Okur beğenisi kayıtsız şartsız saygın mıdır? Okur neylerse güzel mi eyler, okurun her yaptığı işte derin kerametler mi aramalıyız?
Saçma sapan bir kitap gördüğünüzde, oturup bu metnin yazarını eleştiren bir metin kaleme alabiliriz, bu sıkça
İmralı’daki zatın kimlerle neler görüştüğü, karşılıklı ne sözler verildiği tamamen meçhul. Kandil’deki şahısların da ABD ile neler görüştüğü, karşılıklı ne sözler verildiği bilinmiyor. Selahattin Demirtaş’ın bunlardan ne kadar haberdar olduğu, “liderliğinin” kimlerin iki dudağı arasına sıkıştığını da kimse
Makale başlığı olarak oldukça provakatif bir cümle ancak, bu cümleyi tırnak içine alarak yeniden yazdığımda ve bu ifadenin en saygın tıp dergilerinden biri olan New England Journal of Medicine (NEJM)'in 20 yıllık editörü Dr. Marcia Angell'ın,
1960’lara dek ‘depresyon’ adı altında toplanacak bir hastalık grubu bulunmamaktaydı. O tarihe kadar depresif belirtiler gösteren hastalar için tercih edilen tanı ismi, ‘melankoli’ ve ‘manik depresif’ hastalıktı. Hatta 1950’lerde kullanımına başlanan ve bugün ilk antidepresan ilaç olarak kabul edilen
“Bildiğiniz yoldan devam ederseniz sizi kesin bir başarısızlık ve saygınlık kaybı bekleyecektir.” Bir yıl önce size yazdığımız açık dilekçenin son cümlesi buydu. Kötü gidişi o dev Gezi Direnişi bile durduramadı, seçim sonuçları ortada. Vakit hiçbir zaman geç değil.
İşte
CHP’nin sarıldığı sosyal demokrasi ideolojisi, sermayenin (baskın olarak yabancı sermaye) önünde hiçbir engelin olmaması gerektiğini savunur. Bu ideolojiyi sahiplenmesi nedeniyle CHP, sermayenin önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmak için yapılmış olan askeri darbelerle, sermayeyi kutsallaştıran dinsel güçlerle ve Anadolu’nun
1. Melek: “Gezi” dediniz de, bu hadiseyi nasıl buluyorsunuz üstat? Hiç göz atma imkanınız oldu mu?
Karl: Heyecan verici olaylardı. Evet, katıldım üç-dört yerde, ülkede yakın tarihte böylesi yaşanmamıştı
*Türkiye’de sosyalist solun en sağcı olduğu yer edebiyattır.
*Edebiyattaki “star sistemi”ne ve “ödül oligarşisi”ne laf etmeyen kişinin, muhalif olmaktan söz etmesi gülünçtür.
Diyalog kurmanın olanaksızlığı üzerine...
AB FALSO QUOD LİBET
"Uyduruk varsayımlardan başlarsanız her şeyi ispat edebilirsiniz" anlamına geliyor. İnsanlarımız bundan kendilerini kurtaramadıkları için daima düşünür gibi yapıyor ama düşünemiyor. Gerçek olmayan durumlardan başlayınca -mantık doğru bile olsa- doğru düşünülemiyor. Ayrıca doğru
Altı aydan uzun bir süredir bu ödülün bu kitaba verilmesiyle ilgili çok ciddi eleştiriler ve suçlamalar yapıldı. Bunları duymamış ya da okumamış olmanız olanak dışı. Bu eleştiriler karşısında niçin hiçbir açıklama yapmadığınızı şaşkınlıkla karşılıyorum.
Edebiyat bu kadar kapalı
Çorum’da çalıştığım dönemde, Ankara’ya geldiğimde fırsat bulursam Tahsin Saraç ile telefonlaşır, uygun olursa 60. Sokakta olan çalışma yerine giderdim. Tahsin Saraç’ın çevresi çok genişti. Kendisini ziyarete gittiğimde çoğu zaman seçkin misafirleri olurdu. Ziyaret edenler
“En iyi yayıncı-yazar-yayınevi, en az kâğıdı en ucuza basıp en pahalıya satandır. Edebiyat piyasası ya da piyasa edebiyatı daha iyi nasıl tanımlanabilir ki?” (s.32) Edebiyatı piyasalaştıran ve piyasayı edebiyata bulaştıranların ipliğini pazara seren Taylan Kara yeni kitabı “Vasat
E-posta yoluyla peş peşe iki mektup aldım. Onlara cevap yazdım. İletileri gönderenden aldığım izinle şimdi bunları yayımlıyorum. Mektuplar devam edeceğe benziyor. Geldikçe ekleyeceğim. Başlığı yine ilgili kişinin onayına sunarak kendim seçtim.
Açık söylemek gerekir ki
Oysa PKK kuruluşundan beri kandan şiddetten beslenmiş önce bölgedeki solcuları öldürerek işe başlamış, örgüt içinde de binlerce infaz yapmıştı. Bu kanlı geçmişin solda üstü örtüldü. PKK terörü devrimcilik gibi sunuldu. PKK’nın ABD ile ittifakı da sessizlikle
Yalın sosyalist devrimcilik hep ayıplandı bu ülkede solcularca. Daima çok daha önemli gündemler, sürekli çok daha keskin saflaşmalar sürüldü önümüze. Çoğu solcu yalın sosyalistleri çiğ, hayalci, salak veya hatta zararlı bulurken şunu söyledi: Biz de sosyalistiz! Ama...
Ben bir edebiyat eleştirmeni değilim. Sık sık böyle işlerin bana kalmaması gerektiğini düşündüm, hâlâ da düşünmekteyim. Bu işler, başkalarınca çoktan yapılmış olmalıydı, ama bana kaldı!
Bir avantajım var: çok fazla kötü öykü ve roman okudum! Bu kadar kötü” metin, kaçınılmaz
“Yerde yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşlar da sizin gibi ümmetlerdir. Biz O kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık. Sonra hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilirler.”
En’am Suresi 38. Ayet.
Geçen yaz bir dostu ziyarete Çamlıhemşin’e gitmiştik. Biraz dolaşalım çevreyi dedik,
Kökeni demos, yani halk olan demokrasi terimi, eski Yunan’da sadece vatandaşlık hakkına sahip olan kimselere oy verme hakkı tanıyan bir yönetim biçimi olarak sahneye çıkmıştır. O dönemde kölelerin ve kadınların oy verme hakları bulunmuyordu. Bu nedenle kent devletlerinde
İnsan dendiğinde anladığımız şey bir insanı ne kadar yansıtır? Bütün insanlar gerçekten de aynı türde midir? On yaşındaki kız çocuklarıyla fuhuş yapmak için Tayland’a giden Avrupalı “insan”la, Filistinli bir ailenin evinin yıkımına engel olmak isterken greyderin altında kalarak
Bir şeyin iyi veya kötü olduğunu değerlendirirken, şu tanımı yapıyor ve kullanmaya çalışıyorum:
“En fazla (maksimum) sayıda -ideali tüm- canlı ve doğa için maksimum yarar taşıyan ve bununla birlikte en az (minimum) oranda -ideali hiç- zararlı olan şey veya
Çoğu insan tıptaki ana ayrımın modern (bilimsel) tıp ile alternatif (geleneksel) tıp arasında olduğunu düşünür. İnsanların böyle düşünmesinin nedeni, günümüzün en önemli “bilgi” kaynaklarından biri olan medyanın sorunu bu şekilde tanımlamasıdır. Medyada genellikle modern tıp ve
Aydınları gündeme taşıyan bir haber başlığı bu: “Aydınlar bugün ortak bir açıklamada bulundu.” Hükümete, yolsuzluklara, hukuk sisteminin denetlenemezliğine karşı bir bildiri, bazen kısa bir açıklama ile çıkıyor aydınlar. Bir bakıyorsunuz, birbirinden çok farklı,
SOL’da yazarken bir şeyi hissederdim. Bu çevrede sanat konusunda bir dik duruş, bir sağlamlık kendini hemen gösteriyor, ne ki rahatsız edici bir cereyan da ara ara insanın sırtına, ensesine vuruyor, bayağı bir ürpertiyor. Piyasacı, liberal bir cereyan; sağıma bakardım,
Anketimize yanıtlarınızı, yorumlarınızı bekliyoruz:
GÖRÜŞ 1- Sosyalistler “büyük politika” yaparsa güçlenebilir
Örgütlü sosyalistlerin neredeyse tamamının, genel olarak sosyalistlerin büyük çoğunluğunun benimsediği görüş. Ülkede en tepedeki iktidar kavgasıyla ilgili ne politikalar dönüyorsa, hep bunların içinde olmaya çalışmak,
Ben Taylan Kara, okuyucuya itiraf ediyorum. Ben bir cahilim, hem de zırcahil.
Kuantum elektrodinamiği hakkında cahilim. Levha tektoniği hakkında 1 dakika bile konuşamam. Organik kimya konusunda bir kimya mühendisi beni serçe parmağıyla kandırabilir. Japon dili ve hatta edebiyatı
Sevgili Kaan ilk yanıtımızı beğenmemiş. Bir kez daha okuyup yeniden yanıtlamakta bir sakınca görmedim. Siyasi zekayı, geniş kitleleri yönlendirme, yönetme becerisi yüksekliği, yani siyasi başarı olarak tanımladığı yazısında neler söylediğinin özetini şöyle çıkardım:
1. İnsan aklı kapitalist teknoloji
Sevgili Yavuz Alogan, sağolsun, bilmecemizi bilip dolmakalem hediyemizi kazanmakla kalmadı, yazımıza cevaplar da verdi.
Önce olayı onun Aydınlık'ta yazmaya başlamasından kaynaklı bir gönderme sandı, ama bu böyle değildi. Doğu Perinçek ve Aydınlık hakkında daha başka olumsuz
Ya kendini akıl-fikir-Avrupa kültürü-edebiyat sülfürü ile bezemiş gösterenler. En radikali, en solcusu Sırrı Süreyya, Selahattin Demirtaş kültünden. En danteli Ece Temelkuran, Nuray Mert kertesinden. Kürtlere haklarının sonuna dek verilmesi taraftarıyım, onların bu yönleri kaşındırmıyor beni. Kürtleri
İnsanın bir tür olarak doğasını, evrimsel gelişim sonucu edindiği genetik yapısı belirliyor. Tek tek insanların yazgısını da büyük ölçüde genetik ve kalıtım belirliyor. Birçok hastalıkta kalıtsal veya genetik yükün başat etkisi gösterildi. Organik hastalıklarda, organik yapısal
Edebiyat ödüllerinin 3-5 kişinin elinde oyuncak olmasını yermek için defterime aylar önce bir espri yazmıştım. Ödül oligarşisini vurgulamak için:
“Doğan Hızlan Ödülü, jüri başkanı Doğan Hızlan tarafından bu yıl Doğan Hızlan’a verildi” diye…
Bu sadece bir espriydi. Ancak
Bugünlerde birçok kişiden “diyetteyim, buğday alerjim, süt alerjim var” cümlelerini sık duyar olduk. Peki, bu kişiler gerçekten bu gıdalara alerjik mi, yoksa bu gıdalara karşı toleransları mı yok? Bu gıdaları hiç mi tüketmemeliler? Eğer bu gıdaları
Türkiye’nin “yeni bir dönüm noktası”nın hemen sonrasında yazmanın belli güçlükleri var. Kolay değil, kaç yılın meselesi, “çözülüyor” gibi. Dün de Newroz vesilesiyle, bununla ilgili en önemli dönemeçlerden biri dönüldü gibi.
Solcularımız
Alan Sokal’ın Şakanın Ardından adlı kitabı, yapı ortadan kalktığında karşımıza nasıl bir saçmalığın çıktığını yüzümüze tokat gibi vuran bir kitap oldu. İki fizikçinin yapıyı bir kenara bırakarak rastgele seçtikleri cümlelerle