Bir düşünce zararlısı olarak Lacan – Siyaset ve kişilik grupları – Freudculuğun eleştirisi (7)

Freud ve Lacan’a kötü insan oldukları için mi karşıyız?

Birinci büyük savaş patlak verir. Yine Breger’in kitabından:

“Daima politikadan uzak duran ve önceki yıllarda pek vatanseverlik sergilememiş olan Freud, kitlesel ulusal birlik ifadesine kendisini kaptırmıştı. Abraham’a yazdığı bir mektupta, düşmanlıkların patlak vermesinden duyduğu heyecandan bahsediyordu. ‘Otuz yıldır ilk olarak kendimi bir Avusturyalı gibi hissediyorum ve pek de umut vaat etmeyen bu imparatorluğa son bir şans vermek geçiyor içimden. Her yerde moral bir harika. Aynı zamanda, cesurca eylemlerin özgürleştirici etkisi ve Almanya’nın güvenli desteği de buna katkıda bulunuyor.’” Jones da şöyle yazmıştı: “Freud’un savaş ilanına anında tepki vermesi beklenmedik bir şeydi. Elli sekiz yaşındaki, pasifist bir alimin bunu, pek çokları gibi salt korkuyla karşılaması beklenirdi. Aksine, onun ilk tepkisi gençlere yaraşır bir heyecan, görünüşe göre çocukluğunun askeri şevklerinin yeniden uyanışı olmuştu… kendini iyice kaptırmıştı, işini falan düşünemiyor (…) Bütün libidomu Avusturya-Macaristan’a vakfettim, diyordu.” “Freud’un savaş imgesi, Avusturya-Macaristan’ı sağlıksız ‘cerahatler’inden temizleyecek bir ‘fırtına’ydı ve bu imge çoğunluk tarafından paylaşılıyordu.” (Freud-Görüntünün Ortasındaki Karanlık. s.305-307)

Açıklayalım, Freud birçok entelektüel gibi 1. Savaş’ın birkaç ay içinde sonlanacağını ve Almanya bloğunun zafer kazanacağını düşünüyordu. Savaşın uzaması, sadece askerlerin değil, sivillerin de kan gölünün ortasında kalmasıyla fikirler değişmeye başladı. Sonraki yıllarda savaşa karşı fikirler ifade etti üstat. 

1908’de feminist harekete karşı çıkan ve kadınlar hem çalışıp hem çocuk yetiştiremez diyen bir bildiriye imza attı. (A.g.e. s. 439) 

Lacan da kişisel olarak veya entelektüel anlamda asla güvenilmeyecek bir şahsiyetti. Yaşamı boyunca riske girmedi, buna rağmen solun büyük sempatisini topladı! Solun bu tavrı, kendine bir şey katmayan ünlülere, aldıkları ilk selamda şükran borcu duyarak hayran kesilmeleri evrensel bir tavırdır ve tabii ki çok gariptir. Bu bahis üstüne kitaplar yazılabilir. Solu eleştiren kişi, bir cengaver bile olsa kaçkınlıkla suçlanır ama, elini sıcak sudan soğuk suya değdirmemiş herhangi bir entelektüel bir kere göz kırpmışsa kahraman ilan edilir. Oysa iyi bilinen Fransız psikanalist-düşünürlerinden François Roustang, Lacan’ın tezleri için “Sahte bilimsel saçmalıkların tutarsız sistemi”dir, diyebilmekteydi. Chomsky ise onun, eğlendirici, ama tamı tamına bilinçli bir şarlatan olduğunu söyler.

Bu insanlar karakter olarak kötü olabilirler. Ama biz bilimde, bilim insanın karakterine değil, yaptığı işe ve o işten çıkan sonuca bakarız. Fizikte, matematikte bu kesindir, ama sosyal bilimler için de geçerlidir aynı şey. Bizim Freud-Lacan ve onların izinden gidenlere karşıtlığımız “Bu insanlar kötüymüş, dediklerini dinlemeyin” karşıtlığı değildir. Önceki onlarca sayfada ortaya döktüğümüz bilimsel yöntem hatalarıyla, iş üstündeki profesyonel şarlatanlıklarıyla ilgiliyiz biz, kişisel yaşamlarındaki şarlatanlıklarıyla değil.

Psikanaliz hiç mi işe yaramaz?

Böyle bir savım yok. Bugüne dek herhalde on milyonlarca insan psikanalizden veya benzer teknikli terapilerden geçmiştir, birçoğu da herhalde az ya da çok bundan fayda görmüştür. Hekim ile hasta veya başvuran arasında, hatta hekim bile olmasın iki kişi arasındaki her insani sözel iletişimden insan bir ölçüde fayda sağlar. Buna komşu teyzeyle sohbet veya bir imamın duası da dahil.

Psikanaliz teknikli terapilerden özellikle belli tipte kişilikler daha fazla fayda görür. Terapist ile başvuran arasındaki iletişim kalitesi, güven düzeyi, teknikten bağımsız olarak önemli bir güçlendirici etkendir. Yine de genel olarak ağır olmayan kişilik sorunlarında, yaşam olaylarına uyumu artırmada, hafif depresyon veya anksiyetede, histeri-konversiyon gibi bazı nevroz türlerinde başarı oranı daha yüksektir. Buna dair elimizde çok da veri, ciddiye alınacak derecede fazla yayın yoktur. Ağır vakalarda bu tekniğin ilaçsız olarak sürdürülmesinin faydası yoktur, hatta kimi ruhsal hastalıklarda açıkça zararlıdır. (Psikozlar, ağır depresyonlar, obsesyonlar vb.)

Bir şizoaffektif hastam isyan etmişti: “Sizler hastalıkları hastalıkla tedavi etmeye çalışıyorsunuz.  Sıkıntıları daha büyük sıkıntı vererek iyileştirmeye çalışıyorsunuz!” Haklılık payı vardı. Bugün klasik psikanaliz tekniği psikiyatride çok sınırlı kullanılıyor, daha çok özel hastalara uygulanıyor. Bu bir zengin tedavisi. Zenginler hobileri için para harcamayı severler. Bu bile iyi geliyordur onlara. Ama en büyük faydayı herhalde terapistlerin bütçeleri görmekte.

Psikanaliz bir yerde hastalığın başka bir hastalıkla tedavisi. Çivi çiviyi söker, yangını karşı ateşle engellersin J Bu hastalık artık psikiyatrinin konusu bir hastalık olmaktan çıktı, yaygın entelektüel, aydın hastalığı boyutunda epidemik hikayesini sürdürüyor. 

KİŞİLİK – KİŞİLİK GRUPLARI VE SİYASET

Yer damar damar, insan kısım kısımdır. İnsan karakteri-kişiliği o kadar değişik olabilir ki, sanki birçok insan grubu ayrı ayrı canlılardır, türlerdir. İnsanın kişiliği kuşkusuz ki evrimsel ve genetik kökenlidir ve belli kişilik grupları tarih boyunca hep var olagelmiştir; ülkelerden, milletlerden, kültürel farklardan hayli bağımsız evrensel bir süreklilik gösterirler.

Nasıl ki köpeklerde huy farkları, karakter farkları vardır ve bu bakımdan köpekler belli gruplara ayrılabilir, çok daha karmaşık olan insanda da elbette çok daha karmaşık seyirli böyle neredeyse değişmez çok sayıda kişilik grubu devamlılığını korur.

Örneğin psikiyatride olumsuzluk ve ruhsal sorunlar üstünden belli “kişilik grupları” ve bunların sorun teşkil edecek boyuta gelmesiyle belli “kişilik bozuklukları”ndan söz edilir. Obsesif-kompulsif kişilik, şizoid kişilik, psikopatik kişilik, narsisistik kişilik, paranoid kişilik, A tipi kişilik gibi. (DSM-5 ve ICD-10 en yaygın kullanılan evrensel tanı ölçütleridir.)

Kişilik grupları genetik kökenlidir dedik. Bazı şeyleri yinelemek pahasına insanın bazı kişilik özelliklerinin bire bir genetik kaynaklı olabileceğini, birçoğunun dolaylı genetik kaynaklı olduğunu belirtmeliyiz. İlerde kesinlikle yerleri ve kodları tam olarak gösterilebilecektir, ama örneğin “sorumluluk” kişilik özelliğini tek başına ele aldığımızda, bu nitelik tek bir genden de köken alabilir, birkaç genden de ve muhtemelen ikinci olasılık daha yüksektir ve muhtemelen “sorumluluk” diye özel bir gen de bulunmayabilir. Çünkü bizim dildeki kavramlarımız, sözcüklerimiz ile genlerin dili her zaman bire bir uyuşmayabilir. Nasıl ki fiziksel birçok özelliğimiz aynı fiziksel özelliği belirleyen birden fazla genin birlikte çalışması ve veya rekabetiyle mümkün olabilmektedir, kişilik özellikleri de çok sayıda genin birlikte çalışması ve rekabetiyle oluşmaktadır. Elbette bu genetik kök ancak fiziksel ve ruhsal çevre koşullarının içinde-etkisiyle, gördüğümüz-görünen kişiye, tipe, yani fenotipe dönüşür. Sonuçta 3 yaşlarında kabaca ortaya çıkan, 18’e gelindiğinde büyük ölçüde tamamlanan bu kişilik özellikleri yine çevre koşullarının etkisi, yardımı ve rekabetinden oluşan karmaşık bir ortamda, o çevre koşullarına tepki vere vere kendini gerçekleştirir.

Şimdi bu genel girişi yaptıktan sonra, bu bölümdeki konumuza, siyaset ve kişiliğe geçebiliriz. En başta şunu söylemeliyiz ki, siyasete az ilgi duyan, çok ilgi duyan insanlar ve bunun ortası olarak insanları kabaca üçe ayırsak yanlış bir şey yapmayız ve altı bin yıllık yazılı tarihten kalan çok sayıda belge bunun geçmişte de böyle olduğunu göstermektedir.

İnsan karakteriyle ilgili her dilde binlerce sıfat vardır. Aynı anlama gelenleri grup grup toplasak bile insanı anlatan böylesi yüzlerce temel sıfat bulunur ve işte bu kadar sayıda kişilik özelliği mevcuttur. İnsanın kişiliği işte bu yüzlerce kişilik dersinden aldığı notların karmaşık bir ortalaması gibidir. Evrimci bilimsel anlayışta bu, “çoklu beyin modülleri” kavramı-boyutuyla açımlanmaya çalışılır son yıllarda. Söylediklerimiz aşağı yukarı o modele de uymaktadır. Yine de bu sıfatlardan, bu insana dair nitelemeler-özelliklerden bazıları daha öne çıkar. Siyaset ve insan kişiliği bahsimizde işte siyaseten en öne çıkan bu belli başlı özellikler açısından insanın ne olduğunu ve bu neliğin siyaseten ne sonuçlar doğuracağını gözden geçireceğiz. Elbette belli başlı özelliklerin bile hepsini burada sıralayamayacağız. Önemli olan ana anlayışımız- yöntemimiz konusunda bir fikir vermektir.

Burada ele alacağımız temel insani kişilik özellikleri en eski çağlardan, ilk insandan beri var olan, evrensel özelliklerdir; Türk’e, Japon’a, ilkçağa, 21. Yüzyıla göre fazla değişmezler. Kişilik ve siyaset, kişilik grupları ve siyaset konusunda ileri sürdüklerim benim şahsi tezlerimdir; elbette çok sayıda eserden, belki yüzlerce kaynaktan ilham almıştır, ama bu şekilde formüle edilişi bana aittir.       

Dindarlık: Dindarlık genel olarak gericilikle, sağcılıkla eşdeğer kabul edilir bir önyargıyla. Hakikaten de dindarların çoğu sağcıdır, gericidir her ülkede, her devirde. (Solcu terimi üstümüzden atmak istediğim bir terim, ama hâlâ aşılamadığından -belki hiç aşılamayacak- hâlâ bir şeyleri açıklayabildiğinden, kullanmak zorundayım.) Fakat dindar olup bunu terk ederek veya terk etmeden ilerici, solcu hareketlere, devrimlere katılmış kişi ve gruplar da hiç azımsanmayacak oranda.

Örneğin 12 yaşına kadar ılımlı dindar ve hayli milliyetçi biri olan ben şahsım, 14 yaşında nasıl sosyalist oldu? O dönemde ve sonrasında imam, müezzin, imam-hatip kökenli birçok insanla karşılaştım devrimciler arasında. Tabii çoğunluk böyle değildi, ama az da sayılmazlardı.  

Demek ki dinde aşırılaşma sağcılaşmayı getiriyor çoğu olguda, ama her zaman böyle değil. Birçok devrimde dindarların katkısı azımsanmayacak belirleyicilikte. Bunda çoklu kişilik özellikleri yanında dönemsel heyecanlar, cereyanlar rol oynuyor, bir de sol siyasi güçlerin konuya yaklaşımındaki akılcılıkları. Şöyle bir iddiam var örneğin, bugün sol dalganın yükseldiği bir gün olsaydı, radikal İslamcıların, hatta silahlı İslamcı grupların içinde yer alanlardan bir kısmı (çoğunluğu değil), yani aynı kişiler solcu, devrimci olacaktı.

Din ve siyaset konusunu çalışmalarını yürüttüğüm kitabın üç temel bölümünden biri yapacağım, çok geniş ele alacağım. Şimdilik bu kadar.  

Dine benzer ideolojik inanışlar: Din evrimsel anlamda insanın içine genetik olarak yerleşmiş güçlü bir modül. Bunun evrimsel açıklaması var, o da doğal seçilim yasasına dayanıyor. Kaynak göster diyenlere birkaç şey söyleyeyim. Leda Cosmides ve John Tooby’nin Evolutionary Psychology’si, David M. Buss’un aynı adlı kitabı bu konudaki temel kaynakların başta gelenidir. “Darwin’in Tehlikeli Fikri” (Daniel C. Dennett -  Alfa yayınları) Darwin’in bilimsel ve felsefi aklını anlatan, bu felsefenin farkını anlatan güçlü bir kitaptır. Alfa Bilim serisinden aynı konuda çok kitap çıktı son zamanlarda. Wilson, Dawkins, Ditfurth, Morris, Mithen’in Türkçeye çevrilmiş, çevrilmemiş önemli kitapları var. Darwinci bilimsel akıl yürütme-çıkarsama tekniğini bunları okuyarak kavrayabilirsiniz. Oralarda pek çok araştırma ve bilimsel bulguya bolca atıf bulabilirsiniz. İsteyen için kaynak çok. Yeter ki istensin. Ben şahsen daha fazla ikna çabasına girmem. İkna olmayana kamyonla kitap belge yığsanız fayda etmez. Niye yarar sağlamaz, tam da konumuz bu işte. Aşağıda yine anlatacağız.

İnsan dine inanmasa bile bir şekilde kabul ettiği, kişiliğinin bir parçası olarak seçtiği ve kimliği olarak tanımladığı inanç sistemlerine mahkumdur büyük çoğunlukla. Araştıran “doğru”yu bulur. Biz sadece kendi “doğru”muzu tebliğ etmekle yükümlüyüz. Teklif var, ısrar yok.   

Evet, dedik ya, insan çok büyük bir çoğunluğu itibarıyla kişiliğinin bir kaderi olarak içinde bulunduğu toplumun dinine inanır, buna inanmıyorsa bile veya onunla birlikte başka bazı inanç sistemlerine kapılanır ve bir kez kapılandıktan sonra kolay kolay onu terk etmez. Bu da “doğal seçilim”in sonucudur. Çünkü az bilip kararlı bilenler kalır hayatta daha çok, nesiller boyunca, aklını en ekonomik en kısıtlı kullananlar yaşamda daha çok kalır zannedilenin aksine ve onlar daha çok yaşamda kalıp üredikleri için büyük çoğunluk onlardır.

O yüzden bütün “izm”ler birer dindir aslında. Bir Marksisti Marksistlikten, bir Kemalisti Kemalistlikten çeviremezsiniz kolay kolay.

Dönenler yok mu? Var… Çok var da, onlar belli çıkarlar karşılığı dönenlerdir. Onlara “dönek” denir. Çıkar karşılığı dönenleri bu anlamda örnek kabul etmeyin, onlar bol. Yani kişinin Marksist veya Kemalist olmaktan maddi, manevi, kimliksel, iç huzur boyutunda vb. bir çıkarı varken bundan dönmesi, tersi yönde daha büyük bir çıkar geldiği veya beklenti oluştuğu zaman pek ala mümkün olabilir. Hatta bu bile gerekmeyebilir. Kişi hem düzenden yana, onun kaymağını yiyicilerden, hem de Marksist, Kemalist, Anarşist olabilir örneğin, böyle de çok örnek var. Ama kişinin aksi yönde hiçbir çıkar olmadığı halde kendi iç huzurlu kimliğini, benliğinin kopmaz bir parçası haline gelmiş ideolojik inancını bırakması, hatta bu nedenle birçok çıkarından da olması, her zaman rastlanacak bir şey değildir.

Sorgulayıcı bir akıl daha çok muhalif siyasi bir kişiliğe yarar. Bu nedenle iktidar yanlıları, sağcılar arasında daha az sorgulayıcı çıkar. Sorgulayıcı akıl solculaşmaya yol açan önemli bir kişilik özelliğidir. Ne var ki, bunun düzeyi de önemlidir. İnsanlardaki sorgulayıcılığın bir sınırı vardır. Çoğu solcu birey (eğer iktidarda değillerse) zenginlerin, erk sahiplerinin oralara nasıl geldiklerini sorgulayabilirler, ama onların da çoğu kendi muhalif siyasi yapıları için, oralardaki daha küçük iktidarlar için sorgulayıcı aklı kullanamazlar. Büyük çoğunluk ise bu aklın en üst aşamasını, yani kendi kendisi için sorgulayıcılığı beceremez. 

Sorumluluk duygusu genel anlamda olumlu bir kişilik özelliğidir. Ne var ki çok çeşidi bulunur. Aileye karşı mı sorumluluk, topluma karşı mı, milletine karşı mı, dinine karşı mı, tanımadığı insanlara karşı mı? Kişinin siyasi eğilimi bunun içini doldurur, sorumluluk duygusu ve onun çeşidi siyasi kimliğini belirler. Her kanattan siyasi akım böyle sorumluluk duygusu güçlü kişileri barındırmak ister içinde, ama o tür insanlar asla çoğunlukta değildir. Sol, ister iktidarda olsun, ister muhalefette, sorumluluk duygusunu  artırmak, içinde böyle insanları çoğaltmak zorundadır. Ne ki çoğu dönem bunu başaramaz.

Hakkaniyet, adalet duygusu da keza yüksek bir toplum için vazgeçilmez bir kişilik özelliğidir. Fakat genel olarak toplum için, genel olarak insanlık için hakkaniyet duygusu taşıyan ve bu sayede muhalif olabilen birçok kişilik, bu özelliklerinin yeterince güçlü olmaması nedeniyle orada kalır. Kendi kişisel yaşamlarında, kişisel çevrelerinde buna uygun tavırları gösteremezler, hatta tam tersini gösterirler.

Hakkaniyet duygusu gelişmiş bazı bireyler işlerinde, yakın çevre insani ilişkilerinde buna tamamen uygun davranabilirler, ama aynı zamanda genel siyasette sağcı bir iktidardan, örneğin bu konularda çok kötü ünlü AKP’den yana bile tavır alabilirler. Bunlarda sorgulayıcılık  ve benzeri kişilik özellikleri gelişmemiştir ve veya hakkaniyet duyguları kendi dar çevrelerini aşacak denli güçlü değildir.

Fedakarlık için de benzer şeyler söyleyebiliriz.

Keza, düzen, tertip, kuralcılık merakı için de yakın saptamalar yapabiliriz. Dürüstlük için de. Dürüstlük genelde muhalif kişiliği oluşturan etmenlerden biridir. Ama kendi dar çevresinde, işinde, eşinde dürüstlere sıradan apolitikler arasında da, sağcılar arasında nadir olmayarak rastlanır.

Çoğunluk fikrine karşı durma (kronik muhalif diye bilinirler) keza neredeyse doğuştan bir kişilik özelliğidir. Çoğunluğa uyma davranışı çok baskın olanlar genellikle muhalif olamazlar, devrimci olamazlar. Solun iktidara geçtiği ülkelerde veya yıllarda sağ-sol kişilikler zamanla yer değiştirebilir. Örneğin çürümeye başlamış Sovyet iktidarında çoğunluğa uyanlar mıdır solcu, yoksa bunlar sağcılaşmış mıdır? Bürokratik bir sosyalist iktidarda karşıdevrimci görülüp gösterilenlerin en azından bir kısmı değil midir artık asıl solcular? (Bu rejimlerde “solculuk” bir sapma, bir ajanlık gibi gösterilir, bundan dolayıdır.)  

Şiddete eğilim, şiddeti sevme, kişinin siyasi kanadını belirlemez, ama siyasi kanadı belirledikten sonra o kanatta hangi grubu seçeceğini belirleyebilir. Şiddete eğilimi yüksek olanlar radikal sağ ve sol grupları, daha düşük olanlar merkezi sol veya sağ siyasi yapıları seçme eğilimi gösterirler.

Cesaret: Tek tek insanlar için de, siyaset için de bazen güçlü bir silah, bazen yenilgi getiren bir baş belasıdır. Cesaretli kişinin başka kişilik özellikleriyle birleşen bu nitelik bazen başarıyı, bazen macerayı ve yenilgiyi getirir. Farklı kişiliklerde ve gruplarda farklı dönemlerde farklı sonuçlar doğurur. Ne ki cesareti en yüksek olanlar genellikle erken ölür ve daha az ürerler. Söz konusu “doğal seçilim” insan toplumunun cesaret eşiğini belli bir seviyede tutar. Bu bir bakıma kazançtır, büyük çoğunluk cesaretli olsa dünyada tek insan kalmayabilir; bir bakıma kayıptır, mevcut iktidarlar bu sayede ayakta kalır.  

Tüm bunları -yineleyerek söyleyelim- beyin içindeki birbirinden görece bağımsız ve sürekli birlikte veya rekabet halinde çalışan işlevsel birimlerin, yani çok sayıdaki modülün olağan çalışması olarak açımlayanlar da var. Hangi modüller daha güçlüyse, kişinin o yönde karakter özelliğinin baskın olduğu kabul edilebilir.

Milliyetçilik, birilerinin bize ezberletmek istediği gibi faşistlere özgü bir kişilik özelliği değildir. İnsanların çok büyük çoğunluğunda görülür. Kökeni sürüye, kabileye, klana bağlılık ve onunla özdeşleşmedir. Milliyetçilik duygusunun sağcılaşma getirdiği ne kadar doğruysa, pek çok burjuva devrimin ve sosyalist devrimin bu güdüyle yapıldığı da bir o kadar gerçektir. Paris Komünü’nden beri sosyalizm içindeki en güçlü damardır. Milliyetçilik zor dizginlenir bir canavardır, bazen bazısına dost, bazen bazısına düşman. Öyle güçlü bir duygudur ki koskoca İkinci Enternasyonal’i çökermiştir, o tarihten beri enternasyonalizm bir daha belini doğrultamadı.

Türkiye’de bir kısım solcu, sosyalist, aslında Türk milliyetçisidir, bir kısmı da Kürt milliyetçisi. İkisinin ortasında tam bağımsız sosyalistlerin sayısı pek azdır. Liberaller örneğin, birçok sosyalist örneğin, milliyetçiliği faşizmle özdeş tutarlar. Ama Kürt milliyetçiliğine sempatiyle bakarlar ya da en azından onu Türk milliyetçiliği gibi tehlikeli saymazlar. Buna, “Ezilen ulus milliyetçiliğine destek olmak sosyalistliğin görevidir” gibi bir teorik açıklama getirirler. Ötekiler kadar güçlüdür bu milliyetçilik türü, gizli olduğu için belki daha tehlikeli. Çünkü milliyetçilik milliyetçiliktir, bunun insanın temel doğasının, ilkel duygularının üstünde bir geçerliliği bulunan, son birkaç yüzyılda uydurulmuş “ezeni” “ezileni” olmaz. Saf, bağımsız milliyetçi duygu insanda 200 bin yıldır vardır. Bunu aştığımızı savlayan terminolojik uydurmaların hiçbir bilimsel karşılığı bulunmaz. Örneklerde defalarca görüldüğü üzere bir şey kötüyse ezende de kötüdür ezilende de, iyiyse keza ezende de iyidir, ezilende de.

Yani milliyetçiyi destekleyen şey her neyse içinizde -utanmayın sıkılmayın- sizin milliyetçi duygunuzdur.

Milliyetçilik ve din insan, toplumlarını yöneten iki büyük vezirdir. Başlarında “Ben-Benim Kimliğim-Benim çıkarlarım” adlı muhteşem bir imparator vardır.  

Siyasi görüşlerimiz farklı değil asıl, kişiliklerimiz farklı

Dostlarımızla, arkadaşlarımızla sık sık ideolojik-siyasi tartışmalara gireriz ve büyük çoğunlukla bir türlü tam anlaşamayız. Bunu da salt siyasi çerçevede yorumlama yoluna girer, daha da sinirleniriz. Bu kadar yanlış bir şey savunulabilir mi diye içimiz içimizi yer, tekrar tekrar iknayı  deneriz. Her yeni başarısızlığımız bizi yeniden bileyler, kinimizi artırır. Yahu bu kadar da dogmatik Kemalist olunmaz ki… Bırak kardeşim adam resmen Kürtçü olmuş… Canım, Stalin’i bir savunuyor ki, ne mantık kalmış herifte ne akıl… vb…

Oysa çarpıştığımız şey karşıdakinin siyasi görüşü, bilgileri, deneyimleri, verileri değildir sadece. Esas olarak onun kimliğidir, kişiliğidir. Bunu değiştirmekse neredeyse imkansız.  

Belli siyasi hatlar üzerinde belli kişilik yapıları kemikleşir. Bunu aşmak çok zordur. Belli kişilikler belli yerlerde fazlasıyla toplanır. Oysa siyasette de doğru, “altın orta”dadır, “doğru orta”dadır. Belli kişilikler üstünde kemikleşmiş yapılar belki başarıya ulaşırlar bazen (o olasılık da düşüktür sol açısından) ama uzun süreli ve yüksek ihtimalli başarı için farklı kişilik gruplarının ortak doğruda birleşmesi gerekir. Bu da tamamen siyasi önderliğin işidir.

Liberal Siyasi Kişilik

Şu ana dek söylediklerimize örnek olsun diye en çok rastlananlardan birini, mesela tipik bir liberal siyasi şahsın kişiliğini ele alalım. En sık rastlanan ortak özellikleri irdeleyelim. Bu kişiler kendilerini tek tek pek özgün görseler de elbette bir hüsnü kuruntudur bu, başka birçok siyasi akımda olduğu gibi bu karakterin de belli kalıp nitelikleri son derece sıradandır.  

Liberal şahsımızın, - Zeynep diyebilirsiniz, 44 yaşında Boğaziçi’nde doçent veya Semih diyebilirsiniz 69 yaşında Cihangir’de tiyatro sanatçısı – siyasete ilgi duyan bir kişilik yapısı olması gerekir, bir kere ilk şart. Sonra da siyasi ilgisini bir miktar okuma ve kendini ifadeyle taçlandıracak seviyede bulunması. Burada zaten ikisi de var.

Liberal şahsımız gençliğinden beri liberaldir ya da gençliğinde radikal bir siyaset gütmüş olup sonradan liberalliğe oturmuştur. Kişilik ana hatlarıyla değişmese de gençliğin yüksek duygudurumu nedeniyle alt yaşlarda daha özgeci, cesaretli, hareketli davranıp buna uygun bir siyasi hat benimsemek, keza genel kurallar arasındadır. İnsanın yaşlandıkça hareketleri yavaşladığı gibi siyasi ataklığı da azalır.

Liberal şahsımız tüm sorunlara demokrasi ve özgürlükler penceresinden bakan bir kişiliktedir. Ancak yukarıdaki özellikleri tek tek irdelersek,

Din: Semavi dinlerle alakası yoktur, varsa da zayıftır, ancak sorulduğunda dine hoşgörüyle bakılması gerektiğini söyler. Kendi dünya görüşüne, felsefesine, liberal eğilimlerine ise bağnaz ölçüde tutkun bir sofudur. Kendi dininin Allah’ı ve peygamberidir. Kendi gibi düşünmeyenlerin ifade hakkını savunduğunu ileri sürer, ama ancak bunlardan biri devletçe hapse atılmışsa. Bir imza verir ve tepkisini ifade eder en çok! Yoksa onun sesini kısan en başta kendisidir normal zamanda. Milliyetçiliği her fırsatta aşağılar. Ama Sırrı Süreyya gibi, totaliter, şiddet şahikası bir milliyetçi örgütün sözcüsünü bağrına basmakta en ufak tereddüt geçirmez. Bireyciliği, tüm yaşamı, dünyayı kendi çevresinde döndürme mahareti tavana vurmuştur. Cesareti vasattır, vasat altıdır, liberal motivasyonlar yükseldiğinde kendinden beklenmeyen atılımlar yapabilir ara sıra. Dürüstlük… Entelektüel dürüstlük hiç aramayın. İş yaşamında aramayın. Ev yaşamında belki. Özgecilik. Belli sosyal faaliyetlere katıldığında bu misyonunu fazlasıyla yerine getirdiğini düşünür. Ama “özgecilik” kavramı onda sadece cinsel çağrışımlar yapar. Düzen, tertip merakı, kuralcılık, disiplin vb.. İş yaşamında veya evinde düzenli tertipli davranabilir, ama toplumda sıkı kurallara kesinlikle karşıdır.

Tipik bir liberal, dünyayı kendi yaşadığı dönemde en üst seviyesine çıkmış kültürel bir yapı olarak görür. Kapitalizmden zaman zaman şikayet etse de onu, o “özgürlükçü” yaşam biçimini çok sever. Geçmiş insanlık trajedileri filmlerden ve kitaplardan izlenecek uzak bir hoşluktur. Onun geldiği düşünsel nokta insanlığın düşünsel noktasının son noktasıdır. Dedik ya, temel tezi özgürlük, kişisel özgürlük, ifade özgürlüğü, demokrasidir. Oysa o kavramlar için geçmişteki liberallerin ne kafalar kestiğini, onlardan kaç yüz binlercesinin kafasının gittiğini, tüm bu kavramların kan denizinde çarpışa çarpışa bir anlam kazandığını, yaşadığımız çağda ise içinin boşaldığını düşünmek istemez.

Bütün totaliter rejimlere karşıdır. Onun için Hitler baş düşmadır, Stalin en az onun kadar kocabaş düşman. Onlardan sonra Atatürk gelir. Bir kez olsun Stalinciliğin bir kişilik olarak nelerden doğduğunu, hangi boşluğu doldurmak için geliştiğini düşünmez.

Stalin bahsini açalım ki, çorbanın tuzundan bile bahsetsek o konuya geliyoruz, bari kendimiz girelim, Stalinciliğin salt bir ideoloji mi, yoksa yanlışlanamaz doğrulanamaz bir kişilik tipi mi olduğunu siz görün, karar verin.

Stalin soğukkanlı bir seri katil olarak asmış kesmiş insanları, fikirleri silindir gibi düzlemiş, sosyalizm hayallerini korku tüneline hapsetmiş, kabusa çevirmiş, tamam, doğru, kabul. Aynı fikirdeyim. Siyasi liderlerin başarılıları çoğunlukla böyle psikopattır, bazılarında başka ciddi akıl sorunları vardır, o da normal. Ama Stalinci tip… Onu izleyenler, hala saygı duyanlar nasıl bir tip, bakın hele. Stalinci olmuşlar da niye olmuşlar, bir sorun.

Şimdi iyi niyetle bir eşitlikçi sistem oturtmak istiyorsunuz bir ülkeye. Veya iyi niyetle herhangi bir ülkede herhangi bir iş yapmak istiyorsunuz mevcut kapitalist düzende. Neler yaşarsınız? Önce o işten çıkarı bozulanlar, onların adamları saldırır üstünüze, öyle fikirle falan değil, basbayağı tabanca, top, tüfekle. Sonra içinizden bir sürü hain çıkar. Değil işi, herhangi bir tartışmayı bile yürütemeyecek birtakım doğal bozguncular çıkar. Verdiği emeğin on katı konuşan çok sayıda insan çıkar içinizden. Küçük çıkarcılar çıkar. Çıkar da çıkar. Bir yandan da düşmanın mermi sağanağı altındasınızdır, ölüm kalım derdindesinizdir.

İşler sarpa sarar. Yaptığınız iş bir yana, varlığınız tehdit altındadır. O zaman siyasette çok sık görüldüğü üzere şiddete daha yatkın olanlar, cesareti daha yüksek olanlar, kavgadan kaçmayanlar bir yerde gruplaşmaya başlar; emeğini sakınmayanlar, fedakarlıktan kaçınmayanlar, dünyayı konuşmanın değil, düzenin tertibin, sıkı kuralcılığın yürüttüğünü görenler onların yanında toplanmaya başlar.

Ve giderek orada yapılan iş, özgürlüğün, serbest konuşmanın, tartışmanın dili olmaktan çıkmaya başlar; en iyi dövüşenin, işe en erken gelenin, tekkeyi en sıkı bekleyenin dili olmaya başlar. O kişilik grupları hakim olmaya başlayınca bir bakarsınız, ortam totaliterleşmiş, sertleşmiş, istenmeyen bir şey ama, beton gibi hissizleşmiş.    

İşte burada doğru ortayı bulmak liderlik açısından çok zor bir şeydir. Herkesin emeğinden sonuna dek yararlanmak, herkesin cesaretinden sonuna dek yararlanmak, ama bunu akılla, bilimle, tartışmayla yürütmeye çalışmak. Kuşkusuz konuşmaktan, tartışmaktan, bilimden yana olanlar arasında da cesaretliler, fedakarlar vardır, disiplinliler vardır; öbür totaliter militanların arasında da birçok kaytarıcı, az cesaretli bulunabileceği gibi… Ama asimetrik bir güç dengesi, akıl ve ahlak dışı bir kutuplaşma ortaya çıkmıştır bile.

O yüzden her Stalinciye, her Kemalist’e, “Vay, bu kişi çok bilinçli olarak totaliterlikten yanadır” diye bakmamak gerek. Ama bizim tipik liberalimiz kendi kişiliğini dünya harikası gördüğünden başkasının kişiliklerine saygı duymaz, onların en temel değerlerini hiçe sayar.

Senin mutlak özgürlükçülüğün de bir totaliterlik değil mi? Cebinde beş yüz lirası olanla beş milyon lirası olanın ifade özgürlüğü bir mi? Sen bunu görmezsin, beş yüz lirası olanın düşüncesinin sürekli kısıldığını görmezsin, ara sıra öbürüne fevri bir tepki koydu mu, hop, “Seni Stalinci! İfade özgürlüğü düşmanı!” diye avazlanırsın. Seyahat özgürlüğü mü? Birisi yılda 20 yurt dışı seyahati yapar, öbürünün bir kere yapacak parası yoktur. Diyelim bu ikinci grup kafası bozuldu, toplandı, havaalanını bastı, uçakların kalkışını engelledi. “Vaaay, sen seyahat özgürlüğüne karşı mısın?”

Tipik liberal, kendi düşünce dininin peygamberi, olguları kişilikler ve o kişiliklerin ihtiyacı açısından değerlendiremez. Kuralların, disiplinin, tertip ve düzenin bazı kişilerin yaşamları için ve dahası toplumsal yaşam için ne kadar hayati olduğunu göremez. İşinde sıkı bir disiplinle altındakileri inletir, iş ülkeye gelince herkesin miskinlik hakkını, herkesin anarşi hakkını savunur. Stalinci tip, Kemalist tip ise ideolojik inancından önce, kişilik yapısı gereği buna isyan eder. Anarşist ya da liberal kişiliğin çıkmazı yaşamdadır. Düzen, tertip, disiplin olmadan bir pikniğe bile gidemezsiniz topluca. Orada bile bazı sorumsuzlar çıkar, kendi başına buyruklar çıkar, başkalarının sağlığını, huzurunu tehlikeye atar, düzeni sağlamak zorunda kalırsınız. Bunu sağlamaya çalıştığınızdaysa bir bakarsınız ki eleştirdiğiniz, faşist, totaliter dediğiniz kişilere benzemişsiniz.  

Doğru orta, altın ortayı bulmak çok zordur.

Düşünce zararlıları

Freud ve Lacan’ı gördük. Althusser- Badiou- Zizek vb.. Freud ve Lacan’ı ciddiye alan, onlara  sürekli gönderme yapan, tezlerine ikide bir bu ikiliyi dayanak gösteren ne kadar sözde düşünce insanı varsa düşünce zararlılarıdır. Böyle pop yazarları birer değer kabul edenler de suça ortaktır. En yakın dostlarımız olsalar bile, bizim “cephe”den olsalar dahi. Kendi dışlarında, kendi hayal alemleri dışında her şeyi, herkesi, bilimi ve gerçekliği hiçe saydıkları için. Asla demokrat olamayacakları (böyle bir beklentimiz, ricamız yok zaten), çoğunluk inancını dayattıkları için. Ara sıra doğru laflar edebilirler, hatta yüz cümlelerinden 95’i yararlı olabilir bazen bazısının, ama onlar hakikate ve bilime saygı duymadıkları, hakikati birçok noktadan saygısızca çarpıttıkları için söyledikleri her şeye kuşkuyla yaklaşılmalıdır. Gerçekliği bile isteye (aslında kişiliklerinin kaçınılmaz sonucudur o da) bir noktada katleden kişi, onu her an herhangi bir başka noktada da hançerleyebilir. Bilimsel temelli bir ideolojik mücadele kaçınılmazdır bu cepheye karşı. Ama kesin sonuç almayı ummadan. Çünkü Freudcu, Lacancı kişilik entelektüel alemde her zaman çoğunluktur, başka başka şeyhler edinerek.   

Bu uzlaşmazlığımız tabii bilimsel, ideolojik boyuttaki uzlaşmazlıktır. Elimiz mecbur, onlarla da yaşamda bir arada barış içinde bulunmak, hatta siyasi birlikteliklere girmek, ortak işler yapmak kaçınılmazdır, dahası gereklidir. İnsan farklı kişilikteki insanla birleşirse ideoloji üstünden olmaz bu, yaşam birleştirir, işler birleştirir.

(Son)

Kaan Arslanoğlu

Facebook
yorumlar ... ( 49 )
30-01-2015
30-01-2015 18:15 (1)
Hocam Deleuze var bir de, 3 Lacan diyen 1 onu anıyor, kafamda bir Klang Assoziation oluştu. Onu deyince Marcuse demeden de duramıyorum. Bir yerden toplu para bekliyorum, analize yatırsam mı? Shevek
30-01-2015 19:48 (2)
Sn KA, ayna nöronlar konusundaki bilgi ve düşüncenizi öğrenmek isterim, bana konuyla ilgili gibi geliyor. Saygılar, Mine.
30-01-2015 21:38 (3)
Diyorsunuz ki "Oysa çarpıştığımız şey (...) onun kimliğidir, kişiliğidir. Bunu değiştirmekse neredeyse imkansız." Bence bu dogru degil. Cogu zaman carpistigimiz sey karsimizdakinin icinde olan ve hakli ve haksiz olmayi cok umursayan tarafidir. Herkeste böyle bir taraf vardir. Bunu fark ettikce gücü ve yarattigi korku azalir. Eckhart Tolle'den ögrendigim bir teknik su: her haksiz olusumda icimde yükselen rahatsizligi gözlemledim ama hic yargilamadan (cok önemli) sadece farkinda oldum, bunun yarattigi duygusal ve dusunsel zinciri gözlemledim ve icimdeki bu sesle özdeslesmemeye calistim, zamanla bu haksiz olma düsüncesinin etkisi azaldi, ve tekrar belirdiginde korkutucu olmaktan cok haylazlik yapan birini andirmaya basladi. Tamamiyle yok olmasi imkansiz herhalde ama gücü epey azaldi, bu da karsimdakini ve düsüncelerini daha nesnel görmemi sagladi. Bu tür bir zihin egitimini yaptiktan sonra belki hakiki kislik farklarindan söz edebiliriz. Saygilarimla, Seçkin sefi
30-01-2015 21:40 (4)
Sevgili Kaan rahatsız edici şeyler söylüyorsun, iyi ediyorsun. Tabii, "armudun sapı üzümün çöpü" dedikçe (ki diyoruz bir şekilde hepimiz), geriye kimse kalmayacak gibi. Örneğin, felsefe tarihinin en büyük filozoflarından Kant. Adam, kadınların entelektüel zekadan yoksun olduğunu söylemiş açıkça, utanmadan. Heidegger daha kötü: Hitler zamanında rektörlük yapabilmiş; karşı çık(a)mamış muhterem. Ama o da önemli filozof. Böyle başkaları da var. Eee, ne yapalım şimdi? Adamları felsefe tarihinden silmeye kimin gücü yeter?! Herkesin bir falsosu var işte. Ama bunlar (senin saydıkların dahil) düşünce dünyasına katkıda bulunmuşlar işte. En azından bak sana ilham vermişler; ne güzel döktürmüşsün! :) Pazardan aldığım portakalların bazıları erken çürümeye başlıyor nedense. Çöpe atmak yerine, çürüklerini kesip geri kalan kısımlarını afiyetle yiyorum. Yoksa sen öyle yapmıyor musun? İyi ayarlanırsa, karışık meyve suyunu da severim. Saflık sevdasının sonu, ırkçılığa varır. M. Ylmz :)
30-01-2015 22:31 (5)
Mine hanım, (2) ayna nöronlar konusundaki malumatım bu konuyla bağlantısını kuracak kadar fazla değil. Yalnız Dawkins ilk kaynaklı mem kuramını ilerde eleştirdiğimde buna da değinmeyi düşünüyorum. Katkınız için teşekkürler. Sevgili Mehmet Yılmaz, ırkçılığa varsın, ondan mı korkacağım, zaten genetik ve evrim bilim deyince ilk akla gelen nedense ırkçılık. Olsun bari. Söylemiştim, sanatta potsmodern tekniklerin kullanılmasına karşı değilim, ama bilimde düşüncede bunun yeri yok. Haklısın, bunları kazıyamayız insanlıktan, çünkü Kant'ın dediği gibi insanlık düzgün bir tahta yapılamayacak budaklı bir odun. Ama evet, Kant'ı da sorgulamalıyız, felsefe bu denli dokunulmazsa insanlık neden bu kadar iğrenç. Heidegger, evet, bir faşist, ama siyasi kimliğini değil, düşüncesini sorgulamlıyız. Bir yığın çöpü bize felsefe diye kakalıyorlar. K.A.
30-01-2015 22:09 (6)
Onu bunu bilmem de, K. Arslanoğlu çok büyük emek harcayarak, 7 bölümlük bir yazı dizisi hazırladı. öncelikle içten teşekkürler. tartışılmayı hakeden bir çok konu var. Arslanoğlu'na benzer bir durum bende de oldu; ortaokul çağlarına kadar dini vecibileri hep yerine getiriyordum, sonra ne olduysa oldu kafama taş düştü sanırım, birden dinle ilişkim gittikçe zayıfladı. Ancak ara ara dinsel duygularım tekrar beni dürtüklüyor. Diğer bir konu, köpekleri bilmem ama keçileri iyi bilirim, hakkaten hem ırksal hem de bireysel çok farklı kişilikte keçilerle karşılaşıyoruz. her keçi inatçı olmuyor yani:), envai çeşidi var. K. Arslanoğlu'nun ele aldıkları konuların her biri için kitap dahi yazılabilir. İlgimi çeken konularda yazması, bilgilendirmesi, tartışması, yorumları takdire şayan bence. Nöronlarım arasındaki bağlantının geliştiğini hissediyor insan. Durmak yok, Arslanoğlu'nun tezlerini okumaya devam. r.kulaksız
30-01-2015 22:18 (7)
İnsan gerçekten garip bir akla sahip. 4 numaralı yorumcu bunun sonu ırkçılığa varır demiş. Bu yazı için demiş. Büyük filozof gördüğü kişi Heidgger resmen ırkçılık yapmış, ona söz etmiyor :))) Irkçı olmak suç değil, varır gibi olmak suç :))
30-01-2015 22:24 (8)
Değerli Seçkin Sefi, 25 yıl psikiyatristlik yaptım. Sizin bahsettiğinize benzer birçok tekniği başvuranlarımıza öğretmek bizim işimiz. Bazısı bir tekniği havada kapar, bazısı kırk kere anlatsan denemez bile. Üstelik bunun o kişinin zekasıyla veya öğrenim durumuyla çok az ilgisi vardır. Bir doktora bir şeyi anlatamazsınız, bir terzi leb demeden meseleyi anlar. Bu da kişilikle ilgili bir şey.. Saygılar. Kaan Ars.
30-01-2015 22:32 (9)
4 numaranın yazdığı ile yazının hiçbir alakası yok. KA. bu kişiler kötü insan oldukları için eleştirmiyor. bu kişilerin söylediklerinin kanıtsız, gerçeklikle bağdaşmadığı için eleştiriyor. hangi safsata bu kadar taraftar bulabilmiştir. Freudu sol içinde bu kadar popüler kılan nedir? 4 numaranın yorumu, yazıyla tamamen alakasız.
31-01-2015 10:09 (10)
Elmayı armutu aynı sepete koyduk, önümüze çıkanı karaladık, dövdük, elimizde bir Muzaffer Şerif, bir de Red Kit kaldı Kaan. Muzaffer Şerif de diyor ki, özne büyük ötekinin söylemini benimser, deneylerle de kanıtlamış. O da Lacancı çıktı, kaldı red kit, bir de kimmeryalıyı ekleyelim bari. Şimdi tedavi bekleyen milyonlarca obsesif, depresif insanları kim nasıl tedavi edecek? kimmeryalı kılıcımın kesemeyeceği hiçbir şey yoktur diyor, herkes böyle olsa nevroz kalmaz ortada senin kafanla, basit. insanları ilaç firmalarının ve tüketim ekonomisinin teorisyenlerinin (bilişsel-davranışçılar) kucağına itiyorsun, herkesin genetiğine uygun bir ilaç üretir nasıl olsa firmalar deyip beynimizi yedeğe alalım, düşünmeyelim, düşününce düşünce zararlısı oluyor insan. Bak senin bu kafan aynen Bilim ve ütopyacılarda var, o dergide senin bu dizideki yazıların gibi binlerce yazı çıktı. Kaan, kafaları karıştırıyorsun, düşünceye asıl sen saldırıyorsun. Mutluhan
31-01-2015 10:19 (11)
Büyük olasılıkla KA’nun yazdığı gibi siyasete meyilli bir yapım olduğundan, fakat aynı zamanda bunun kendisini ifade edebileceği ortamlara da maruz kaldığımdan gerçekten ÇOCUK yaşta kendimi siyasetin ortasında buldum. Kıbrıs meselesinde daha 13 yaşındayken Erzurum’da Askerlik Şubesi’nde “beni de askere alın” diyenlerin arasındaydım. Fakat birkaç yıl sonra MHP Erzurum’daki solcu üniversite öğrencilerini şehirden kovmaya kalktığında solcuların yanında oldum. Sanıyorum her iki olayda da dürtüm “mağdurun” yanında olmaktı. “Bilinç” 1976 – 80 döneminin sıcak sınıf mücadelesi ortamında filizlendi. 1976’dan itibaren sol bir siyasi gruba üye olmama rağmen, çoğu arkadaşımdan farklı olarak yalnızca kendi örgütümün yayınlarını değil, elime geçen her siyasetin yayınlarını eleştirmek için değil, ne dediklerini anlamak için okudum. 1979 senesinde MHP’nin çıkarttığı Hergün gazetesini okuduğum için kendilerini solcu sanan birilerinden müthiş bir dayak yedim. Sonra 12 Eylül geldi.+++
31-01-2015 10:20 (12)
Üyesi olduğum örgütün en tepelerinden bile dökülmeler olmasına rağmen yoluma devam ettim. Kırk yıllık siyasi hayatımda insanların siyasete ilgi duyanlar ve duymayanlar olarak ikiye ayrıldığını gördüm. Büyük çoğunluk için siyaset eğitim düzeylerinden, üretim araçları karşısındaki konumlarından, etnik kökenlerinden ve cinsiyetlerinden bağımsız olarak, yalnızca seçimde oy kullanmak demekti. Ve bu insanların yarın son birkaç yüzyılın icadı olan “seçimler” kalkarsa yaşamlarında çok fazla eksiklik hissetmeyeceklerini düşünüyorum. Bu insanların ortak özelliğinin, gündelik hayatlarında kendi “özel” yaşamlarının çok ağır basması olduğunu sanıyorum. Başka şeylere ayırabilecekleri fazla zamanları yok. Dönemsel olarak siyasetle yakınlaşsalar da bu durum uzun sürmüyor. Siyasetle ilgilenenlerin çoğunun siyasi yelpazedeki yerlerinin tamamen TESADÜFİ olduğuna inanıyorum. 40 yıldır tanıdığım birçok MHP’linin başka koşullar altında kolayca solcu olabileceğini (veya tersi) gördüm. +++
31-01-2015 10:19 (13)
Çok kötü demagoji yapmaya başladın Sevgili Mutluhan. Zaten Lacancılığın sonu budur. Sahici değil savundukların, rol yapıyorsun maalesef. Herhangi bir yerde hakikatı bile isteye çarpıtırsan bunun sonu gerçeği her yerde hançerlemektir dediğim bu işte. Önümüze çıkanı karaladık dövdük lafı pek etik olmayan bir vasat karalama Mutluhancım, seviyeyi düşürmeyelim. Bunun cevabı şu olur, asıl sen asıl sen bunu yapıyorsun. Olur mu ya. Çocuk muyuz!Biraz düşün taşın öyle yorum yap. Ama sen müritsin, düşünsel anlamda radikal islamcıdan farkın yok. Çoğu entelektüel böyledir, bu sana özel bir saptama değil. Yaşamın Lacanla değer kazanıyor, bunu bırakmazsın. Aramızdaki fark şu Mutluhan, ben bir dönem hayatımı, uzun dönem tüm varlığımı verdiğim Marksizmi tokatlayıp kenara attım, birçok okur kaybetme pahasına. Normal insan bunu yapamaz, popülere kapılır, kapı bulur, mürit olur, sen de onlardansın, normallik budur. Onu diyorum. Sevgiyle. Kaan
31-01-2015 10:30 (14)
Aslında olaylar karşısında AYNI MANTIKLA düşünüyor ve hareket ediyorlar. Siyasete girme motivasyonları aynı. KA’nun bu bağlamda din ve siyaseti aynı kategoride değerlendirmesine katılıyorum. Nasıl bir dindar için tanrının varlığını sorgulamak dinden vazgeçmek anlamına geliyorsa, sağcı veya solcu birçokları için kendi partisini sorgulamak da İHANET anlamına geliyor. Bütün yazdıklarım dürüst, samimi, namuslu insanlar için geçerli; siyaseti kendi çıkarları için kullanan insanlar KA’nun da dediği gibi bunların tamamen dışında. Bu insanlar diğerleri gibi gerçekten “mümin” değil. KA’na yazı dizisi için çok teşekkürler.AA.
31-01-2015 10:41 (15)
İnsan sonsuza dek çocuk kalamaz, vahşi dünyaya adım atmak zorundadır. Bir İllüzyonun Geleceği http://www.cafrande.org/?p=56369
31-01-2015 10:45 (16)
İnsan sonsuza dek çocuk kalır. Bir dinin etkisinden kurtulur, Freud-Lacan gibi başka bir sahte dinin şarlatan şeyhinin müridi olur. K.A.
31-01-2015 12:09 (17)
Kaan her yazılanda bir yanlış bulunabilir ama toptan reddetmeye karşıyım ben.Evet doçent ya da profesör gibi anlamsız unvanları reddetmiş olduğum için yaşamıma yazmış olduğum kitaplarla,doğru gördüğüm şeyleri ortaya koyarak değer katmaya çalışıyorum.Hayatımda ilaç firmalarıyla hiç işim olmadı,siyasi olarak benim gibi düşünenlerle de ciddi çatışmalar yaşadım.Her şeyi tartışalım,ben kimsenin müridi değilim ama seninle tartışılmıyor ki. Bir şeylere inanmışsın, yok düşünce zararlısı,yok soytarı,bu düzeyde neyi tartışacağız? Seçimlerle ilgili yazmış olduklarının aynısını düşünüyorum zaten, bu sitedeki "demokrasi artık bir metafiziktir" yazımı okursan göreceksin. aslında çok paralel düşüncelerimiz var.Sen ama her türlü kuramı elinle bir kenara iterek post modernizmin yolunu fena açıyorsun.insanlar içinde bulundukları dünyayı neyin yardımıyla anlayabilecekler?Artık somut doğanın içinde yaşamıyoruz,gerçekliğimizi anlayabilmek için kodları çözebilmemize yardımcı olacak öğretiler lazım.Mutluhan
31-01-2015 12:26 (18)
Okumaya doyulmayacak bir hale getirdiğin İnsan Bu için size ve emeği geçen tüm kardeşlere sonsuz teşekkürler. Sizlerle sohbet etmenin hayalibile beni uçuruyor.Dilerim hayalim bir gün gerçek olur. En derin saygılarımla y.bodur
31-01-2015 12:26 (19)
ne yalan söylüyüm, insanbu sitesindeki her yazardan bir şeyler öğreniyoruz. bence hepside değerli insanlar. Benim gözümde, Muthuhan İzmir'de değerli, O.Gürsel Erkılınç' ta değerli, Yağız Üresin 'de değerli. Yazarların arasındaki tartışmayı da hoş görmeli. Az kalsın unutuyordum; Özgür Ekinci'den ses seda yok, küstümü acaba. yazılarını göremiyoruz. Tüm insanbu sitesine yazılarıyla katkı sağlayan, isimlerini sayamadığım diğer değerli yazarlara saygılarımı sunuyorum. recai kulaksız
31-01-2015 12:36 (20)
Sevgili Mutluhan, az önce telefonda konuştuğumuz gibi seni ikna etmek için yazmıyorum. Hnüz şeyhini belirlememiş insanlar, gençler için yazıyorum. Benimle tartışılmıyormuş. Yahu bir site kurduk, ideolojik düşmanlarımız bile buraya yazıyor, biz de cevp vermeye çalışıyoruz. Kendi sitemizde! Daha ne kadar tartışılabilir? Daha fazlasını mı istiyorsun. Dükkan senin buyur. Lacan-Freud herhangi bir kişi değil. Bunlar dünya emperyalist düşünce aleminin baş starları. İster hoşlan ister hoşlanma, bunların ipliğini pazara çıkaracağız. Ve evet, TOPTAN! Çünkü bunlarbilim insanı değil. Bilim tartışması içinde var mı şucu bucu... Bunlar entelektüel alemin kara delikleri, elbette biraz eleştir, ama bütüne dokunma diyenlerin kakavanlığına da müdahale edeceğiz. Her yerde aynı küsthlık. Şarlatan şeyhlere laf ettiğinizde aynı itiraz. Bu kültürel emperyalizmi bilime dayanarak toptan siliyoruz. Bu da bir düşünce. Niye saygı duymuyorsunuz? Hani felsefe aşkınız? Hakiki olun bir saniye. K.A.
31-01-2015 14:02 (21)
site yorumcularından bir ricam olabilir mi? hani hiç değilse ayrı yazılacak "de"leri ve "ki"leri ve soru eki olan "mi"yi lütfen türkçe dilbilgisine uygun yazsalar... allah aşkına! yani bu o kadar zor değil. çok saçma bir talep hiç değil.
31-01-2015 14:45 (22)
İnsanlığın kültür değerlerine saldırmayın Kaan bey
31-01-2015 15:07 (23)
Dünyaca ünlü, saygınlığı tartışılmaz düşünürleri ortadan silebileceğini mi zannediyor yazar? Lacan eleştirilebilir. Ben de eleştiririm. Fakat toptan bir düşünceyi yok edemezsiniz. Yeldeğirmenlerine saldırmaktan başka bir benzetme aklıma gelmiyor.
31-01-2015 15:19 (24)
Ne zaman ciğeri beş para etmez bir ülke starını veya dünya şarlatanını eleştirseniz sürüyle yavşak "değerlerimize dokunma" diye cızırdamaya başlar. Bu sitede bile ses çıkarırlar yarasadan beter seleriyle. Mutluhan veya Mehmet beyleri dışta tutarım. Doğru yoldasınız ezilen kanlanmış bitlerin cırt pırt sesleri rahatsız etmesin sizi. Bu yavşaklar o starların sadece kalp olduklarını bilmezler, kendileri de beş para etmezler zati, onların birer düşünce diktatörü olduklarını, yavşak olmayanlara en ufak söz hakkı tanımadıklarını, dünyayı bitle doldurduklarını görmezler. Çünkü bit gözleridir gözleri. Devam edin. insan insektisiti
31-01-2015 15:20 (25)
"[S]anatta postsmodern tekniklerin kullanılmasına karşı değilim, ama bilimde düşüncede bunun yeri yok" demişsin. Bu düşünceyle bağlantılı en çok saldırılan kavram, biliyorsun 'anything goes / herşey mümkün / ne olsa uyar. Oysa, bilimsel ilerlemenin mümkün olabilmesi için Paul Feyerabend bu düşüncenin merkezî önemde olduğunu iddia ediyor. Onun "Yönteme Karşı" kitabını okudum; ikna oldum. Tabii aslında bilimden pek anlamam; ama sanatsal ilerlemeyi de mümkün kılan ilkenin "ne olsa uyar" olduğunu çok iyi biliyorum. Mehmet Yılmaz
31-01-2015 15:30 (26)
Yöntemsiz bilimi savunmak harfsiz yazıyı savunmakla aynı şey. Olmayacak şeyler savunulabilir mi? Savunulur, bu dünyada ağzı olan konuşmaz, star yapılır. Sonra olur dünya mezbaha. Yöntemsiz bilim = mantıksız konuşma. Olur mu olur, popüler olur ve siz mantıkla konuşmaya çalıştığınızda kimsenin anlamadığını görebilirsiniz bir gün. Idiocracy filmini izlemenizi öneririm, dünyanın yakın geleceği. Kaan A.
31-01-2015 15:51 (27)
Biri yine profesörlük-doçentlik gibi anlamsız ünvanlara değdirmiş, karşısındaki de bi ara istesem olurdum dediydi.Biz de tekkeyi beklerken giydirdilerdi zati. Okşan nerdesin aloo! An ve mekan itibarı ile toptan reddetmeye ve kültür değerlerine saldırmaya karşıyız. Futbol-şiir ve Türkçe'den çok tıp ve akademi zor memlekette, millet en çok o konuda evegen oluyor zira (bak lakinden güzeldir bu, kullanın). Yannız bu Lakan'ın bilinci dille birleştiren herzeleri yok mu idi? Lakan gibi hep teğet geçmeyin, buna da dokanın. Saffet Murat'ın Lacan'dan Freud'a psikanaliz kitabını özetletmeyin şurda. Sırada Opamuk belası var, sondan geri okumaya çalışıyoruz (Allah tependen baksın AYA). Kaan'dan detansiyon aldık yine anladık da Muratcan bi değinsen o rütbelerden arınmış dimağınlan?Feyerabend'in de hastasıyız, yurdumda böyle afili isimler olmaması felsefenin açmazı bence. Bizde de Feierabend şu an.Şenol'da (davul pirofisörü), Yağız'da a-kademik biladerler. Haa bi de vodka...
31-01-2015 16:48 (28)
Sürekli bir dil suiistimali olmadan hiçbir icat ve ilerleme olamayacağını iddia eden Feyerabend şu saptamaları yapıyor: “Ve benim tezim de anarşizmin, terime nasıl bir anlam yüklerseniz yükleyin, ilerlemeye yardımcı olduğudur. Yasa ve düzen gözeten bir bilim bile ancak, arada sırada anarşist hareketlerin oluşmasına izin verirse başarılı olacaktır. (...) Tarihin sağladığı zengin malzemeye bakan ve onu aşağılık içgüdülerini tatmin etmek ve şiddetli entelektüel güvenlik nöbetlerini açıklık, kesinlik, ‘nesnellik’, ‘gerçek’ gibi terimler altında fakirleştirmeye yeminli olmayan herkes sonunda görecektir ki, tüm şartlar altında ve insani gelişmenin tüm evrelerinde savunulabilecek tek bir ilke vardır: ne olsa uyar.” (akt. M. Ylmz)
31-01-2015 21:19 (29)
Prof. Doç. müştekileri, kanun meclisten geçti SB üniv kuruluyor. Az bekleyin herbikesler doç prof olacak, enflasyonu geliyor. O zaman sevinirsiniz. Hatta babadan oğula bile geçebilir. Durum öğretmenlerin haline dönecek. MH
31-01-2015 21:20 (30)
Ideoloji ,güç ilişkilerinin manipülatif ve konvansiyonel tarzda ifadesidir.freudun yaklaşımlarının bilimsel olup olmaması ikincil meseledir aslolan bunun bir konuşlanmaya ve tekniğe (psikiyatri Tekniği gibi) Karşılık gelmesidir.modern bilim bir toplumu üstün kılar mı?kılarsa Aydınlanma öncesi tüm toplumlar boş yasamış demektir.bu da bir çeşit Irkçılık mıdır? Mta
31-01-2015 21:22 (31)
İçeriğiyle,yöntemsel değeriyle alabildiğine ufuk açıcı bir yazı silsilesi tamamlandı ha!Gerçeğe gözünü kırpmadan yaklaşabilmek kocaman alınteri;yaratıcı,deneyici ve cesur bir çaba isterdi doğrusu.Önce bir sav ve akabinde bu sava getirilebilecek karşı argümanları da hesaba katıp,yanıtlarını da yazıların merkezine alabilmek gerçekten dikkat çekiciydi.Hiç yavana düşmeden,okur yorumlarına verilen yanıtlarla iç içe geçmiş bir yazı dizisini kotarmış olmak kanımca çok faydalı oldu.Bahsi geçen kitabınız da umarım en kısa zamanda pratiğe dökülmüş olur.Teşekkürler Sn.Arslanoğlu.Caner
31-01-2015 21:30 (32)
30 numara mta'dan (gerçekten kendisiyse) ilk kez anlam bütünlüğüne sahip üst üste birkaç mantıklı cümle... Gözlerim yaşardı, insan BU'nun eğitici gücü mucizeler yaratıyor. İsterseniz eski yorumlara bakın, düşüncemsi kavram kıvılcımlarından ibaretti, küçük patlamalar halinde, little bang de diyebiliriz, burada düşünceye evrilmiş. Müthiş! Tabii anlam bütünlüğü ve mantık bulunmakla birlikte, berbat bir gerici, ilkel postmodernist açılım ihtiva ediyor düşünce ve soruları, ama olsun buna razıyız. Üst üste dört yorum yazmış, ikisini yayımladık, öbür ikisi yazara sataşma ve aşağılama içerdiği için silindi. Sataşmalara ancak ölçülü olduğu sürece gerçek isimli kişilerin yorumlarında yayın hakkı veriyoruz muhterem mta (gerçekten sizseniz, buna inanamıyorum) Saygılar. Kaan A.
31-01-2015 23:12 (33)
Caner daha önce az çok gerçek olduğunu ibraz ettiği için bunca kaymaklı övgü editörlerce mi yaz(dır)ılıyor diyemeyeceğim ama ben olsam rahatsız olurdum. Gönüllerde kürsü sahibi iki hocamız iplememekte kararlı görünse de -hoş öteki ipledi de ne oldu- konuya müdahil olmaya devam edeceğim. Bu Lacan ve şürekasının bu üslupla ele alınması meheldir gerçekten, her ne kadar zamanlama olarak Mozaik'in 90 küsur yılında 12 eylül günlerini eleştiririmsi şarkı yapması misali faz kayması bulunsa da. Klasik "yaptık, koyduk, indirdik, inlerine girdik, bilimsel yaklaşım nah budur" TBD tarzını da bir kenara bırakalım, karşı tarafın yıllarca süren dokunulmazlığı, şişinmesi, giderek tecavüzü karşısında. Sene 76 mı ne, kızların evindeyiz; çay anne poğaçası olayı, üst sınıflardan bir bastıbacak, gözlerinde libidinal parıltılar, dilinden düşmeyen Freud. Kızlar adult oldular o aralar, biz top peşine döndük. Sene 81, tıp fakültesi, Murat Belge, türkçe kültür dersi; James Joyce, T.S. Elliot, dillerde: her +
31-01-2015 23:14 (34)
babayiğidin harcı değil bunlar, herkes anlayamaz. Sene 86 uzmanlık hayalleri, her entel psikiyatri istiyor, Saffet rock star, (onun görüşü değil, müritlerin gerisi) "psi" diyemeden "antipsikiyatri" yapıştırılıyor, hocalar elektroşokçu, alem Guguk Kuşu. Derken Lacan, Foucault (şimdi Fuko yazsan aynı hava olur mu? Türkçe felsefeye müsait değil). Bunları da herkes okuyamaz, anlayamaz, hikmet anlaşılamamada, önce Saussure, Deleuze bitecek. Bir tıp öğrencisi arkadaşın Lacan seminerine girip nasıl psiki-msiki'den koptuğumu hatırlıyorum. Her ne hikmetse ekseri rober kolecliydi bunlar. Sonra mı? O arkadaş yabancı firmada medikal bişeylik yaptı uzun süre, on küsur yıldır sözleşmeli araştırma kuruluşu patronu. Boğaziçi biyomedikalden pieyçdisi var, arada ders filan veriyor, oranın da akademisyeni yani. Prof mrof hikaye ya... 20 yıldır ben araştırma yapıyor, mümkün kılıyorum, onlar para kazanıyor. Hepsi yalan tabii, Ekinci yazmıştı da, o da ayrı konu. Yine rol çaldık, pardonnez. YÜ
31-01-2015 23:14 (35)
27'nin daveti üzerine dokunmak icap etti. Yere sercez bir kilim, izlicez bilim yerine filim, ama sakın suiistimal olmasın dilim. Okşan
31-01-2015 23:41 (36)
Okur arkadaşlar, isimsiz veya gerçek ismi bilinmeyen rumuzlu arkadaşlar başka isimli veya rumuzlu yorumcular hakkında tacizkar sorular, çıkarımlar yapamazlar. Buna ancak isimli yorumcular yaptığında izin veriyoruz. Eşitlik prensibi. Lütfen isimsiz ve rumuzlu yorumcular, başka isimli veya rumuzlu yorumcuları hedef almasınlar. Hedef göstermesinler. Örneğin bu bağlamda dbo'nun yorumu yayımlanmadı. Bunun benden yanası, senden yanası yok, eşitlik uyguluyoruz. K.A.
31-01-2015 23:50 (37)
Sadece 'Caner 'isim addediliyor, yetiyor ve korumaya alınıyor bu durumda öyle mi?neyden korunuyor, ne yazmışım ki sansüre şayan, o meçhul ya. E bana da Dursun diyelim, dbo yerine, bundan sonra.
31-01-2015 23:58 (38)
Sayın dbo veya dursun, kuralı burada on kere yazdık, anlattık. Siz takma isimle yazdığınızda bir yazıyı eleştirebilirsiniz, kendi fikrinizi söyleyebilirsiniz. Ama takma isimli şahıslar başkalarına (isimli-isimsiz) sataşamazlar. Bakın gerçek isimli kişiler birbirlerine basbayağı dalabiliyorlar. Bakın 13. kez yazıyorum: İsimli insanları isimsizlere ezdirmeyiz. İsimsiz insan sınırını bilecek. Caner'den ne istiyorsunuz? O size sataştı mı? Bir kişiye sataştı mı? Onu gündeme getirmek en basit ifadeyle saygısızlık. Sitenin kadrolu elemanı mıymış? Bu ne densizlik. İsimsiz kişiye ne başkasına taciz hakkı var ne de site yönetimini suçlamak. Buna fikir mi diyorsunuz siz. Kim olduğunuzu bilelim, o zaman küfretmedikçe istediğinizi yazabilirsiniz. Anlaşılmıştır sanırım. Saygılar. K.A.
01-02-2015 00:04 (39)
yayımlanmayacak evet!
02-02-2015 15:49 (40)
abiler, ablalar, kardeşler, kilometrelerce yazı ve yorum arasında belki kısa, kolaycı ve hatta "kaçak" görülebilir ama benim bir "onun da belli taraflarından yararlanılabilir" yahut "o da lazım" diyebileceğim "geniiiş" bir anlayışım vardır. kimseye müritlik vb. etmeden her şeye/herkese eleştirel bakarak, tüm yazarların/çizerlerin veriminden öğrenmeye çalışmak diyelim. birinci el kaynaklar da olur, ikincil aktarımlar ve onların eleştirileri de. lacan'dan da, althusser'den de, freud'dan da, kaan'dan da öğrenmeye bakarım, freud'u da, lacan'ı da, althusser'i de, kaan'ı da eleştirel gözlükle değerlendirmeye çalışırım. farklı dönemlerde, farklı okuma deneyimleri ve birikimler nedeniyle bu eleştirilerin içeriğinde, tonunda, şiddetinde vb. değişiklikler de olabilir elbette. kendimi de eleştirmeye çalışırım bu arada haliyle. neyse, kısa olacak dedik ama uzatmaya başladım. yedi bölüm sonunda, elinize sağlık cümleten. kaan'ın da, lacan'ın da, lacancıların da! orta yolcu, ultra solcu ali mert :)
03-02-2015 21:25 (41)
Kaan şu post modernizm senin için ne anlama geliyor bi aydınlatabilir misin mutluhan
04-02-2015 09:22 (42)
Postmodern: sevmediğimiz kişi filozof yada sanatçıysa, onu anlatırken ağız dolusu kullanabileceğimiz bir sıfat. Liberalden hallice anlamına gelir. Entel, liboş, burjuva, sermayenin adamı eskidi. Cro-magnon var yenilerden. Kullananı akıllı, okumuş, rakibini kazma gösterir. Velhasılıkelam, postmodern uzun bir süre, yeni fikirleri anlamadığımızda kendimizi iyi hissettirecektir. Diyalektiğinizi severim. ME
04-02-2015 09:41 (43)
Mutluhan, anlatayım. Bir kere 42 numaradaki ME rumuzlu arkadaşımızın yaptığı bir postmodernizm denemesi, ama olmamış, onunki cahilliğe giriyor. PM tam bu değil. Postmodernizmi İnsancıl dergisinde 1992'den beri yazdığımız makalelerle eleştirmeye başlamıştık, şimdi artık internette nereye girseniz beş dakikada fikir edinirsiniz. Postmodernizm felsefede benin tanımımla, inanışları, mitleri, dinleri, günlük söylemi (42 ve benzerlerinin her gün ürettiklerini) bilimle eşdeğer, hatta bilimin önünde kabul eden, bilimsel yöntem ve mantığı hiçe sayan her türlü yaklaşımın Avrupai modern tarzda süslenmiş halidir. Biraz bakarsan Lacan da bu akımın mimarlarındandır. Ben böyle söylüyorum ama, benden önce çok kişi zaten söylemiş, bunu saptamak için alim olmaya gerek yok, Alan Sokal'dan önce de çok kişi söylemiş, nitekim Alan Sokal deyince kimse "Lacan yanlış olabilir, ama PM değildir" diye itiraz etmemiş. Wikipedia'ya da bakabilirsin. Sevgiler. Kaan A.
04-02-2015 10:10 (44)
Kaan bunları biliyorum da, neden post modernizm bu dönemde peydahlandı? Zamanın ruhu haline geldi? Bunun toplumların ekonomik yapısındaki dönüşümle, şehirleşmeyle vb. ilgisi var mı sence? Yani günümüzdeki post modern saçmalıkların tüm müsebbibi birkaç yazar-filozof ve psikanalist mi? Onları bu derece toplumu dönüştürecek bir güce eriştiren ne o halde? Üretmeden tüketen, doğal çevresiyle mücadele etme yetisini yitirmiş, alabildiğine bağımlı bir bireyin post-modernizmin kucağına düşmek dışında bir kurtuluş yolu varsa bizi bu konuda aydınlatın lütfen sitenin anti post-modern yazarları. Mutluhan.
04-02-2015 10:16 (45)
Mutluhancım, önden sen buyur, sen bize öğret, post-modernizmden nasıl kurtulacağız? :)) K.A.
04-02-2015 10:39 (46)
Kaan kaçamak dövüşme, sorularım net, madem bu işi bu kadar iyi biliyorsun ve insanları damgalıyorsun, bunun nasıl oluştuğunu da anlat bari. 3-5 kişinin yazılarıyla ortaya çıkıyorsa bu müsibet, biz 50 kişi yazalım ve bu işi bitirelim, insanları da bu müsibetten kurtaralım o halde. Bu mümkün mü sence? İnsanların dünyaya bakışları ile içinde bulundukları ekonomik gerçeklik arasında bir ilişki var mı? İnsanlar kitlesel olarak ekonomik gerçekliklerinden nasıl bağımsız hale gelebilirler? Mİ
04-02-2015 10:53 (47)
Mutluhancım, akşam içkiyi fazla mı kaçırdın. Mizah yaparak (en hoş savunma düzeneği) absürd ötesi çıkışını yüzüne vurmamaya çalıştım. Ben mi insanları damgalıyorum. Lacan'ın postmodernizmin babalarından sayıldığını dünya alem biliyor (bana büyük önem atfetmen de güzel ama) bir sen bilmiyormuşsun. Kapitalist ideolojinin iliştirimiş resmen kabul edilmiş muhalifidir kendisi. Bunun taş örücülerinden. Muhalif ayaklarında. Bütün liberal akademi onu ders olarak okutur, kafaları karıştırsın diye. Senin dediğin şey öyle mantıksız ki, kapitalizmi yıkamıyoruz, kapitalist ideoloji hakim... eeee? Hepimiz yazmayı, çizmeyi, onu eleştirmeyi bırakalım o zaman, bunun iler tutar yanı var mı allah aşkına? 3-5 kişi yazınca kapitalist ideoloji hakim olmuyor Mutluhancım, bunun alt yapısı, ekonomisi var, onun üstünde de milyar dolarların döndüğü, on binlerce "entelektülin" bayağı bir para götürdüğü çok büyük bir sektör var. Ödül rezaletlerini yazıyoruz da ne değişiyor mesela? Yazmayalım mı? K.A
04-02-2015 10:56 (48)
Her konuda aynı şey. Lacancı dünya ölçeğinde her yıl on binlerce sayfa yazar, on binlerce kişi, oradan kariyeri, malı götürür, biri bir eleştiri yazdı kı, vaaaay, sen felsefeye karşı mısın, düşünceye karşı mısın, bu dünya değeridir. Hiç mi laf etmeye hakkımız yok, dünya değerleri bunlarsa dünya niye bu kadar boktan diyemeyecek miyiz. K.A.
04-02-2015 12:16 (49)
Yahu kim Lacan üzerinden parayı götürüyor anlamadım, Orhan Pamuk mu Lacancı, Doğan Hızlan mı, Can yayınlarından çıkan eserler mi? Beni kastediyorsan Lacancı oldum olalı bir tatil parası kazanamadım yazmış olduklarımdan. Senin Lacan'a atfettiğin, Lacan'ın tüm dünyayı dönüştürücü gücü nereden geliyor? Ben şimdi IŞİD'e katılanların psikolojisi üzerine yazsam IŞİDci mi olacağım? Gözlem yapmış adam, demiş ki bu ekonomik ortamda, bu toplumsal düzende bu tür insan kişiliği çıkar. Bu gözlemi yaptı diye insanları o hale getiren o mu oluyor? Olayı bu kadar tersinden alıyorsun ya Kaan, senden ala post-modernist göremiyorum ortalıkta, iliklerine işlemiş senin post-modernizm de farkında değilsin. Mİ
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210929
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.