Siyaset
Aldatılıyorsunuz! Muhalefette Zannettikleriniz Aslında İktidarda! En Büyük “Kumpas” Bu…

14.8.2018 TARİHLİ ÖN EK.. (ASIL YAZI BUNUN ALTINDA)
ABD Türkiye’de pis işler yapmaya devam ediyor. Terör kozu, darbe organizasyonu, askeri, siyasi operasyonlardan sonra, şimdi ekonomik saldırı. Buna karşı milletçe dimdik duracağız da… Nasıl duracağız, bize biri yol göstersin. Ekonomi milli mi ki, milli ekonomiyi savunacağız. Ekonominin harcı yabancı, demiri yabancı, bu binayı şevkle iştahla sen kurmuşsun. Karşı çıkana “millet düşmanı, büyüme düşmanı” sen demişsin. Korkutmuşsun, dövmüşsün, işten atmışsın.. Şimdi herifler demiri, harcı çekince binan sallanıyor. Bu sefer ağlıyorsun.
Son derece samimiyim. Yine de bu devletin, bu hükümetin arkasında duracağız da… Neye güvenip duracağız. Yeşil sermaye ve AKP kurmayları mı milli? Bunların yurt dışı bağlantıları, hesapları mı millileşti? TÜSİAD, Sabancılar, Koçlar mı milli? Yoksa Cengiz İnşaat mı milli? Hangi ikili, üçlü anlaşma askıya alındı? Hangi holding millileşti? Büyük zenginlerin sermayeleri nerede, nereye?
Güya solcu akademisyen Korkut Boratav’a soruyorlar. IMF tek seçenek diyor. Korkut Boratav konusu şahıs konusu değildir. Türkiye’de en radikal solcunun bile kafasında “milli” veya “sosyalist” bir seçenek yoktur. Bu kişisel bir mesele değil, muhalefetin ekonomik aklının kapitalistleşmesi ve emperyalizme uşaklaşmasıyla bağlantılı çok ciddi bir konudur.
Korkut Boratav ve onu ateşle savunan her kesimden solcular, iktisatçılığın en temel ilgi alanlarına uzaklar. (Boratav her türlü yayın organına yazıyor, her yere o organın şerbetinde yazıyor, kah tarafsız akademisyen, kah liberal HDP ci sosyalist, kah komünist oluyor, ama kendi asıl vazifesini yapmıyor.) Araştırılması gerek bu temel maddeler (ekonomist değilim, ama herhalde duayen iktisatçılardan daha sağlam yerde durmaktayım) ŞUNLARDIR:
Türkiye ekonomisi ne kadar yerlidir, ne kadar yabancı? Hangi büyük ekonomik güçler ve tek tek siyasi gruplar bu sermaye-para hareketlerinin ne kadarının sahibidir, para nerelerden nerelere akmaktadır?
İktidarın ve muhalefetin, tek tek grupların mali kaynakları nelerdir? Sol yayınlara alınan reklamlar dahil, bu hareketlerin ne gibi iktisadi, sosyal, psikolojik, siyasi nedenleri ve sonuçları vardır?
Hangi sosyal sınıflar bu sermaye-para hareketlerinin neresindedir? Bu sınıfsal ve milli geliri paylaşımsal gerçeklik siyaseti nasıl etkilemektedir?
Krizden çıkışın milli ya da sosyalist bir yolu var mıdır? Bunu kim istemektedir? İsteyen yoksa neden istememektedir?
Bu ülkede muhalefet şimdiye dek neden tek bir yaygın tüketim boykotuna yönelmemiştir (Artık geçti, onu ekonomik koşullar gereği zorla yapacaksınız, mecburen kemer sıkacaksınız.)
Bir ülke bütçesi kadar olan yüklü PKK-HDP bütçesine su nereden gelmektedir? Bu kaynaklar nerelere harcanmaktadır?
Bizim sağcımız elbette bu sorulardan şeytan görmüş gibi ürkecektir. Bizim sol görünüşlü sağcılarımız ise tüm bunlara küfürle karşılık verecektir. Yemeye alışmışlar, fonlanmaya,mamalanmaya alışmışlar... Çünkü onlara göre ABD ile ittifak normaldir, katliamcı PKK-HDP ile ittifak normal değil, kaçınılmaz görevdir, büyük sermayeden reklam, fon ve sponsorluk anlamında para almak olağandır.
Ölmüşüz de ağlayanımız yoktur? Sadece cesetlerimiz hıçkırmaktadır.
Son olarak işte beğenmediğimiz, şimdi içerde olan Enis Berberoğlu’ndan ve başka birkaç kaynaktan ibretlik bazı haber linkleri:
http://www.hurriyet.com.tr/pkknin-butcesi-iranin-100-kati-39272967
https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/02/13/son-dakika-abdden-teror-butcesi
http://www.gazetevatan.com/pkk-nin-yillik-butcesi-ne-kadar--144907-gundem/
Bu da yerli ve milli Cengiz İnşaat haberi: https://www.habererk.com/gundem/yerli-ve-milli-oldugu-iddia-edilen-mehmet-cengiz-londra-da-ailesi-icin-sokak-satin-aldi-h54570.html
ASIL YAZI
Türkiye’de milli gelir dağılımı… İnternete girin, TÜİK verilerine dayalı çarpıcı tabloyu birçok başlıkta göreceksiniz.
Nüfusun en zengin %20’si milli gelirin %46’sını alıyor. En fakir %20’ye ancak %6.5 kalıyor. Nüfusun %34’ü ciddi yoksulluk, yoksunluk içinde yaşıyor. Zenginlikte 2. sırada yer alan %20’lik dilim gelirin %21’ine sahip. Başka deyişle nüfusun çok zengin, zengin, tuzu kuru tepedeki %40’ı, gelirin % 67’sini götürüyor.
Bunlar DEVLET VERİLERİ. Gerçek tablo muhtemeldir ki daha da adaletsiz.
Nüfus dilimlerine göre partilere verilen oy oranları hakkında da, bunlar kadar kesin ve güvenilir olmasa da bazı çalışmalar var.
En zengin %20 içinde “muhalif” oranı tahminen yarı yarıyadır. Hatta AKP’yi beğenmeyenler daha fazla. Ama bunların da bir kısmı maddi çıkarları nedeniyle gizlice AKP’ye oy atar.
Fakat şu açık ki, (semtlere ve bölgelere göre oy dağılımından da açık biçimde görebilirsiniz) ilk %40, yani gelirin %67’sine sahip kesimde muhalifler açık ara önde.
Ülke gelirinin, servetinin büyük bölümüne sahip bu muhaliflerin iktidarda olmadığını kim söyleyebilir? Benden başka herkes :) :)
Bugünün popüler rozet Marksistlerinin aklına asla böyle bir çözümleme gelmez. Ama gerçek Marksistler yaşasaydı önce bunu görürlerdi. Şimdikiler değiller, çünkü yüzde 40’ın içindeler. Dahası statülerini güzellemekte, akla uydurmakta, buna uygun yeni Marksizm yaratmaktalar. Aslında az yukardaki saptamamı fark edebilmek için Marksist olmaya gerek yok. Aklı çalışan her dürüst kişi, ülkeye şöyle bir baktığında aynı şeyi görürdü. Bu rakamlar sınıflar dağılımıyla da bire bir örtüşmekte. En altta işsizler, asgari ücretli işçiler. En yukarda oligarşi, büyük sermaye ve rantiye sınıflar… Onun altında orta sınıflar, beyaz yakalılar… Görmek isteyen görür ama o gözler çıkarlarla mühürlenmiştir.
Kimse bana güzel evlerde oturan, bir bile değil birkaç yazlık sahibi, çocuklarını özel okullarda, yurt dışlarında okutan, sık sık tatil beldelerini dolaşan, alışverişten bıkmayan, otomobil, yat, tadilat, elektronik eşya peşinde, lüks otellerde, pahalı lokantalarda vakit geçiren, sahilleri-ormanları yağmalayan, canı sıkıldı mı Avrupa’ya, şuraya buraya uçanların muhalefette olduğunu söylemesin! Evet, bir bakıma lafta keskin muhalif mebzul içlerinde de, tuzu kuruların muhalefeti ancak bu kadardır işte.
Onlar ekonomik anlamda ne kadar iktidarda? İçinizden bazıları öfkeyle itiraz edeceklerdir, ama kimler iktidarda değildir, kesindir. En alttaki en az %34… Çoğu AKP’ye oy vermekle kendilerini zaman zaman ülke yönetir hissetseler de yaşamın acı gerçeği her gün, her saat ezilmişliklerini tokat gibi suratlarına çarpıyor. Ve herkes gibi onlar da bu dünyada bir kez yaşayacaklardır.!!!
Muhalefet, mesela CHP kurmayları, illerdeki, ilçelerdeki yöneticileri, hatta küçücük “sosyalist”, “komünist” partilerin ileri gelenleri, milletvekilleri, emekli vekiller, popüler yazarlar, sanatçılar, gazeteciler… Muhalif doktorlar, avukatlar, mühendisler, şirket çalışanları, rantiyeler… Bunların özellikle belli bir yaşın üstündekiler… Bunların çok büyük çoğunluğu işte bu ilk %40’ın içindedir. Dahası muhalif şefler içinde en tepedeki oligarşik %20 içinde halay çekenler de pek nadir değildir.
Hesapladım, ben de şahsen o %40 içindeyim. Tuzu kurular tabakasındayım. Her keyfedişimizde (mutluluk ve keyf düzeyi maddi olanaklarla bire bir koşut değildir, ancak ağır yoksulluk-yoksunluk durumlarında da azla yetinip yaşamın tadını çıkarmak maddeten pek mümkün değildir) aklımıza işte o %35-40 gelmekte, özellikle onların çocukları gözümüzün önünden gitmemekte ve bu da bizi kalben daha da sosyalist yapmakta… Elden geldiğince onlar için çalışmaya sevk etmekte de… Sonuçta, zenginler iktidardadır, yoksullar ise çoğu zaman bu dünyada cehennemi yaşamaktadır. Sulu gözlülük ise hakikati değiştirmiyor.
Bizler bu gerçeğin bilincini yaymaya devam eden çok az sayıda kalmış dinozorlarız.
İKTİDAR DEMEK SADECE EKONOMİ DEMEK DEĞİLDİR
Diyenleriniz çıkacaktır. Doğrudur. İktidar bir yetki ve yetke olgusudur aynı zamanda.
Kimin elinde daha çok erk varsa, o kişi, sıradan insana göre iktidardadır. Foucault tarzı, kavramı yufka gibi açmayayım, o suretle uçan sineğe bile iktidar yükleyip asıl sorumluları gizlemeye çalışmayayım, büyük iktidar sahiplerini, oligarşiyi ötekilerden ayırayım.
Ne var ki, geliri ilk %40’ın içinde yer almasa bile bir karakol komutanı, bir polis şefi, bir okul müdürü, bir şirket yöneticisi, bir belediye daire başkanı iktidarda değildir de nedir? İktidarda olup olmadığını, o yetkiyi elinden almaya kalktığınızda gösterdiği tepkiden anlarsınız.
Peki ya Kemal Kılıçdaroğlu bey, CHP kurmayları, milletvekilleri iktidarda değil midir? CHP’li onca belediye ileri geleni… Aynı şekilde, altlarından koltuğu almaya kalktınızda ne tepki veriyorlar bakın. Bu viyaklama iktidarı kaybetme viyaklamasıdır. On milyonlarca kişinin yazgısını dolaylı olarak belirliyor Kemal bey. Tüm ülke dudaklarından çıkacak iki kelimeyi merakla bekliyor. Ün, şan (ne kadarsa artık), uçaklar, otolar, alanlar, TV’ler onların… Bir kararlarıyla yüzlerce insanı milletvekili yapıyor veya yapmıyorlar… Milletvekili, il başkanı, belediye başkanı yaptıklarının itibarı, erki sıradan bir vatandaşken bin katına çıkıyor. Tayyip gibi her gün sıkıntıda, stres altında da değiller üstelik. Çoğu zaman keyf keka, pek rahatlar… Başarı dertleri de yok. Hezimet seçimlerden çıkıp “AKP kaybetti” diye sırıtabiliyorlar… CHP’yi bir zenginler kulübüne çevirdiler. Milletvekili olabilmek için büyük servet gerekiyor. TESEV, Soros, Doğan Medya, CNN üstünden CIA bağlantılarına hiç girmeyeyim. Bundan daha ballı börek bir iktidar makamı düşünemiyorum.
Peki buna karşı neden dev bir tepki doğmuyor? Muharrem de aynısı, taban da ileri gelenlerin çoğunluğu itibariyle o rahat %40’ın içinde de ondan.
Alper Taş beye gelince. Bir zamanlar çok severdim, tanışıklığımız da var. O da küçücük partisi ile on binlerce insanın kaderini belirlemiyor mu? “Demokratik Özerklik” denilen PKK dayatmasını bir anda kabul ediveriyor örneğin. HDP’ye destek çıkıyor. Direnin, direnişinizin arkasındayız, diyor. Yüzlerce asker, polisin yanında, binlerce Kürt birkaç ayda o “Demokratik Hendekler”de vurulup kırılıyor. Binlerce genç, ilgili ilgisiz kadınlar, yaşlılar, çocuklar… Ortalık kan denizine dönüyor… Alper Taş itibar içinde dolaşmaya devam ediyor. İktidar başka türlü nedir? İnsan canı, kanından öte bir yetki var mı?
Ya Erkan Baş beye ne demeli? Onu da pek severdim bir zamanlar. Ekrana, kürsüye çıkınca ne duygulandırıcı yanlarını okşardı ruhumuzun. Sonra partiyi karpuz gibi ortadan yarıverdi. “Kariyeristliğinden, hırsından başka bir derdi yok” dedi partide kalanlar. İnanmadık, inanmak istemedik. Ama doğru çıktı. Kariyerizm nedir: Düpedüz iktidar hırsı. Geçmiş tüm iddialarını tükürdü, HDP’ye yamandı.
https://www.youtube.com/watch?v=oztD0BHrOoE&t=359s
Oradan istifa edip TİP’i meclise sokacakmış. TİP ne? Türkiye İşçi Partisi. Hay sizin TİPinizi, diyecek, o kesindir, bir gün işçiler! PKK-HDP kaç işçi öldürdü bugüne dek biliyor mu Baş bey? Bilir, ama bilmezden gelir. 100’den fazla saldırıda 300’den fazla işçi.
Başka hiçbir ülkede davadan bu kadar rahat dönen sol liderler göremezsiniz. Başka hiçbir ülkede devrimci pozlu, komünist bıyıklı Amerikancılar göremezsiniz. Başka hiçbir ülkede sol partiler, liderler satın alınmak için böyle kuyruğa girmez!
İKTİDARDAKİ ULUSALCILIK
Ben de kafayı bozsam, TV, gazetem olsa, her gün oraya çıkıp üfürebilecek imkanlarım, lafımı dinleyen 50-100 yüz bin kişim bulunsa, ben de kendimi iktidarda hissedebilirim. Hatta “Tayyip aslında kukla, emirleri benden alıyo” diyebilirim. İnsanda hayal gücünün sınırı yok. Bu kadarı bile basbayağı bir iktidar türüdür. Ama ne yazık ki birtakım ulusalcı ileri gelenlerin iktidar hayali hezeyan veya halüsinasyondan ibaret değil.
Bir noktaya geleceğim… Sayın Perinçek’in 80 öncesinde MİT-Devlet içindeki bir kanada yakınlığı iddiaları, kesin kanıtlanamasa da ciddi bir kuşku olarak hayalet gibi dolaşmaktaydı. Konu o değil. Konu Perinçek’in iş bu doğrultuda o dönem SSCB’ye karşı ABD ve NATO’yu desteklemesi, hatta darbe öncesi, sonrası darbecilerdan yanalığı, adamlarının mahkemede dahi bu yönde ifadeler vermesi de değil. Perinçek’in 80’li yıllar sonundan 92 ortalarına dek PKK-Apo’yu desteklemesi de çok bilindiği için asıl noktamız değil.
Başka bir bağlantıdan bahsedeceğim. Perinçek’in “dolaylı” bir bağlantısından. Teoman Koman paşadan ve Eşref Bitlis’ten. Ergenekon tutuklusu Veli Küçük ve Doğu Perinçek, haklarındaki iddiaları çürütmesi için Teoman Koman’ı mahkemeye tanık çağırırlar. Koman da eski MİT müsteşarı olarak gelir, sanıklar lehine ifadelerini verir. Veli Küçük’ü tanıdığını, ama Küçük ile faili meçhuller arasında hiçbir ilişki bilmediğini, Perinçek’i ise önceden tanımadığını, ama Perinçek’in orduya sızma yönünde bir faaliyeti bulunmadığını söyler. Perinçek Koman’dan hep sitayişle bahseder sonraki yıllarda. Aydınlıkçılar için Koman paşa şahane adamdır.
Oysa gerçekleri farklı anlatanlar da var:
http://www.mynet.com/haber/guncel/mitin-perinceki-cizdigi-olay-388807-1
Bir MİT müsteşarı, o dönemin ali kıran baş kesen otoritesi, Kürtçü, Apocu 2000’e Doğru dergisine, sızdırmışsa neden haber sızdırır? Öyle tuhaf ilişkiler var ki, Nasrettin Hoca’nın fıkrasındaki gibi “bu kediyse et nerede, bu etse kedi nerede?” Koman’ın MİT müsteşarlığının bitimine doğru 2000’e Doğru’nun Kürtçülüğünün bitmesi de başka bir komik tesadüf.
Peki Koman kimdir, Eşref Bitlis’in olayla ne alakası vardır? General Koman 1988’den, 27.8.1992’ye dek MİT müsteşarlığı yaptı. Görevi sırasında pek çok faili meçhul cinayet işlendi. En çarpıcıları aydın suikatleriydi. Turan Dursun, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy onun MİT başkanlığı döneminde öldürüldü. Uğur Mumcu suikastini de önceden bildiği iddia edilmiştir. (Kaynak: Güldal Mumcu) Failler bulunmadı. Kağıt üstünde işte bu kadar “başarısız” MİT müsteşarı, demek birilerine göre başarılıymış ki, terfi ettirilerek 3. Ordu Komutanlığı’na getirildi. (Sözde başarısız Hakan Fidan’ın hala o görevde kalması gibi.) 1995 yılında Jandarma Genel Komutanlığı’na yükseldi.
Eşref Bitlis ise Orgeneral rütbesiyle 1990’da Jandarma Genel Komutanı oldu. Ulusalcı kesimce “Avrasyacı” devlet uyanışının ilk ve en önemli ismiydi. ABD’nin PKK’yı fiilen desteklediğini üst devlette ilk rapor eden ve buna şiddetle karşı çıkan kişiydi. Çoklarının suikast olarak gördüğü bir “kazada” öldü. Aydınlık çevresi bu olaya ABD “suikasti” der. Ancak ne MİT, ne de üst rütbeli silah arkadaşları bu suikast için ciddi bir soruşturma yürüttü. Dosyayı kapadılar.
Bitlis’in, “PKK’nın ardında ABD var” dediği yıllarda Perinçek Apocuydu. Kendisi bunu, “PKK’yı barışçı çizgiye çekmek için devrimci görev” diye izah etse de, olgu hiç de geçici taktiksel ve mesafeli yaklaşma çabası gibi görünmüyordu. Parti yayınlarında PKK ve Öcalan’a övgüler arşı alaya varıyordu ve PKK yağlaması 4 yıldan fazla sürdü. Ordu ve devletse yerden yere vuruluyordu. Perinçek kendisi iki kez Apo’ya gitti, 92’de de adamını gönderdi. Bu bir devlet görevi miydi, kendi iradesi mi, ikisi birden mi? Hala karanlık. 2000’e doğru Dergisi’ndeki onca kalburüstü kişi (liberal elebaşılar dahil, her gruba dağılmış, çok sayıda şahsiyet) devleti mi kandırıyorlardı, yoksa Apo’yu mu, yoksa hepsi bir olmuş halkı, bizi mi (…) ?
Perinçek söz konusu dönemini bu son seçim sonrasında bile övünerek anlatır. “Oradaki ilk serhıldanları 1990'larda yapan benim. Köylülere yapılan baskılarda jandarmanın karşısına biz dikildik.”
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44638759
Ben bir şey demiyorum. Nesnel bağlantılar diyeceğini diyor zaten: Perinçek’in “jandarma baskısına” karşı PKK yanında yer aldığı yıllar Eşref Bitlis’in jandarmanın başında olduğu ve “bunların arkasında ABD var”, dediği yıllardır. O dönem Teoman Koman da MİT müsteşarıdır. Bitlis öldürülür, Perinçek Apoculuktan bir nedenle vazgeçer, ne var ki Avrasyacı, vatansever, milli silah arkadaşları Bitlis’in öldürülüşüne kulak bile asmazlar. Terfi edip dururlar. Aynı yıllarda orduda FETOcu yayılma da başlamıştır.
Demem o ki, orduda ve devlet üst bürokrasisinde bu AVRASYACILIK hikayesi bana “cambaza bak!” aldatmacası gibi geliyor.
O dönem orduda ve devlette üst düzey bir anti-ABD’ci bulmak imkansız gibi bir şeydi. Tek belirgin figürü de ortadan kaldırdılar. Ulusalcıların sonradan milli, vatansever, Avrasyacı ilan ettiği generaller, bürokratlar, bakanlar vb. düz Amerikancıydı. Bunlar çok çok sonraları ABD’nin AKP, FETO ve PKK’ya ağırlık vermesiyle gözden çıkarıldılar. Ama hepsi mi? Bundan emin değilim. Kuşkusuz yedekte beklettikleri “millici” güçler hala vardır.
FETO konusu da aynı bağlamda ele alınmalı. Ergenekon tahliyelerinden sonra gerek VP’lilerde gerekse tahliye edilenlerin çoğunda AKP’nin FETO ile birlikte işlediği bütün günahları tek başına FETO’ya yıkma kurnazlığı gelişti. Kamuoyunu aptal yerine koyan bu çarpıtma hala işe yaramakta, hatta 15 Temmuz darbe girişiminden sonra daha da etkili olmakta. Bu darbenin bile birçok karanlık yönü bulunmaktayken, ulusalcı şeflere göre her şey gün gibi ortada. FETO, PKK ve ABD kötülüklerin tek kaynağıdır, AKP bizi bunlardan kurtarmıştır. Arada AKP’ye de vuruyorlar dostlar alışverişte görsün diye, ama esas olarak dedikleri budur.
1970’lerden beri yaptıkları budur. Sadece onlar değil. Başkalarında da var aynı tarz. İktidarda olmak için, iktidardan pay kapmak için, büyük oynamak adına, büyük güçlerle içli dışlılık. Bunu zeminini hazırlamak için de gerçeği çok kaba biçimde çarpıtma… İşine gelen doğruyu birken beş gösterme, işine gelmeyeni halının altına süpürme…
FETO ve PKK, ABD’nin son dönem en çok öne çıkardığı iki güç. Ama emperyalizmin desteklediği, satın aldığı pek çok başka güç var… Emperyalizm en küçük, en radikal muhalif grupların içinde bile doğrudan veya dolaylı adam satın alır, bunları destekler… Kapitalizmin ekonomisi ise aynı şeyi kendiliğinden yapar.
AKP ile ABD’nin limoni olduklarını kimse inkar etmiyor ki! Kavga PKK ve bilhassa FETO’dan kopmuştur, biraz da farklı dinsel ideolojiler, radikal dincilik meselesi.
Ama PKK ile FETO’ya tavır almak tek başına ne bir iktidarı anti-ABD yapar, ne anti-emperyalist. Şu noktaya kadar bahsettiklerimizi “Kurtlar Vadisi” senaristlerinin geliştirmesine bırakalım, herkesin bildiği gerçeklere dönelim.
Soruna siyasi yaklaşırsak: Her gün atıp tutmalarına bakıp biz de mi şehir efsanesine inanacağız. İsrail ile ekonomik-siyasi-askeri ilişkiler mi sonlandı da haberimiz yok? ABD-NATO üsleri mi kapatıldı? İkili-çoklu anlaşmalar mı iptal edidi? Yoksa çocuklarımızı Avrupa’ya, ABD’ye göndermekten mi vazgeçtik? Okusunlar, kariyer sahibi olsunlar, onlardan olsunlar diye… Yoksa bize vize işkencesi koyan ülke vatandaşlarına onların da canlarını çıkartacak vizeler mi koyduk? CIA’in bu ülkede altmış yıldır işlediği cinayetler mi soruşturulup ortaya döküldü? Yoksa FETO’nun 2013 tarihine denk nasıl güçlendiği mi rapor edildi, sorumlular cezalandırıldı? Sanıklar kendilerini mi yargılayacaklar? İçerdekilerin çoğu orta düzey adamlar. FETO’nun büyük şeflerinin büyük kısmı kaçmış, ne şekilde kaçırılmış? “Darbe Günlükleri-Yüzü Silinenler” romanımda James Bond darbenin 1 numaralı şefi kılığına girerek darbeyi akamete uğratmıştı. Kimden esinlenmiştim ki? Sahi ya, Adil Öksüz diye biri yok muydu? Nerede şimdi? Boşverin, biz cambaza bakıp duralım.
Olayın ekonomik yönünü inceleyelim: Ulusalcı büyük hatipler bana izah etsin… %20, milli gelirin %46’sını götürüyorsa bu ekonomi nasıl milli olur? Ki bu ilk %20’nin büyük ölçüde yabancılarla ortak çalıştığı ve bu parayı tamamen gayri milli şekilde yediği bilinirken. Bu yüzde 20’nin siyaseten de asıl iktidar içinde yer almadığını düşünmek nasıl türde bir saflıktır? Peki en alt %20? Asgari ücretliler? Onlar gavur mu?
Oysa bizim TÜSİAD Perinçek’e göre milli uyanış içinde, Tuncay Özilhan da o uyanışın sözcüsüdür:
https://www.aydinlik.com.tr/tusiad-liderinin-onemli-konusmasi-dogu-perincek-kose-yazilari-ocak-2018
TÜSİAD ve Özilhan’dan daha iyi “komprodor”, “yerli işbirlikçi” tanımına uyan başka kimler bulunabilir? Buradaki anahtar sözcük “Batı’yı bırakın, Doğu’ya yönelin..” Yine şu Avrasyacılık martavalı… “Çin, Rusya iyidir, ABD kötüdür”. Bu güçler birbiriyle çekişmektedir, ama ekonomide Çin de, Rusya da ABD’nin işbirlikçisidir. İkisi de kapitalist, ikisi de emperyalisttir. Çinci olunca milli oluyoruz, Rusya’yı tutunca, ondan para alınca anti-emperyalist sayılıyoruz, öyle mi? Özilhan ne kadar milli ise VP de o kadar millidir bu durumda… Kendi ifadeleri…
Türkiye’de Batılı mallara boykot mu başladı? Ticaret anlaşmaları mı yırtıldı? Yoksa ABD, Almanya, Fransa ortaklı şirketler mi millileşti? Hamburger yemekten mi vazgeçtik? Kola mı içmiyoruz?
Liberaller on yıllarca dincileri destekledi bu ülkede. AKP’yi iktidara getirdi, güçlendirdi. Gerekçeleri neydi? Türkiye’ye demokrasi gelecek. İfade ve örgütlenme özgürlüğü genişleyecek. İşkence, kötü muamele bitecek… Askeri vesayet sona erecek. Kemalizmin hoyrat yüzü sopayla yumuşatılacak. Haklılar mıydı? Dapdar bir pencereden, ak kara, o yanlış bu doğru şemasından, konunun bağlantılarından kopuk değerlendirdiğimizde hepsi haklıydı. AKP iktidara gelince bunlar gerçekleşti mi? Hemen hepsi az çok gerçekleşti. Bunlar iyi şeyler mi? Evet iyi şeyler… Ama o kısmi haklılık liberalleri haklı kılmıyor.
Neden? Çünkü askeri vesayeti kısmen kaldırdılar, başka vesayetler getirdiler. Kemalizmi yıktılar, daha nobran bir ideolojiyi hakim kıldılar. Demokrasiyi bir yandan geliştirdiler, öte yandan daralttılar. Tüm bunları arkalarında ABD gücüyle yaptılar. Liberaller için o önemli değildi, çünkü onlar da sistemin ve ABD’nin adamlarıydı. AKP’yi desteklerken vatan, millet, halk aşkına desteklemiyorlardı, kendi iktidar alanları genişlesin, pasta payları artsın diye destekliyorlardı. Başat sloganları, daha fazla özgürlük idi. Haklıydılar. Tek yanlı ve çıkarcı bakanlar ne kadar haklıysa.
Şimdi VP’liler ve benzerleri de aynını yapıyor. Başat slogan millilik. Ne kadar nasıl milli olunduğunu az yukarda epey izah ettik. Bu milliliğin sağ MHP milliğinden farkı yoktur. Aslı varken solda kopyasına ihtiyaç bulunmuyor.
BEDEL ÖDEDİLER SAFSATASI
Ne zaman HDP çizgisini, liberalleri ya da ulusalcı şefleri eleştirsek, aynı safsata ileri sürülür: Onlar şu zamanlarda hapiste yatmışlar, böyle badireler atlatmışlar, şöyle saldırılara uğramışlar. Tüm bu gazilik madalyaları haris kişileri eleştiriden koruyan bir zırhtır adeta.
Eee, bunlar birbirini pek ağır eleştirirler, o zaman o zırh nereye gidiyor? Onlar bunları göze aldıklarına, o çileleri çektiklerine göre… Samimiyetsiz olamazlar… Yanlış olamazlar… İktidardan yana olamazlar… Belli güçlerin adamları olamazlar… Şu, bu…
“Bedel ödeyenlere” samimiyetsiz demiyoruz zaten. Orada da başka türlü bir samimiyetsizlik var, ama samimiyet ayrı bir tartışma konusu. Bu saydıklarımın çoğu, belli bir riski göze alanlar, cesaretli, davasına inanmış insanlardır. Bu inanç ve cesaretin motivasyonlarını incelemek şimdiki yazı konusunun dışında.
Ne var ki “bedel ödemek” ne solculuğun, ne doğruluğun, ne gerçek muhalifliğin kanıtıdır.
Birtakım bedelleri karakterine ve rastlantılara bağlı olarak sıradan insanlar da ödüyor. Öne çıkan insanlarda sıklığının artması da doğaldır. Çünkü siyasetçi, yazar veya aktivist olmak riski artırır. Ama özellikle erk tutkusu yüksek seyredenlerde, iktidara oynayanlarda, “büyük düşünen”, büyük ilişkilere girenlerde ceremesini çekme daha yaygındır. Ve bazen zorunluluktan, bazen gözden çıkardığı için, bazen de taktik icabı devlet kendi adamlarını da içeri atar. Hamama giren terler…
İKTİDARA UZAK DURMALI
Bir aydının görevi önce olup biteni, dünyayı ve ülkesini anlamaya çalışmak, bunun için sürekli sorgulamak ve araştırmak.. Sonra da bildiğini çevresine anlatmak… Söz konusu işlevini yerine getirirken de kişisel, maddi, sosyal, ruhsal, politik çıkarlarının etkisinde kalmamak.
Kişi, çıkar için yazıp söylerse iktidara yaklaşır. Bu tutumun yobazların tutumundan hiçbir farkı yoktur.
Siyasi iktidarın her yapıp ettiği elbette kötü değildir. Ülkede iyi gelişmeler de yaşanmaktadır. Gerçek aydın bunları söylemekten çekinmez. “Bizim taraf” pirüpak, mükemmel, öte taraf AKP topyekun kötüdür demek yaşamla bağdaşmaz, bu tutum komiktir, bayağıdır, leştir… Yalnızca iktidarın işine gelir.
Çoğu “solcu”muzun, CHP seçmeninin ezici çoğunluğunun yaptığı tam da budur. İlkel muhalefettir, aslında iktidara çalışmak anlamına gelir. Aydın kişi muhalefette olduğu için ülkesinin, halkının çıkarlarına aykırı davranmaz, her şey kötüye gitsin, politikama yarar, demez. Aklı, eli, iyiliğe, doğruluğa çalışır. Açık faşizm hariç, en kötü iktidar altında bile.
Ama geçmişte liberaller bu işi abarttı, şimdi de ulusalcıların önemli kısmı abartıyor. HDP tarafı halk düşmanı zaten, onları hiç değerlendirmiyorum. Çünkü çoğu için baskın saik iktidardan pay kapmaktır. Çıkardır. Ulusalcı kesimin şimdi dediklerinin yüzde 80’i çok doğru. Ama biz işlerine gelmediği için gizlediklerine, söylemediklerine de bakmalıyız.
Muhalefette hiçkimse tepedeki %20’yi hedef almıyor. Aksine ayrıcalıklı azınlığa katılmak istiyor. Katılıyor da… Hiçbirinin alttaki yüzde 34’le bir gönül bağı yok!
Oysa gerçek aydın kötülük baskın olduğu sürece keskin bir muhaliftir. Kendine sol, sosyalist muhalif diyen partiler de böyle olmalıdır. Demokratik bir halk iktidarı kurulmadıkça hiçbir solcu iktidar yandaşı olamaz. Şu veya bu şekilde onun yanında yer almaz. Aydınlık=Muhalifliktir. Yarın AKP iktidarı yıkılsa ertesi gün yeni iktidara karşı en sert muhalif duracağımız kesindir. Çünkü yakın gelecekte halktan, ülkeden yana bir iktidar oluşma ihtimali sıfırdır. Pastadan pay kapma telaşının tüm muhalefetin karakterini belirlediği bir vasattan hayırlı bir iktidar doğmaz.
SONUÇ: Klasiktir. Gerçi klasımız da kalmadı. Sadece… Ecevit-Demirel fıkrasına girmeyelim… Diyeceklerdir ki: Çözümün ne?
Çözüm insan olana anlatılır. Bizim toplum insanlığını kaybetti.
PKK ile savaş var, her gün insanlarımız ölüyor ve bizim muhalefet PKK-HDP ile ittifak içinde iktidara gelebileceğini düşünüyor. YEDİRMEZLER. Oy verdiğim Muharrem başkan seçilseydi ne yapacaktı bu kanlı iktidar gömleğini? HDP’ye yaranmaya çalışarak üç ay orada kalabilecek miydi? Muhalefet daha bu çok basit ilkokul hesabını yapamıyor.
Daha savaş konusunu kafasında çözmemiş muhalefet. İktidara çok kızıyoruz da daha muhalefet insanlaşamamış. “İnsanlaşmak” soyut kavram gelecek size. Şöyle diyeyim o zaman: İşte en çok ezilen %35-40 var ya… Onları kafanızda merkeze almadan ne insanlaşabilirsiniz, ne sol politika yapabilirsiniz. Savaşta da karşılıklı en çok onlar ölüyor zaten.
Ama bizim muhalefetin hükümet anlamında iktidara hiç niyeti yok. Ellerindeki iktidar, yani tuzu kuru yaşam ve muhalif kitle üstündeki etkileri, havaları, erkleri onlara yetiyor da artıyor. O yüzden de gerçek muhalefetteki en etkili silah üretimden ve tüketimden gelen gücü kullanarak sisteme ve tüm olan bitene direnmek, akıllarına bile gelmiyor. Keyf içinde yemekle meşguller. Etkili muhalefet yapın, desem o da kötü. Çünkü zeminleri baştan haksız zaten. Her şey temelden bozuk. Ben bu kitleye, bu kadroya daha ne çözüm önereyim. Yeterince önermedim mi? En son şunu diyorum özle: Önce hepimiz insanlaşalım.
Not: “CHP’liler zaten iktidarda” deyip, tezini kısaca açıklayarak yazının ilk ilhamını veren Can Ertan’a, sürekli ekonomik ilişkilere vurgu yapan Rasim Ali Uysal’a, durmadan “liberallerle ulusalcılar aynı dokudandır” deyip duran Çağlar Özsuca’ya, milli gelir karşılaştırması haritası paylaşarak bu yazıya ilham verenlerden Arif Yavuz Aksoy’a, önceki bildirge yazım için “keşke daha çözümleyici bir yazı olsaydı” diyerek beni kışkırtan Belgin Yücetürk’e, yoksul çocukları ve onlar için çabalayan ana babaları hiç aklından çıkarmayan, sürekli onlar için çalışan İlknur’a, katkılarından ötürü teşekkürler… Başka can destekçilerimiz de var… Ama hepsini burada sayamam…
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Kaan Arslanoğlu 16.08.2018
Fesbukta bu hdp destekçisi büyük iktisatçılara şöyle bir soru sordum: Bu HDP sempatisinin bu kadar yayılmasının iktisadi bir açıklaması var mı? Uzman olan sizsiniz. PKK'nın müthiş bir bütçesi olduğu söyleniyor. Paranın ancak bir kısmının elli binden fazla gariban Kürdün kıyımına yol açan silahlara gittiği iddia ediliyor. Geri kalanı nereye gidiyor? Yabancı dilimiz de zayıf. Sizler gibi yurt dışı tecrübelerimiz de yok. Burada birkaç kaynak vereceğiz, Lütfen bir açıklama yapabilir misiniz? Kaynaklar sanırım sizler için muteber... : https://www.treasury.gov/press-center/press-releases/Pages/tg1406.aspx https://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/view/contending-with-the-pkks-narco-terrorism http://blogs.plymouth.ac.uk/dcss/2018/02/13/u-s-pentagon-2019-budget-allocates-550-million-for-ypg/
Cemal Öztürk 12.08.2018
Yıllardır" kiriz çıktı hükümet devrilecek" diyen solun marksist vaizleri, kriz çıkınca da " imf ye gitmekkten başka çare yok" diyorlar. İki gündür sosyal medyada izlediğim kadarıyla doların değer kazanmasına karşı liberal sol, sosyal demokrat ve sözde " sosyalist " kesimlerden olumlu, yaratıcı, yol gösterici bir tepki göremedim. CHP, HDP, ÖDP si eski tas eski hamam. Evrensel, cumhuriyet ve birgün de kiriz edebiyatı dışında yeni bir şey söylemiyorlar. " Bu krizi fırsata çevirmeliyiz " diyen iki üç yazara rastlayabildim ancak. Nihat Genç Ali Rıza Özkan Ahmet Yıldız ve bu yazıda Kaan Arslanoğlu Ben de naçizane bu durumu ruhban medyası kavramıyla isimlendiriyorum. Ruhban medyası, modern çağda sistemin maneviyatını oluşturan yazar, yönetici, eğitim ve öğretim mensubu tüm kadroları içine alır. Bu günkü liberal solun ve diğer emekli sosyalistlerin hepsi artık tıpkı cami ve kilise adamları gibi sistemin azizlik sertifikasını almışlardır.
arif yavuz aksoy 12.08.2018
Yazıyla yorum yapiym. Baymasın sizin feys arkadaşlarınız beni burdan. Hürmetler.
Ç. 12.08.2018
TÜSİAD'a sermayeye olan bakış açıları ise benzerdir. Sevgiler,saygılar.
Ç. 12.08.2018
Tuncay Özilhan'dan anti emperyalist çıkmayacağı gibi anti ABDci de çıkmaz. "Anadolu Grubu, dünyanın en değerli 4. markası olan McDonald's’ın, 2005 yılından bu yana Türkiye’deki lisansörü olarak faaliyet gösteriyor. 250'den fazla restoranı ve 6 bin çalışanıyla yılda 60 milyonu aşkın tüketiciye hizmet veren McDonald's, sunduğu ürünlerin tamamına yakınını Türkiye'den tedarik ederek, iş gücü ve pazar olarak da ülkemize katma değer yaratıyor." (Bkz:
) Avrasyacılığı da Rusya'daki ticari faaliyetlerine dayanıyor. https://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/1592103-anadolu-efes-ile-inbev-rusya-ve-ukrayna-daki-operasyonlarini-birlestiriyor . Muhafeletin sistem ile olan bağını ortaya koyan güzel bir yazı. Yazı için Kaan Arslanoğlu'na teşekkürler. Ali Koç'u ekonomi bakanı yapsalar da liberal "sol"cularımız demokratikleşme, ulusal "sol"cularımız ise millileşme çıkarsa. İktidardan daha çok birbirlerini eleştirirler.
yusuf bodur 11.08.2018
Bunca okura bu kadar yorum...Gerisi boş..
Kaan Arslanoğlu 09.08.2018
Sevgili Akif Akalın'dan yazıya ilham verenler bölümünde bahsetmedim. Oysa öyledir. Her iki yazısından birinin konusu "asgari ücretliler"dir. :)
Akif akalın 09.08.2018
Yarın Perinçek Trump'ın Atatürk'ten veya Lenin'den sonra tarihin gördüğü en büyük devrimci olduğunu yazsa müritleri ne yapardı? Aynısı yazıda adı geçen geçmeyen bütün liderlerin müritleri için geçerli. O kadar da değil mi diyorsunuz? O halde ya deneyimlerinizden ders çıkartamıyorsunuz, ya balık hafızalısınız, ya da yaşınız müsait değil.
Kaan Arslanoğlu 08.08.2018
DEVAM: Karşılıklı angaje zannımızın nedenlerine gelince… Bendekinin sebebi şu: Tabii insan kendi yazısını değerlendirirken, niyetini de iyi bilir. Her zaman o niyeti yazısına yansıtamayabilir gerçi. Fakat bu yazımda konuya olabildiğince nesnel ve bütünlüklü yaklaştığımı zannediyordum. DP bölümünün neden uzadığını ayrıntılı anlattım. Bunun anlaşılacağını düşünüyordum. DP altında tüm sistem, iktidar, devlet eleştiriliyordu ve de sol namına bununla ilişki kuranlar… DP’nin şahsını yıpratmak gibi bir niyetim hiç yoktur ve gerçekten bu liderlere Tayyip dahil hiç şahsi kinim, düşmanlığım yoktur. Bu gerçekten böyledir ve olgu bana göre tamamen siyasidir, o düzlemde ele alınmalıdır. Ben bu duruşumun açık olduğunu zannederken sizden özel bir DP savunusu gelince bunu angajmana bağladım. Angaje suçlamasına karşı refleks tepki. Yanılmış olabilirim. Öyleyse özür dilerim. Sanırım tüm sorularınızı cevaplayabildim. Selamlar, sevgiler, saygılar.
Kaan Arslanoğlu 08.08.2018
DEVAM: İlla ki bir eksik bulacaklar diye her yazıda tüm siyasileri, tüm partileri yeniden gözden geçiremem ya. Bakınız bu yazıdan önceki 4. Yazıya. Orada TKP’yi birçok üyesinin bana şiddetle saldırmasına yol açacak setlikte eleştirmişim. Daha önce de çok ağır eleştirmişim. Hep bu benzeri konularda. Yine bana saldırmışlar (sözlü), bolca çemkirmişler… Ama her yazıda da onlardan söz edemem ki. Ortada daha güçlü örnekler dururken hadi o da yer alsın diye yazıyı kaç sayfaya çıkaracağım. Örneğin bu konuda Yalçın Küçük en az Doğu P. Kadar kapsamlı malzeme sunar. İlgi de çeker. Ama her yazımda Yalçın Küçük desem, adama niye taktın derler.. Üstelik yazı olur 70 sayfa… +++++
Kaan Arslanoğlu 08.08.2018
DEVAM: Kemal Okuyan bey konusuna gelince. Siz Kemal bey deyince, ben bunu konuyla alakasız olduğu için Kemal Kılıçdaroğlu zannettim, o yüzden espri sandım. Diyorsunuz ki, “sol liderlerin ipliğini pazara çıkarmayı misyon edinmişsen, K. Okuyan’ı atlamamalıydın.” Bir kere sol liderlerin ipliğini pazara çıkarmak gibi bir misyonum yok. Sadece sol liderler bu hazin başarısızlığın hesabını vermeliler. AKP’ye bağırıp çağırmak artık boşuna, bizi ona mecbur eden kalitesizliğimizi sorgulamalıyız. Düşünün, bazı takımlar durmadan küme düşüyorlar, her yıl bir alt lige düşüyorlar, başkanlar aynı, teknik direktörler aynı. Bu futbolda asla olmaz. Siyasette niye olmuyor. Ben o doğrultuda sadece liderlere değil, esas olarak kitleye vuruyorum, kendime de vuruyorum. Ama konumuz bağlamında Okuyan aklıma gelecek en son örnektir. Her yazıda da bir ansiklopedi yazamam ya. +++
Kaan Arslanoğlu 08.08.2018
DEVAM: 7- Erkan Baş dünkü çocuk, Perinçek’i anlatmak tuğla gibi sicilini yüklenmek demektir… Kısa bir özet bile sayfalar alacaktır. Bu özetin özetidir. İşte bu nedenlerle bölümü uzun sürmüştür. Kemal Okuyan ile devam edecek… +++++
Kaan Arslanoğlu 08.08.2018
DEVAM: Sağ anlamda millidirler, anti-emperyalist değiller, bu farkı vurgulamak önemlidir. 3- Aynı hedeflere vurdukça ulusalcı kesim beni, bizi kendilerinden görüyor. Değiliz. Bu farkı anlatmak gerek. DP bölümünün büyük kısmı DP’nin şahsında, devlet, emperyalizm ve sistem eleştiridir. 4- Buna rağmen kulp takmaya çalışanlar bunda AKP eleştirisi, sistem eleştirisi yok, diyeceklerdir. 5- İfade ettiğimiz çok haklı savları karşı tarafın bir saniyede çöpe göndermesi için “Bunu Perinçek söylüyor” demesi yeterlidir. Farkı anlatmak o yüzden uzamaktadır. 6- Çok haklı olduğu konularda bile onun gibi düşünenlerin bile ona güvenmemesi hem geçmişi hem bugünkü tutumundan ileri gelmektedir. Devamlı surette iktidara yaklaşmak çabalarından gelmektedir. Bu da muhalif kesimde tepki uyandırmakta. ++++
Kaan Arslanoğlu 08.08.2018
Facebook'da Gaffar Yakınca'nın sorularına verdiğim yanıtlar: Değerli ve Sevgili Gaffar Yakınca, Perinçek’ten başlayalım. Yazıda, onun söylediklerinin %80’i doğrudur dedim. Ama kalan 20’de öyle şeyler söylüyor ki ve öyle açık gerçekleri hiç söylemiyor ki, tüm doğrularını götürüyor. Hitap ettiğimiz kitle hep bu çelişkileri ve gelgitleri yaşıyor. Okurumuzun %60-65’i ulusalcı kesimden sayılır, çoğu CHP’ye azı VP’ye oy atar ama ulusalcı söylemlerden kuvvetle etkilenirler. Perinçek’in ötekilere göre fazla yer tutması 1-Daha önce çizmiştik, ay geçmiyor ki silinmesin, bir daha kalın çizgilerle farkımızı belirtmek içindir. 2- Perinçek’in söylediği çok doğru şeylere yakınız, biz de ABD, PKK, FETO büyük tehlike diyoruz, ama gördüğümüz başka şeyler de var. Onları görmez, göstermezsek VP veya CHP içindeki ulusalcılar gibi sistemin adamı, anti-emperyalist söylemli emperyalizmin adamları oluruz. Ben bu grubu ne yazık ki sol anlamda milli görmüyorum. +++ DEVAM edecek
H.ÜNSAL 08.08.2018
Tutarlı Antiemperyalist- antikapitalist mücadele ile birleştirilmediğinde; yurtseverliği, vatanseverliği, etnik temelleri öne çıkardığından toplumun uluslaşmasını karartır, böler, engeller. Bakın etnik Türk milliyetçilerinden, Perinçek taifesine, odatv çevresine ve diğer tüm ulusalcılara vardıkları son yer; “devam-ı devlet, hikmet-i hükümet”tir. Anti ABD’cilik, avrasyacılık, “millicilik” sonrası ne? Hepsi Arslanoğlu’nun yazısında var. “Anlayana sivrisinek saz. Anlamayana davul zurna az” Ne diyelim? Tartışıyoruz işte
H.ÜNSAL 08.08.2018
Neo- Liberallerin 2008 de başlayan emperyalist- kapitalist küresel krizle ipliği pazara çıktı, tarihin sonu mu? Tartışmalarıyla sütre gerisine düştü. Bir müddet orada korozmana yatacak. Gelişmenin gelecekteki seyrinde Zümrüd-ü Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğacak. Onu şimdilik yattığı yerde bırakalım. Kapitalizm dünyayı ve insanlığı bitirmeye devam ediyor. Ulusalcılarda ona hizmette görevlerine devam ediyor. Nedir Ulusalcılık? Saçma sapan bir kavram. Bunun adı köküne kadar milliyetçiliktir. Milliyetçilik kör bir ideolojidir. Etnik temele dayanır. Devam
H.ÜNSAL 08.08.2018
Sevgili Kaan, kapat bu facebook taki insan bu sayfasını. Face yorumları siteye asılmıyor. Netice itibariyle yazının ve yorumların tarihe kalıcı engelenileniyor.
H.ÜNSAL 08.08.2018
Neo- Liberaller demokrasiyi Kürt sorununun çözümüne, bizim 21 yy’lın solcuları da Leninist UKKH umdesi üzerinden devrim ve sosyalizm mücadelesine ilkesel bağlılıklarına payandalamaktadırlar. Sonuç ne? Kaan Arslanoğlu’nun yukarıdaki yazısında son derece doğru analizleele temellendirdiği gibi verili düzenle entegrasyon ve iktidarla bir tür doğrudan ortaklık. Tartışmaya meseleyi açarak devam edeceğiz.
H.ÜNSAL 08.08.2018
Genel olarak Kürt siyasal hareketinin cemaz-ül evveli ayrı bir tarih analizi yazı konusu. HDP’ye gelirsek; HDP İmralı Adasında Abdullah Öcalan (+) devletin birlikte oluşturduğu; adı “barış süreci” olan bir ittifak ve iktidar projesinin organizasyonudur. Bakın içine Neo- Liberaller, Marjinal marksist-Lenininst guruplar, kendilerini sol gösteren tabelalarında sosyalist ve işçi partisi adlarını eksik etmeyen emperyalist- kapitalist küresel sermaye enternasyonalinin ”din inanç, etnik yapılara özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkı”—bu UKKTH çok önemlidir-- “evrensel insan hakları” ve “demokrasi” kavramlarını Özsel niteliğinden koparan; yeni dünya düzeni ideolojisinden etkilenen ve dolayısıyla ona iltihak eden bilimum sol tandanslı “parti” ve gurupların—bunlara tüm mırın kırın etmelerine rağmen ÖDP de dahildir-- karanlıkta bile pırlantalar gibi berrak ışık saçtıkları ayan beyan ortadadır. Devam
Özgür Coşar 08.08.2018
"Iyi de ne yapalım? " diye soracak hazır reçete arayıcıları. Tüketim boykotu yapmak,üretimden gelen güç kadar etkili bir yöntem. Sizin yazınızın altına böyle bir yorum haddime değil ama iki ay kredi kartını kullanmamak bile epey sarsıcı olacaktır.