NASIL BİR SEVDAYSA

NASIL BİR SEVDAYSA

“… Bu e-postayı okuduğun zaman, ben çok uzaklara gitmiş olmayacağım. Senin her zaman aklında, kalbinde olacağım; en mutlu olduğun zaman da senin yanında olacağım, kimseyi istemediğin zamanda bile ….’’.

Bilgisayarı kapatmadan, son anda evin anahtarlarını avuçlarımın içine alarak dışarı adım attım. Apartmanın kapısının kapanırken insanı rahatsız eden sesini bile duymadım. E-postanın tamamı aklıma gelmiyordu, sadece iki cümle aklımdaydı. “Bu e-postayı okuduğun…”la başlayan ve devam eden cümleyi taksici “Nereye gidiyoruz abi’’ diye sorarken bile beynimde tekrar etme devam ediyordum. “Hastaneye’’ dedim. Taksici şaşkın bir şekilde bakarak dikiz aynasından konuştu:

“Abi, bu şehirde bir sürü hastane var’’. Taksici haklıydı. Bir an kendimi toparladım. Hangi hastane olduğunu bilmiyordum ki. Evin anahtarını taksinin koltuğuna bıraktım, pantolonumun cebinden telefonumu çıkardım. Tuş kilidini açtım, rehbere girdim ama ellerim titriyordu. Yeni nesil telefonlar dokunmatik olunca istediğim ismi bulamadım, ellerimin titremesi de buna eşlik ediyordu. Sonunda ‘Ece Yıldırım’ ismini buldum. Yeşil ikona bastım. Umarım açardı. Açtı. Hastanenin adını söyledi. Özel bir hastaneydi. Gelmemi istemediğini belirten birkaç şey de söyledi ama o anki halimle cevap vermedim. Taksiciye hastanenin yerini söylemek için telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. Telefonumu kapattım.

Taksi, iki sağ arayı geçtikten sonra, üçüncü sağ aradan girdi, 150 metre ileride sol tarafa yanaştı, hastane kapısının önünde durdu. Taksiciye parayı uzattım, koltuğa bıraktığım anahtarı sol elime alarak taksiden çıktım. Taksicinin seslenmesine aldırmadım. Para üstü için sesleniyordu ama şu an hiç düşünecek halde değildim. Hastaneye girmek için hızlı adımlarla ilerledim. Hastanenin isminin yazdığı kırmızı ışıklar, insanın gerginliğini daha da artırıyor. Danışmaya ‘Melis Yıldırım’ ismini sordum. Bilgisayardan ismi kontrol eden kadın, tebessüm ederek ‘Onkoloji servisi, 4. kat 408 numara’’ dedi. “Neden tebessüm ediyorsunuz bu kadar’’ demek geldi içimden ancak zamanım yoktu, asansörlerin bulunduğu tarafa doğru yöneldim. 4. kat yazan butona bastım. Asansöre girdim, iki saniye içinde yukarıya çıktık, asansörün kapısı açıldı. Uzun bir koridorun başındaydım. Yönlendirme tabelasının üzerinde 408'i gördüm. Koridorun sağ tarafını gösteriyordu. 405’le başlayan koridorun sağ tarafına döndüm. Koridorun en sonunda bir yoğunluk vardı. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Ayaklarımı zorla hareket ettiriyordum. Diğer odaların kapıları kapalıydı. 408’e yürürken görüyordum. Yoğunluğun 408’e ait olduğunu anladım. Benim tarafıma doğru kimse bakmıyordu. Odanın önünde 3 kişi oturuyordu, 2 kişi ise  ayaktaydı. Ayakta olanlardan biri yerde duran kafasını kaldırdı, bana doğru baktı ve yürümeye başladı. Abisiydi bu Melis’in. Benim de liseden sınıf arkadaşım Göker’di. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Sarıldık ve hıçkırılıklarla ağlamaya başladı. ‘Doktorlar bir hafta önce eve götürün dediler ama burada son günlerinde daha iyi bakılır diye götürmedik’’ dedi. Sözlerini zor anlamıştım, hıçkırıklara karıştı sözledikleri. Ona sarılırken annesiyle göz göre geldik. Büyük bir nefretle bakıyordu bana. Anlayamıyordum neden böyle baktığını.

 2 sene geçmişti Melis’le konuşmamın üzerinden. Eğitim için yurtdışına gitmesinden önce küçüklükten beri hissetttiklerimi açıklamıştım. Hiçbir cevap vermemişti bana, ‘bu hissettiklerine karşılık vermem zor’ demişti sadece. Unuttum, bir de çok ağlamıştı. Bana söylememişti, ama belki de yurtdışına gideceği için cevap vermedi zannetmiştim. Sonra da görüşemedik. 2 sene kalacaktı ama ben cesaret edip yazamadım, konuşamadık. Onun da böyle bir girişimi olmadı. Erkek arkadaşı olduğunu sanmıştım ve başka bir sürü gereksiz düşünce.  Öyle olmadığını, bunları yazarken anlıyorum.

Melis çok hastaymış. Yurtdışına gitmeden birkaç önce baş dönmeleri ve baygınlıkları başlamış, yurtdışına gidince bir gün vize işlemleri için konsolosluktayken rahatsızlanmış, oradaki doktorlar hastalığının ciddi olduğunu söyleyip, buraya göndermişler.  2 yıldır tüm aile en iyi şekilde bakmaya çalışmışlar ama olmamış. Bunları Melis’i toprağa verdiğimiz gün Göker’den dinledim. Mezarlıkta herkes gitmiş, bir tek ailesi kalmıştı. Annesinin yanına yaklaştım, elini öptüm. Hastanede nefretle baktığı akşamdan eser yoktu, yanağıma dokundu, sol omzuma kafasını koyarak ağlamaya başladı. Ben de ağlıyordum. Gerçekleşemeyenlere ağlıyordum, zamansızlığa ağlıyordum. Ceketimin yakasına iliştirilen Melis’in fotoğrafına gözyaşlarım düştü. Gülen gözlerine, yüzüne baktım. Fotoğrafa düşen damlaları sildim. Hastaneye gittiğim akşam, yanına girmediğim için çok pişmandım, kendime kızgındım. Ancak Göker’in anlattıkları sonrası rahatlamıştım. Çok zayıfladığını söyledi Göker. Onu havalimanında sarıldığımız haliyle hatırlıyorum. Yakamdaki fotoğrafı gibi gülen gözlerle.

Emre Erdemir 


Yorumlar

Maximum : 1000 Karakter / Karakter Sayısı: 
0
Yorumlara gerçek ad ve soyadınızı yazmanız onay kolayllığı sağlar.
Mail adresinizi yazmanız keyfinize kalmıştır. Yorumlarınızın onaylanması da
editörlerin tamamen keyfine bağlıdır. Yılların deneyimi sonucu bu bizde böyle.


Bu habere henüz yorum yapılmamıştır, ilk yapan siz olun!...