CAMBAZA BAK TİYATROSUNUN PERDE ARKASI VE SONRASI

CAMBAZA BAK TİYATROSUNUN PERDE ARKASI VE SONRASI

ABD ile Türkiye arasındaki kriz diplomatik manevralarla bir on yıl ötelendikten sonra, yakın geçmişte yaşanan darbe kalkışması sonrası belirginleşerek; Halk Bankası vakıası ve rahip Brunson olayı ile somut bir hal aldı. Eskilerin deyimi ile “sübuta erdi”. Sahnede tuluat gösterileri devam ediyor. Tiyatro kültürü olmayan halka 7/24 matine, suare aaa!  Cambaz; bakın, bakın cambaz deniliyor. Tiyatro hayatın aynasıdır. Önceden yazılır, provaları yapılır ve sahnelenerek oynanır. Verilen mesaj aynaya bakanın gördüğü kendi sureti kadar nettir. Sahnelenen bu tuluat gösterisinde ise Rahip kırmızı dötlü maymun durumundadır. Trump “bizim olanı bizden alamazsınız. Ne olacağını göreceksiniz” diyor. Büyük laf. Önünde kırmızı dötlü maymun var da, acaba lafın arkasında onlara ait olana neler var?

Bu tehdide başkanlık sözcüsünden cevap: “Başkan Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye'yle iyi ilişkilere sahip olma niyetinde olabilir. Kuşkusuz bu ilişkinin karşılıklı saygı ve müşterek çıkarlar temelinde gelişmesi halinde bu yaklaşım karşılık bulacaktır. Ancak ABD tarafından atılan bazı adımlar, bu ülkenin Türkiye'yle stratejik ortaklığına zarar vererek, güçlü ve karşılıklı çıkarlara hizmet eden ilişkileri zayıflattı. Türkiye, bu ilişkinin kötüleşmesinde herhangi bir rol oynamadı… ABD yönetiminin, Türkiye'nin güvenlik endişelerini anlaması durumunda bu ilişkiyi kurtarmak ve ileri götürmek hala mümkün olabilir." Vurgularında diplomasisin hem evetlerini, hem hayırlarını içeren diliyle karşılık verdi.

Adından muhalefetin, diğer siyasi parti ve odakların “aynı gemideyiz” serencamı.

CHP lideri Kılıçdaroğlu: “Tek adam rejiminin ülkemizde yarattığı hukuksuzluk ve yargının siyasallaşması, Trump ve ekibine böyle bir tutum alma cesareti verebiliyor. Yazık…" diyen beyanının yarattığı “aynı gemideyiz” algı etkisinin ardından 13 maddelik destek şartlarının sıralandığı bildirge ve medya organlarının yönetmen ve muhabirleriyle yapılan bir toplantıyla algı tamiratı girişimleri.

İYİ Parti lideri Akşener:  "Ülkemiz ve milletimiz adına hükümetin yanındayız" 

HDP: Sessiz. PKK’ya ve ABD’ye laf söylememek için, “söz gümüşse sukut altındır” düsturunda…

Ulusalcıların vizyoner lideri Perrinçek:  “Bugün ya Tayyip Erdoğan ile birlikte ABD emperyalizmine karşı Türkiye gemisindesin ya da Amerika gemisindesin! Üçüncü bir gemi yok!” feryadında…

Ulusalcıların tarih hafızası, ayaklı kütüphanesi S.Yalçın’ın: “Vatan, siyaset üstüdür” başlıklı döktürmeleri…

Ve Reyizimizin eeeyt  Amerika “Oyununuzu gördük meydan okuyoruz. Restinize rest.” “Dünyayı sömürerek refah düzeni kuranlara boyun eğmedik, eğmeyeceğiz” belagatiyle siyaset yapıcılara ve Monşerlere diplomasi dersi veren, “emperyalizme” karşı sarsılmaz mücadeledeki önderliği, liderliği… Ardından “onların dolarları varsa bizimde Allahımız var” çaresizliği ve kaderciliği. Medya üzerinden sokak diplomasisi… Oysa geçekler ne?

  • Gerçeklerin fotoğrafı bize Jeopolitik diyor:

Jeopolitik son derece ehemmiyet ihtiva eden siyasi bir kavramdır. Devletin ve toplumun hükümran olarak, üzerinde yaşadığı toprakların coğrafi konum ve mevkii sahası alanlarında, kara ve deniz sularında ve münhasıran ekonomik bölgesi sınırları dâhilinde tüm yer altı ve yer üstü varlıklıları üzerinde egemenliğini, çıkarlarını ve güvenliğini esas alan; coğrafi bölgesinin geçmişinin tüm tarihi içinde ve yeni gelişmelerin gelecekteki seyirde oluşabilecek tüm gelişme ve değişimlerini de kapsayan ekonomik, siyasi ve askeri olarak varlık ve beka stratejisini tanımlayan siyasi bir kavramdır. Kavramdan öte jeopolitik bir bilimdir.

Her ülkenin bir jeopolitiği ve her alanının kendi içinde stratejik niteliği vardır. Dünyada ve bölgesel coğrafyalarda ekonomik- siyasi-sosyal büyük alt üst oluşlar, öncelikleri etkileyen ve etkilenen yeni değişikliklere neden olur. Her yeni durum öngörüler ve somut gelişmelerin analizleri üzerine yeni politikalar oluşturmayı, yeni stratejiler kurmayı gerektirir. Devletlerin hafızası, kayıtları, çıkarlarının, doğal varlıklarının,  iyi temellendirilmiş ve tutulmuş dokümanteri vardır. İlgili her alan üzerinde çalışan, iyi yetişmiş, bilgi ve bilimle donanmış literatüre ve bir felsefeye sahip, objektif analizler yapan, bilgi işleyen bürokrasi kadroları, araştırma enstitüleri vardır. Bunlar objektif analizlerle ve sağlam felsefesi olan, işlenmiş bilgiler ortaya koyarak, politika yapıcılara, strateji kuruculara bahse konuların siyasanın temel hizmetini sunar. Gerisi karar vericilerin erkine, iradesine dairdir. Bu kadrolar bilim felsefesine sahip unsurlar olduklarından, politika yapıcılarla meselelerin kendi özü üzerinden çatışmalı bir denge içindedirler.  Beyinlerinin ön lopları siyasal İslam ideolojisi ile hapsedilmiş kadroların yukarıda ifade etmeye çalıştığımız nitelikte objektif analizler yapmaları mümkün müdür?

  • Ortadoğu ve Türkiye Jeopolitiği bize ne söylüyor?

 

Arabistan yarım adasından Irk, Ürdün, Suriye kadar olan coğrafya 1. Savaş sonrası Klan devletleri olarak şekillendirildi. 2. Savaş sonrası kurulan düzende Mısır (Nasır döneminde), Irak, Suriye BAAS rejimleriyle Kuzey Afrika’nın kıyı devletleri Tunus, Libya, Fas, Cezayir bağımsızlık savaşlarıyla küresel “kolektif emperyalizmin”  doğrudan hegemonya alanlarının dışında kaldı.  Bölgede ilk büyük kırılma İran’da şah rejimin yıkılmasıyla yaşandı. Büyük orta doğu projesi (BOP) İsrail’in güvenliğinin teminatı ve orta doğunun küresel sermaye enternasyonalinin ağlarının dışında kalan ülkelerde rejim ve sınırların değiştirilmesinin mühendislik çalışmaları bu dönemde başladı ve stratejileştirildi. 90’larda Irak savaşıyla test edildi. 2003 yılında işgalle icraya konuldu. Fiili işgallerle orta doğuda istikrarlı hükümranlıklar kurmanın mümkün olmadığı yaşanılarak görüldü. Irak’ın başta askeri ve güvenlik yapıları, devletin tüm kurum ve kurulları tarumar edilerek, İŞİD vb. gibi vahşet örgütleri yaratılarak, etnik aidiyetlerin, mezhepler ve aşiretlerin kendi içlerinde otonom yapılarıyla güçsüz ve istikrasız hükümetler yönetiminde kaos içinde yaşayan mazlum devlete dönüştürüldü. Ardından “ARAP BAHARI” projesinde denenen “Müslüman kardeşler” iktidarının çözüm olamadığı görüldü. Sisi darbesiyle “sorun” çözüldü. Libya’da devlet ortadan kaldırıldı. Suriye 7 yılda yerle bir edildi

ABD’nin Trump’la revize ettiği İran politikaları ve yeni yaptırımları; Arabistan yarım adasından doğu Akdeniz’e tüm jeopolitik coğrafyayı barut fıçısı haline getirmiştir. İran fitili ateşlenirse tüm bölgenin cehenneme dönmesi kuvvetle muhtemeldir.

Türkiye’nin Jeopolitiğinin ana hatlarını; Kuzeyde tüm Karadeniz havzası ve Kafkaslar, doğuda İran, güney doğuda Irak, kendi içinde ve dışındaki coğrafyada uluslararası karakter kazanmış Kürt sorunu, güneyde Suriye realitesi ve doğu Akdeniz ve Kıbrıs hinterlandındaki varlığı oluşturur.

İki kutuplu dünyanın soğuk savaş döneminde bir ön cephe ülkesi olarak Türkiye’nin jeopolitik öncelikleri ve çıkarları oldukça durağan, ön görülebilir bir çerçeve arz ediyordu. Ülke sınırlarının güvenliği ve korunması NATO ve müttefikliğiyle güvence altına alınmış,-- devredilmiş-- arada sırada kabarıp durulan Yunanistan’la Ege karasuları konularında diplomatik nota-laşma, Kıbrıs adasında garantörlük ve kısmi egemenlik hakları üzerinden dönem, dönem çatışmalı ve uzlaşmalı durumlarla geçen 50-60 yıl. Geçmişin manzarasının mim’i bunlardan ibaretti.

Türkiye Jeopolitiğine yeni gelişmelerin verili durum gerçekliğinde baktığımızda; NATO ve ABD’nin bölgede yeni hegemonya stratejileri Türkiye’nin çıkarları ile açıkça çelişmektedir. Türk ABD ilişkileri Soğuk savaş sonrasında oluşan yeni jeopolitik gerçeklere bağlı olarak radikal bir biçimde ya değişecektir ya da ABD’nin bölge stratejilerine tam teslimiyetle gönüllü köleliğe evrilecektir.

Güvenlik, ekonomik çıkarlar, yüz yıldır devam eden etnisite sorunları, rejim ve yönetim tercihlerinde yaşanılan temel kırılma, küresel emperyalist kapitalizme tam antegrasyonla gırtlağına kadar borçlu, ekonomik kriz içinde debelenen; bölgesinde gelişen her yeni durumda sağa sola yalpalayan, yönetilemeyen ülke bu ateş çemberinin nasıl çıkar? Bizim cevabımız bellidir, nettir. Sosyalistlerin devleti tamir etmek gibi görevleri yoktur. Çare toplumcu, gerçekten demokratik sol bir cumhuriyet kurmaktır.

 

  • ABD’nin Suriye’de PKK/YPG örgütünün yönetiminde bir de facto Kürt oluşumu Türkiye’de rejimi değiştirmiştir.

Erdoğan, küresel sisteme tam uyum, özelleştirme, 2001 krizi sonrası son şeklini alan yüksek faiz, yüksek borsa getirisi, düşük kur rejimine dayalı “kalkınma” modeli, AB sürecine devam vb. esaslar üzerinden siyasi hayatın tüm alanlarında Rıza üreteceğini ve yöneteceğini vaat ederek iktidara geldi. Konjontür hazırlanmıştı ve elverişliydi, Rızayı toplumun büyük ekseriyetinin memnuniyetiyle perçinledi ve büyüttü.  İktidar rıza oluşturma ve yönetiminde kimlik siyasetini, kültürel aidiyetleri, Kürt sorunu ve “açılımları” sürekli öne çıkardı, görünür kıldı. Neo liberaller de bu politikalarda tarihi misyonlarını yerine getirdiler. Arkasına aldığı bu rıza ve destekle; Kurulu sistem içinde ideolojik-siyasi alanını genişletme ve alan ihlallerinde çok agresif oldu. Önüne çıkan gerilimli durumlarda her kesimden muhalefeti tam cepheden karışına alırken, kendisini iktidara taşıyan büyük burjuvaziyi pazarlık mesafesinde tuttu. Kazandırırken--- İktidarımızda on kat büyüdünüz on kat”--- kazanan olmayı da başardı. Onlar da bu mesafeye itaati seçti.

 Bu dönem iktidarın devlet içinde devletle ilişkilerinde hem ilerleme hem de çatışmalı bir süreci ifade eder. Yönetilen halkla arasında rızayı kısmen sarsan kırılma Gezi olaylarıdır. Gezi, iktidarın otoriter yüzünün ön göstergesi olmuştur. Gezi AKP iktidarının yaşadığı ilk fay sarsıntısıdır.

BOP’nin asıl sahiplerinin projenin “ılımlı İslam” ayağını tedavülden kaldırılması, Kürt ayağına ise devam kararı ayrı bir kırılmadır. BOP de kendisine yüklenen misyon elinden alınmış, sürükledikleri Suriye topraklarında kucağına ABD’nin sezeryanla doğurttuğu nur topu gibi Kürt oluşumunun çocuğu bırakılmıştır

7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçları, dışta ABD’nin Kürt stratejisi, içte FÖTÖ’nün devlet içindeki örgütlülüğü ve 15 Temmuz darbe kalkışması, devletle AKP arasındaki göreli olarak var olan çatışmayı sona erdirdi. Müesses nizam ve MHP’nin ittifaka doğrudan katılımı ve tam desteğiyle Türkiye siyaset rotası yeni bir yola girdi. Bu yeni yol tercihinin diğer bir nedeni de; içte ve dıştaki ekonomik güç odaklarının ve mevcut muhalefetin, yeni bir hikâye yazan, güçlü ve istikrarlı yönetim vadeden bir alternatifi oluşturamaması olmuştur.

Türkiye’nin siyasal İslamcı akımlarının hedefi devlet yönetiminde ana damarın din ve İslam olduğu bir istibdat yönetimidir. “Baş yücelik” devletidir. Bu uzun erimli nihai bir hedeftir. Bilindiği gibi Osmanlı devlet yapısının üçlü ayağından biri, yıkılana kadar Din Kurumu ve ulema sınıfı olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşu ve Laik sistemle Din bir devlet kurumu olarak yapılandırılmış, ulema sınıfı siyasal hayatın dışına çıkarılıp devletten yalıtılmıştır. Erdoğan tüm iktidar süreçlerinde ideolojisinin emrettiği siyasayı inşa etmek için devletin İslamlaştırılmasını sağlayacak, ona hizmet edecek tüm araçları kullanarak cumhuriyetin tüm kurumlarının içini boşalttı, işlevsiz hale getirdi. Bu aşama orta vadeli hedefti. Onda da başarıya ulaştılar. Son aşama “baş yücelik” bugünün tabiriyle “cumhurbaşkanlığı sistemi”.

İktidarın bu siteme geçiş için bir stratejilerinin, planlarının, hazırlıklarının olduğu 7 Haziran-1 Kasım süreçleri, Nisan plebisiti ve 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarıyla görüldü.  Ancak ülkenin sorunlarına çare olacak konular üzerinde çalışılmış projelerin olmadığı, döviz kurularında yaşanan hızlı yükseliş ve kapıda patlamaya hazır bekleyen ekonomik krize çare üretme meselelerinde ve dış politika alanının temel sorunlarında ciddi alternatif çözümlerinin olmadığı da ortaya çıktı. Görünen o ki kervan yolda düzülecek. Bu durumun bize verdiği çıktı: Erdoğan’ın başkanlık rejimi stratejisi ile öncelikle iktidarını ve kendisini korumaya aldığıdır.

Erdoğan’ın 16 yıl fiilen yürüttüğü iktidarından sonra 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarıyla yasal olarak kurulmaya başlanan otoriter, denetimsiz yeni Başkanlık rejimi; ne kuş, ne deve misali; siyasal İslam ideolojili totolarizim, İslami faşizm, İslam-Türk milliyetçiliğin yeni iktidarı, Rusya’nın Putunizminin, Baascı rejimlerin yeni sürümü, çokça konuşulan Bonapatizm, kabinedeki patron temsilcilerinin bulunmasıyla tanımlanan “şirket devlet”. Hem o, hem bu ve her şey. Bu her şeyi içerme hali Araf’ı tarif eder. 

Araf’ta devlet olmaz mutlaka bir öze evrilmek zorundadır. Bu evrilmeyi doğrudan etkileyip şekillendirecek olgu ve sorunlar aşağıdaki ara başlılarda anlam bulur.

 

  • Türkiye’nin Kürt sorununda gerçek durum ne? gelecekteki seyri neler getirecektir?

 

Ulus kavramının sosyolojisi içinde anlam bulan; Ulus devlet, çok etnisetili, çok dilli, çok kültürlü toplum, dilsel haklar, kültürel haklar, asimilasyon, devletlerin yapısı ve yönetime dair haklar… Tüm bu meselelerin temelinde yatan ana unsur, bir kimlik arayışı ve statü sorunudur.

Self- determinasyon, UKKH, bölgesel kültürel özerklik, federal devlet, Üniter devlet gibi kavramsal tanımlamalar toplumların ve devletlerin kendi iç dinamiklerinin gelişiminin sonucu burjuva devrimiyle sosyal sözleşme olarak kurumsallaşmamışsa sorunlar bitmemiştir. Emperyalist yeni sömürgeciliğin başladığı zamanlardan günümüze emperyalizme bağımlı ülkelerin ve ulusların kaderi emperyalistlerin konjonktürel çıkarlarına, müdahalelerine, jeopolitik stratejilerinin fiili uygulamalarının çıktı sonuçlarına ve de “himmetlerine” teslim edilmiştir.

  • 1920 de Osmanlı ile imzalanan Sevr anlaşmasının 62-64 maddeleri,
  • 1922 de İngilizler ile Irak hükümeti ortak dekorasyonundaki haklar tanımları,
  • 1932 Milletler cemiyetinde çıkarılan Irakta Kürtlere tanınan bir takım hakların çoğunluk karar alınmadıkça kaldırılamayacağı,
  • 1958 de yapılan geçici Irak anayasasının 3. Maddesi Irak’ın Arapların ve Kürtlerin ortak devleti olduğu,
  • 1970 te Kürtlere tanınan özerklik. 1991 BM güvenlik konseyinin 688 sayılı kararı ve 2003 Irak’ın işgal edilmesi sonrası federal ırak ve Irak federal Kürt bölgesi

Irak ve Kürt sorunun emperyalizmin güdümünde gelişimi ve “çözülmesi”nin tarihçesinde fotoğraf budur.

Türkiye’nin siyasi tarihi içinde Kürt etnisitesinin de bir siyasi tarihi vardır. Dönemsel tarihler içinde ayrı ayrı değerlendirmek ve incelemek belki daha doğru olur. Ayrı bir çalışma konusudur. 1960’lar da sol oluşumların tartışmaları ve TİP’nin meseleyi parti programlarına almasıyla siyaset gündeminde anlam bulmuş, siyasal faaliyetlerde önemli yer işgal ederek yeni bir ivme kazanmıştır. 1970’lerin 2. Yarısı önemli bir dönemdir. “Sömürge Kürdistan” kavramı gövertilmiştir. Önce bu kavramı üzerinde çok yoğun tartışmalar yapılmış ve ardından çok merkezli, çoğu yeni kurulan Kürt sol hareketlerin Türk solundan ayrı örgütlenme ve mücadeleleri… Bu durum görünüşte “sol” özde ise emperyalizmin müdahalelerine ve işbirlikçiliğe açık “Kürt Milliyetçiliği”  doğurmuştur.

Emperyalizme bağımlı yarı sömürge bir ülkede siyaset “sömürge Kürdistan”   kavramı üzerinden kurulursa; bunun çıktısı “ulusal bağımsızlık savaşı” vermektir.

PKK da yukarıda ifade edilen kavramın gösterdiği yolun kılavuzluğunda kurulmuştur. Siyasi varlığının getirdiği şey; 40 yıldır yaşanan düşük yoğunluklu savaş, terör ve vahşet olmuştur. En büyük yıkım; savaşın, terörün ve vahşetin yarattığı sosyal psikolojik çöküntü, algı, ruh ve sol siyasi bilincinin çürütülmüş olmasıdır.

Gelinen bugünkü noktanın bize gösterdiği siyasi gerçeklik; PKK’nın 90’lardan beri emperyalist merkezlerin işbirlikçisi, ABD’nin BOP ’sinin aparatı, robot kolu, vekâlet savaşlarının maşası olmasıdır. Suriye’de oynadıkları rolle bu tarihsel karakteri tescillenmiştir. Bugün buna solcusu, Neo-  liberali, sol Liberali “Kürt siyasi hareketi” diyor

Suriye’de yaşananlarda Emperyalist ABD’nin orta doğuda hegemonik güç olma stratejisinin bölgenin ve İslam dünyasının gerçekleriyle uyuşmayan yönetim ve iktidarlar oluşturma arayışlarında AKP Türkiye’sine biçtikleri rolün doğrudan payı ve etkisi vardır. Türkiye’de iktidarının siyasal İslamcı, yeni Osmanlıcı yayılmacı politikaları uygulanabilir, rasyonel, realist politikalar olmadığı yaşanılarak görüldü. Suriye’de ABD’nin oluşturduğu Kürt diyarı siyasal İslamcı aklın yayılmacı politikalarının bir başka manada çıktısıdır.*  Sofralarında iştahla yemeğe hazırlandıkları “Suriye yatağında İslami cihat soslu hünkârbeğendi” tabağı yerine önlerine ABD tarafından pişirilen “Kürt tabağı” konulmuş, afiyet olsun denilmiştir.

 

*Elbette Suriye Kürtlerinin dilsel hakları, kültürel hakları, gelmişte tam olmayan eşit vatandaşlık hakları, devlet yönetiminde yer alma hakları gibi kimlik arayışlarının umdeleri en temel haklarıdır. Suriye’de yeni oluşturulacak yönetim sisteminin nasıl ve ne olacağı o ülke iç işidir. Bizim burada duyarlı olduğumuz nokta; özgürlükler, eşitlikler, hukuk, Hukukun üstünlüğü,  evrensel insan haklarını temel alındığı bir Suriye’nin kurulmasıdır

ABD’nin orta doğu coğrafyasında kendi jeopolitiğine uygun bir Kürt devleti kurmak kurdurtmak istediği açıktır. Suriye ordusunun müttefiklerinin desteğiyle ülkenin %95’ne hâkim hale gelip İDLİP’e yönelmesi PKK/YPG’yi realist davranıp Suriye yönetimiyle görüşmelere yöneltti. ABD-PKK/YPG denetimindeki bölgeler Suriye için vazgeçilmezdir. İDLİP’İN kurtarılmasından sonra Suriye anayasal olarak yeniden kurulacak. Yeni yönetim büyük olasılıkla Üniter yapıda olmayacak, esnek ve ekalliyetlerin yönetime katılımının sağlandığı bir sistem olacaktır. Bunun olmadığı sert merkeziyetçi yönetim; ABD-PKK/YPG kontrolündeki bölgede Kürt devleti oluşumudur. Bu devlet bir Kürt devleti değil ABD devleti olacaktır.

Kürt milliyetçileri Mealen; “Çok kültürlü demokrasiyle yönetilen ülkelerde yaşanılan ulusal sorunların dilsel ve kültürel haklar tanınsa da çözülemeyeceğini, ulus-devlet döneminin aşılmadığına işaret. Ulusal sorunların temelinde yatan unsur statü sorunu olduğundan halkların ulusal kimlik arayışı her daim vardır. Kaynağını tanınma arzusundan alan ulusal kimlik arayışı Kürtlerde de bağımsızlık kararı olarak neden cisimleşmesin. Kürt ulusal kimlik arayışı Irakta federatif konumdan bir ulus-devlete dönüşerek psikolojik ve siyasal açıdan etkinlik sahasını genişleterek devletli halklar ailesinde yerini alma şansı yakalamıştır. Hal böyleyken de kendi kendini yönetme olgunluğuna ve yeteneğine sahip her halk gibi Kürtlerde başkalarına bağlı yaşamayı neden tercih etsin ki? 40 milyon olan bu halkın devletli milletler ailesinin üyesi olma hakları yok mudur.?” Diyor.

Bu hüyela bölgenin gerçekliği ile uyumlu değildir.  Süreç içinde Irak federal Kürt bölgesi bağımsız bir devlete dönüşebilir. Anacak IKB bölgesinde yapılan referandum sonrası durum bu yola girildiğinde çatışma ve kaosun bölgede egemen olacağını göstermiyor mu?

Suriye’ de kurulan ABD-PKK Kürt devleti de uzun ömürlü olamaz. Dünyanın hiçbir bölgesine devletlerin askeri işgali ilanihaye sürdürülemez. Kolonyalist dönemi kapanalı yüzyıl oldu. Ayrıca Suriye coğrafyasının yerleşim demografisi Kuzeyden Akdeniz kıyılarına uzanan bir Kürt koridor devletini de mümkün kılmaz. Suriye’nin kuzeyi doğusundan batısına etnik- dini çok parçalı bir demografik karakter taşır. O bölgede PKK/PYG sürgünlerle, topraklara el koymalarla demografiyi kısmen değiştirmiştir. Toplum hafızasının unutmadı tek şey sürgün vakıalarıdır. Hele bu tehcire uğrayanlar ülke topraklarının bir yerine yaşıyorlarsa memleketlerine dönmeyi hep canlı tutarlar.  Bu durum da etnik- mezhebi çatışmaların, vekâlet savaşlarının  devamı demektir.

Türkiye ve İran coğrafyasında Irak ve Suriye benzeri de facto kürt oluşumu imkânsıza yakındır. Kürt milliyetçiliğinin hülyalarını süsleyen öz yönetimler, federal devletler, 40 milyonluk “Kürt ulusunun” birleşik Kürdistan devleti de çıkmaz. Çıkacak dünya kaos dünyasıdır. Türkiye’de PKK’nın legal kolu HDP’nin oportünist taktik siyasetinin “ortak vatan, radikal demokrasi ”si de çıkmaz. Ortak vatanda demokrasi mücadelesi ise savaş ve terör niye? Dağlarda Kürt çocuklarının, asker Mehmetçiklerin ölmesinin demokrasiyle nasıl bir bağlantısı var?

ABD’nin orta doğu stratejisi ve hegemonya savaşları tüm bölgede büyük sarsıntılar ve kaos yaratmaya devam edecektir. Tüm bölge halkları ve Türkiye halkı bu kaosun getirdiği olumsuzlukları bedeller ödeyerek yaşayacaktır.

 

  • İDLİP siyasal İslamcı yeni Osmanlıcı yayılmacılığın bittiği yerdir.

Son günlerde gündemleri işgal eden İDLİP’e yapılacak operasyondan sonra ortaya çıkacak tablodan en fazla Türkiye etkilenecektir. “Ortadoğu’da bizden habersiz yaprak kımıldamaz” dedirten özgüven patlamasından  “Rusya bizim için stratejik bir ortaktır” yağlamalarıyla Rusya’ya diplomasi çıkarmaları yapılıyor…

Putin, Erdoğan’ı ürkütmeden ama bir türlü desteğini sağlayarak İDLİB’İ almak istiyor. Erdoğan “Operasyon felaket olur” gibi eveleme gevelemelerin gelgitlerinde. Ama içinden Suriye’de Esad’ın kazandığını, artık idrak etmiş durumda. Rusya Türkiye’yi Şam’la masaya oturmaya zorlayarak eski toprak bütünlüğünde yeni bir Suriye istiyor. Pazarlıkların anasının Suriye’nin yeniden inşa sürecine Türkiye’nin alınması, diğeri Şam’la masaya oturan Kürtlere özerklik tanınmaması, Bir diğerinin de Türkiye destekli grupların Şam’da iktidarın paydaşı olması olduğu; konuya ilişkin haberler işlenmiş bilgiye dönüştürüldüğünde anlaşılıyor.

ABD “Kimyasal saldırı olursa Suriye’yi cezalandırırız” tehdidinin dışında el göstermiyor. Ama  25 Ağustos’ta Suriye’nin kuzeyini ziyaret eden ABD Dışişleri yetkilisi William Roebuck’ın “Burada kalmaya hazırız, Başkan’ın (Trumpbelirttiği gibi” sözü elbette bir anlam ifade ediyordur. Sonrası İdlip te savaşın gidişatına göre şekillenecektir.

 

İktidarın Rıza oluşturucuları yeni sesler çıkarıyor. M. Barlas “yanıldık… “Bugün tüm bölgeyi ve bu arada Türkiye'yi de derinine etkileyen gelişme, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın zor günleri geride bırakmış olması değil midir? Esad'ın Suriye topraklarının bütünlüğünü sağlamak için İdlib'e dönük askeri hesaplara girmesi, sade bizim için değil, Amerika ve Rusya için de yeni hesapları gündeme getiriyor… Yani Suriye'deki ‘Esad gerçeği’ne uyumumuz ABD'ye göre daha kolay olacak… Dilerim yeni duruma duyarlı siyasetleri gecikmeden üretebiliriz. Ve dilerim komşumuz Suriye'de hayat en çabuk biçimde normale döner” diyor.

İDLİP’ e yapılacak operasyonu başladığında çoğu cihatçı olmak üzere on binlerce insan ya sınıra yığılacak ya da Türkiye’ye girecek. Ve İdlip’ten sonra Türkiye’ye, Afrin’den ve Fırat Kalkanı operasyonu ile girdiği yerlerden çekilmesi için baskı artacak. Türkiye çaresizlikle doğal sınırlarına çekilecektir. ABD ve Türkiye Suriye kaybedenleridir. Suriye sofrasında Türkiye’ye düşen hazmı zor “Ayı kuyruğu yahnisi” dir.

 

  • ABD’nin İran politikaları ve Türkiye’yi nasıl etkiler?

İran bölgenin tarihsel süreçlerinden gelen, kadim bir halk ve güçlü devlettir. Kendi coğrafyasının bir jeopolitiği vardır. Buna ilaveten bugünkü yönetimin Şii mezhebinin ideolojisinin deruhte ettiği inanç temelli hinterlandında yayılmacılık stratejisi Arap yarımadasının Sünni Vahabi Arap yönetimleriyle temel çatışmaları temellendiriyor. Diğer yandan küresel emperyalist sistemin ağları dışında ve zengin enerji kaynaklarına sahip. ABD ile 40 yıldır düşman. OBAMA yönetiminin Asya- Pasifik stratejisini uygulamaya koyma karasının ifadesi olarak “denetimli sulh” anlaşmasını Trump kaldırdı. Bölgede yeni bir gerilimin fitili daha ateşlenmiş oldu. İran’ın Hürmüz boğazı coğrafyası dünya enerji dağıtım ağlarının stratejik havzasını oluşturur. Bu bölgede sıcak bir savaş dünyayı yakar. ABD bunu göze alamaz. İran bir Irak değildir

Özellikle Kasım 2018 de devreye alınacak ABD yaptırımlarla Türkiye’de sert etki yaratacaktır. Türkiye’nin bugünün siyasasında ABD isteklerine cevaz vermesi mümkün gözükmemektedir. Bu durumun yeni çıktıları olacaktır. Ekonomik yaptırımlar Türkiye’nin yaşadığı ve giderek derinleşip kronikleşecek ekonomik açmazlarını daha da derinleştirecektir.

Türkiye’nin İran politikaları Irak’tan bağımsız ele alınamaz. Irak’ta son yapılan seçimler ülkenin geleceğine dönük bir çözüm üretmedi. Hükümet kurulamıyor. Irakta siyaseti etkiyen ABD ve İran sonra Sudi Arabistan Türkiye ve Katar gelir. Parti adıyla anılan ama partiden daha çok gurup yapılanmalarından devleti kurumlaştıracak bir hükümet çıkması hemen, hemen imkânsıza yakındır. ABD’nin tercihi İran nüfuzunu kesecek ve Tramp yönetiminin yaptırım stratejisine ayak uyduracak bir koalisyonun kurulması. İran ise istikrarı sağlayacak geniş katılımlı bir koalisyon istiyor. ABD de İran da Kürtleri kendi koalisyon seçeneğine çekmeye çalışıyor. Kürtler de Irak’ın Arap halkları gibi çok parçalı. İKB ‘nin kuruluşunda 2 ana gurupken bugün 7 parçalı yapı var. Her biri farklı karakter taşıyor. ABD temsilcisi McGurk bir taraftan, İran devrim muhafızları komutanı Kasım Süleymani diğer taraftan güç merkezlerin içinde oradan oraya mekik dokuyor. McGurk Kürtlerle organize etmeye çalıştığı Irak Suriye sınırının Peşmergeler tarafından korunması projesi yeni sorunlara gebedir. 3 Eylülde açılacak meclis bir hükümet çıkaramazsa yeni bir kaos kaçınılmaz. Yenildiği söylenen İŞİD’in uykudan uyanması yeni kaos durumunun ateşleyicisi olması kuvvetli olasılıktır.

Türkiye’nin İran’la Suriye üzerinden ASTANA sürecinde şekillenen  “taktiksel ittifak”ı tarafları bir yerlerde taşıyor. Ancak Türkiye’nin Irak siyasetinde amacının, önceliklerin ne olduğu belli mi? Dillendirilen “Çok boyutlu ve bütüncül dış politika” cümlesi somut bir anlam ifade ediyor mu? Rasyonellikten uzak bu tür “fütuhat diplomasisi” sorunları çözmeyecek, yenilerini üretecektir.

 

  • Türkiye’nin doğu Akdeniz’de İskenderun körfezinden Kıbrıs açıklarına kadar olan Jeopolitiği ne ifade ediyor? Ne yapılıyor?     

Haritalar okumasını bilene çok şey anlatır. Bu nedenle biz de çok laf etmeyeceğiz. Tarihi değiştiren savaşlardır lafı edilse de eksik bir tespit yapılmış olur. Bunun aslı “tarihi büyük deniz savaşları değiştirmiştir” olmalıdır. Bir deniz ülkesi için Deniz ticareti ve bunu istikrarlı kılacak bir donanmanın varlığı deniz ülkeleri için vazgeçilmezdir. Son yapılan aramaların sonuçları doğu Akdeniz’in topografyasının yeni petrol ve doğalgaz menbağı olduğudur. Güney kıbrıs- mısır-İsrail kıta sahanlığı alanlarına ilaveten “münhasır ekonomik” bölgeleri alanlarını ilanlarını deklare ederek ön aldılar. Türkiye edilgen. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti peri ferisinde bir iki firkateyn dolaştırmakla gelgitlerde. Arada sırada baş çıkarmakla birlikte etkisiz ve bu jeopolitik alanda sessizlik içinde. Örneğin geçenlerde Mısırlı bir yetkili “Türkiye ekonomik bölgelerimize müdahale ederse savaşırız” dedi. Mısır açıklarında zengin gaz ve petrol yatakları ABD’li şirket ortaklıklarıyla üretime geçecek. Mısır, Rusya’nın Fransa’ya sipariş ettiği orta büyüklükte iki uçak taşıyan savaş gemisini Kırım meselesinden dolayı konan ambargo nedeniyle satılmaması sonrası bu gemileri aldı. Bu gemilerin özelliği kısmen küçük olduğundan hareket ve manevra kabiliyeti yüksek gemiler olması. Bunlar 8 helikopter ve helikopterler gibi dikine kalkabilme özelliği olan F35’lerle donandığında deniz egemenliği demektir. Türkiye de bu gemilerden almak istedi, vermediler. Şimdi İspanyolların tasarım ve proje desteği ile Türk tersanesinde üretilme çalışmaları başladı. Erdoğan’ın uçak gemisi yapıyoruz babalanması bundan. Deniz savaşları kara savaşlarına benzemez. Tarihin bize öğrettiği deniz savaşlarında; mutlak zafer ve mutlak mağlubiyet vardır. Çünkü Savaşan iki donanmadan biri mutlaka yok olur. Denizlerde egemenlik caydırıcı güç fonksiyonları üzerinden yürür. Bundan dolayı siyasal İslamcı erklerden Ege adaları ve  “doğu Akdeniz’de bizden habersiz yaprak kımıldamaz” efelenmelerini duymak mümkün olmamaktadır. Elbetteki asıl olan barıştır. Ama toplumun ulusal çıkar ve haklarını savunmak esas düsturdur. Bizim görevimiz Milliyetçiliğin kör zehrine kapılmadan bu konularda da ilkeli politik duyarlılık göstermektir.

  • ABD ve NATO’nun Karadeniz politikalarını Türkiye’ye maliyeti ne olur, Türkiye’yi nerelere götürür?

ABD’nin Türkiye’den kendi stratejik hedefleri doğrultusunda en temel talebi doğu Karadeniz havzasına yayılmacılığında tam destek vermesini istemesidir.  Bu durum son yapılan NATO toplantısını sonuç bildirgesinde bütün çıplaklığı ile nettir. Bildirge;

“Rusya, NATO sınırlarında kışkırtıcı eylemler gerçekleştiren, NATO hava sahasını ihlal eden, nükleer silah kullanımında sorumsuz söylemlere girişen, Avro-Atlantik’in seçimlerine ve egemenliğine müdahale eden ve böylece güvenlik ve istikrarı tehdit eden, uluslararası silahsızlanma anlaşmalarını ihlal eden” (Madde 6), bunun yanında “Ukrayna vatandaşlarına Rus hapishanelerinde işkence yapan, Gürcistan’a ait bölgelerin bölünmesini destekleyen”, “saldırgan askeri tutumuyla İttifak’ın güvenliğini dinamitleyen” bir ülkedir. Diyor.

Stratfor’un “Gelecek 10 yıl (2015-2025)” raporunda Rusya’da olabilecekler üzerine yazılanlar şaşırtıcı. Mealen “ Rusya Federasyonu’nun mevcut durumunu sürdürmesi pek olası görünmüyor… Rusya’nın batısı -Polonya, Macaristan ve Romanya- çeşitli dönemlerde Rusya’ya kaptırdıkları bölgeleri geri almak için uğraşacaklar. Belarus (Beyaz Rusya) ve Ukrayna’yı da buna dâhil etmek için çalışacaklar. Güneyde, Rusya Kuzey Kafkasya’yı daha fazla kontrol edemeyecek. Orta Asya istikrarsızlaşacak. Kuzeybatıda Karelya bölgesi Finlandiya’ya yeniden katılmayı isteyecek. Uzak Doğu’da, Çin, Japonya ve Amerika’ya Moskova’dan daha yakın sahil bölgeleri bağımsız hareket edecek. Moskova’nın dışındaki alanlar ille de özerklik peşinde koşmayacaklar ama buna mecbur kalacaklar. Bu noktada: Moskova’ya karşı bir ayaklanma olmayacak ama Moskova’nın Rusya Federasyonu üzerindeki zayıflayan yönetim gücü bir boşluk yaratacak… Bu sorunun neler doğurabileceğini tasavvur etmek zor. Bu 10 yılın ilk yarısındaki soru Baltık ve Karadeniz arasındaki ittifakın nereye kadar uzanacağı olacak. Mantıken Azerbaycan ve Hazar Denizi’ne kadar uzanması gerekir. Uzanıp uzanmayacağı bizim Orta Doğu ve Türkiye ile ilgili öngörülerimize bağlı… Gerçekler anlaşıldığında, görülecektir ki; Konumu sebebiyle, Suriye ve Irak’ın istikrara kavuşması çıkarına olan ve kapsamlı şekilde hareket edebilecek tek bir ülke var, Bu ülke Türkiye. Gelinen noktada Türkiye Arap dünyası, Kafkasya ve Karadeniz havzasında çekişmelerin ortasında kalmıştır. Ama Türkiye şimdiye kadar risk almaktan kaçınmıştır. Siyasi ve askeri sebeplerle Türkiye’nin Amerika’nın müdahalelerine ihtiyacı olacaktır.

Amerika yardımcı olacak ama bunun bir bedeli de olacak: Rusya’yı kontrol altına almaya destek vermek. Ama Karadeniz’i yönetme konusunda bir miktar işbirliği isteyebilir. Türkiye Orta Doğu’da tamamen bağımsız bir politika sürdürmeye hazır olmayacak ve Amerika’yla olan ilişkilerinin karşılığını ödeyecek. Bu bedel Rusya’yı çevreleme hattının Gürcistan ve Azerbaycan’a kadar genişletilmesi yolunu açacak.” Diyor rapor.

Rusya’nın Karadeniz havzasına ait güvenlik stratejisi net. Alexander Dugin’in değerlendirmelerinde “Rusya’ya gelebilecek tehdidin mihver alanı” olarak Türkiye’yi işaret ediyor. Türkiye’nin kuzey sınır bölgesinin en büyük coğrafyasını kaplayan doğu Karadeniz havzası, Güney kuşak Rusya için birinci öncelikli tehdit alanı olarak değerlendirilmektedir.

Gürcistan NATO üyeliğine alındığı takdirde Rusya’dan NATO ülkesi Gürcistan’a yönelebilecek tehdit ve kuşatma NATO üyesi Türkiye’yi Rusya ile karşı karşıya getirecektir. Bugüne kadar Gürcistan’ın NATO üyeliğini Türkiye’nin karşı olduğuna dair bir ses duyulmadı. Gürcistan’ın NATO üyeliğini Türkiye’nin veto etmesi NATO’dan çıkılmasına eş değerdir. Ne AKP’nin, ne CHP’nin Ne MHP’nin ne İYİ partinin nede diğerlerinin böyle bir siyaseti yoktur. Rusya’nın Karadeniz’den NATO ile kuşatılması; Rusya-Türkiye ilişkilerinde Temel kırılma olacak, bugün yaşanan bahar aşkını dönüşsüz olarak bitirecektir

ABD Rusya’yı Baltıklar, orta Avrupa ve Karadeniz’den kuşatma politikalarıyla, Rusya’yı sarsmak, federal yapısında daha bağımsız hareket eden, mümkünse bölünmüş bir Rusya istiyor. Bunun uygulama üssü Türkiye olarak planlanmaktadır. Açıkça istenen taviz budur. Rusya belirli dengelere dayanan, geleneği olan 300 yıllık bir imparatorluktur. Ayıyı çuvala sokamazsınız. O çuval da parçalanır mavi planetimizde… Risk büyüktür.

 

  • Türkiye muhalefeti bu meseleler üzerinde ne diyor? Bir politikaları var mı?

 

CHP: Türkiye’nin en statik siyasal yapısıdır. Yaygın örgüt ağlarıyla, 15 milyona ulaşan oy ağırlığıyla, toplumun çok büyük kesimi için siyasal hayata dair bir umut potansiyelini taşımasına rağmen derbeder bir aymazlıkla İNCE- KILIÇDAROĞLU gel-git’inde debelenmektedir.

Amerika’da bile temsilciler meclisi seçimlerinde Alexandria Ocasio Cortez, işçi sınıfı ve sınıf mücadelesinden bahse Marksist belagatla kalabalıkları coşturup seçimleri kazanıyor. İngiltere’de CORBYN yeniden sosyalizm söylemleri denebilecek programlar gündeme getiriyor. Ülkenin dününün kurucu partisi, bugünün “sosyal demokrat” yeni CHP’si; 13 maddelik bir deklerasyon ile “şunları yaparsanız aynı gemiye bineriz” manasında çıkışlarla 80 milyonluk halka “uyu bebeğim uyu, ninnide ninni” diyor. CHP Politika ve programları Neo- liberalizmin Türkiye’ye çizdiği hatla tam örtüşür. Halkın çıkarlarıyla ortaklaştığı hiçbir noktası yoktur. Başka söze gerek var mı?

 

HDP: Türkiye siyasal hayatında yer alan ayrı bir olgudur. İmralı’da devlet ve Öcalan’ın Barış, kardeşlik ve Kürt açılımı pastası tüm topluma yedirilerek Erdoğan’ı başkan yapma projesinin çocuğudur. HDP Rıza oluşturma çalışmalarının aracı olarak dört yıl kullanımda tutularak Bir Türkiye partisi olarak gösterilen ölü doğmuş bir partidir.

PKK 1990’lardan itibaren Kürt etnisitesinin çeşitli sınıf, tabaka ve katmanlarının siyasi temsilcilerinin katılımını, örgütlülüğünü de içeren kumanda merkezinin kendisinde olduğu, partinin karar uygulayıcı organlarının “önderliğin” talimatlarının dışına çıkmasının mümkün olmadığı, devlet tarafından veya çeşitli sebeplerle kendileri tarafından açılıp kapatılan legal partiler kurdurmuştur. Bu partiler görünür siyasette Kürt etnisitesinin bir kimlik arayışı ve statü sorunları üzerinden siyaset yaparken asli görevleri PKK’ya kadro yetiştirmek olmuştur.

HDP’yi bu partilerden ayıran, farklı kılan, belirgin bir öz yoktur. İmralı ile Kandil trafiğinin posta güvercinli yaptırılan, devletle Öcalan arasında yapılan toplantılarda ses duyan gözlemcidir. Hepsi o kadar.  Bu süreçte “ortak vatan. Radikal demokrasi” söylemi cılız çıkışlarla dillendirilmiş, ”seni başkan yaptırmayacağız”  kampanyası sırasında bu iki “veciz” söz başkanlığı engelleyememiş ama iktidarın meclis çoğunluğunu kaybetmesine ve “açılım sürecini ”kapanmasına neden olmuş, iki taraf da özüne dönmüştür. AKP, İslamcı+ Türk milliyetçileri+ müesses nizam ortaklığıyla yeni bir rejime geçmiştir.  HDP 2015’lerden sonra da cılız seslerle “ortak vatan. Radikal demokrasi” evelemeleri- gevelemeleri devam etmek isterken; içindeki karar uygulayıcılarının icraya koyduğu Cizre’de, Silopi’de “öz yönetim” “öz savunma birlikleri” “hendek” siyasetine karşı; hoopp orda dur diyen mola kasım olamamıştır. HDP PKK’nın çizdiği sınırların dışına çıkıp bir Türkiye partisi olması mümkün değildir. Yarın da olmayacaktır.  Dolayısıyla yukarıda analiz etmeye çalıştığımız ABD’nin orta doğu ve Türkiye coğrafyasında yeni yayılmacılık ve hegemonya stratejilerine karşı bırakın antiemperyalist politikalar üretmelerini, cılız sesler bile çıkaramaz. Sessizliği bundandır.

PERİNÇEK ve ardılı bilimum ulusalcılar:

Perinçek, “Bugün ya Tayyip Erdoğan ile birlikte ABD emperyalizmine karşı Türkiye gemisindesin ya da Amerika gemisindesin! Üçüncü bir gemi yok!” diyor. Sosyo- ekonomik sistem ve bu sistem içinde sınıfların mülkiyet-yönetim- bölüşüm ilişkilerinin niteliği devletin karakterini belirler, siyasi partiler iktidar erkiyle devleti yönetir. Türkiye de sistem tüm organlarıyla ”kolektif emperyalizmin” eklemlenmiştir. Bir pentagon general “Türkiye yönetimi Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir” demişti.  Bu “bırakılmayacaktır” daki mana sömürge valilikleri değil işbirlikçi sınıfın ve iktidarının yularlarının ellerinde olduğunu ve asala bırakmayacaklarının itirafıdır. Bunun bir diğer anlamı; çıkarlar çatıştığında yüzeysel kavgalar-diplomatik dilli çatışmalar; yuların ipini gevşetme ve germelerle sarı öküzü saban çizisinin dışına çıkartmamak içindir. Emperyalizm yerli işbirlikçileri ve 5. Kolları olmadan ülkeleri boyunduruğu altında tutamaz. İşbirlikçileri ekonomik- siyasi hayatın ülkenin iç egemenleridir. 5.kol ise rıza oluşturma organ kurum ve çevreleridir.  Bu rıza oluşturucular günlük politikalarla meselelerin özünü karartacak algı yönetimini yürütür. Görevleri kamuoyunu ve halkı yürütülen politikaların sonuçlarına hazırlamaktır. PİAR çalışmaları denen şey psikolojik savaşın ta kendisidir. Emperyalizme karşı olmak ve mücadele etmek kök nedeninden koparılırsa bilinçli olarak tavsanmış olur. Sağ siyaset emperyalizm- antiemperyalizm kavramını hem solun kullandığı bir kavram olmasından, hem de sömürü ilişkisini karartmak için kullanmaz. Hegomon ile bağılımlı arasında marazlı durumlar çıktığında; öz yerine biçim üzerinden bir karşı çıkış göstermeyi, iktidarı korumak için gündemde tutar. Emperyalizm sınıfsal temelinden koparılıp “dış düşman”, “saldırgan güç”, “emperyalist saldırı” gibi kavramlarla politik söylem yürütürler. Bu kavramlar anti-emperyalizmi tanımlar mı? Emperyalizmi özünden, Kapitalizmden ve işbirlikçilerinden yalıtılarak “saldıran güç” üzerinden tanımlamak sağcı bir tutumdur. PERİÇEK’İN yukarıda verdiği mesaj tam da bu sağcılığı tanımlar.

Milliyetçilikle “Ulusalcılık” arasında bir birinden farklılaşan ama birbirine geçişkenlik te içeren çok küçücük bir ayrım vardır. Bu geçişkenlik ekonomik- siyasi-sosyal ve kültürel hayatın tüm alanlarında da böyledir. Perinçek’in tüm hayatı boyunca yürüttüğü siyaset, S. Yalçının Vatan, siyaset üstüdür”  döktürmesi ve tüm ulusalcıların siyası bu geçişkenligin tipik timsalleridir.

Neo-liberaller “özgürlük”, “demokrasi”, “eşitlik”, “dini- mezhepsel” ve “etnik ekalliyetlere özgürlük” gibi insanlığın tarihler boyunca sahip olmayı hedefleyerek mücadele verdiği kavramların içini boşaltarak, sistemin ekonomik-politik-sosyal konseptlere dair tartışma alanlarını siyasi ve kültürel çalışmalarla canlı yaşamı uyuşturmak, algı ve bilinç ruhunu çökertecek rıza oluşturucu virüsleri yayıyorlarsa; bunlarda kendilerine yükledikleri ulusalcı aidiyet tanımlaması adı altında; içleri boşaltılarak kabuklaştırılan “antiemperyalizm”, “vatan millet”, “millici güçler” kavram retorikleri üzerinden esası karartıyorlar. Yeni medeniyet doğudan doğuyor, Avrasya da Avrasyacılık kurtuluşun şafağıdır, nidalarıyla bir başka virüs yayıyorlar. Her iki akımda karşı çıkmadan ne yurtsever olunur, ne demokrat olunur, ne antiemperyalist olunur. İşin özü sosyalist olmaktır. Sonrası halkçı olmaktır. Halk kavramı toplumun yönetilen sınıflarının çeşitli katmanlarının bir araya gelebileceğini, birlik olabileceğini, birlikte hareket edebileceğini tanımlar. Yönetilen ve doğrudan yönetim erkinde bulunmayanları “çokluğu” ifade eder. Millet (Ulus)  ise tekliği. Bu tekliğin içindeki egemen sınıflarla “mesele vatansa gerisi teferruattır” demek yaşasın “hikmet-i hükümet” demektir.” Bu kavramın toplumu götüreceği yer kurtuluş değil otokrasidir, totalitarizm, faşizmdir.

  • Bölgesinde “uyun kuran, kurulan oyunları bozan” iktidar, Türkiye’yi bu sarmaldan kurtarıp düze çıkarabilir mi?

Yukarıda ele alıp üzerinde genel hatlarıyla durmaya çalıştığımız meseleler görünenlere, söylenenlere, ortaya çıkan sonuçlara bakılarak anlaşılacak kadar basit meseleler değildir. Türkiye’nin var olduğu emperyalist bağımlılık ağları içinde bağımsız jeopolitik stratejiler kurması imkânsıza yakındır.  

ABD emperyalizminin BOP’si stratejisi içinde kendilerine biçilen fiili görev ve misyonu ile kendi rüyaları üzerinden yaratıkları sanal ümmet dünyası hayalleriyle bölgesinde “oyun kuran, oyunbozan ülke” olmak, doğru politikalar üretmek mümkün olur mu? İroniyle dile düşürdükleri “monşerlerin yürüttüğü “sünepe” dış politika”dan aktif dış politikaya, oradan; stratejik derinlikli “oyun kurucu” icra faaliyetlere uzanan dış politikalar bir fütuhat (zafer) getirmemiştir. Moskova’da ayrı, tahranda ayrı, Washington’da ayrı, Brüksel’de ayrı saz çalıp politika akordu yapmak politika değildir. Politikasızlık iktidarın en belirgin karakteridir. ABD ile bugün yaşanan savrulma Sözcü KALIN’ın vurgu yaptığı; “ABD yönetiminin, Türkiye'nin güvenlik endişelerini anlaması durumunda bu ilişkiyi kurtarmak ve ileri götürmek hala mümkün olabilir.” Vurgusu tüm süreçlerin sonunda Türkiye’nin daha da otoriterleşecek yönetiminin “stratejik ortaklığı” daha yüksek bağımlılığa evrilerek devam edecektir.

  • İktidar Türkiye’de yaşanan ekonomik krize çare üretebilir mi?

Bu mesele krizin neden ve sonuçları üzerinden temellendirilen ayrı bir çalışmayı gerektirir. Aysbergin önünde Rahip BRUNSON resimlenmesi bir cambaza bak hikâyesidir. Bundan dolayı krizi buna bağlamak tam bir aymazlıktır, göz bağcılıktır.

Kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı krizler sistem kökenlidir. 1945’lerde kurulan yeni kapitalist- emperyalist dünyanın ilk küresel krizi 1970’lerde altın- Dolar bağlantısı; doların rezerv para olarak teciliyle yeni bir dönemin adımları atıldı. Küreselleşme ve Neo- liberalizm. Sermayenin uluslararasılaşması, sermaye ihracının merkez ülkelerden çevre ülkelere girişinin yoğunlaşması, süreç içinde kuralsızlaştırılıp serbestleştirilmesi, gelişmekte olan ülkelerin borçluluk oranlarını ve bağımlılıklarını artırdı. Borçlu ülkelerde art arda ekonomik krizleri tetikledi. Ardından merkez ülkelerde 1987 borsa krizi, 1997 Asya krizi, 2008’lerde ABD’de başlayıp derinleşen finansal borç krizi.

Türkiye krizlerle “kolektif emperyalizmin” ağlarına girişiyle tanıştı. 1958 Menderes dönemi: Dolar 2.82 den 9.02 TL’ye, 10 Ağustos 1970 Demirel dönemi: dolar 9Tl den 15 TL’ye çıktı. 24 Ocak kararları öncesi ve sonrası devalüasyonlar. 1980- 90 arası kısmen küçük sarsıntılar… 1994 -2001 krizleri ve ülkede yaşanan büyük kırılmalar.

Tartışmalar genelde kur rejimi üzerinden yapılıyor. Kur rejimi; bir ülkenin kendi parasını yabancı paralarla değer açısından ne şekilde ilişkilendireceği konusunda izleyeceği yöntemin adıdır. Türkiye’de 1980’lere kadar sabit kur rejimi uygulandı. 12 Eylül faşist cuntasıyla birlikte dalgalı kura geçti. 2000 yılında Ecevit hükümetiyle “bant içinde dalgalı kur” rejimi uyguladı. Bu rejimde de 2001 krizi patladı. Şimdi de bir yenisini yaşıyoruz. Kapitalist sistem içinde hangi kur rejimi seçilirse seçilsin gelişmekte olan hiçbir ülkenin zincirlerini kırıp kalkınması, halkını refaha ulaştırması mümkün değildir. Güney Kore-Tayvan örneği Asya- pasifikte ABD’nin stratejik projesidir. Avrupa’da da İspanya’nın kalkınması AB’nin proje ürünüdür. 21 yy da Polonya’nın kalkınması ABD’nin Almanya’yı zayıflatma stratejisinin unsuru olabilir.

Türkiye sabit kur, planlı karma ekonomi gibi yeni Keynes yen iktisat politikalarıyla da zincirlerini kıramaz. Örneğin İran sabit kur uygulamaktadır. Dış borcu 2.2 milyar dolar, GSYH 418 milyar dolar, dış borcun GSYH’ya oranı %0.5 tir. Karma ekonominin hâkim olduğu kapitalist bir sistemi vardır. Petrol-gaz gibi standart sabiti olan değer ve kaynaklarına, kalkınmaya aktaracak araçlara sahiptir. Türkiye küresel sermaye enternasyonalinin ağlarında çıkarak planlı ve karma ekonomili bir kalkınma ve refah yaratmanın kaynaklarını nereden bulacak? Ulusalcıların antikapitalizmi içine almayan antiemperyalizmi söylemi; Avrasya-cılık ülkeyi mevcut kucaktan alıp Çin’in kucağına atmak değil midir? Çare kapitalizmin insanlığı bitirmeden bizim onu bitirmemizdir.

Neo- liberal iktisadi model İktidarın varlık şartıdır. Bu modelin dışına çıkması mümkün değildir. Bugünkü iradeleriyle de IMF programlarına başvurmayacağı görülüyor. Bu krizden çıkmak için siyasi-ideolojik ve idari yöntemler uygulaya alınacaktır. “Bu da geçer yahu”larla, kredi derecelendirme kuruluşlarına karşı kullanılan hamaset diliyle, milliyetçilik, millilik söylemleriyle, tüm iletişim araçları kullanarak Rıza oluşturmaya çalışacaktır. Krizden, krizin maliyetlerini iş âleminin ve bankaların oluşan risklerini, mümkün olduğu kadar azaltarak, halkın sırtına yükleyerek çıkılmaya çalışacaktır. Kendi içinde cebelleşen aciz, basiretsiz ve hareketsiz muhalefetin; örgütsüz emek ve halk güçlerinin olası çıkışlarında nelerin devreye alınacağı, gözaltında kaybedilen çocuklarını arayan Cumartesi annelerinin EMİNE ANASINI kollarına giren görevlilerce havada yürüterek gözaltına alma girişimlerinde göstermiştir. Gelecek gebe. Hannah Arendt, “totalitarizmin otomatik destekçileri en üsttekiler ile en alttakiler” der. Yolun sonu otokrasiye, Faşizme varıyor.

Okuma Sabrını gösterenler için yazımızı bir hikâye ile bitirelim. Benden 10-15 yaş kadar büyük Almanya’da yaşayan eski komünist; 60’ından sonra yaşamcı olmuş bir dostum var.  Kendileri müthiş bir hikâye anlatıcısıdır. Onun anlattıklarını dinlerken adeta olayın içinde yaşarsınız. Afrika’ya yaptığı bir safari sonrası ziyaretime geldiğinde anlatmıştı. Gezilerinin bir yerinde dinlenmek için bir ağacın gölgesine oturmuşlar. Muziplik bu ya; Massayi mihmandarına “sizin atalarınızda Aslan avcılarının olduğunu biliyorum. Gezerken avcının önüne aniden çalılıkların arasından bir Aslan çıktığında ne yapar” diye sormuş. Mihmandar hemen “Aslan dişi mi erkek mi”? Demiş. Bizim ağa “olmuşken erkek olsun” madem diye mırıldanmış. Mihmandar başlamış anlatmaya: “Önünde aniden insan gören Aslan bir an duralar, ilk sıçramada avını yakalayacak mesafede olup olmadığını kontrol eder, bu duralamada avcı pozisyon almak zorundadır. Aslan en uygun anda hücum edecektir. Bu boşluk avcıya tayin edici bir zaman kazandırır. Bu kazanç iyi avcı için hayat demektir. Hücum etiğinde, avcı Aslan havadayken taşağını yakalayıp hafifçe burabilirse, hayvan hemen sırt üstü döner, yere öyle düşer. İşte bu kadar kısa zaman içinde kalbine bıçağını saplayabilirse hayatta kalır” der.  Bizimki duramaz.” Ya aslan dişiyse” diye tekrar sorar. Aldığı cevap: “o zaman avcının hiç şansı yok” olur. Okuma sabrı gösterenler için uzun bir yazıyla bahse konu meselelerde düşüncelerimi ifade ederek bütünlüklü bir fotoğraf sunmaya çalıştım. Türkiye’nin çevresini saran Aslanların hepsi dişi.  Bu topraklar dişi Aslanlara da yem olmayan önder avcılarını çıkaracaktır.

 

Haydar ÜNSAL

 

Not: Geçen yaz başı İlknur- Kaan Arslanoğlu ve Can Ertan ile bir araya geldiğimiz Bir yemekli sohbette; İlknur’un ısrarla bu konulara dair yönelttiği sorular güme gitmiş, Ben de düşüncelerimi tam ifade edememiş olmaktan ötürü bir burukluk yaşamıştım. Sonrasında notlar almaya, eski notlarımı tasnif etmeye başladım. Ama bunları yayınlanacak bir yazıya dönüştürmek gibi bir niyetim yoktu.  Geçenlerde sevgili AYA face sayfasında bir Sevr haritası yayınladı. O harita beni bu yazıyı yazmaya fişekledi. Bu vesileyle Sayın İlknur Arslanoğlu’na, Arif Yavuz Aksoy’a teşekkürlerimi borç bilirim.


Yorumlar

Maximum : 1000 Karakter / Karakter Sayısı: 
0
Yorumlara gerçek ad ve soyadınızı yazmanız onay kolayllığı sağlar.
Mail adresinizi yazmanız keyfinize kalmıştır. Yorumlarınızın onaylanması da
editörlerin tamamen keyfine bağlıdır. Yılların deneyimi sonucu bu bizde böyle.
  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 16.09.2018

    Sevgili AYA, sana buradan cevap yazmıyorum. Numaralandırarak vurgu yaptığınız 3 tespitiniz bile günlerce tartışmayı hak eden hususlar. Hepsine dair objektif ve bilimsel gerekçelerim var. İşin özüne bak lütfen "gerekçelerim var" cümlesiyle bile esası tamamlamıyor, doldurmuyor. Şimdi sen aslan sütü, bir masa iki sandalyeden mütevellit bir bahçe köşesi bul. Sabahın 8'inde oturup ertesi günün aydınlığına eren sohbette bu meseleleri ele alalım. Saygı ve sevgilerimle....

  • arif yavuz aksoy

    arif yavuz aksoy 16.09.2018

    Yazdık yorumu. Uçtu kainatın sonsuz derinliklerine. Kısa tekrar geliyor. Haydar Ünsal Abi'min aklı bu dediklerimi doğrulayacak ama gönlü kabul etmek istemeyecek. Olsun. Ben yine de söyleyeyim de... 1. Sosyalizm bir kurtuluş reçetesi değil. Reelini gördük. İnsan doğası böyle şeylere gelemiyor. Sokma akılla bile gitmedi. Ütopya hoştur. Ama amentülünün cennetidir. Ve cennet bu dünyada olmaz. Toplumsalcısınız, eyvallah. Ama gerçekçi olamıyorsunuz. 2. Türkiye'nin halkı halinden memnundur. Kapitalist-emperyalist sistem onlara istedikleri tüketim sarhoşluğunu yaşatıyor. Daha iyi bir vaat yok. Kimse daha çok çalışmak, sabretmek istemiyor. Toplumu o yönde evirdiler. Boşverin. Testisler emperyalistin elinde. Büyük devlet değilseniz çerez olmak kaderinizdir. Kaderinizse "ezil"mek, neye yarar üzülmek demiş atalar. 3. Netice? İnsan bu. Bu malzemeden başka bi bok çıkmaz. İstikbal sayborglardadır. Arz ettim. Saygılar.

  • İNAN

    İNAN 11.09.2018

    H. Ünsal, ellerinize sağlık, sol gözümde gerçekleri anlattığınız için tek damla yaş, içinizden geçeni ve görüneni söylemeniz büyük bir davranış. Orada bir yerlerde varolduğunuzu bilmek bana iyi gelmekte. Korkularıyla varolan biri olarak, hayallerde boğulmayan, gerçekliği ıskalamayan yazılarınızı beklerim.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 10.09.2018

    İNAN kardeş, ziyaretçi sayfasına yaptığınız yorumunuzu yazı sayfasına aktarırsanız sevinirim. Kayda girip uçmamış olur.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 10.09.2018

    Sevgili İnan kardeş, Bakmasını unuttuğumuz an bir manada ölümle eşleşir. Bakmazsak göremeyiz. Ben gördüklerimi olabildiği kadar objektif olarak fotoğraflama çalışıyorum. Çözüm önerileri ve yorumlama sonraki iş. Ne diyeyim benim naturamda böyle işte. Korkuda insana özgü. Korkunun başladığı yerde cesaret göverir. Cesur olmak lazımdır. Cesur olmak bizleri çoğaltacaktır. Yazım ilginin az olduğunu görüyorum. İnsanlar uzun yazı okumuyor. Bu vesileyle okuma sabrını gösterenlere teşekkürler ederim. Herkese saygılarımla...

  • Editör

    Editör 10.09.2018

    Bu yazıyla ilgili bir yorum da "ziyaretçi defteri"ne gelmiş. Değerli yazarımız ona da dikkat buyursun lütfen. Gözden kaçmasın diye anımsatmak istedik. :)

  • İlknur Arslanoğlu

    İlknur Arslanoğlu 10.09.2018

    Çok teşekkürler değerli Haydar ÜNSAL ilgiyle okuyorum

  • Ç.

    Ç. 09.09.2018

    Fotoğrafı güzel ortaya koymuşsunuz. Emeğinize sağlık. Liberallerin insan hakları,özgürlük gibi kavramları kullanarak iktidara verdiği desteği, bugün ulusalcılar anti emperyalizm,bağımsızlık gibi kavramları kullanarak veriyor. Kapitalist ilişkiler dikkate alınmayınca Tuncay Özilhan'dan anti emperyalist çıkarılabilir. Şeker fabrikaları özelleştirildi. Seçimden üç gün önce iktidara yakın tüm kanallar F-35 teslim törenini canlı yayınla verdiler. Gaffar Yakınca Aydınlık'taki ilk yazısında TRT'nin kovboy filmlerini kaldırmasını küçük ama güzel bir adım olduğunu söylemiş. Bu adımdan anti emperyalizm çıkarılamaz. Liberaller de 2010 referandumunda insan hakları ile ilgili maddeleri sıralayıp siz özgürlüklere karşısınız demesine benziyor. 7 Haziran sonrası iktidar MHP yakınlaşmasında, iktidarın da MHP'nin desteğine ihtiyacı olduğu düşüncesindeyim. Sevgiler,saygılar.

  • H.ÜNSAL

    H.ÜNSAL 09.09.2018

    Yusuf kardeş, Yazı uzun, biraz savruk oldu. Ben pazılları birleştirip bir fotoğraf ortaya koymaya çalışıyorum. Biraz dağınıklı varsa ondandır. Sevgili Kaan editör olarak uzun, "kısa" dememiş olduğu gibi yayınlamış. Kendilerine de teşekkürler.

  • yusuf bodur

    yusuf bodur 09.09.2018

    Bize düşen; yazıyı yazmanıza vesile olanlara teşekkür etmek..Emeğinize ,yüreğinize, kaleminize sağlık..Devamını bekliyoruz..Kaan hocam kısaltır iken pek bozmamış ona da teşekkür..Saygılar,sevgiler...

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.