Tıp Bu Değil
CAN ERTAN’IN BELİRSİZ NEDENLİ ÖLÜMÜ
Acısı biraz soğusun, kırkı çıktıktan sonra yazayım istiyordum Can hakkında. Evet, Can bizi çok üzdü. Kırkı bekleyemedim, bugün 16 gün oluyor, artık bir şeyler yazmalı. Erkene aldım, çünkü bir arkadaşı beni çok aradı. Ölüm nedeninin belirsizliğine, bu konuda sanki kasıtlı olarak sürekli çelişik haberler verilmesine, son saatlerinde neler yaşandığına ilişkin bilgilerin karartılmasına takmış. Arkadaşları da diyormuş “Ne yapacaksın, Can’ı geri mi getireceksin! Şu veya bu kişiler suçlansa kime ne fayda getirecek!”. Yine de içi rahat etmiyor. Ölüm nedeninin resmen ve doğru açıklanmasını istiyor. Fakat Can’ın yasal bir yakını bulunmadığı için arkadaşlarının sorularına resmi cevap verilmiyormuş. Bu yazının belki konunun aydınlanmasına bir faydası olur - pek sanmıyorum ama - , bu vesileyle ben de fikrimi ve bilgilerimi ifade ederim. Peşinen söyleyeyim, ölüm nedenini ben de bilmek isterim, ama bunun merak gidermekten başka faydası olmayacak. Ama bilgi karartılması da bu tür olaylarda alışkanlık haline gelecekse kötü bir şey. Yine ben de olaydan ötürü kimseyi suçlamıyorum.
Can’la dostluğumuza dönersek. Sanırım 15 yıl kadar önce maille, telefonla tanıştık. Benim çok sadık bir okurum olduğunu söylüyordu. Sonra sürekli yazıştık, birbirimizi uzaktan destekledik. Yüz yüze görüşmüşlüğümüz altı, yedi kezdir. Ne var ki telefonda sık arar ve dostluğunu hep hissettirirdi. Benim kitaplarımı, yazılarımı kaçırmaksızın okuduğunu, çok yararlandığını, bana müteşekkir olduğunu söylerdi. Ben de ona müteşekkirdim. Çünkü bana çok sayıda okur kazandırdı, çevresine sürekli benden ve kitaplarımdan söz etti, iki kez Bursa’ya toplantıya çağırdı. Benim için özel olarak düzenlediği toplantılara. Hakkı ödenmez. Gerçi ben de ona epey okur kazandırdım, Bursa dışındaki okurlarının büyük çoğunluğu benim okurlarımdı. Başka da bir şey yapamadım. Manevi destek dışında. Başka şey de istemiyordu, istemedi zaten.
Maddi anlamda durumunun pek iyi olmadığını zaman zaman söylüyordu, ama fazla da yakınmıyordu bundan. Yeni Marmara ve ON-TV’deki görevi ona yeni bir kimlik kazandırmış, yaşam enerjisini daha da artırmıştı. Yaptığı işi önemsiyor ve bundan mutluluk duyuyordu. Maaşının azlığından söz ediyordu ama söz konusu medya yöneticilerinden hep gayet iyi bahsediyordu. İddia’dan maaşa yakın para kazandığını, geçinip gittiğini anlatıyordu. Tek korkusu yazdıklarından dolayı gelen baskılarla işinden olmaktı.
Son bir buçuk yıldır hiç görüşmüyorduk Can’la. O yüzden yakın zamandaki gelişmelerden habersizdim. Aramız son üç yılda bozulmaya başlamıştı. Atışıp duruyorduk. Daha doğrusu ben atıp duruyordum o ise pasif agresif bir tutumla yaptıklarından, çizgisinden geri adım atmıyordu. Bu bozuşma nedeni hem Can’a özel hem de genel bir bozuşma nedeniydi pek çok başka arkadaşımla yaşadığım gibi.
Muhalefet başından beri bozuktu, giderek daha da bozuluyordu. Muhalefeti oluşturan insan tipi yozdu, giderek daha hızlı yozlaşıyordu. Muhalefete başta CHP olmak üzere onlardan olmadığım halde verdiğim krediler bitmişti. Daha fazlasını artık gereksiz hatta zararlı görüyordum. Yakın çevremden, bizim insanbu sitesinden pek çok yazar ve okur arkadaşla bu yüzden koptum. Bunların birçoğu muhalefetin halini en az benim kadar biliyor, en az benim kadar, hatta bazıları küfürlerle eleştiriyordu yakın zamana dek. Ben bu partilerden ve bu kitleden koparken onlar tersine dönmüş muhalefete daha da bağlanmışlardı. Sırf AKP’den kurtulma umuduyla. Bu ilkesiz ve boş umudun insanları zombileştirdiğinin farkında değillerdi. Bana en çok koyan bunu bildikleri halde muhalefete daha da bağlanan yakın çevremdeki insanların tutumuydu. Zombileşmeyi aynen bu adı kullanarak eleştirmişlerdi, benden daha ağır eleştirmişlerdi, ama kendileri de zombileşmişti.
Can dostum, örneğin, CHP’nin içini benden iyi biliyordu. Her telefon görüşmemizde neredeyse bir saate yakın CHP’den yakınıyordu. Ama yazılarına bunun pek azını yansıtıyordu. “Umudu örgütlemek” diye bir slogan tutturmuştu son yıllarda, çürüyen bir bataktan bu çürümeyi gayet iyi bildiği halde umut devşirmeye çalışıyordu.
Bu şekilde birkaç kavga, birkaç aylık birkaç kopma yaşadıktan sonra aramız tekrar düzelir gibi oldu. Son arayışından bahsetmek istiyorum. “Benim bu hayatta kan bağından tek bir yakınım yok” demişti. “Ne anam, ne babam, ne kardeşim, ne dayım, teyzem, ne kuzenim… Ben yalnız bir insanım. Beni neden aramıyorsun. Beni ara…” “Söz” dedim, “Bundan sonra sık sık arayacağım.” İçimi en çok sızlatan da bu son telefon görüşmemiz. Ondan üç-dört gün sonrasıydı. Salgının en hararetli günleri. Yaptığı açıklamalar nedeniyle Prof. Dr. Kayıhan Pala hakkında üniversite soruşturma açmış. Can da Kayıhan Pala’yı kahramanlık payesi vererek savunuyor. Başlığa da ‘Suskunluk Suikasti” diye bir tabir kondurmuş. Yazıştık… Dedim ki: “Sen bu adamların ne olduğunu bilmiyor musun! TTB’nin ne olduğunu bilmiyor musun! Benden iyi biliyorsun. Neyin suskunluk suikastı bu? O kavramı yanlış kullanmışsın. Suskunluk suikastı bizim gibilere yapılır, bizler görmezden geliniriz, Kayıhan Pala gibilere yapılmaz. Adam neredeyse günde iki kere TV’lere çıkıyor. Günde iki üç demeç veriyor, her yerde yayınlanıyor. Bu doktorlar bu medya halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Paniği körüklemek için bir yerlerden emir almış gibi tüm güçleriyle çabalıyorlar. Korona ölümleri kadar panik ölümleri görülecek. Bunlar kirli propaganda, kara propaganda yapıyorlar. Uluslararası medikal kartel ne derse bunlar da onu yayıyorlar. İktidar yıpransın da millet depresyondan, korkudan ölsün, başka hastalıklardan ölsün, umurlarında değil…” “Onların görüşlerini yayınlıyorum, seninkini de yayınlıyorum” dedi bana.
Öyle mi! Bu kadar yalnız ve bu kadar sansür altında zamanlarımızda birçok şeyi bizden iyi bilen dostlarımız onların görüşlerini yazıp duracak, arada sırada da bizden bir iki alıntı yapıp gazetecilik görevini ifa edecek, öyle mi! Ben dostlarımdan tarafsızlık değil, bildiği gerçekleri sonuna dek savunma beklerim… Taraf olmalarını beklerim.
Sonra işte o gün birden bir facebook hesabından Can’ın komaya girdiğini öğrendim. Atlayıp Bursa’ya gitmeyi düşündüm, ama anladım ki bir iki saat içinde neredeyse tüm Bursa onun için seferber olmuş. Yani yalnız değilmiş. Gelişmeleri takip ettim. Nedense bir şekilde kurtulabileceğini düşünüyordum. Sonraki ilk görüşmemiz nasıl, hangi ortamda gerçekleşecekti? Ona neler diyecektim? Bunları kuruyordum kafamda. Fakat öte yandan yansıtılan haberler son derede çelişik ve tutarsızdı, bu beni çok rahatsız etti. Sonra da ölüm haberi geldi. Severdim Can’ı, o da beni çok severdi.
Yukarda yazdıklarımdan Can’ın sevgilerinin samimiyetsiz olduğu sonucu çıkarılmasın. Can samimi bir insandı. Ama hep bir sevgi açlığı içindeydi, çocuksu bir sevgi açlığı içinde. Sevilmemesi gerek kişileri de severdi. Onların da çoğunu samimiyetle severdi. Can fazla iyiydi. Fazla iyilik bir yerden sonra ilkesizlik getiriyordu, sanırım problem buydu. Ama insan bu. Hiçbir şeyi, hiçbir insanı tam çözemeyiz, o yüzden de yargılarımız büyük kesinlik taşımamalı. Sonuç olarak Can kalabalıklar arasında, sevdikleri, dostları arasında yine yalnızdı. Belki pek çok insan gibi. Bir de insanları yargılarken yaşam kaygılarıyla birlikte yargılamalı yargılamak gerekiyorsa. Can kimsesizdi ve hep dar gelirliydi, ona göre çok daha tuzu kuru olan bazı insanlar, örneğin ben, ilkeler ilkesizlik yönünden onu ne kadar nesnel değerlendirebilir, değerlendirebilirim?
Son saatlerinde, komaya girmeden önce birkaç kişi ellerinden geleni yapmış. Yani Can yalnız değilmiş. Bu insanı rahatlatıyor rahatlamak illa gerekliyse. Ama anlaşılıyor ki bu saatlerin belli dönemlerinde yalnızmış. Yalnız olmasa başına bu gelir miydi? Belli olmaz, olacakla öleceğin önüne geçilmez, kader bu, ölüm bir bahane arar. Bu konuları fazla didikleme taraftarı değilim, çünkü Can kendi sağlığına ne kadar dikkat ediyordu, yaptığımız önerilerin hangi birini yarım gün uygulamıştı. Arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu gibi. Mehmet Ali Yılmaz’ın yazdığı gibi sanırım sağlığı dokusal ve organsal düzeyde pek çok açıdan bozukmuş. Son saatlerin hesabını sormanın ne anlamı var. Az bir anlamı var. Komaya girene dek sadece üç beş kişi ilgilenmiş, hatta fiilen sadece iki kişi, ama komaya girdikten sonra herkes ayaklanmış. Çok geç değil mi? Yine söylüyorum, kimseyi kınamak aklımdan geçtiği için değil, gerçek bu olduğu için. Genel insanlık dersi için eğer bir işe yarayacaksa.
Ve son olarak ölüm nedeni ve bu konuda yapılan ardı sıra tutarsız ve çelişik açıklamalar. Kayıhan Pala’nın hastane önünde henüz Can sağken yaptığı açıklama:
“Evinde fenalaşıyor, özel hastaneye getiriliyor. Oradan tıp fakültesine. İlk geldiğinde de bir beyin kanaması olasılığı gündeme geliyor. O saate kadar Covid olduğuna ilişkin herhangi bir bulgusu yok. Pcr testi de negatif çıkıyor. Klinik olarak bazı bulgular olduğu için tomografi çekiliyor. Tomografi sırasında akciğerlerinde de bulgu saptanıyor. Covid olduğu düşünülebiliyor. Acildeki pandemi kliniğinde yatarken bir düşme sonucunda beyin kanaması gündeme geliyor. Yoğun bakıma alınıyor. Hayati tehlikesi devam ediyor. İyileşme olursa beyin cerrahisi müdahale edecek. Bursa’da alabileceği en iyi tedaviyi tıp fakültesi hastanesinde alıyor.”
Buradan ne anlaşılır? Can’ın iki kere beyin kanaması geçirdiği veya beyin kanaması geçirirken düşüp kafasını çarptığı. Benimle telefonda konuşan arkadaşın sözlü olarak öğrendiğine göre ölüm sebebi ölüm raporunda “bulaşıcı hastalık” olarak geçiyormuş. Herhalde akciğerindeki şüpheli, belirsiz bulgulara dayanarak. Yoksa bana verilen bilgiye göre dört kez test yapılmış, her biri Covid yönünden negatif çıkmış. Can büyük olasılıkla beyin kanamasından öldü. Biri de kalp krizi demiş ama, başka doğrulayan yok. Ayrıca kan şekeri çok yüksekmiş, kontrolsüz ağır diyabet olduğu söyleniyor.
Peki beyin kanaması neye bağlıydı, fonksiyonel mi, travmaya mı bağlı? Can ilk nerede düştü? Evinde mi, özel hastanede mi veya Uludağ Üniversitesindeki düşüşü ilk miydi, sonuncu mu? Hastane içinde düştüyse burada bir ihmal olduğu kesin, ister tuvalete giderken yalnız başına düşsün, ister sedyeyle nakil sırasında düşürülsün. Bir gazetecinin ölümünde bile sağlıklı bir bilgi akışı mümkün olmuyor ne yazık ki, tam tersi oluyor.
Sonuçta bu tartışmalar Can’ı geri getirmeyecek, kaybımız ve üzüntümüzle kalacağız, ama normal olmayan şeylere normal demek, bu anormalliği daha da yayacağı için kayıt düşmek zorundayız. Başkalarını bilmem, ben Can’ı hep iyi hatırlayacağım. Ara sıra da onun eski yazılarından örnekleri sitemde yayınlayacağım. Seveninin fazla olduğunu ölümü dolayısıyla bile olsa tekrar öğrenmek güzel bir şey.
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
fahri kumbul 22.02.2022
Yazının sonundaki "Ara sıra da onun eski yazılarından örnekleri sitemde yayınlayacağım" cümlesinin okuyuncaya kadar, aklımdan hep okumayı bitirir bitirmez aynısını önermeyi geçirmiştim. En iyisini yaparsınız.
Ömer Faruk Kırçın 19.02.2022
Anladığım kadarıyla Can beyin sağlık konusunda şansı zayıf olan bir insan. Hastanede sürekli refakatçisinin olmaması da ayrıca bir şanssızlık. İlaveten kasti bir durum olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Zaten bu kadar hastalığın olduğu bir durumda ilave beyin kanaması da olunca ķaçınılmaz son gerçekleşmiş. Kaliteli özel bir hastanede durum mutlaka farklı olurdu. Ama arkadaşımız o konularda da şanssız olduğu için maddi olarak. Yapılacak bir şey yok.
kaan arslanoğlu 19.02.2022
Bugün onu hastaneye götüren yakın arkadaşlarından biriyle konuştum. Can evden yürüyerek çıkmış. Epeyce halsizmiş ve biraz nefes darlığı varmış. Özel hastanede tetkikleri yapılmış. Akciğerinde problem saptanmış. Oranın masrafları yüklü olur diye tanıdıkları doktorların da olduğu Uludağ üniversitesine ambulansla nakledilmiş. Orada tetkikleri devam etmiş. Yukarı alınmış. Saat 2.5'tan sonra başındakiler ayrılmış. O ana dek ne evde ne yolda, ne hastanede bir düşme, kafa travması hikayesi ya da beyin kanaması şüphesi yok. Sabah tekrar başına geldiklerinde düştüğünü öğrenmişler. Alnında belirgin şişlik varmış. Sonra solunumu da bozulmaya başlamış. Entübe edilmiş. Ölüm raporunda "bulaşıcı hastalık" yazıyormuş sadece. Kafa ve göğüs tomografileri ve diğer tetkikleri yakınlarına verilmemiş.
M. Kürşat Bozkurt 19.02.2022
Merhaba Kaan hocam. Can arkadaşın ölümüne üzüldüm. Sana ve bütün sevenlerine baş sağlığı ve sabır diliyorum.
Özgür 19.02.2022
Yazılarını ilgiyle okurdum. Vefat haberine çok üzüldüm. Kendisine rahmet, sevenlerine sabırlar diliyorum