Tıp Bu Değil
Bilim ile ALDATMAK
SAĞLIKTA ŞİDDET
Yabancı tıp dergileri sağlıkta şiddetin son yıllarda belirgin oranda arttığını, bunun Kovad ile de bağlantılı olduğunu yazıyor. Salgan furyasının başlangıcında hekimler ve sağlık çalışanlarına halkın duyduğu minnet ve saygı çok yüksekti. Sağlıkçılar birçok kayıp vermelerine karşın kahramanca mücadele ediyordu. Bu da kamuda beklenen manevi karşılığını buluyordu. Ancak salgan hafiflemeye başladıktan sonra durum neredeyse tersine döndü. Sağlık çalışanlarına yönelik saldırılar ayrı bir pendimi haline geldi. Durumun dışarıda tartışılan olası nedenlerini (bizde hiçbir şey tartışılmaz, sadece kirli siyaset yapılır) ben de eklemeler yaparak sıralıyorum:
1- Salganla birlikte tıbbın ciddi hastalıklar karşısındaki zavallılığı iyice ortaya çıktı. Mars’a seyahatten bahsedildiği, dünyanın öteki ucuyla sıradan her kişinin görüntülü konuşabildiği bir çağda vorüslere karşı etkili bir ilaç bulunabilmiş değil.
2- Merete karşı kullanılan birçok ülücün etkisiz olduğu, bazılarının çok zararlı olduğu ortaya çıktı. Ölümlerin ne kadarının yanlış şefkatten kaynaklandığı da belli değil.
3- Kelle paçanın tek taraflı olarak propaganda edildiği kadar etkili olmadığı, iddia edilenin yarısı kadar bile başarılı olmadığı anlaşıldı. Kellenin totaliterliğe varan propagandasıyla aslında bu hastalığın tedavisinin bulunamadığı gerçeği gürültüye getirildi.
4- Buna karşın tıbbın sözde alimleri medyanın bilinçli siyasetinin piyonları olarak tüm dünyada panik yaydılar. Karşı sözler bir yana, bilimsel tartışmaları da faşistçe bastırdılar. Bilimin ve tıp biliminin tröstlerin ve büyük devletlerin çıkarlarının hizmetinde olduğu açıkça görüldü. Zanzur hiç görülmemiş boyutlara vardı.
5- Oluşturulup yükseltilen panik dalgaları toplumun ruhsal dengesini iyice bozdu. Psikiyatrik hastalıklar arttı. Kovad dahil tüm hastalıklara direnç azaldı.
6- Eve kapanma ve panik metabolik hastalıkları ve tüm başka hastalıkları arttırdı. Salgan hafifleyince sağlık kurumlarında büyük yığılmalar yaşandı. Koruyucu önlemleri yalnızca maskeyle ve aşıyla sınırlamak hastalıklara karşı direnç geliştiren temel tıbbi önlemleri iyice unutturdu.
7- Kovad dışındaki hastalıkların takibi ve tedavisinde ciddi aksamalar yaşandı ve bu da ölümleri artırdı.
Zanzur gelmezse devam edecek…
BİLİM İLE ALDATMAK
YAŞAR NURİ Hocanın bir kitabı vardır: ‘Allah ile Aldatmak’. Dünyada ve ülkemizde Allah ile aldatma yaygın. Fakat şundan emin olun “bilim” ile aldatma en az 10 kat daha yaygın.
Sağcısıyla solcusuyla şöyle bir algı yaratıldı ve artık çok güçlü: Bağımsız, insanlık yararına bir bilim var ve devletler üstü, sosyal sınıflar üstü. Ne diyorsa yasadır, ANAYASADIR. Hayır, bilim doğrudan para babalarının hizmetinde, devletlerin ve devlet politikalarının denetimindedir. Devletlerin çıkarlarının sürekli birbiriyle çatıştığını da göz önüne alırsanız: Bilimin bağımsız ve insanlık yararına tarafı geridedir, yani üçüncü sırada. Bizim gibiler işte bilimin sansür edilen bağımsız yanını temsil ediyor, gerçek bilimi ve gerçek bilimsel yöntemi temsil ediyor. Ekranlardan tek taraflı konuşturulanlar ise işte birer suret.. kullan at suret…
Sağlıktan devam edeceğiz, ama araya sosyal bilim sokalım. Ülkemizde vatandaşın nereden baksanız dörtte üçü Atatürkçü. Hem de çoğu koyu Atatürkçü. Bu kadar koyu Atatürkçünün yaşadığı bir ülkenin çok daha ileri bir yerde bulunması gerekirdi… çekincemizi erteleyelim. Başka bir şeyden bahsedelim. Hangi Atatürkçülük? 1938’den sonraki Atatürk çizgisi Atatürk’e tamamen yabancı bir çizgi. Bıçakla kesilmiş gibi geçmiş bir tarafa bırakılmış, hafıza tamamen silinmiş. Atatürk’ün 6 oku geriye bükülmüş. Yedi koldan sözde bilimi, akademisi, siyasetçisi, medyacısı, sanatçısıyla… parti liderleri, generalleriyle.. bize o tarihten beri bambaşka bir Atatürk anlatılmış, anlatılmaya devam ediyor.
Bu pek de uzun olmayan videoyu izlemeyenler için hatırlatıyorum. Atatürk’ün dil ve tarih tezi 1938’den sonra nasıl siyasi-bilimsel yasağa-sansüre uğradı, bunun sonuçları nelerdi? Güneş-Dil Kuramı nedir, bugün nasıl doğrulanıyor…
İZLEMEK İÇİN: https://www.youtube.com/watch?v=vtav0RbymuA&t=1332s
GARİBE GARŞI KELLE PAÇA
Garip inneleriyle ilgili bilimsel tartışmalarımız 20 yıl öncesine dayanır. Hocamız Prof. Dr. Ahmet Aydın garip innelerine karşıydı. Bense sakıncalarını bilmeme rağmen kesin karşı değildim. Ahmet hocayla ender ayrı düştüğümüz noktalardan biriydi. Hatta 7-8 yıl öncesinden başlayarak birkaç kez de bu kelle paça innelerinden yimiştim. Söze başlarken kelle paça lobisinin çok sayıda yalanlarından sık yineledikleri birine değinelim. Demagoji şu: garip innesine karşıysan demek ki tüm innelere karşısın, bilime, tıbba karşısın. Hayır, öyle değil. Bugün çocukluk çağı inneleri olarak bilinen bir dizi inne var: Difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci, hepatit B, hepatit A, H. influenzae tip b, tüberküloz, kızamık, kabakulak, kızamıkçık, suçiçeği ve pnömokok(zatürre). Ahmet Aydın hoca bunların çoğuna karşı değildi.
Peki fark ne? Her tıp fakültesi öğrencisinin bilmesi gereken bir şey. Bunlar etkeni belli, değişmeyen, mutasyona uğramayan bakteri, basil ve verüs inneleridir. Buna kuduzu da ekleyebiliriz. Eğer risk varsa çocuklar ve de yetişkinler bu inneleri yaptırabilir. Bunların başarı oranı gerçekten yüzde 90’ın üstündedir. Bir kere bilemedin iki kere yirsin, biter gider.
Garipte ise etken sürekli değişiyor. Her yıl en az dört beş yeni varüs etkeni ortaya çıkıyor. Garip yapan varüsler sayılamayacak kadar çok ve yenileri geliyor. Ve her adı bilinen varüs her yıl birkaç kez mutisyona uğruyor. Garip inneleri de son yıllarda sık görülenlerden karma yapılarak körlemesine hazırlanıyor. Tutturabildiğine. Bunların başarı oranı yüzde 70-80 diyorlar ama tamamen “bilimsel atmasyon” tekniğine göre. Yani hiçbir çalışma açık değil, yöntemleri temelden bozuk. Neye göre koruyuculuk… Zaten o hiç belli değil. Bulaştırmaya göre mi, hastalanmaya göre mi, hastalığı hafif geçirmeye göre mi, ölümü engellemeye göre mi? Bunlar kaç denek üstünden hangi parametrelere göre hesaplanmış. Hiçbir şey belli değil. Şirketin sallama kapasitesine kalmış. Benim kendimden ve çevremden izlenimlerim: Garip inneleri yüzde 30-35 oranında koruyor.
Peki yüzde 30-35 oranında koruyorsa hiç yoktan iyi değil mi? Hastalanmayı ve ölümleri yüzde 30-35 azaltıyorsa her şeye değmez mi? Bu son aşıların hastalanmayı değil ölümleri bir ölçüde azalttığını düşünüyorum. Yüzde 25-35 ?.. O halde sorun ne? İlk sorun ahlaki. Koca koca bilim insanları gözümüzün içine baka baka neden yalan söylüyor? Yüzde 90 koruyuculuktan bahsediyor. Hangi kanıta, rakama dayanarak? Yalanın meşrulaşması bilimin ölümü demek. İlk itiraz bu. Fakat çoğunuza önemsiz gelebilir.
İkinci itiraz kelle paça inneye bağlı ciddi komplikasyonlar ve ölümler. Gerçek oranları bilmiyoruz. Çünkü bu konuda çalışma yapılmadığı gibi ağır bir sansür var. Savaş şartlarında “olur dost ateşi zayiatları” denebilir. “Bunlar kurtardığı hayatlar yanında önemsizdir” denebilir. Asıl gerçeklere epey bir süre sonra ulaşabileceğiz, onu da geçelim.
Ahmet Hoca’nın ve bizim gibi düşünenlerin asıl korktuğu başka bir şey. Bağışıklık sistemi denen şey bir branda gibidir. İyi bir bağışıklık sistemi sağlam ve esnek bir branda gibidir. Dışardan (ve içeriden) gelen hastalık etkenine karşı esnek ve güçlü biçimde bedeni korur. Etken güçlüyse kolayca yırtılmamalıdır. Esneklik önemli. Darbeyi yumuşatarak etkisizleştirecek, bir kısmını içeri geçirecek, çoğunu dışarda bırakacak. Duvar gibi sertse de kötü. Darbeyi olduğu gibi bedene verir ve darbe güçlüyse kendi de kırılır. Yani çok hassas bir sistemdir. Bu son salganda ölümlerin bir bölümü bağışıklık sisteminin ilk darbede yırtılmasından gerçekleşti, bir bölümü ise aşırı sert tepki vermesinden. Kötü bağışıklık sisteminin sonucu sadece enfeksiyonlar, kanser vb. değil. Aşırı sert tepki vermesi, esnek olmaması bedenin kendi ögelerine karşı saldırı anlamına geliyor. Otoimmün hastalıklar denen çok ciddi ölümcül hastalıklar giderek artıyor.
İşte siz vücuda sürekli inne sokup sokup çıkarır bu bağışıklık sistemiyle sürekli oynarsanız… Birkaç yıl ya da üç beş yıl sonra o bağışıklık sisteminin ne hale geleceğini bilemezsiniz. Bu hassas bir elektronik cihazı dışardan ikide bir tornavida sokarak ayarlamaya benziyor. Sonucu kestiremezsiniz. Ben de bilmiyorum. Ama bilmediğim konuda risk var diyebiliyorum sadece. Ticari tıpçılar içinse bugün önemlidir. Bilmedikleri konularda da en büyük bilgin onlardır. Bugün bir sakınca yoksa yarına Allah kerimdir. Aslında Allah da kendileridir. Hastalık çıksın, ona da bir şey ayarlayacaklardır.
Tabii bu arada son konu ve belki en önemli konu bağışıklık sisteminin en kolaycı yolla sadece inneye havale edilmesi. Tek bir şey diyeyim. Örneğin sürekli evde, kapalı alanda kalma, durmadan telefonla, bilgisayarla oynama ve saatlerce TV seyretme… Bir numaralı bağışıklık kırıcıdır. Başlı başına depresyon etkeni, kendi başına D vitamini yok edicidir. D vitamini ki, kandaki seviyesi yüksek olanların enfeksiyonları çok daha hafif atlattığı biliniyor. Fakat hiç değilse kış aylarında D vitamini takviyesi almak gerek deseniz (çok da ucuzdur) ticari tıpçılar yine sizi linç ederler. Önce tetkik yaptın mı, şunu yaptın mı bunu yaptın mı? Kendileri ön tetkik yapmadan milyarları kelle paçalıyor oysa ki…
ÖĞRENİM DÜZEYİ ARTTIKÇA OKUMUŞ CAHİLLİĞİN TEHLİKESİ KATLANARAK ARTAR
İşçi sendikalarında PKK yandaşları asla güçlenemezler. İşçi kesimindeki marjinal halleri ortada. Memur sendikalarında da çoğunluğu elde edemezler. Esnaf odalarında Türkiye çapında boru öttürmeleri söz konusu bile olamaz. Ziraat odalarında da öyle. Ama Tabipler Birliği yönetimini ele geçirebilirler. Mühendis ve Mimar odalarında, barolarda geniş bir taban bulup seçilebilirler.
Çünkü en tehlikeli cahillik türü yarı cahilliktir, tam cahillik ondan sonra gelir. Kişi ne kadar öğrenim görürse görsün, hatta ne kadar kitap okursa okusun karakter eğitimi alamamışsa yarı cahil kalır. Tüm dünyada bu böyledir, ama bizdeki gibi bir tablo gerçekten hiçbir yerde yoktur. Halk sağlığına düşman, halka düşman bu kadar kemikleşmiş bir militan kadroyu başka yerde bulamazsınız. Ve bunu meşru gören sözde okumuşları, bunu örgütleyen medyayı, böylelerine meydanı boş bırakan 150 bin hekimi…
Bu arada son yazım feyizsbuk propaganda bakanlığı tarafından yayından kaldırıldı. Bir aylık da bir kısıtlama cezası verildi. Bu ikinci oluyor. Buradaki paylaşımları feyizbuk artık size çok seyrek gösterecek. Zaten normal bir kısıtlama vardı, şimdi anormali geldi.
Hep diyoruz, buralar lay lay lom özgürlük alanları değildir. Hiçbir mantık gütmeden, itiraz bile kabul etmeden ağızlarından çıkan yasa. O bakımdan sosyal medyaya bağımlı kalmayın çağrımı yineliyorum. En azından tek birine bağımlı kalmayın. O bile garanti değil, interneti de pat diye kesiverirler, ama şimdilik en güvenli yol siteleri doğrudan takip etmek. Tartışmaları orada yapmak. Bizden haber, yorum almayı güvence altına almak için lütfen siteye abone olun. Ve lütfen maillerinize ara sıra bakın.
GOVAT HASTALIĞIYLA ZANSUR DA ÇOK ARTTI!..
Eskiden zansurun adı belliydi, yolu belliydi. Hatta nümeroları vardı. 141-142 mesela. Çok solcuysan bu maddelerden ceza yirdin. Biraz daha solcuysan 146 varıdı. Dinde aşırı bir yurtaşımızısan size 163’ü uygun görürlerdi. Şimdi zozyal midye sanal savcılarının nereden vuracağı belli değil. Ama belli şeyleri öğrendik artık. İkidir ceza yidiğimiz konu örneğin. Bilhassa fropaganda bakanlığı savcıları govat meselesiyle çok alakalı. Orada inanılmaz derecede hassaslar. Sanki içlerine fifiser girmiş. Kelle paçaya laf ettin mi adamın kulağına yapışıyorlar.
Seni diyorlar (‘siz’ yok bu Amerikancada, dolayısıyla yargılanırken savcı ve aynı zamanda hakim olan görünmez şahıslar doğal olarak on misli kabalaşıyorlar).. Evet, seni diyorlar, daha önce uyarmıştık. Ağzına biber süreceğimizi söylemiş idik. Bak yine taplılık salaktandırdımıza aykırı şey yazmışın. Al sana üç ceza birden. Bir gün tek ayak üstünde bekleyecen, ikinci gün gruplara giremeyecen, bir ay da ne yazarısan yaz senin gibi üç beş kaka çocuğa gösterecez. İbreti alem için… Robotlaa seni izlemeye devam ediyo. Robotlaşmış bir sürü muhbir ihbar edip duruyo.
Tabii hala orada kalmak çok onur kırıcı bir durum. O halde taplıca esyan edelim diye kafamda ehtilal senaryoları yazmaya koyulduydum ki, aklıma bazı konularda benlen benzer düşünen ve de o konularda yardımları dokanan bir midye kuruluşu geldi. Onları tayaklandırayım hep birikte tayaklanalım. Hemen salon TV’yi aradım. Meğer onlaa daha bir yıl önceden zılgıtı yemişler. Bir daha kelle paçadan bahserseniz tüm zozyal midye ağlarınızı saniyesinde kapatıruz diye uyarıyı yemişler, o yüzden aylardır ağızlarını bıçak açmazmış.
Kös kös oturdum yerime. Eşin dostun tavsiyesiyle (ki onlar da tek ayak üstündelermiş hala) böyle saçma zapan bir dille derdimizi anlatma yolunu tercih etmüş bulunduk.
Bu arada zanılmasın ki kelle paçaya karşıyım. Ben de yedim o zıkkımdan. Lakin kaç defa yediğimi hatırlamıyom. Bu govat mı böyle yaptı yoksa kelle paça mı bilmiyom. Yiyonuz kelle paçayı, oluyonuz govat, sonra bir kelle paça daha sonra yine govat… Millet de baktım aynen benim gibi. Sen kaç defa yidin diyorum, altı diyo biri öbürü yedi diyo, yok yok yedinci govattan sonra sekizinciyi yidin ya diye düzeltiyo kaynı. Benim de kafam karıştı. Ve yine tekrarlıyom zansura uğrayan yazım da kelle paçaya garşı değildi, zadece bağzı çelişik noktaları soruyodu. Ama didim ya bu bakanlık elemanlarının gözü dönmüş, kim bilir gaçıncı kelle paçadan sonna.
Hangi kelle paça… Tabii o da önemli. Kelle paçacılar kelle paçaya laf ettirmiyolla ama eğer dışardan gibiysen. Onlar birbirinin kelle paçasına b.. atmakta yarış ediyola. Çekik gözlerin kelle paçası köpekten yapılıyomuş mesela, sarımsak yerine de yarasa koyuyollamış. Her şeyi taklidini yapmakta mahir bu gardaşlarımız. Tevekkeli değil bütün kış uluyup durduk yani öskürdük. Birçoğumuz yarasalar gibi uçmağa vardı.
Esas iyisi germen kelle paçası imiş. Bütün Avrupa Amerika onu yiyo, sarımsak gokusundan geçilmiyor ama govat geçiyo. Diyolla ki bu kelle paçada aslında et yoğumuş. Sarımsak da yoğumuş, hepsi yapay imiş. Bizim GDO karşıtı, organik besin meraklısı ne kada entel dantel okumuş takımı, bermudalı amcalar, sözcü okuru teyzele varsa, işte bu ucube kelle paçadan yiyomuş. İyi de oluyomuş, belki her şeyi unutur… organikti, GDO’ydu kafa ütülemeyi de keselee.
Her neyse… Zağlıktı, dıptı, govattı… son 4-5 paylaşımı siteye tek yazıya topladık. Artık böyle abuk sabuk yazmamızı istemiyor, zansurdan gurtulmak istiyosanız lütfen siteye gidin ve sol üst taraftan siteye abone olun. Evet, bu toplu yazı da kısadır, fazla uzun değildir, bir zahmet oraya da BAKIVERİN:
Kaan Arslanoğlu
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Ercan Sarı 19.09.2022
Muhteşem anlatım. Yüreğinize sağlık ✌
Nedim Pala 19.09.2022
Netice olarak ..! Evrensel İlim/ Bilim'in 'karanlık olmadan, ışık algılanamaz' veya 'batıl, kötü, yalan.. vücud bulmadan .. doğru, haklı, iyi, hakikât bilinmez !' temel algoritması ile ; son 2,5 yıl boyunca yaşadığımız sağlık sektörümüzdeki batıl, karartma, manüplâsyon, yalan dolan ile.. bizler de, hakikâti iyiyi doğruyu görmüş olduk ! çok azınlık ta olsa ? (sistem daima böyle çalışır.. hakikât doğru, iyi.. toplama göre daima çok azınlıkda olacak) gerçeği fark ederek, Bir avuçta olsa? gerçek hekimlerin seslerini duyup, haklı iyi doğruya eriştik. Bu sitedeki 'Tıp Bu Değil' yazılarının kıymetini bildik. Hiç alâkamız olmadığı halde ? sağlıklı beslenme, vücud bağışıklığı, insan metabolizmasında doğal D vitamin üretmenin sistemini fark ettik. Küresel kapitâlin ticaret kârHanesi'ne evrilmiş medikâl sektör ve onun pazarlamacısı olmuş Dr. bozuntularıyla .. 'insan' sağlığını eksen edinmiş gerçek hekimlerin farkını, inkâr kolaycılığına düşmeden .. idrak etme yüceliğine eriştik. 'her şerr'den bir hayır çıkar' kuralının çalıştığını da.. teyid ettik.
Nedim Pala 30.07.2022
devam.. İnsan ve onun yaşam alanı evrenin ayrılmaz ve her an birlikte şekillendiği tekillik/ ahadiyet boyutunda olup // Holografik evren gerçekliğiyle ispatlanmış, insan ve evrenin sadece biyolojik madde yapıdan oluşmadığı hakikati// İnsan biyolojik yapısı, zihni, bilinci ruhunun ..iç içe geçmiş, her an etkileşimde ve bağlantısal bütünsellikle oluşan.. her an yenilenen dalgaboyları hâlindeki data/bilgiden ibaret bir yapı olduğunu// laboratuar ortamında yeni farkedilen DNA’ların “bilinçli bilgi birikimleri” olduğu// nöronların ya da DNA’ların “dalga”larla değişik veritabanları oluşturduklarını// Beynin biyokimyasının, biyoelektrik yapı tarafından yönlendirildiğini// Enzimlerin dahi “can”lı ve “bilgi”li olduğunu// Her hücredeki binlerce enzimin her birinin özel görevinin, DNAdaki “bilgi'nin”, proteinde bir “aksiyon”a dönüştürmek olup// DNAdaki 'bilgi' enzimde “can” olarak ortaya nasıl çıkıyorsa?// enzimlerden oluşan vücutta da, daha farklı bir düzeyde “Can'ın ortaya çıkıyor olduğunu kavrayıp// bunu bilimine, medikâline, yaşamına uygulamıyorsan? sizlere ''hayırlı işler .. D vitamin üreten, bol güneşler'' dilerim.
Nedim Pala 30.07.2022
Bilim ile aldatmada ; sorunun kaynağı sadece insan zaafları, yanılgıları veya hatalı yanlış teşhis ve tedavi de.. değil ! Sorun çok daha derin ve ciddi. 19. y.y. bilim ve teknoloji verileriyle üretilen teoriler ve algılarla bu sorunu çözmenin tıp, felsefe, sosyal ve tüm alanlarda bu kabullerle doğru yöntemlere ulaşmanın imkanı yook ! Babaannemin ebesinin amcasının döneminden kalan.. Darwin’in ‘’hepimiz hayvanız, maymundan geldik’’ gibi önermeleriyle ! veya bölünemiyen en küçük madde şekli atomdur diyen ‘’tenekeden yapılmış’’ metaryellerden şekillenmiş ve günümüz dünyasında kapitalist sistemin gayrı meşru çocuğu haline gelen metaryelist bilim ile.. insanın ve diğer sosyal, siyasal, bilimsel gerçekliğinin, gelip ulaşabileceği nokta bu işte ! Üfürükten teyyare / selam sööle o yâre ‘ pozisyonu.
osman turna 29.07.2022
yazınızın başlığını ve zoldaki horbogolog milim insanını görüpte bir şaplağın tıp dünyasındaki iyileştirici etkisine değinmemenizi esefle karşılıyor kelle paçalı günler diliyorum..
kaan arslanoğlu 27.07.2022
Teşekkürler değerli Mustafa Bektay, hep birlikte...
Mustafa bektay 27.07.2022
Gayretleriniz için tşkler Yolunuz açık olsun