor.

Üç- PKK Gerçeği: 90’ların başlarından itibaren PKK-HDP, ABD himayesindedir ve onun bölge politikalarında en güvendiği kozdur.   

Dolayısıyla onun çizgisinde bulunan, onunla dayanışma gösteren sosyalist örgütler de bu himaye ve işbirliğinin organik parçasıdır. DİSK, KESK, TTB, TMMOB gibi örgütlerde onlarla ortak liste çıkaran tüm kesimler aynı işbirliğinin bileşenidir.

PKK konusunda solu en çok uyaran siyasi partilerden biri olan HKP bile bu örgütlerde, örneğin DİSK’te bulunmakla aynı tabloya hizmet etmekten kurtulamaz.

PKK-HDP çizgisinin başka alanlarda keskin eleştirisi içinde gözüken, ama örneğin TTB içinde; KESK’te vb. kesin bir ayrışmaya yanaşmayan sözde ulusalcı, Atatürkçü kişi ve gruplar da bu açıdan bakıldığında bu büyük işbirliğine katkı sunmaktadır.

PKK-HDP’nin emperyalizmin piyonluğu gerçeğin sadece bir yanıdır. Bundan daha önemlisi ve korkuncu, bu hareketin başından itibaren katliamcı bir örgüt oluşudur.

HKP bazı açıklamalarında, 1991’e kadar PKK’nın başında bulunduğu Kürt hareketini desteklediklerini, ama bu tarihten sonra onların hem emperyalizmin güdümüne girdiğini, hem de katliamcılığa başladığını görerek, bu desteği çektiklerini ifade ediyor.

HKP’nin solda egemen olan ve CHP’nin bile içine girip hakim hale gelen bu utanç çizgisini ağır bir dille mahkum etmesi çok güzel, çok doğru.

Ama PKK’nın ilk yıllarında derin devletle olan şaibeli ilişkilerini hadi kanıtlayamadık, es geçtik diyelim. Bu örgütün Suriye ile, Avrupa hükümetleri ve gizli servisleriyle ilişkileri hemen 80 sonrası başlamıştı. Katliamcılığı da ilk kez Doğu’daki sol güçlere, öteki Kürt örgütlerine ve çoluk çocuk Kürt sivillerine yönelik olarak başlamıştı.

Faşizm sempatisi ve katiamseverlik insan soyuna içkin bir özelliktir. Kültürel, sosyal ve ekonomik bakımdan o derece gelişkin (belki de bu bakımlardan dünyanın en ileri ulusu olan) Almanların nasıl olup Nazizmi ortaya çıkardığını, onun kitlesel katliamlarını görmezden geldiğini anlamaya çalışıyoruz. Pek çok yabancı büyük büyük yazar bunun uydur uydur diz psikolojik tahlillerinden bizleri eksik bırakmıyor. Biz de “ya ya.. ne kadar doğru” falan diyoruz…

Alın işte bu ülkenin solcuları ve sosyalistleri ezici çoğunluğu itibariyle HDP hayranı. Ya da en azından onu “muhalif”, “bizden” görüyor, “kuzen” görüyor, onunla kavgası olanlara doğrudan “faşist” damgası yapıştırıyor. Alın işte HDP’lilerin bile beğenmediği, ulusalcı dediği TKP yayınlarına bakın… Psikopat kuzeni pek sevmezler, ama ne de olsa akrabalarıdır, “faşiste” karşı hep korurlar.

Bundan daha büyük faşistlik nasıl oluyor acaba sayın soL yazarları?

Davaları yüzde yüz haklı olsa, çizgileri yüzde bin beş yüz doğru olsa dahi… Sadece bu insan, bu halk düşmanlığından, bu katliamcılığından ötürü onu dışlamanız, onunla hiçbir yerde birlikte bulunmamanız gerekirdi. Bize masal anlatmayın… Faşistmiş, komünistmiş, işçi sınıfıymış? Gözlerinizden savaş ağalarının, işçi katillerinin kanlı elleri sarkıyor… İşçi sınıfından AKP’ye bu kadar destek varsa bu sizin eseriniz!  Eyyy solcular, eyyy TTB… Siz varken yandaşa gerek yok.

Velhasılı kelam; AKP’den yılmışız ya bir kere. Bizi kim kurtaracaksa kurtarsın. Bu ister on milyonların katili ABD olsun, ister elli binlerin katili PKK… Tuzumuz kuruysa TV başında, sosyal medya muhabbetinde bize bir zarar gelmediği sürece şer güçlerden herhangi birinin taraftarı olalım. Dinsizin hakkından imansız, siyasal islamcının hakkından “ezilmiş” milliyetçi gelir diyelim.

Hatırlayın. 10 yıl önce de “ordu bizi kurtaracak” salgını vardı…

SONUÇ.. HKP ŞU ORTAMDA GÜÇLENİR Mİ?

HKP gibi bir siyasi gücün bulunması, çabalaması güzel bir şey dedik. Ayının kaçırdığı, sonra kurtarılan kadının “Ayıydı mayıydı ama kocamıdı” dediği gibi, solculara öyle kıran girdi ki, “Kabadır mabadır ama gerçek solcudur” demeye hasret kaldık.

Peki HKP etkili bir siyasi hareket haline gelebilir mi, beş on kat güçlenebilir mi?

Çok zor..

Sadece cesaret ve samimiyetini ortaya koyan değil, aklını, bilgisini ve yetkinliğini de ortaya koyan çok sayıda kadro gerekir bunun için.

Herhangi bir sosyalist hareketin bunu sağlaması için ortam hiç uygun değil. Aydınlarda ve gençlerde bence kısa ve orta vadede böyle bir potansiyel; böyle bir heves ve güdü bulunmuyor. İşçiye bu yaklaşım tarzıyla!.. Orası zaten tıkalı. Yaşayan her bireyin kapitalizmi ürettiği, sistemden daha büyük beklentilere girdiği, kapitalizmin bu beklentileri az çok karşıladığı ortamda… Muhaliflerin de pastadan hayli pay kaptığı, hatta kısmen iktidar yaşayabildiği, muhalefetin de iktidar kadar aç gözlü ve faşist olduğu koşullarda… Suratına ışık tutulan aydınların bile aydınlanmadığı şartlarda… Her kanattan herkesin haklı olduğu, çünkü herkesin işine gelen doğruyu anlatıp ötekileri yuttuğu ahlak vasatında… Sırtını kirli duvara verip karşıki duvarın pisliğinden dem vuran okumuşların cennetinde… Sosyalizme sempati büyümez…

Bu, HKP’nin sandığı gibi, bizi bekleyen “o mükemmel kitleye” ses duyuramama sorunu değil. O güzel insanlar o güzel atlara binmiş, attaya çoktan gitmişler.  Bizim gibilerin, zamanın ruhuna uygun kitleye sesini duyurması değil, duyurmaması gerekiyor belki de! Çünkü duydukları anda tanıyorlar ve “Aha! İşte bunlar… Kaçın!” diyorlar. Otuz yıldır sık sık sondaj yapıyor ve her seferinde aynı sonuca ulaşıyorum. Bu yazı da böyle bir sondajdır. Ve göreceksiniz genel tepkisizliği ve kimi okuması olmayan tepkilerini…

Koşullar değişirse belki… Bıkmadan denemek lazım…

Kısa dönem siyasi çalışmalar için bakış açım yakınlarda yayımladığım şu yazıdaki gibidir:

http://www.insanbu.com/Siyaset-Haberleri/626-bu-umarim-son-siyasi-yazim-olur

Yukarıdaki görüşlerime temel oluşturan kitaplarımdan bazıları ise şunlardır:

Politik Psikiyatri

Memleketimden Karakter Manzaraları

Evrim Açısından Devrim

Evrimci Açıdan Din Psikoloji Siyaset

Kaan Arslanoğlu


  • 01.05.2018

    Genel sınırlar içerisinde görüşlerinize katılmamak olası değil. Bu toprakların gördüğü en büyük devrimci, aydınlanmacı ve yurtseverlerden olan Gazi Mustafa Kemal'i bile sahiplenemeyen sol hareketlerin kendilerini gözden geçirmeleri gerekir. Niyetlerini sorgulamak değil amacım ama şunu belirtmek gerekir diye düşünüyorum tarihsel birikimi yok sayarak solcu olunmaz. Geçmiş deneyimlere ve aydınlanmaya emek verenlere saygı solculuğun özü, vazgeçilmezidir. Saygılar Dr. Mustafa Ay Ruh sağlığı ve hastalıkları uzm.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 10.03.2018

    Sayın Kaan Arslanoğlu toplumun sorunları üzerine gailesi olanların ufkunu genişletmeye yılmaz bir azim ve kararlılıkla devam ediyor. Yukarıdaki analiz ve tespitleri okumasını bilene !!! : Emperyalist kapitalizm, sınıfsal analiz, siyasal yapı akım ve örgütlerin temel yapılanmaları ve bunun başta siyasal, sosyal, kültürel hayat olmak üzere tüm alanlarda bulduğu gerçek anlamın tezahürlerinin fiiliyatta nerede durduğu, bulunduğu; başta olmak üzere son derece net fotoğrafla ortaya koyuyor. Gerçekten ne yapılmalı? Ne, neler yapmalıyız? Soru ve sorularını soranlara da ayrı bir sorumluluğu hatırlatıyor. Eyyy! Çözüm ne diyenler !!! Soru ve sorular sorabilirsek cevaplar kolaylaşır diyor. Teşekkürler dostum. Bu yazınızda çizdiğiniz perspektif üzerinde çalışacağım. En içten saygılarımla…

  • İlknur Arslanoğlu

    İlknur Arslanoğlu 10.03.2018

    Züpne... sözcüğünü görünce gülümsedim. Eski bir ortak buluşumuzdu. Metroseksüel'in esprili Türkçe karşılığı olarak düşünmüştük. Özdemir Kır'a da selam.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.