Eleştirinin gücü, eleştirenin gözündeki görme kapasitesine bağlıdır. Görme, gerçeklikle bağlantısı en yoğun olan kavramların başında gelir. Görme ve gerçeklik arasındaki gerilimin ise birçok sonucu vardır. Bu gerilim hem genel planda hem de özel planda yani sanat ve edebiyatta
Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, Beşiktaş Belediyesi tarafından parsellenerek piyasa edebiyatının hizmetine sunuldu. Ödül eksiği olan şairlerimize duyurulur.
Rüzgâr Defteri, alegorik anlatımların alan derinliğinde oluşan şiirsel bir metindir ve 2013-2014 yılları boyunca Bozcaada ile Marmara (Mermer) Adası’nın örgün uzamında kaleme alınmıştır.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başları... Yaklaşık 250 yıl boyunca, yeni kıtalar fethetmek, fethedilenleri sömürmek, var olanları sömürgeleştirmekle süren kapitalist gelişme, “emperyal arzu”ların yarattığı tarihsel gerilim, kaçınılmaz olarak büyük bir savaşa dönüşecektir. Bu savaş aynı zamanda yine
Taylan Kara adına, Varlık, Kitap-lık vbg. edebiyat nomenklaturasının köşebaşlarını tutmuş dergilerde rastlayamazsınız. Onun yolu, yürüyüşü, Ece Ayhan’ın adlandırmasıyla “sosyal bürokrat” sanat-edebiyat çevrelerinin hiçbiriyle kesinkes kesişmez. Geniş kesimlerce “sol” , “ilerici” diye bilinen o çevreler, Taylan Kara’nın ilgi çemberine,
Kendi çıkarı için karakterini iki paralık eden, bireysel ikbali için bir soytarıya dönüşen insanın komedisini izlerken yüzümüzde hiçbir zaman bir kahkahanın ışıltısı görülmez. Gülümsememiz yarımdır, ifademiz karışımızda gördüğümüzü küçümser bir hal alır. Komedinin altında bir “insani trajedi”nin yaşandığını
Yedi yıl önce bugün (23 Temmuz 2008) yitirdik Fethi Naci'yi. Yitirmedik, kültür insanları, yazarlar yapıtlarıyla yaşarlar, desek de yitirmişiz. Sosyalist insanlık kültürü, tüm insanlık kültürüyle birlikte can çekişiyor bugün ve bu kültürün yapıtları tümden unutulma noktasında
İbrahim Tığ ve Leyla Şahin’in imzasının olduğu, “Rüştü Onur - Mektubun Avucumda Bilinmeyen Mektupları ve Şiirleri” başlıklı kitap Kaynak Yayınları’nca yayınlandı. Ancak bu kitabın yeni baskısı, 5 yeni mektup ve 12 yeni fotoğrafla birlikte, “Benim Şeker Yavrum” ismiyle
Soyut “defter” üzerine düşünmek, “somut” kendi defterlerim üzerine yazmaktan daha mı kolaydı acaba? Hele bir deftere “kendi defterlerin” üzerine yazmak... Sonra da yazdıklarını defterlerinle “hurufat” dışında bir ilintisi olmayan bilgisayar ortamına aktarmak az zorlu bir iş
23 Temmuz 2008'de kaybettiğimiz büyük eleştirmen Fethi Naci için bu ay yayımladığımız yazıların ikincisi bu. Daha önce ilk bölümünü yayımladığımız yazının ikinci ve son bölümünü yine biraz kısaltarak sunuyoruz:
10 Türk Romanı ve Edebiyat Yazıları sizin edebiyata kararlı
Diziler romanları bozdukça, yeni romancılar da dizilerin mantığı ve kurgusuyla roman yazmaya başladılar. Zülfü Livaneli’nin şu sıralarda çok satar kitaplar listesinin ilk sıralarında bulunan kitabı Konstantiniyye Oteli, tam da bu tipolojiye uygun, günümüz televizyon dizilerinin karakterlerini ve anlatım
K. Marx’a sorarsanız “insanın kendisi ile kendisi hakkındaki bilgisi örtüşmez.” Bu nedenle kendisi üstüne yazan kimsenin öznellik sınırlarını aşması kolay değildir. Bunu aşmanın yollarından birisi insanın kendisini nesneleştirmesidir. Yani açık ve dürüst bir biçimde kendisini bilgi nesnesi yapabilmesidir.
Her zaman, bebeleri, çocukları çok sevdim. Bebelerin gülüşüne hayranım. Bebelerin gülüşü, aklımı hep başımdan alır; olabildiğince saflaşırım. Bebelerin gülüşünü şiir olarak görürüm. Şiir yerine, bebelerin gülüşü, insanlık bilincine eşanlamlı olarak yazılabilir; şair dünyamın düşüdür bu.
Altı ay sonra Türkiye’yi sarsacak eylemlerin çıkış noktası olan Gezi Parkı’nın hemen yanı başındaki Taksim Meydanı’nda, The Marmara Taksim Oteli, 25 Aralık 2012 Salı günü, Türkiye’nin önde gelen gazeteci, yazar ve basın çevrelerine yakın kimseleri ağırlıyordu. Türkiye Gazeteciler
Her türlü sanat edimi zamana karşıdır da. Tanıklık etmesi için, tanıklık ettiği zaman dilimini dondurmak zorundadır; ama bu tanıklıkta kazanan zaman ve hayattır. Onun için sanatın “kalıcılığı” yoktur. Kalıcılığa kanıt gösterilen sanat eserlerinin, zamana karşı verdiği mücadeleyi kazandıkları
Bugünlerde herkes darbelere karşıdır. Şimdilerde çevrede 12 Eylül darbesini savunan bir kişi bile nedense bulunamıyor, sanki 1982’deki seçim sırasında milyonlarca insan dışardan gelip seçimde “evet” diyerek sonrasında ülkeyi terk etmiş! 12 Eylülün edebiyattaki karşılığı nedir? Herkes 12 Eylülün
Sait Faik, “yazmasam deli olacaktım” deyip yazdı da işini yapmanın iç erincini duymak dışında ne elde etti? Burgazada’da babadan kalma evi ve ailenin servetini idareli kullanıp oğlunun geçimini sağlayan anası olmasa, iş aramaktan ve berbat işlerde çalışmaktan o
Aralarında (...), (...), (...), (...), (...) gibi isimlerin de bulunduğu ülkenin önemli aydınları EDEBİYATTA DÖNEN DOLAPLARA ARTIK YETER dedi… mi?
AKP Hükümeti’nin yazarları-edebiyatı denetim altına almak, işine gelen bir edebiyat üretmek için Kültür Bakanlığı eliyle bir fon oluşturduğu ve
Hayal Dergisi:İnsan varoluşu gereği mi vasattır? Değişemez mi? Umut var mı?
Taylan Kara: Bu kitaplar ve bu saptamalar bir umudun olduğunu varsayar. Eğer “insan doğuştan vasattır ve değişemez” deseydik, başka hiçbir şeye gerek kalmazdı, bu kitapları yazmanın, bu söyleşiyi
Bugün piyasa edebiyatına hakim olan unsurların, gazino-uyuşturucu-kadın satıcılığıyla uğraşan yer altı şebekelerinden tek farkı, aralarındaki itibar farkıdır: mafyaların mafya olduğunu, pis işlerle uğraştığını herkes bilir; bugünkü ana akım edebiyat piyasasındaki kişiler ise hala sanatçı zannedilerek itibar görmektedir. İlişkiler
Neredeyse herkes tarafından biliniyor; edebiyat ödülleri ile ödüllendirme sistematiğine karşı müthiş tepkiliyiz ve yıllardır canımızla, kanımızla büyük bir mücadele veriyoruz. Şu hakikati ortaya koyalım hemen: Ödüllendirme sistematiği, egosantrik yemlerle devam eden bir haksızlık yordamıdır...
Kültür ve sanatta bize “en iyi” diye sunulanlar esasında sadece seçim sürecini tekelinde bulunduran güçlerin bize uzattığı menüdeki tercihlerle sınırlıdır.
Yarın edebiyat yasaklansa ne değişir? Artık roman, öykü ya da şiir yazılmasa bugünden yarına ne kaybederiz?
“Duygusal cehalet” kavramını daha önce de kullanmıştım. Özellikle günümüz Türk romanlarının kahramanlarının “özne” olarak; romanın atmosfer, zaman ve mekân boyutları içinde devinmesine sıra geldiğinde, ilişkiler ve olaylar karşısında gösterdikleri insani ve duygusal reflekslerin sığ kaldığına, dolayısıyla “duygusal cehalet”
Türkiye Cumhuriyeti tarihi aynı zamanda yeni bir sınıf yaratma projesinin tarihidir. Bu sınıfı yaratma yönünde ilk adım İzmir İktisat Kongresiyle atılır. İzmir İktisat Kongresi Lozan’ın bitmesi bile beklenmeden 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında
Adını ilk kez dokuz on yaşlarında bir çocukken duymuştum. Doğuya açılan uzak bir İç Anadolu köyünün yaz sıcağında, öğlen saatlerinde radyonun başına toplanıyorduk. Bu günlerde boşa harcayacak beş dakikaları bile olmayan köylüler, tarlada orakla ekin biçmeyi bırakıyor, dağdaki
Açıklama: “Ölüm yazısı”na hiç niyetim yoktu. Ama baktım, birçok kesimden, ona karşı olması gereken kesimlerden de(!) sadece övgü yükseliyor, (neredeyse bir tek nesnel çözümlemeye rastlamadım), buna karşı sosyal medyada bazı kesimler herhangi bir çözümlemeye gitmeden ona doğrudan küfrediyor…
Okur beğenisi kayıtsız şartsız saygın mıdır? Okur neylerse güzel mi eyler, okurun her yaptığı işte derin kerametler mi aramalıyız?
Saçma sapan bir kitap gördüğünüzde, oturup bu metnin yazarını eleştiren bir metin kaleme alabiliriz, bu sıkça
Gecenin sessizliğinde ben bu yazıyı yazmaya otururken dünyanın birçok yerinde -tabii benim ülkemde de; kadınlar, işçiler, köylüler, memurlar, sermaye sınıfı hariç bütün toplumsal katmanlar- insanlar ağır bir saldırı altında. Gecenin bu saatinde, küçücük odalarında bazı öykücüler, içinden geçtiğimiz
Jules Verne okumamış olanınız sanmıyorum ki olsun. Ama bunlar çocukluğunuzda kaldı değil mi?
Sadece Türkiye'de değil, dünyanın birçok yöresinde (buna Fransa da dâhil) Jules Verne'in bir çocuk kitabı yazarı olduğu kanısı yaygındır.
Fransız Kültür'den bolca kitap ödünç aldığım yıllardaydı, sanırım
"Kara'nın hakikatine ve sahiciliğine sığındık, gösteri dolu aydınlıktan kaçıp. " diyerek yayın hayatına başlayan Karazin, ilk sayısını yayımladı. Bertolt Brecht'in "Hakikati Yazmada Beş Güçlük" başlıklı yazısıyla açılışı yapan Karazin, Zafer Yalçınpınar'ın, Ece Ayhan'ın ilk şiirlerine değinen "Ece Ayhan’ın
Qait Körfezi’ndeki surlardan bakarken bu dizeleri döküyorum Akdeniz’e. Hani karşı kıyıda ülkem. Orada kaç aydır görmediğim kızım. Kavafis de gelir miydi bu kaleye? Karşıda yanyana onun iki ülkesi. Benim aklım Kasımpaşa’ya gidiyor, Beyoğlu’na, Taksim’e. O Fener’i mi
“Yaşamın acı yüzüyle bu kadar erken tanışmasaydı, kuşkusuz yine yazar olurdu ama hiçbir zaman okurları tarafından böyle sahiplenilmezdi Raymond Carver. Gençlerin haytalık yapıp havai aşklar kovaladığı yaşlarda o evli ve iki çocuk babasıydı. Hayatı öğrenmenin yolu, bulduğu her