Karatay’ın Söylemedikleri

Karatay’ın Söylemedikleri

Google arama motoruna “Canan Karatay” yazıp son bir haftalık girişlere göz attığınızda, her zaman olduğu gibi Karatay’ın beslenme üzerine “yeni” tavsiyelerini görüyorsunuz. Bu kez de genç erkeklere “turpu veya havucu çiğ olarak beyaz peynirle beraber yiyin, yanına da zeytin koyun, düz duvara tırmanırsınız”, genç kızlara “fıstık yerseniz, fıstık gibi olursunuz” demiş.

 

Karatay’ın hızına yetişebilmek mümkün değil. Bir gün paça çorbası için, bir gün şeker en tatlı zehirdir, başka bir gün gazlı içeceklerden, paket meyve sularından uzak durun diyor. Açıkçası Karatay her gün “yeni” bir şeyler söylediği için bütün önerilerini bilemiyorum, fakat Karatay’ı popüler bir figür haline getiren “Karatay diyetinin”, piyasada dolaşan diyetler arasında en iyisi olduğunu biliyorum.

 

Karatay diyetini diğerlerinden ayıran, aslında bir “sağlıklı beslenme” önerisi olmasıdır. Diğer diyetlerde olduğu gibi “zayıflatma” iddiası yoktur, ancak zaten sağlıklı beslenirseniz ve haftada 3 – 4 gün yürüyüş yapmaya çalışırsanız, muhtemelen zayıflamak için çareler aramak zorunda kalmazsınız. Fakat bu günümüz koşullarında toplumun onda dokuzu için mümkün mü? Bu sorunun yanıtı Karatay’ın söylediklerinde değil, “söylemediklerinde”.

 

TÜRKİYE’DE İNSANLAR NE YİYOR?

 

Türkiye’de insanların ne yedikleri bir sır değil. Başta TÜİK olmak üzere birçok kurum bu konuda, çok güvenilir olmasa da, veriler sunuyor. Buna göre Türkiye’de insanların günlük gıdasının “aslan payını” karbonhidratlar oluşturuyor. Günde kişi başına ortalama 383,5 gram ekmek, 143 gram patates ve 90 gram şeker yiyormuşuz. Buna 33 gram bulgur ve 23 gram makarnayı da eklerseniz takım tamamlanır.

 

Proteinlere gelince, rakamlar günde kişi başına ortalama 100 gram et yediğimizi söylüyor. Bunun 61 gramı kanatlı hayvanların etlerinden, 22 gramı kırmızı etten ve 16 gramı balıktan geliyormuş. Günde kişi başına ortalama 180 gram süt ve süt ürünü tüketiyormuşuz. Bunlara 10 gram kuru fasulye, 12 gram mercimek ve 15 gram nohut eklerseniz, protein hesabını da büyük ölçüde tamamlamış olursunuz.

 

Sebze ve meyve tüketimi konusunda çok veri yok. Yağlara gelince, hayvansal yağlar konusunda da bir veri bulamadım, fakat günde kişi başına ortalama 50 gram bitkisel yağ (en çok ayçiçek yağı) ve sadece 5,5 gram zeytinyağı tüketiyormuşuz.

 

Kuşkusuz bu tablonun tarihsel, kültürel, sosyolojik vb birçok açıklaması olabilir, ancak sadece rakamlara bakarak “ekonomik” boyutunu açıkça görebilirsiniz. Türkiye’de insanlar gıda gereksinimlerinin en büyük kısmını, “en ucuza” sağlayabildikleri karbonhidratlı besinlerden sağlıyor. Çünkü diğerlerini almak için paraları yok. Üstelik toplumun geliri en düşük yüzde 20’lik dilimi, gelirinin neredeyse “yarısını” gıdaya harcadığı halde durum böyle. Yani kimse “boğazından kısmıyor”.

 

DÜNYANIN OLASI EN SAĞLIKSIZ BESLENME DESENİ

 

Türkiye’de insanların ana gıdasının “buğday” olduğu ve buğdayın da içindeki bütün yararlı besinlerin “arıtılıp” yalnız nişastalı kısmının kullanıldığı düşünülürse, beslenme desenimizin yeryüzündeki olası en sağlıksız beslenme deseni olduğu söylenebilir.

 

Karatay diyeti ise, piyasadaki diğer diyetlerden farklı olarak, neredeyse tamamen diyetteki “karbonhidrat miktarını” azaltmaya dayanıyor. Bu anlamda Karatay diyetinin Türkiye’nin “mevcut” sosyoekonomik koşullarında uygulanması en zor diyet olduğunu söyleyebiliriz. Karatay, neredeyse toplumun yüzde 90’ının “temel” ve en az yüzde 10’unun “tek” gıdası olan ekmeğe savaş açmış durumda. 

 

Karatay’ın sabah kahvaltısına bakalım: “2 yumurta, 10 zeytin, beyaz peynir, 4 kayısı kurusu, 1 avuç ceviz içi ve bitki çayı”. Bugün bu yazıyı okuyan gençler inanmakta zorlanabilirler fakat 1970’lerin yerli filmlerinde bu menüyü, Türkiye’nin en yoksul ailesinin sofrasında dahi görebilirdiniz. Bugün kapitalizm dünyayı öyle bir hale getirdi ki, 1970’lere kadar dünyanın bazı coğrafyaları dışında insanların çoğu için “normal, sıradan, gündelik” olan, yirmi birinci yüzyılda dünyanın her yerinde insanlığın onda dokuzu için “lüks” haline getirildi, erişilemez kılındı. İşte Karatay’ın “söylemedikleri” arasında en önemlisi bu.

 

Şimdi Karatay’ın sabah kahvaltısı için önerdiklerini “her sabah” sofraya koyabilmek için, TÜİK verilerine göre Türkiye’nin en yüksek yüzde 20’lik gelir diliminde olmak gerekiyor. Belki bir veya iki alt dilimlere girenler de, bu kahvaltıyı ancak hafta sonları yapabilir. En alttaki iki dilime bu menüyü önermek ise, “küfür” olarak kabul algılanabilir, dikkatli olun!

 

Bu menü içindeki en pahalı gıda ceviz gibi duruyor. En son ceviz aldığımda kilosu kabuklu 30, kabuksuz 70 liraydı. Fakat şimdi size biz çocukken sokaklarda “ceviz oynardık” desem? Bugün bir çocuk evdeki cevizleri oyun için sokağa çıkartsa annesi ne der acaba?

 

BESLENME VE SAĞLIK

 

Çağımızda “beslenmeyle ilişkili” hastalıklarda görülen hızlı artış, insan diyetinin niteliksizleşmesiyle doğrudan ilişkili. Beslenmeyle ilişkili sağlık sorunları arasında, Karatay’ın konuşmalarında üzerinde en çok durduğu aşırı kilo ve obezite, kalp hastalıkları, diyabet ve bazı kanserler ilk sıraları alıyor. Yine niteliksiz diyet, mikrobesin eksikliği üzerinden bağışıklık sistemini etkileyerek, insanların enfeksiyonlara karşı doğal savunmasını zayıflatıyor. 

 

Ancak Karatay’ın söylemediği bir şey daha var: bu sorunlardan “herkes” eşit düzeyde etkilenmiyor. Bunlardan günümüzde en çarpıcı olan “obezite”. Obezite başlarda sanıldığı gibi “çok yemekten kaynaklanan bir zengin hastalığı” değil, “niteliksiz yemekten kaynaklanan bir yoksul hastalığı”. O kadar ki, bugün ABD’de obez olmakla yoksul olmak özdeşleşmiş durumda. Belki Karatay kendi hastaları üzerinde dahi küçük bir epidemiyolojik çalışma yapsa, bu durumu bilimsel bir yayın olarak ortaya koyabilirdi.  

 

Kalp hastalıkları için de durum böyle. Ben tıp fakültesinde öğrenciyken, Kardiyolog Profesör Mithat Özer koroner hastalıkları anlatırken, akşam ağır bir yemekten sonra fenalaşan “işadamı” örneği verirdi. Oysa İngiltere’de yapılan epidemiyolojik çalışmalar, koroner hastalıkların yoksullarda zenginlerden çok daha sık görüldüğünü ortaya koydu. Bugün bunun hemen bütün kronik hastalıklar için geçerli olduğunu biliyoruz.

 

Epidemiyolojik çalışmalar beslenmeyle ilişkili sağlık sorunlarının, dünyanın geri bıraktırılmış coğrafyalarında hızla arttığını gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü, 2005 yılında yayınladığı “Kronik Hastalıkları Önlemek: Yaşamsal Yatırım” başlıklı raporunda, dünyanın en yoksul ülkelerinde kalp hastalıklarından ölenlerin sayısının, zengin ülkelerde bu hastalıklardan ölenleri aştığını bildiriyordu. Aslında Karatay’ın bunları bilmemesi mümkün değil, konuşmalarında bunları söylemediğine bakmayın...

 

Kuşkusuz sorunun resmi raporlara çok yansımayan bir “sınıfsal” boyutu da var. Beslenmeyle ilişkili hastalıkların toplum içinde dağılımına bakıldığında, bu sorunların “emekçiler” arasında yoğunlaştığı görülüyor. Gerçi Karatay hocanın işin burasına girmesini beklemek, fazla iyimserlik olurdu, ancak Karatay’ın da bunun farkında olduğundan eminim.

 

YOKSULLAŞMA VE BESLENMENİN NİTELİKSİZLEŞMESİ

  

Beslenmenin niteliksizleşmesi, 1970’li yıllardan itibaren dünyada işçi sınıfı hareketinin gerilemeye başlaması ve 1990’larda sosyalizmin çözülmesiyle birlikte yaygınlaşan insanın kapitalizme “mahkum” olduğu algısıyla doğrudan ilişkili. Sermaye, kendisini daha “güvende” hissettiği bu ortamda, İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında emekçilere vermek zorunda kaldığı tavizleri (eğitim, sağlık, sosyal güvenlik vb) geri alırken, emekçileri daha düşük ücretlerle, daha uzun saatler çalıştırmaya cüret edebildi.

 

Bugün yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada insanların “algıları” egemen sınıflar tarafından yönetiliyor ve son 50 yıldır emekçilerin küresel ölçekte yaşadığı “yoksullaşma” algı düzeyinde gizleniyor. Bugün gençlerin çoğunun, günümüzde insanların 50 yıl öncesinden çok daha “zengin” olduğunu sanmasının nedeni bu. Oysa bugün birçok gencin hayalini süsleyen ABD’de dahi, emekçilerinin gelirlerinin enflasyon karşısında eridiğini biliyoruz.

 

ABD’de asgari ücret 1973 yılında 4 dolardı, bugün bunun “iki katına” yakın; yani ABD’li işçi son 50 yılda iki kat zenginleşmiş görünüyor, fakat 1973 yılındaki 4 doların satın alma gücü, bugünkü rakamlarla 30 dolar olarak hesaplanıyor. Yani Amerikalı işçi 1973 yılına göre bugün saati 30 dolar alsaydı bile, geliri artmış sayılamayacaktı. Oysa bugün bunun sadece “dörtte birini” alabiliyor.

 

Türkiye’yi de ben kendimi babamla kıyaslayarak örnekleyeyim. Devlet memuru olan babam 1978 yılında emekli olduğunda, emekli ikramiyesiyle İstanbul’un iyi bir semtinde bir ev ve ikinci el bir araba almış, yaşamının sonuna kadar emekli maaşıyla geçinmiş, bu arada beni üniversitede okutmuştu. Ben iki yıl önce emekli olduğumda aldığım ikramiye, babamın aldığı evin “tek odasını” almaya yetmiyordu. Ben çok şanslıydım, çünkü oğlum ben emekli olduğumda üniversiteyi bitirmişti, aksi halde emekli maaşımdan ona katkı yapamazdım.

 

Günümüzde küresel ölçekte emekçilere dayatılan düşük ücret ve uzun mesai saatleri, emekçileri beslenme alışkanlıklarını değiştirmeye zorlayan ve beslenmenin niteliksizleşmesine yol açan en önemli faktörlerdir. Gelirleri azalan emekçiler, kalori gereksinimlerini daha ucuza satın alabildikleri karbonhidratlardan temin etmeye yönelmek zorunda kaldılar. Mesai saatlerinin uzaması da, emekçilerin kendileri için yemek hazırlama zamanlarını kısaltarak, öğünlerinde sağlıksız “hazır” gıdalarla ağırlık vermelerine yol açtı.

 

Ancak bunların hepsi “sonuç”. Daha “derinlerde” bu sonuçları üreten başka nedenler var. Bunlar da kısaca, son 50 yılda tarımda kapitalistleşmenin geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde artması ve buna bağlı olarak küresel ölçekte gıda üretimi, tedarik ve dağıtımının radikal biçimde değişimidir.

 

TARIMSAL ÜRETİM VE SAĞLIK

 

Birçok uzman gıda üretimindeki radikal değişimi, 1980’li yıllarda emperyalizmin dünya emekçilerine dayattığı “yapısal uyum” programlarına dayandırıyor. Türkiye ve Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere dünyanın birçok coğrafyasında faşist – askeri diktatörlükler tarafından yürürlüğe konan bu politikalarla, tarımsal üretimde öncelik, ülke nüfusunun gıda gereksinimini karşılamak yerine, dünya pazarlarıyla bütünleşmeye verilmeye başlıyor.

 

1994 yılında GATT, tarihte ilk kez uluslararası gıda ticaretine kurallar getirerek, gıda üretimine büyük tekeller lehine doğrudan müdahale ediyor. Tarımın “piyasalaştırılması” diyebileceğimiz bu süreç, tarım üretiminin ihracat teşvikleri veya sübvansiyonlar gibi uygulamalarla tamamen “sermayenin gereksinimlerine” göre yeniden yapılanmasıyla sonuçlanıyor.

 

Tarımın liberalleştirilmesi, bir yanda uluslararası gıda ticaretini arttırırken, diğer yanda ulusüstü şirketler doğrudan yatırımlarla hızla bu alana giriyor. Bu sürecin ilk önemli çıktısı, 2000’li yıllarda işlenmiş gıda ticaretinin, temel tarımsal ürün ticaretini aşmasıdır. Bu gelişme, özellikle kentsel alanlarda yaşayan emekçilerin, gıda temin etmek için alışveriş yaptığı mekanların raflarında, taze gıdalardan çok işlenmiş gıdalar “bulunması” anlamına geliyor.

 

Karatay hocanın bu “derinliğe” dalmasını beklemiyoruz, fakat en azından alışveriş mekanlarında taze meyve ve sebzelerin, sağlıklı gıdaların artık mekanların çok küçük bir bölümünü işgal ettiğini, buna karşılık kendisinin de yakındığı sağlıksız gıdaların, neredeyse mekanın bütün raflarını, hem de gerçekten çok ucuz fiyatlarla doldurduğunu görmemesi olanaksız. Demek bu konuyu üzerine konuşmaya değer bir konu olarak görmüyor. Oysa Karatay hoca süpermarket sahiplerini ara sıra “neden raflarınızı abur-cuburla dolduruyorsunuz, atın çabuk onları dışarı, yerine kereviz koyun, ceviz koyun” diye azarlasa hoş olmaz mıydı?           

 

KARATAY HOCA ÇOK DAHA İYİSİNİ YAPABİLİR

 

Toplum içinde birçok kesim, meslek örgütleri vb Karatay’ı genellikle “söyledikleriyle” (olumlu ya da olumsuz yönde) yargılıyorlar. Oysa insanlar yalnızca söylediklerinden değil, “söylemediklerinden” de sorumludur ve yalnız söyledikleriyle değil, “söylemedikleriyle” de yargılanır.

 

Bir aydın, bir akademisyen ve bir kardiyoloji uzmanı olarak Karatay, beslenme konusundaki sorunlara çok daha “derin” yaklaşabilir. Özellikle toplumun beslenme konusunda en çok sorun yaşayan emekçi kesimlerini “bilinçlendirmekte” çok etkin bir rol oynayabilir.  

Akif Akalın


  • Mehmet Bayraktar

    Mehmet Bayraktar 01.04.2020

    Beğendiğim bir yazı olmuş. Yazarın belirttiği gibi beslenme konusu ekonomiden,sınıfsal gerçeklerden bağımsız bir konu değildir. Ve Karatay işin bu tarafına hiç değinmemektedir. İkincisi beslenme konusu emperyal politikalardan bağımsız bir konu değildir. Karatay işin bu yönünde değinmemektedir. Sonuç olarak 1990 larda SSCB' nin dağılmasından sonra gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler vahşi kapitalizm dönemine geri dönmüşler,emekçiler kazandıkları hakları sol parti ve sendikaların teslimiyetçi politikaları sonucu kaybetmişlerdir. Sağlıklı beslenme sorunu emekçiler için çok büyük bir sorun hâline gelmiştir. Konunun bu tarafı görmezden gelinerek sorun kapsamlı anlatılamaz.

  • 25.02.2018

    Günde 100 gr. et çok afaki iyimser bir söylem. Haftada 100 gr. et bile kuşkulu.

  • Akif Akalın

    Akif Akalın 25.02.2018

    Karatay'dan ÇOK şey istendiğine ilişkin yorumlar var. Belki de bu BİLİM İNSANINDAN beklenti ne olmalı tartışmasıdır. Karatay KÜRSÜ sahibi biridir ve bu nedenle sözü dinlenmektedir. Peki kürsü sahibi olmanın getirdiği SORUMLULUK? Belki son yazımı daha PROVOKATİF bulabilirsiniz. Amaç da bu zaten, bu konular biraz tartışılmalı diye düşünüyorum: (Bkz: Ziyaret Et) arada Çağla Şikel'in programında Karatay'ın kendisine hangi parayla ceviz, badem alacağını soran kadına, "saçını yaptıracağına badem ye" yaklaşımı ve sunucunun "parası olan alır, alamayanlardan sana ne" yaklaşımı bence mutlaka tartışılmalı. Asıl meselenin burada olduğunu düşünüyorum. Tüm yorumlara teşekkürler.

  • Salih m

    Salih m 24.02.2018

    Kesinlikle katılıyorum, organik beslenme o kadar pahalı ki,örneğin organik pirinç unu alıyorum yarim kilosu 12 lira,12 liraya 10 kilo un alınır muhtemelen.sebze meyve daha fazla

  • İLKAY GÜRKAN

    İLKAY GÜRKAN 24.02.2018

    Bence de Nazmi Bey haklı. Canan Karatay'dan kapitalizmi de yenmesini beklemek çok büyük bir ahmaklık ve tembellik. Biz hemen birleşip kapitalizmi yenebiliriz.

  • Nazmi Onarir

    Nazmi Onarir 23.02.2018

    Kadın zaten sağlık alanında debeleniyor, uğraşıyor; ve bi şeyler başarıyor. Kapitalizmi de mi yensin senin yerine kardeşim! Bu kadar tembel olmayın!

  • Özge

    Özge 22.02.2018

    Bu yazıdakilere benzer bir şeyi çıktığı kadın programlarından birinde bir izleyici sormuştu Canan Karatay'a. Diğer izleyiciler, programın sunucuları ve Karatay da birlik olup kadına saldırmışlardı saçını boyatması üzerinden. http://www.internethaber.com/cagla-sikel-ile-alisan-soru-soran-izleyiciyi-paraladi-670314h.htm

  • Ismail HOCA

    Ismail HOCA 20.02.2018

    Bu yazima Buyuk lider ATATURK'UN bir cumlesi ile baslamak istiyorum. (Saglam kafa saglam vucutta bulunur.)Anlayacaginiz Turk halki ilerleyemiyorsa bunun nedeni saglikli bir bedene sahip olmadiklarindan olabilir. Insanlarin %90 'na yakin bir cogunlugu sadece ekmek parasini kazanabilmek icin calismaktadir. Bu nedenle halk gecim derdinde iken beynini sadece o' yone odaklamistir.Iste bu nedenle Turk toplumu kalkinamamaktadir. Halklar kurduklari devlet sistemlerinde demokrasiyi secmis olsalar bile bu isleyiste,yani yonetimde hicbir zaman boyle olmamistir. Zenginlerin ele gecirmis olduklari bu devlet idare sistemind tabiki halkin somurulmesinden baska birseye yaramamaktadir. Yazi biraz siyasi agirlikli oldu .Lakin yasam bir butunden ibaretse gayet dogal karsilanmalidir.Sizinde belirttiginiz gibi halk en ucuz yiyeceklerle gecinmektedir. Vitamin degeri dusuk olan bu yiyecekler insan icinde pek saglikli olmayacaktir.Insanlarin diyet yapmasi bir yana karinlarini doyurabilmesi baska bir yana....

  • dekstro

    dekstro 20.02.2018

    Ben de pek saygıdeğer Levo Bey'e katılıyorum. Bence de her şeyin azı karar, çoğu zarar. Ayrıca, herkesin giydiğine kimse karışamaz.

  • levo

    levo 20.02.2018

    1960'lı yıllarda küçükken 3 beyazın zararlı olduğunu duyardım. Un,şeker,tuz. Aslında değişen bir şey yok. 50 yıldır hala aynı. Her şeyin azı karar çoğu zarar.

  • Aysin Ergin

    Aysin Ergin 20.02.2018

    Yazınıza yüzde yüz katılmakla beraber Canan Karatay'dan daha da fazlasını beklemenizi adil bulmadım. Kendisini bir kez gördüm, yerel bir etkinlikte çevresindeki çiftçi kadınlara hep beraber "zeytinyağlı yerim aman, basma da fistan giyerim aman" şarkısını söyletiyordu. İkincisi de Canan hanım halihazırda zaten çok mücadele ediyor ve meslekten men'e kadar meslek odalarıyla vb uğraşıyor, tüm cephelerde o mu savaşsın?!

  • Aslan Kılıçarslan

    Aslan Kılıçarslan 21.12.2017

    Tekrar merhaba. Beyefendinin şu hesabından bir şey anlayan var mı? Hani varsa, bana da anlatabilir mi? Ben domuzlar sadece mantar yer mi demişim? Biz buraya nereden geldik? Kaç senedir şu siteye arada girip bakıyorum. Hep aynı manasızlık! Bir grup insan, alakasız savlarını alakasız anlarda ortaya atıyor ve daha da alakasız şekilde bunları savunmaya çalışıyor. Fikir serbestisi bu değil. Bu sadece kuyulara bağırmak. Disleksi de küfür değil. Keşke etseydim dediği küfürleri misliyle kendisine iade ediyorum.

  • Hasan GÜRMAN

    Hasan GÜRMAN 20.12.2017

    100 gram mantar protein miktarı=3 gram 150 gram *30=4500 gram aylık protein ihtiyacı 4500/3=1500 adet mantar, 1500*100=150 kg (tek domuz için) Beyefendinin hesabına göre bu çıkıyor,böyle bir mantar miktarı ormanda yok, İlk hakaret eden kendisiydi,protein yetersizliğinden dolayı disleksi hastalığını sahip olduğumu söyledi, keşke küfür etseymişim

  • editör

    editör 19.12.2017

    Sayın Hasan Gürman, yorumunuzun son cümlesindeki hakareti kaldırırsanız yorumunuzu onaylayacağız. Aksi halde silmek zorunda kalacağız. Ayrıca polemiği başından sonuna dek izledik. Konuyu domuza ve kurta getiren sizsiniz. Vahşi hayvanlar bu kadar protein tüketemez, o halde insanların da tüketmemesi gerekir mantığını ileri sürdünüz. Tartışma oradan alevlendi. Aslan bey de zaten diyor ki, domuz o kadar et yemez. Herkes sakin olsun lütfen. Protein öteki canlılar için olduğu gibi insanlar için de olmazsa olmaz bir ana besin maddesi. Doğa bunu böyle uygun bulmuş. Kişisel seçim değil. Fakat protein illa da hayvansal protein olacak diye bir kural yok tabii. Ekmekte de yüzde 15 protein var mesela. Ama oradan protein temin etmek istiyorsanız bir yığın KH da almak zorunda kalıyorsunuz ki, genetiğimize uymayan bu. Baklagillerde aynı sorun. Mantar daha sağlıklı. Hayvansal proteinler daha saf olduğu için bünyeye maalesef daha uygun. O da sadece etten alınmayabilir. Süt, yumurta, peynir vb Saygılar

  • Aslan Kılıçarslan

    Aslan Kılıçarslan 19.12.2017

    Sayın Gürman, bu sitede eskiden disleksi tarama günleri yapılırdı. Yapan sanırım artık uğramıyor. Yoksa size hemen daha yoğun protein tüketimi önerirdi. İki hususu belirteyim: A) Benim hesabım açık ve sizin hesabınızı zaten yanlışlıyor ki bunlar "basit yabancı sitelerden alınmış desteksiz bilgiler" değil, çünkü kaynak kişi ben değilim (oysa sizin iddialarınızın referansı maalesef yalnızca sizsiniz; işte bu komik); B) Ben müslüman ya da yahudi değilim. Evcil domuz ve yaban domuzu temel beslenme ögelerimdendir. İsmim sizi yanıltmasın. Sosis, salam, speck, ciğer bizim masada çok bol. Gelin birgün, birlikte tadım yaparız! Bu arada, unutmadan ekleyeyim, yetişkin insan için aylık bazal hayvansal protein tüketim miktarı 2 kilogramdır. Domuzda da 5-6 kilograma denk geliyor yani. Saygılar efendim

  • Hasan GÜRMAN

    Hasan GÜRMAN 19.12.2017

    Benim ifade etmek istediğim şu 70 kiloluk bir insan 70 grama ihtiyaç duyuyorsa,ortalama 250 kg lık bir domuzda 250 gr proteine ihtiyaç duyar.Diyelim ki hep mantar yesin ya da bitkisel ürünler,bu da en kötü bir domuz için yaklaşık 7 kg mantara denk gelir.Çünkü 100 gram mantarda ya da bitkide 100 gram protein olmuyor,çok düşük miktarlara denk geliyor.Siz yaptığınız hesabı daha ayrıntılı paylaşırsanız sevinirim,çünkü kendi dediklerinizde birbirini tutmuyor.Ette yese bitki de yese aylık tonaj çok yüksek seviyelere çıkıyor.Siz galiba yediği besinin tamamını protein olarak düşünüyorsunuz.Etin bile yaklaşık %25 i protein. .Beyefendi ben vegan değilim,yaban domuzunun eti de gayet güzel olur.Siz çok basit yabancı sitelerden aldığınız desteksiz bilgileri yazıyorsunuz.Yaban domuzu çeşitleri çok farklı kilolarda olurlar,Türkiyedekilerde emin olun gayet iri olanlarından.Daha net anlaşmak için şunu sorayım insan aylık olarak kaç kg et tüketmeli.

  • Aslan Kılıçarslan

    Aslan Kılıçarslan 18.12.2017

    Tartışma neden hala burada anlayamıyorum. Omnivor bir memeli olan yabandomuzunun günlük dietinde ortalama net enerji cinsinden %20 protein olması gerekir (evrim böyle buyuruyor). Buna göre, toplam dietin %90'ı bitkisel kökenli iken hayvansal kökenli protein alımı maksimum (tüm enerji hesabı üzerinden) % 5'i geçemez. Yani? Ortalama (dikkat ediniz, ortalama diyorum; siz bana ekstrem örnek veriyorsunuz) 150 kilogram olan (zorlamayla ancak) erkek bireyin bile bir ayda 20 kilo civarında hayvansal protein tüketmesi (kabaca) yeterli olacaktır. Nerede kalmış ki 120-130 kg olsun (sizin hesapta 30 üyeli bir grup 4 ton böcek yemeli diyordunuz ya, oraya yöneltiyorum eleştirimi). Hesabı daha da derinleştirebilirim. Durum değişmez. Yabandomuzu örneğiniz geçersiz. İtirazınız da anlamsız. Sonuç: yetişkin insan (sağlıklı) en az 70 gram protein günlük olarak tüketmek zorundadır. Bunun da bir kısmının hayvansal kökenli olması farzdır. Beğenseniz de böyledir. Beğenmeseniz de... Hatta vegan olsanız da...

  • Hasan GÜRMAN

    Hasan GÜRMAN 18.12.2017

    Ek olarak,310 kg ağırlığında erkek domuz gördüm,ve diğer erkek domuzları tartmadım ancak ,hiçbiri ondan daha hafifi gözükmüyordu.

  • Hasan GÜRMAN

    Hasan GÜRMAN 18.12.2017

    Beyefendi son olarak yazıyorum,çünkü birbirimizi anlayamıyoruz.Yaban domuzlarıda bizler gibi hepçil hayvanlar,günlük protein ihtiyacı sadece insan için gerekli olan bir şey değildir diye düşünüyorum.Bu sebeple diğer hayvanları incelemek doğru geliyor.İnternet-vikipedi-yabandomuzu,internet-vikipedi-aslan şeklinde yaptığınız araştırmalar üzerine dayandırdığınız savlar çok mantıksız oluyor.Ağırlık olarak toprak altı böcek-larva gibi şeyleri yerler.Mantar ve ve çiğdem dışında yiyecekleri çok bir bitki yok ki bunlar yetiyor bile olsa bu durum,bizler gibi hepçil olan domuzlara sebzenin yeterli olduğunu gösterir.Tabii ki de bunlar yetmez ve çoğunlukta böcek-larva yerler,leş ve kuş gibi şeyleri yemeleri çok istisnaidir,bu tarz gıdaları ancak diğer avcı hayvanlardan çalarak leş yiyiciliği yaparlar.Şu an ormanalrımızda bu tarz hayvanları avlayabilecek herhangi bir hayvan yok.Bu sebeple geriye bir tek böcek-larva kalıyor ki dediğim gibi 150 kg için bile yeteri kadar yoktur.

  • Aslan Kılıçarslan

    Aslan Kılıçarslan 18.12.2017

    Konu neden yabandomuzlarına geldi tam anlayamasam da bu yazdığınıza bir cevabım var. Yabandomuzları (ülkemizdeki popülasyonlar için konuşursak) 150 kg ağırlığı (erişkin erkek) nadiren geçerler. En kalabalık olduklarında 30 üyeli bir topluluk oluştururlar ki yine ülkemizde 12'yi geçmez bu sayı. Yabandomuzlarının dietinin %90'ını bitkisel gıdalar oluşturur (muhtelif kökler ve tahıllar). Et tüketimi için çok seçici değillerdir. Yılan, kurbağa, küçük kuşlar, leş, yumurta... Ayırdetmezler. Böcekten ziyade toprağı kazdıklarında buldukları larvaları afiyetle yerler. Yani yine yanlış ifade. Hürmetler

  • Hasan GÜRMAN

    Hasan GÜRMAN 17.12.2017

    Aslanlar hakkında bir yorum yapamayacağım çünkü çok bir bilgim yok. Ancak yaban domuzlarını çok yakından tanıdığım ve sürekli olarak iletişimde olduğum,ve de yaşamak için özellikle tercih ettikleri ormanları çok iyi bilmem sebebiyle dediklerimi tekrarlamak zorundayım.Çok fazla avlanmıyorlarsa olabildiğince en verimli orman arazilerini tercih ederler(özellikle kuzeybatı bölgesi).Yoğun avcılık sebebiyle başka bölgelere de göç ederler.Ancak türkiyedeki en verimli kuzeybatı ormanlarında bile bu miktarlarda(bir böceğin gramajını düşünürsek)böcek mevcut değildir.20 kişilik bir domuz sürüsü sizin hesabınıza göre aylık olarak 4 ton böcek yiyecektir.Ormanda çok fazla vakit geçiririm,adım gibi eminim ki türkiyede hiçbir ormanda bu tüketimi karşılayacak böcek yok.Siz neye dayanarak bu kadar böcek olduğunu düşünüyorsunuz.

  • Aslan Kılıçarslan

    Aslan Kılıçarslan 17.12.2017

    Saygıdeğer Hasan Gürman Beyefendi'ye iletilmesi dileğiyle... Yetişkin erkek aslanın ortalama ağırlığı 200-250 kg aralığındadır. Bir aslanın aylık tükettiği et miktarı ise 240-270 kg arasında değişir. Lütfen yorumlarınızdaki ifadeleri kontrol edin. Ayrıca, ormanlarda çok böcek de mevcuttur efendim. Etsevmezlik başka bir şeydir. Yanlış cümlelerle yazmak başka bir şey...

  • sal

    sal 17.12.2017

    hergün arabaya binip işe gidersiniz. alkol sigara içersiniz. maç izlemek için her ay para verirsiniz. son model telefon alırsınız sonra ceviz alamıyoruz. hadi len ordan herşeyin ucuzunu bulursun biraz ararsan ayrıca birşey çok pahalıysa yemek zoruda değilsin. o yemediğin şeyin yerine ekmek yeme sadece

  • Hasan GÜRMAN

    Hasan GÜRMAN 17.12.2017

    Daha önceki yorumum boşa gitti galiba,robot kutucuğunu işaretlemediğim için,garip bir sistem olmuş.Bu sebeple tekrar yorumu baştan yazamayacağım.Şunu belirtmek isterim ki doğadaki diğer hayvanların bu miktarlarda protein tüketme imkanı yok,modern zamanlardan önce de böyle bir imkanları yoktu.Domuz ve kurt gibi hayvanların bu miktarlarda et tüketmesi demek bulundukları yaşam alanını katletmesi demek olur.Domuz sürüsünün ağırlığınca böcek yemesi,aylık olarak inanılmaz rakamlara denk geliyor,hiçbir ormanda bu miktarların 4 te biri kadar bile böcek yok.Protein in yırtıcı canlılar için önemli bir besin olduğu bir gerçek ancak,tüketme sıklığı ve miktarı bence çok daha karışık ve farklı işliyor.Eklemek isterim insanlığın da büyük bir kısmının imkanı da olsa günlük olarak 200-300 gr et ya da yumurta gibi besin tüketmek isteyeceğini düşünmüyorum.Belirli kültürlerden gelmiş insanlar çok daha fazlasını tüketebilir ancak bu miktar insandan insana çok fark gösterecektir.

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 16.12.2017

    Sayın Hakan Doru, söylediklerinizde haklılık payı var, ama sonunda Hollywood filmlerindeki gibi siz de gerçeklikten kopmuşsunuz. Ahmet Aydın Hoca'nın veya Karatay'ı Taş Devri diyetini (bu düşük karbonhidratlı diyettir, 0 şeker 0 KH diyet değildir-buna imkan da yok) uygulayan yüzlerce insan biliyorum en azından çevremden. Ben de 15 yıldır bu beslenmeyi uyguluyorum ve sonuçları cidden mükemmel. Saygılar.

  • Hakan Doru

    Hakan Doru 16.12.2017

    Canan Karatay'ı şekerli, unlu, kısacası karbonhidratlı yemeyin dedikçe ağzı açık dinleyenler aynı şeyi bıkmadan nasıl dinleyebiliyorlar. Canan Karatay'ın bu basit formülden yediği ekmeğin haddi hesabı yok. Hastalıklarla ilgili bilgisinin düzeyini belirleyebileceğimiz bir açıklaması olmasa da insanlar muayenehanesine akın ediyor. Bunun tek açıklaması şekersiz diyey formülüne uyan (Karatay da dahil) tek bir insanın dahi olmamasıdır. İmamın, papazın "günah işlemeyin" vaazını dinlemekle benzer bir açıklaması var bu durumun. Günah işlemeye, karbonhidrat yemeye devam edeceğiz, vaaz vereni dinleyip kendimiden geçeceğiz ve parayla günah çıkartıp rahatlayacağız. Günümüzün sıradan varlığının sığ ontolojisi: "Günah çıkarıyorum öyleyse varım".

  • Hakan Doru

    Hakan Doru 16.12.2017

    Karatay çok basitçe ifade edilebilecek "karbonhidratı almayın, ekmek şeker yemeyin, geri kalanı istediğiniz gibi yiyin için" olarak ifade edilebilecek görüşünün ekmeğini yıllardır yiyor. Her seferinde aynı şeyi uzun uzun anlatmasını ve insanların ağzı açık dinlemesinin qltında yatan gerçekleri araştırmaya değer buluyorum. Yıkıcı bir görüş mü, hiç sanmıyorum. Karatay'ın düzene itiraz ettiğini görmedim, muhalefet ettiğini düşünemiyorum. Sağlıksız beslenmeyin diyor, o kadar. Bu düzende yolunu tutturmuş ve memnun görünüyor. Hayatı sorgulayın, düzene itiraz edin demiyor. Yaşantısı da örnek alınacak bir hayat değil. Parayı nasıl sevdiğini sadece muayene ücretinin yüksekliğinde değil, parasını kaptırma korkusundan dolandırıcıların elinde düştüğü hallerde de gördük. Postmodern çağda devrimcilik böyle şarlatanlara kaldı. Yazık ki ne yazık.

  • Süleyman Sırrı Kazdal

    Süleyman Sırrı Kazdal 16.12.2017

    sayın hocam,aslında ben de sizin gibi düşünüyorum.yalnız sayın mülayim sert ve sayın ateş cürmü hocalarımızı sanki bir yerlerden hatırlıyormuşum gibi geldi de o yüzden şey ettim.yani kulağımın arkası çınladı birden.yoksa biz sayın yalnız ve güzel halkımız proteini nirde bulmuşuz da mangal yapmışız hücrelerimiz semirsin diye? ayrıca anlaşmak da nedir? sayın çok değerli hocalarımız söylerler biz uyarız.şairler muvzuu ise çok deruni.ben yalnız hasan abinin o deruni şiirsel romanlarını sevdim.sizi ise hep sevdim sevgili kaan abi.sevgiler saygıları asıl ben sarkıtırım.

  • Kaan Arslanoğlu

    Kaan Arslanoğlu 15.12.2017

    Sevgili Süleyman kardeşim. Sen de tipik halkım tepkisi vermişsin hani. Bunların çok degerli yazarlar olduğunu da nereden hükmettin. Biri mülayim sert rumuzu kullanıyor oteki herhalde ona tepki olarak ateş cürmü. Bir kere adlarını bile vermeyen bu şahıslar niye değerli oluyor. Degerli olmasina degerlidirler de nasıl bu konunun anlasmasi gereken uzmanı oluyor. Belki doktor bile degiller. Gerci bilgi hicbir meslegin tekelinde degil. Vatandaş yani sen arastiracaksiniz bulacaksiniz. Doktorlarin kendi arasinda anlasmasini beklerseniz havanizi alirsiniz. Cunku boyle bir anlasma hic olmadı olmayacak. Her meslek icinde kapışma kavga var. Ben siz şairlere once kendi aranızda anlaşın gelin diyor muyum. Ha bana soracak olursan ateş hanım veya bey dogru söylüyor. Oteki bu konuds pek dogru konuşmuyor. Saygılar sevgiler.

  • Süleyman Sırrı Kazdal

    Süleyman Sırrı Kazdal 15.12.2017

    aşağıdaki çok değerli araştırmacı yazarlar bile kendi aralarında bu protein ve sağlıklı beslenme konusunda kavgaya tutuşmuşken,sevgili halkımız ne yapsın? biri diyor ki 1 gr yeyin,diğeri, yok bu çok fazla sakın yemeyin diyor.önce kendi aranızda bir konsensüs sağlayın lütfen.sanırım siz de yeterince protein tüketmiyorsunuz.hem sonra sevgili yalnız ve güzel halkımız protein tüketmediği için valterlerin önünde secdeye yatıyor diyorsunuz.kimin önüne yatsınlar,kimin?

  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 14.12.2017

    Bi saniye. Orucun alternatif bir tedavi yöntemi olduğunu anlatmaya çalışan arkadaşa şunu belirtmek isterim ki biz doktorlar orucu çok iyi biliyoruz. Ümmet-i Muhammed Dinine göre hasta olanlar oruç tutmadığından, her yıl bize bir ton adam gelir ve "benim bu sıcaklarda oruç tutmamam gerekir dii mi hocam" dan, "hocam ilaç saatlerimi aksatmamak için oruç tutmasan olur mu?" ya kadar bir sürü soru sorarlar. "Tutma" deyince de sevindirik bir şekilde giderler. Neden? Çünkü öbür tarafta "Neden oruç tutmadın lan?" diye sorulunca, "Valla benim hiç bir suçum yok, bu kafir doktor hasta olduğumu söyledi o yüzden tutmadım" diyerek bizi suçlayacaklardır. Biz özellikle susuzluk konusunda kimseye bilimsel bir garanti veremeyeceğimizden, orucun hikmetlerinin doktorlara değil de, işçilerini ramazanda da 8-10 saat eşek gibi çalıştıran mütedeyyin iş adamlarına ya da çalışma saatlerini düzenleme yetkisine sahip devlet yetkililerine anlatılmasının daha mantıklı olacağına inanıyorum. (B.Ö.)

  • Ateş Cürmü

    Ateş Cürmü 14.12.2017

    Saygıdeğer Mülayim, iki hafta normal düzeyde protein alın. Ondan sonra konuşalım. Zırva dediklerinize doğru, doğru dediklerinize zırva diyeceğinize bahse girerim. Haaa, vücudunuzda kas yoksa 1 gr elbette fazla. Ama kassızlığın ceremesi burnunuzdan fitil fitil çıkar. Her bakımdan. Benden uyarması.

  • Mülayim Sert

    Mülayim Sert 14.12.2017

    Kg başına 1gr protein zırvalık. Çok fazla.

  • Ateş Cürmü

    Ateş Cürmü 14.12.2017

    Amerika'yı tekrar tekrar keşfetmeye hevesli çok. Her uçak bileti alan ilk ben keşfettim ABD'yi diyor. Protein ihtiyacı 100 yıldır belli. Gelişme çağında değilseniz en az kilo başı 1 gr. Gelişme çağındaysanız, gebeyseniz, spor yapıyorsanız kilo başı 1 buçuk 2 gram. Günde ortalama kilo başı 1 gram protein almak kolay değil. 80 kilo kişi 80 gram. Birçok gün bu ortalamanın altında protein alırsınız. Az alırsanız ne olur? Kaslarınız zayıf kalır, vücut işlevleriniz hormon vb çalışması azalır. Pasifleşirsiniz. Kafanız da fazla çalışmaz. Zaten Valter Tayyip diye bir araştırmacı var. O da böyle vatandaşlar ister.

  • Mülayim Sert

    Mülayim Sert 14.12.2017

    Beslenme konusunda takip ettiğim araştırmacı Valter Longo. "Uzun yaşama diyeti" ismiyle Türkçe'ye çevirebileceğimiz kitabını birisi tercüme etse büyük iyilik yapmış olur. Henüz daha İngilizce'de bile basılmadı. Özellikle aç bırakma ile ilgili şok edici araştırmaları var. Vücuda ne kadar faydalı olduğu ile ilgili. MS gibi otoimmune hastalıkların bile böyle tedavi edilebileceğini iddia ediyor. Tam olarak aç kalmak istemiyenler için "çakma oruç" icad etmiş. Yakın zamanda heryerde oruç klinikleri görürsek şaşırmayın. Başka biri bahsetse orucun faydalarından alternatif tıpçı diye bakılır ama böyle araştırmacılar sayesinde artık değil. İnsanlık binlerce yıllık birikiminde tesadüf ile, deneme yanılma ile bazı pratiklerdeki doğruları keşfetmiş, bunların nerede nasıl tam olarak işe yaradığını bilimsel metotlarla görmek gerekir. Şifacılık, alternatif tıp diyerek büyük bir hazineyi kaçırıyoruz. Her derde deva dediğinizde elbette bilim dışı oluyor. Valter Longo ayrıca az protein öneriyor.

  • Hüseyin Aktaş

    Hüseyin Aktaş 14.12.2017

    Canan Karatay, gazlı, şekerli içecek, çözünebilir kahve içmeyin, şeker şekerlenme çikolata gofret yemeyin, v.s. diyor. Kısaca ulusal ve uluslararası tekellerini karşısına almış. Siz, marketçilere laf söylesin diyorsunuz. “2 yumurta, 10 zeytin, beyaz peynir, 4 kayısı kurusu, 1 avuç ceviz içi ve bitki çayı” toplumun onda dokuzu için “lüks” diyorsunuz. Değil. Çünkü ceviz ve kaysı hariç hemen herkes bu yazdıklarınızı, peyniri, zeytini, yumurtayı zaten yemiyor mu? Ceviz- kaysı yerine bol şekerli reçel, trans yağlı Nutelle, sahte bal, simit, poğaça, ekmek yemiyorlar mı? Kaysı ceviz pahalı da bunlar bedava mı? Kaldı ki 9 TL 'lik bir kitapla bir çok hastalıktan da kurtuluyor insanlar bunun maddi manevi maaliyetlerini de hesaplayın ve söyleyin. Malum; "İnsanlar yalnızca söylediklerinden değil, “söylemediklerinden” de sorumludur.

  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 14.12.2017

    Canan Karatay hoca bilimsel hurafe üretmek suretiyle gündem oluşturmaya ve prim yapmaya çalışıyor bence. Bu nedenle son zamanlarda konuştuğumuz postmodernist sağaltımcı yaklaşıma kusursuz bir örnek oluşturuyor. Yani bu durumda kendisine toplumsal sorumluluk projeleri yüklenmeden önce, öncelikle bi liberal olup olmadığını anlamak lazım. Yani ne biliim, vizite ücretini birkaç yüz lira aşağı çekmesi önerilebilinir mesela. Dii mi ne kadar ilginç olur. Böylelikle ilgili toplumsal sorumluluk projelerine katılım ücreti de öngörülebilir belki de. (B.Ö.)

  • Ali Han Ereörnek

    Ali Han Ereörnek 14.12.2017

    Bence çok geçerli ve okunası bir yazı olmuş. Sürdürülebilir tarım bu yazının bir önünde. Ve tüketim çılgınlığı sonunda oluşan bu yanlış beslenme büyük şehirlerde yaşayan tüm emekçileri ilgilendiriyor. Bence bu iki konu arasında bir iletişim kuruluyor ve kurulmalı artık.

  • Nebil Yılmaz

    Nebil Yılmaz 14.12.2017

    "İnsanlar yalnızca söylediklerinden değil, “söylemediklerinden” de sorumludur ve yalnız söyledikleriyle değil, “söylemedikleriyle” de yargılanır." diye yazmışsın . Şimdi sen; "İnsanlar yalnızca paylaştıklarından değil "paylaşmadıklarından" da sorumludur. Ve yalnız paylaştıklarıyla değil "paylaşmadıklarından" da " yargılanır." demeden Paylaşayım bari. :)

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.