Sosyalistlerin birliğini değil ayrılığını savunmuşumdur. Çünkü ne zaman sosyalistler birleşse hayırsız olmuş, sol daha da gerilemiştir. Umarım bu kez utandırırlar.
Daha ileri bir şey söyleyeyim: Sol ancak birbiriyle çatıştığında ciddi bir güç demektir ve güçlenir. Sol içi çatışmalar çok olumsuzdur ve bundan hep üzüldük, zarar gördük. Ama gerçek tek yönlü değildir, sol içi çatışmalar bazı sol yapıları güçlendirir, solun kalkışma dönemlerinde olur, solu güçlendirir. Eski TİP’in birkaç yılı dışında ülke ve dünya sol tarihi bunun örnekleriyle dolu. PKK 1500’e yakın solcu öldürerek böyle güçlendi. Aydınlık solcuları hain ilan ederek, ihbar ederek, öldürerek taraftar kazandı. Dev-Yol hakimiyet alanları kurdu ve rakiplerini dövdü, öldürdü, sindirdi. Ötekiler de aynısını yaptı.
Şimdi bakıyoruz, birçok solcu grup, daha dün partiyi ikiye bölmüş olanlar bile kuzu kuzu oturmuş konuşuyorlar. Çünkü iktidar sahaları yok, iktidar azimleri yok. O yüzden TKP’nin hep sürüden ayrılmasını savunmuşumdur. Denediler, ama sürdürecek siyasi cesareti gösteremediler. TTB’nin apaçık tüccar politikalarıyla bile ayrışmaya cesaret edemediler.
BHH’nin olası en olumlu işi sosyalist hareketi PKK ve CHP çizgisinden ayrıştırmak olabilir. Eğer KP bu doğrultuda ÖDP’yi HDP’ye yedirmemek, bağımsız sosyalist çizgiye çekmek için bir hamle yapmışsa, ne ala. Fakat bu çok zor görünüyor. BHH’nin ömrü ilk büyük Kürt krizine kadar sürecek görünüyor. Kürt ayaklanması çıkarsa veya ülke bölünürse bu konuda 180 derece farklı düşünen BHH’cilerde birlik kalır mı? Dua etmekten başka çaremiz yok. BHH kriz çıkana kadar yumuşak ortamda yaşar. Ülkenin en önemli siyasi sorununda Kürtçü müyüz, sosyalist mi, yoksa Türk milliyetçisi miyiz, 30 yıldır bir türlü karar verememiş insanlar toplanmış. Hiçbirinde ama hiçbirinde biz şuyuz ve kırmızı çizgilerimiz budur diyen ve bunun için gerekirse çatışmayı göze alan irade yok. Böyle bir netliği dosta düşmana gösterdikten sonra birlik de yap, o zaman o birliğin bir anlamı olur. Hem Kobani eylemlerini savun hem Gezi’yi, olmaz öyle şey! O zaman Gezi’deki çok büyük bir çoğunluğu hiçe sayıyorsun demektir. Bu yanlış diyorsan, onu da net söyle, bütün halk görsün. Yeni bir Kobani çıkarsa Gezi’nin çoğunluğunu terk ederiz diyor musun, demiyor musun? DEVRİMCİ SİYASET BU DEĞİL!
CHP konusunda da hiçbiri dürüst değil. Her seçim dönemi bir grup sosyalist CHP’yle pazarlığa başlar, bir grup PKK’nın peşine takılır, bir grupsa kendi başına seçime gider, “CHP’ye oy vermek sola ihanettir” der. İlk iki grubu siyaseten anlayabiliriz de, üçüncü gruptaki TKP’yi anlayan var mı içinizde? CHP’ye oy vermek sosyalizme ihanettir, fakat seçimin ertesi sabahına kadar. O sabah CHP içindeki “sosyalist” milletvekilleriyle flört başlar. Buradaki yorumcu arkadaşlarımızdan Ç’nin dediği gibi KP önderleri partiyi gençlere vermediler, ama şimdi CHP milletvekillerine yönettiriyorlar.
Şimdi bu tip “sosyalist” milletvekillerinin bazıları BHH içinde. Halk sormaz mı Cihaner’e: “Denizli’den CHP oylarıyla milletvekili seçildin, seçim bölgende bir işin ucundan tutmadın, şimdi şehirler üstü sosyalist lider oldun. Hani CHP’cilik sosyalizme ihanetti?” Halk bu kadar yampiriliğe sıcak bakmaz arkadaşlar.
Bu kadrolar 40 yıldır ülke sosyalistlerini yöneten, Kürt hareketi kuyrukçusu, CHP’den milletvekilliği ve çıkar koparma derdinde, ama aynı zamanda sürekli CHP aleyhinde çalışan ve son derece başarısız kadrolar. Gençler gerçekten devrimciyse, bunları en çok danışma kuruluna alır, söz söyleyeceklerse çok kısaca konuşturur, gençler ne yapacaklarsa kendi anlayışlarına göre yaparlar. İş böyle değilse orada devrimcilik yok demektir.
Bizim gibiler, her koşulda iktidara muhalif oldukları için, kapitalizme karşı oldukları için, BHH’nın da iktidar karşıtı her hareketine, anti-kapitalist her duruşuna sevineceklerdir. Olağan duruşumuzla zaten ona bir ölçüde destek de çıkmış oluruz. BHH mevcutların içinde en iyisi (şimdilik-şu an-yarın değişebilir), onu destekleriz diyorsak maksadımız budur. Yoksa bu hat ve içindeki çoğu kişi bizim gibilerin ideolojik düşmanıdır, saklamak yanlış olur.
BHH daha baştan devrimci yönü zayıf, sosyalist duruşu şüpheli, başarı şansı çok düşük bir hareket gibi duruyor, umarız bu kez utanırız. Çünkü 30 yıldır yargılarımız, tahminlerimiz sürekli haklı çıktığında, gerçi utanmaktan kurtuluyoruz, fakat daha da zayıflıyoruz, etkisizleşiyoruz ve üzülüyoruz.
Kaan Arslanoğlu (Bu yazının başına sonradan eklendi / 28-12-2014 -20.00 )
Buradaki yorumculardan G, anlatmak istediğimi tek cümlede özetlemiş. Liberal değilim, diyor; "Eylemde en önde olan liberal olur mu?" İŞTE TAM BU: Günümüz solcuları aktifleşince kendilerini daha devrimci sayıyor. Liberallik aktifliğe pasifliğe bağlı bir şey değil ki. Eylem olabilir, ama eylemin baskın karakteri nedir? Gezi hareketi ve devamındakiler çok güzel şeylerdi, ama sosyalist bilinçten çok çok uzaktı. Bu eylemlerin birçoğunda en önde pek ala liberaller vardı. Eylemine göre dinci, faşist, sosyalist herkes muhalefetin en önünde yer alabilir. Birleşik Haziran Hareketi kurucularına bakıyoruz. Siyasi öngörüleri sürekli yanlış çıkan bildik isimler, bazıları tescilli liberal (aslında büyük çoğunluğu liberal). Niye liberal diyoruz? Düzen güçleriyle ittifak yapmaksızın salt sosyalist mücadeleyi hiçbiri birkaç yıldan fazla sürdürememiş. On yıllardır anlatmak istediğimiz, pek çok örnek verdiğimiz devrimci sosyalist mücadele ve örgütlenme bambaşka bir şey.
Şu anda yapılanların hiçbiri tam bu değil. O tarz kadro siyaseti, yaşam tarzı, cesaret türü, tüm bunların üstünde siyasi-ideolojik hat bambaşka bir şey. Devrimci hat çok daha net ve köşeli bir hattır. Bu ancak yaşanarak ve yaşatarak gösterilebilir. Ben bu örneğin örgütlenmesini kuracak yeterlikte değilim. Rahatımı çok fazla bozmak da istemiyorum, yani ...üm yemiyor. Ama rol de yapamam, bugünkü tarzın AKP karşıtı olarak bile oyalanma olduğunu saklayamam. 80 sonrası bu çizgiye biraz TKP yaklaştı, şimdi uzaklaştı. BHH'nınki gibi ortaya karışık bir siyaset 30 yıldır solun en ciddi hastalığı. Tüm öteki soruları unutun, şunlara yanıt verin: 1- BHH, PKK-BDP'yi müttefik mi belliyor, yoksa mücadele edilecek bir düşman mı? İçinde her ikisini düşünenler olduğu gibi, aynı anda her ikisini düşünenler çoğunluk- bu da tam bir ciddiyetsizlik. BDP-AKP sürekli flörtüne ve olası büyük tehlikeye ne deniyor? DEVRİMCİ SİYASET BU DEĞİL!
2- Erdoğan bir diktatör, AKP rejimi faşizm mi, yoksa o kadar değil mi? Birincisiyse Cemaat dahil herkesle ittifak yapmanız gerekmiyor mu? Solda bunu yapanlar var. BHH ise her dakika her kafaya göre ayrı telde. 3- Esas problem Erdoğan değil ABD ise ABD ve Cemaate karşı Erdoğan'la işbirliği yapılabilir mi? Bunu da yapan çok- BHH içinde yapanlar da var. 4- Gezi hareketine katılanların yüzde seksenine yakını CHP'liydi. Niye CHP, BDP kadar sempatiyi hak etmiyor? Bu sorulara yanıt yoksa neyin siyasetini yapacaksınız?
Sonuç: Biz en çok BHH'yız, bu kadarız. "Genç kuşak gelsin bütün bu eskimiş kadroları silsin süpürsün" diyordum. Vazgeçiyorum, çünkü genç kuşaklar da liberal. Bu kafayla "devrim" yapsalar siyaseten ve ideolojik olarak tın tın, daha kötüsü liberal durumdalar ve iktidarı o gün burjuvalara teslim ederler. Biraz devrimcileşseler o da kötü. Gerçek sosyalist devrimci bir güç doğsa egemenler bunu şimdikinin onlarca katı şiddetle bastırmaya çalışır. O kanın vebalini üstlenemem. Üstelik o zaman beni de öldürürler. Yani? Böylesi iyi. Muhalefet yapıyor muyuz, yapıyoruz, eylem yapıyor muyuz yaptık yapıyoruz (siz devam edin, daha çok yapın, yalnız şu sıralar grip oluyorum, katılamayacağım) Var olan solu eleştirip durmanın ise hiç bir manası yok, böyleyiz. Tatavaya ara vereyim. Muhalefette ne varsa en iyileri desteklemeye devam edelim. İşler iyi gitmese de çok zarar görmüyoruz, olduğu kadara devam, herkese saygı selam. Kaan Arslanoğlu
(Bu yazının 177-180 nolu yorumları)
Pek çok kişi sordu: TKP niye bölündü? Yorumlarda da görüyorsunuz, bazılarına mecburen cevap veriyorum. Sizin bildiğinizden daha fazla bilmiyorum diyorum. O zamandan beri izliyoruz. İki taraftaki yazılar da aynı. Her şeye aynı bakıyorlar. Öyle ortadan eşit bölündüler ki iki tarafta da sevdiklerim sevmediklerim aynı oranda. Önceki yorumda da belirtmiştim, Kemal’i de severim Erkan’ı da. Fakat konu sevme sevmeme işi değil. İki tarafta da Kürt hareketine sempatiyle bakanlar var. İki tarafta da basbayağı ulusalcılar var. (Ulusalcılarda da Cemaat bahanesiyle iktidarla anlaşma tutumu var) En önemli konularda ayrı düşünüyorlar. Ama ne iki taraf arasında, ne bir taraftaki bu farklı görüşler arasında bir tartışma göremiyoruz. Bu asla kabul edilemez bir durumdur. Halka karşı sorumluluk bu değil. Bu yolla gelişme sağlanamaz. Temel sorunları hasır altı eden “her şey yolunda” geleneği demek ki devam ediyor. Bunları ima ettiğimizde büyüklenen tavırlar: “Uzaktan bakınca tabii öyle görünür.” Nereden bakacaktık, dışarıdaki vatandaş nereden bakarsa biz de oradan bakacağız. Bir taraf diyor ki “Biz Gezi’de çok iyiydik” (Gezi bitti, zaten liberaldi, ne anlamı var?), öbür taraf “işçi sınıfını temel alan sağlam siyaset” (30 yıldır dinliyoruz, icraat bekliyoruz) Sonuç: Bazı dostlar dalga geçiyor: “Sizinkiler Kemalciler, anti-Kemalciler olarak ikiye ayrılmış. Böyle parti mi kurulur?” Aranızda kavga etmeyin, bu güzel de, bu sorulara cevap verecek sizsiniz, bizler değil. Kaan Arslanoğlu
(Bu yazının 145-146 nolu yorumudur)
Orhan Pamuk’un Boğaziçi Nazım Kültür Merkezi açılışına davet edilmesine KP ve HTKP tepki gösterdi. Herkes göstermeliydi, ama bu kadarı da güzel bir şey. Kutlarız. Ne var ki aşırı sağcılığı deşifre olmuş Orhan Pamuk esas problem değil bizim için artık. Ülkenin esas gündemine, ideolojik saflaşmaya sessiz kalan sol aydınlar esas sorun. Pratik siyasi mücadele ideolojik mücadelenin çok gerisinde seyrediyor. Bu özellikle sosyalistler için on yıllardır böyle. O zaman ideolojik alanda sessizseniz günlük siyasette ses çıkarmaya çalışmanızın pek bir anlamı yok. Orhan Kemal roman ödülünde sessizseniz, kendi gazetelerinizdeki Pamuk övgülerine ses laf edemiyorsanız, Tıp BU Değil tartışmasında karşı taraftaysanız, toplumsal hareketlerin sınıfsal yapısı sizi ilgilendirmiyorsa, yoksullarla birlik için bir programı tartışmıyorsanız sosyalistliğinizin siyasi anlamda da bir geçerliliği yok. Birgül Ayman Güler hanım tam da şu günlerde demeç vermiş, (ne devrimci bir çıkış!): CHP 30 Mart’ta Cemaatle işbirliği yapmış. Bunu herkes biliyor. Tümüyle onaylanacak bir şey de değil bana göre. Ama o zaman ve bugün boykotçuların en azından bir kısmının iktidarla ve Erdoğan’la işbirliği yaptığı da en az bunun kadar gerçek. Onu niye gizliyorsunuz? Kartların kapalı olması en büyük yanlış, hadi açık oynayalım. Hangisi daha ayıp? Ergenekon tartışmalarında hep aynı yerdeydik, eski ayıplı iktidara bindirmek mi doğru (liberaller böyle yapıp AKP'ye arka çıkmıştı), yoksa bugünkü iktidara karşı olmak mı esas? Eski iktidar gücüne yüklenince ne oluyorsunuz siz? (96-97 nolu yorumlara da cevaptır)
Kaan Arslanoğlu
(Bu yazının 114-115 nolu yorumudur – sonradan eklendi)
Bir okurumuz uyardı: Bu işlerde ajanlık etmenini daha öne çıkarın! O konuda kafam karışık. Liberallik ajanlıktan da olabilir, desebrasyondan da. Bizim liberaller doğuştan veya müdahaleyle deserebre vaziyettedir. Yani beynin en üst tabakası olan korteksle düşünmezler, omurilikten düşünürler. İddialar şöyle ki, birtakım aydınlar gizli servislerce kandırılmakta ve bazı tekinsiz yerlerde desebre hale getirilmekteymiş. Bunu daha uygar yöntemlerle yapan Boğaziçi ve Bilgi Üniversitesi gibi merkezler de bulunmaktaymış. Bu gibi güzide aydınlarımız desebrasyona getirildikten sonra medya starı olarak parlatılıyormuş. Komplo teorileri tabii. Çok da üstünde durmamalı. Güya bu kişilerin konuştukları bir tümcenin ötekini tutmaması, sürekli laf gevelemeleri, anlaşılmaz söylemleri bundanmış. Ezberledikleri üç beş kavramı devamlı yinelemeleri ve künt bir duygulanımla aksi yöndeki tüm mantıklı bilimsel kanıtlara karşın direnmeleri de o sebepleymiş. Bakınız: Desebrasyon Rijiditesi. Aklıma bazı starlarımız geliyor da komplolara inanmayan beni bile şüphelendiriyor. Mesela Nuray Mert şöyle şeyler yazmış: “Evrimin öğretimi demokrasi için şart… Tek kelime ile son derece dayatmacı bir anlayış ve davranış. Onun ötesinde, sergilenen, pozitivist, bilim budalalığı… Bilim, varoluşla ilgili soruların cevabını vermez, veremez. Bu, felsefe, yani spekülasyonun alanıdır. Bu alanda fikir yürütülür, hiçbir şey ispat edilmez, doğrulanıp, çürütülemez. Evrim teorisi de, adından da anlaşılacağı gibi bir 'teori'dir, yani varsayımdır.” Ece Temelkuran da bir yerde şunu söylemişti: “Radikal kötülük karşısında utanç ve şaşkınlıkla ağzı dili kuruyan, aralarında Adorno, Freud ve Arendt'in de bulunduğu bir grup Almanya kökenli filozof, ömürleri boyunca şu soruyu sordular ve bir külliyat oluşturdular: İnsanoğlu neden ve nasıl bu kadar kötü olabilir? Kötülüğün kaynağı nedir?" Örneğin Ece Temelkuran yaşamında bir kez bile acaba evrensel kötülüğün kaynaklarından biri de Freud’u dinsel bir huşu içinde takip etmek midir diye düşünmüş mü? Freud kendisi kötü bir insandı ve teorisi de şarlatanlıktı. Müjdeleyelim: Freud konusunda çok yazdım, ama yetmedi. Bu konuda daha kapsamlı yazacağım, ki görülsün kötülüğün kaynağı. Sonuç itibariyle kararsızım. Kayıp Devrimin Öncesinde romanında bizdeki liberal ideologların kavgalarının gizli servisler çatışması olduğunu anlatmıştım. Roman piç edildi, fazla okuyan yoktur sanırım, lakin sola da bol ajan girdiği giderek kuvvetlenen bir kuşku. Tartışmaya çalıştığımız şeylere bu kadar direnç gösterilmesi desebrasyondan fazla bundan olabilir. Ajanlara karşı mücadele tatsız, tehlikeli, sonuç alması güç bir mücadele. Her an sizi de kaçırıp desebre edebilirler. Yazılarım anlamsızlaşırsa, o belli sekiz on kelime ve üç beş tema yinelenmeye başlarsa ilk bundan kuşkulanın. Büyük medyada hızla yükselirsem, olay kesin demektir, o zaman beni kurtarın. Kaan Arslanoğlu
(Bu yazının 90-92 numaralı yorumu – sonradan eklendi)
Sayın Ç, 90’lı yıllardan kuyruk acım var. Bunlar benim gibi saf sosyalist durmak isteyenleri o dönem çok ezdiler. ÖDP bütünüyle sol liberalizmin kalesi olarak kuruldu, hala öyledir. Eski SÖZ dergilerini bunun için karıştırıyoruz, geçmişte ve şimdi Birgün’ün ondan farkı yok. Düzene “sol” ideolog yetiştiriyorlar, sonra Taraf’a, yandaş basına transfer ediyorlar. Ligin Gençlerbirliği’ler mübarek. TKP’nin bu orta sınıf baskısından kurtulmasıyla nefes almıştık; şimdi HTKP ÖDPleşiyor, TKP de ondan geri kalmamak istiyor. Marksist, Troçkist, anarşist, hatta ulusalcı ve Stalinist görünümlü liberaller cenneti burası. Liberal olmak emek-sermaye, sosyalizm- kapitalizm baş çelişkisinin önüne özgürlük söylemleri koymaktır. Bireysel özgürlük, etnik özgürlük meselelerini öne çıkartıp dikkatten kapitalizmi kaçırmak demektir. Liberal olmak çok ayıp değil, ama adını koyalım, kim nedir bilelim. Birçok ÖDP’li dostum var, ÖDP’ye düşman değilim, ama onun biraz devrimcileşmesi için TKP’nin kendine gelip baskı yapması lazım. Yoksa liberallik alır başını gider. 90’lı yıllarda sosyalist bilinci mahvettiler. Kalitesizliği, yüzeyselliği, ağlak popülist solculuğu başımıza bela ettiler. PKK’yı dev ettiler. Aynı kabus geri döndü. Kim yaptı bunları, eski SÖZ dergilerini, o ilk Evrensel gazetesini çıkaranlar. Bakın o günlerde başımıza musallat ettiklerinin dörtte üçü AKP’ci olarak karşımıza çıktı. AKP’yi dev ettiler. Hep belli aydınlar, sanatçılar, medyacılar eliyle. Birçoğu profesyonel, yarı-profesyonel ajan olan bu sağ liberalleri star yapan aklı evvel sol güçler yine benzeri senaryolar içinde. Eskileri parlatıyor, yenileri yetiştiriyorlar. Kaan Arslanoğlu
(Bu yazının 53-54 numaralı yorumları – sonradan eklendi)
Elimde SÖZ dergisinin 1995 tarihli bir nüshası: Ara ara bunlardan başka tarihli sayılar da veririz tartışma derinleşirse. Merdan Yanardağ HADEP'in seçim barajını aşacağını ve sonrasında tüm ülkede devrimci bir dalga yaratacağını ileri süren ateşli bir yazı yazmış. Sadece bu sayıdaki kankalarından bazıları bir yığın "devrimci" "sosyalist" isimle birlikte şunlar: Murathan Mungan, Hale Soygazi, Lale Mansur, Halil Ergün, İpek Çalışlar, Oral Çalışlar, Fatmagül Berktay, Cezmi Ersöz, Leyla Erbil, Akif Kurtuluş, Berat Günçıkan, Orhan Alkaya vb.. Sokakta HADEP gazeteleri satan büyük militan Orhan Pamuk'u tamamen ayrı tutuyoruz. Elimdeki nüshada adı geçenlerin en az üçte ikisi Kürt Hareketi'ne destek olmadıkları tüm sair zamanlarında AKP'yi desteklemiştir Gezi Hareketi'ne kadar. Bunlar aynı zamanda 80 sonrası anti-sosyalist orta sınıf sanatını da örgütleyenlerdir. Bizde belgesi ve devamı çok.. Kaan Arslanoğlu
(Bu yazının 50 numaralı yorumu)
Merdan Yanardağ "Liberal İhanet" diye bir kitap çıkarmış. Oysa Türkiye'de sol liberalizmi kuranlardan biri de kendisi. Keşke 90'lı yıllarda çıkardıkları SÖZ dergilerinin tıpkı basımını yapıp gösterebilsek. Orada vıcık vıcık entellik diz boyu, PKK hayranlığı-kuyrukçuluğu boğazlarına kadar, sol popülist piyasa sanatçılığı, aydın şımarıklığı boğacak kadar. Orada kimler ne herzeler yemiş, say say bitmez. Yanardağ yazmış: Liberaller ihanet etmiş de AKP'yi başa getirmiş! 80 sonrası ilk ihaneti kim yaptı bu ülkeye? Bir oyun oynanıyor ki sitcom mu trajedi mi anlayamadım. Herkes birbirine numara yapıyor ve numaralar pek ala tıkır tıkır işliyor. Liberal ihanet öyle mi gardaş! Ey gençler, ben dahil bu kuşağı soldan silmezseniz adam değilsiniz!
(Bu yazının 38 numaralı yorumu.. Sonradan eklendi)
İLK (ESAS) YAZI
Gündelik siyasetten iyice sıdkımız sıyrıldı, o halde daha derin mevzulara, daha derin siyasete daha derinden girebiliriz. Birbiriyle iç içe iki sorundan başlayalım: Edebiyat ve sansür…
Osman Çutsay
Sevgili Osman Çutsay yıllarca hemen her hafta telefon ederdi bana. Bir edebiyat dergisi şart derdi. Böyle esaslı ve gerçekten muhalif bir dergiyi ancak sen çıkarabilirsin. Tamam da, bunun maliyetini uzun süre karşılayamayız, daha önemlisi bunu güçlü şekilde yürütecek yeterli kadromuz yok. Para işi ayarlanır, derdi hep; yazarsa çok, ben bulurum...
Sonunda bu gazla ve başka talimatlarla “Sanat Cephesi “dergisini yeniden canlandırmayı denedik. Şevkle, gayretle. Ama fiyasko... Başarılı olamadık. Sonra “SoL Kültür” de denedik şansımızı. Kimi okur tepkilerinden korkuldu, sanat sevmezlik ve “kalitesizlik” tekrar başarısızlık getirdi.
En son yine Sevgili Osman Çutsay’ın da teşvikiyle İnsan BU’yu kurduk. Sansürden kurtulduğumuz ve paraya da fazla gereksinim doğmadığı için burası hiç fena gitmiyor. Ama Çutsay gene ortalıkta yok!
Ergin Yıldızoğlu
Modernist yöntemin püf noktalarını ondan öğrendim. O yolda beni en çok etkileyen yaklaşımı şu minvalde bir şeydi: Edebiyatçı eserini yaratır ve sonrasıyla hiç ilgilenmez. Kitabı az satmış, çok satmış; çok okunmuş, az okunmuş; beğenilmiş, beğenilmemiş… Gerçek sanatçı isyanını yapıtlarıyla ortaya koyar ve piyasaya meydan okur. Daha önce İnsancıl dergisinde de benzer tavsiyeler almıştım, zaten çekingen karakterime de uygundu, o telkinle iyice özgür yazdım, isyan ettikçe ettim. Kitaplarla, makalelerle. Vasata, edebiyat ortamına verdim veriştirdim. Uyumsuzluğu meziyet belledim.
Ama Yıldızoğlu hiç doğru dürüst isyan etmedi. Bulunduğu yerlere gayet uyumlu yazdı. Hele ki esas konumuz edebiyattaki kavgaya hiç girmedi. Belki demek istediği buydu; kayıtsız ol, demek istemişti, ben yanlış anlamıştım. Bir tek “Orhan Pamuk Kitabı”nı yazarken bize destek çıktı, sonra sustu. Bizim önemli gördüğümüz konularda susmaya devam ediyor.
Aydın Çubukçu
Sol sansürle ilgili yazılarımda Evrensel Gazetesi’nden niye hiç bahsetmediğimi bazıları sordu. Onlara bu defterimin yirmi yıl önce kapandığını, onlardan bir beklentim kalmadığımı söylemeye çalıştım. Ama madem sorular devam edecek, o taraftan da bir örnek vermek kaçınılmazdı.
Çubukçu gençlik idollerimdendi. 68 kuşağı efsanevi devrimcilerini neredeyse ad ad ezberlemiştim, kim nerede ne yaptı… Sonra aynı harekette mücadele etme, 80’den sonra da bizzat tanışma şansı yakaladım. İlk deneme yazılarım İnsancıl’la birlikte Evrensel Kültür dergisinde çıkmaya başladı. Böylece ilk sansürü de orada tattım. Şu “meşhur” karakteri insanın kaderidir teorim ve genetik belirleyicilik iddialarım ilk orada dillendirildi, ilk homurtular oradan yükseldi, sonra da yazılarım ötelendi.
Sonra bir Evrensel gazetesi çıkardılar ki... Evlere şenlik. Ne kadar karşı devrimci ideolog varsa doldurdular. Aramız iyice açıldı. Sonra bu ünlülerin liberal oldukları ve zarar verdikleri keşfedildi. Ardından aynı gazetede takma isimle birkaç yazı yazdıysam da eski tat yoktu.
Çubukçu, EMEP gibi kendini Kürtçülüğe kaptırdı, sonra baktık ki hiç hazzetmediği Orhan Pamuk’un savunucusu kesilmiş Nobel’den sonra. Siyaset işte… O Pamuk ki, Kara Kitap’ta bizi, yani Arnavutluk yanlısı devrimcileri bayağı bir kelbin mabadına sokmuştu. Ne ki sosyalistlerde ünlü şahıslara hoş görünme takıntısı bitecek görünmüyor.
Merdan Yanardağ
Keza sansür bahsinde Yurt Gazetesi’ne niye hiç değinmedin diye soranlara karşı, değerli Merdan Yanardağ’dan da söz etmek (gerçekten istemesem de) gereklilik.
Bir dönem Söz Dergisi’nde de dört beş yazım çıktı. Lakin derginin çizgisi beni çok rahatsız etmeye başlamıştı, bu sosyalist dostlarım alenen Kürtçülük yapıyordu. Gerçi o zaman Perinçekinden Aydemir Gülerine herkes sıkı Kürtçüydü. Bu çizgiye dokunduran birkaç yazı gönderdim. Yazılar önce sonraki aylara kaldı, ardından da kayboldu.
Çok sonra TKP dostu oldum. Yoldaşlar bir gün Kadıköy’de muazzam bir miting gerçekleştirdiler. Üniversitelerdeki dinci baskıları protesto için. Katılım 15 bini geçmişti. Ne ki Tuncay Özkan’ın muhalif televizyonu bundan kısa da olsa bir haber yapmadı.
Söz Dergisi’nin ve söz konusu TV kanalının yönetmeni Merdan Yanardağ’dı. Böylece medyacılarımızın aynı anda nasıl Kürtçü, Ulusalcı ve “Ergenekoncu” olabildiğini, ama sansür huylarının, bazı gündem ve fikirleri görmezden gelme alışkanlıklarının ne şekilde sabit kalabildiğini müşahede ettik. Bu tutum Yurt gazetesinde de sürdü.
Yerim sizin “daha önemli” gündemlerinizi
Bu sitede ve önceki birkaç yılda bizce çok hayati olan, aslında gerçek siyaset olan, şu gündemleri açmaya, şöyle tartışmaları alevlendirmeye çalıştık:
Orhan Kemal ve öteki edebiyat ödüllerindeki rezaletler
Edebiyatta-sanatta sol-liberal hegemonya, piyasacılık ve kalitesizlik
Gezi hareketinin liberal bir ayaklanma olduğu ve dolayısıyla sosyalistlerin, Birleşik Haziran Hareketi’nin onu fazlaca önemseyen tutarsız liberal bakışı
Kobani güzellemelerinin (ve dolayısıyla sosyalist hareketteki Kürt milliyetçisi iyileşmez damarın) sosyalist bilincin ve direnişin altını oyması
Solda sansür, sol medyanın pazara ve konformizme teslimiyeti
Futboldaki şike üstüne solun tutumu
Cumhurbaşkanlığı seçimindeki Kemalist tavrın Erdoğan’ın işini bir hayli kolaylaştırması
Sistem ve hükümetin organize ettiği sağlık ve tıp çarpıklıkları, solun bilimdışı ticari düzenden yana tavrı: TIP BU DEĞİL
Solun değiştirilemez küçük burjuva-orta sınıf karakteri ve buna uygun siyasi refleksleri…
Yukarıdaki maddeleri hiç düşünmeden bir solukta yazdım. Açtığımız ve yaygınlaştırmaya çalıştığımız tartışma başlıklarına üç dört ek daha yapabilirsiniz.
Bunlardan hiçbiri yukarıdakilerin hiçbirince görülmedi (Evrensel Kültür edebiyat ödülleri konusunu yazdı sadece), soldaki yaralı parmağı dezenfekte etmez yazarlar bunları biyopsiye, otopsiye değer bulmadı. Hepsi yüzlerce başka konuda yazdı, o işlere girmedi.
“Ben kalitesizliğe yenildim”
Önemli bir siyasi dostum telefonda aynen bu cümleyi kurmuştu yakınarak. Kendisine sonuna dek katılıyorum, kalitesizliğe yeniliyoruz her gün ve bir bakıma hepimiz kalitesiziz, en azından kalitesizliği yenecek kalite gösteremiyoruz. Fakat hiç değilse inatçıyız ve direniyoruz.
Tıp Bu Değil deyince aklıma geldi, değerli Yavuz Alogan’a da dokunmadan geçemeyeceğim. O da yukarıdaki topların hiçbirine girmedi, formasını kirletmek istemedi, bizim çamurluğumuzdan uzak durdu. Fakat iyi biliyorum ki, Tıp Bu Değil kitabını beğenmişti, hatta kendi yayınevine aldırtmak istemişti. Ve hakkında üç beş cümle dahi yazmadı, devrim inşa eden sayısız yazılarında Topal Osman’ın torunu olduğundan bile bahsetti, sağlık konusu ilgilendiği bir alandı, ona rağmen bizim tartışmadan bahsetmedi. İnsanın içinden gelmez mi? Türk entelektüeliyse gelmez.
Türk entelektüeli matematik dehası sayılmasa bile iyi birer hesap uzmanıdır. Ne dersem en yüksek girdi elde ederim, ne demesem hangi köşede hangi çıktıdan sakınırım…
Ya bizden yana saf tutarsınız ya karşı taraftan
Osman Çutsay telefon görüşmelerimizde bana şunu söylerdi aşağı yukarı: “TKP’lilere kızıyorsun, ben de kızıyorum ama, sadece bir şey bile onların arkasında durmamıza yeter. Türkiye’de gerçek solculuğun onayını onlar veriyor. Çok güçlü olmasalar da sağlam duruyorlar, ayar veriyorlar. Onlar böyle durduğu sürece kimse solculuğu oraya buraya eğemez. ” Haklısın diyordum. (Yazıları ulusalcı görülüp SoL’da bayağı tepki çekiyordu ve sansür tehdidi altındaydı; onu, daha doğrusu Yıldızoğlu dahil her yazarın aykırı yazma hakkını en çok savunanlardan biriydim o zaman; son yazılarındaysa Kobanili olmuştu Çutsay!)
Ancak sevgili Osman, şu yukarıdaki tartışmalar var ya, oradaki duruşumuz var ya, sana iddialı gelebilir, buna ileri yakın tarih karar verecek, ayar bunlara göre belirlenecek. Notları şimdi biz veriyoruz. Komünist, sosyalist merkezlerimiz çok ama çok önemli gündemlerinin peşinde koşarken yirmi yıl öncesine, liberal özlerine rücu etti. Yargı kişisel vicdana, bilince kaldı yine. Bütün bir toplumun, aydınların, muhalefetin, solun notları bu gibi yerlerde, burada veriliyor. Ona göre.
Şimdi okumakta olduğun yazıları binler okuyor, ilerde on binler, belki yüz binler okuyacak. Kişileri ve grupları ona göre yargılayacak.
O yüzden “yeni sinsiyet” güzelmiş, görmedim; “suskunluk suikasti” yahşiymiş, duymadımla kimse kurtaramayacak. Bunlar yazıldı, kalacak.
Kaan Arslanoğlu