Denizde soykırım (Holocaust at the sea)

            Denizde soykırım (Holocaust at the sea)

 

            İnsanlık tarihi dram niteliğinde sayısız olayla şekillenmiştir. Ya da ironi yaparak henüz şekillenememiştir demek daha doğru olur sanırım. Tarihte sadece kendi yanlışlarımızın yarattığı sonuçlardan mesul olduğumuzu varsayarak sıyrılamayacağımız utanç duygusunun en derin hissedilebileceği olaylardan biri Struma. Almanya-Romanya-Türkiye-İngiltere-Filistin ve Sovyetler Birliği’nin doğrudan rol aldığı tüm dünyanın öylece seyrederek ortak olduğu 769 kişinin 72 gün boyunca dondurucu soğukta, insanlık dışı koşullarda bir yük gemisinde bekletilip ardından vurularak yok edilmesi. Ülke adları sıralayınca olayın her aşamasına sebep insanın kötülüğünün, acımasızlığının daha da neyle açıklanabileceğini bilemediğim karanlığının sorumluluğu göze görünmüyor da devlet kavramı başka bir güce başka bir kavrama dönüşüyor sanki.

 

            Naziler tarafından Romanya’nın Yaş şehrinde 1941 yılında 4000 Yahudi katledildiğinde binlercesinden daha kurtulmanın da yolu açılmıştır. Yahudiler için tek seçenek doğrudan topraklarını terk etmek olacaktır. Savaşların her şekilde kendi zenginlerini yarattığı gerçeğiyle bir takım şirketler tarafından ülkeden kaçış yolculukları satışa çıkar. Türkiye üzerinden Filistin’e ulaşma umuduyla 12 Aralık 1941’de Struma adlı gemi Romanya’nın Köstence Limanı’ndan İstanbul’a hareket eder. Yolcuları Romanya’da yaşayan Yahudilerin çoğunlukla kalburüstü kesimidir çünkü bu umut tacirliği oldukça yüksek ücretlerle karşılık bulmaktadır. İnsanların gemiye binebilmek için aile fertleri ve çocukları arasında seçim yapmaları gerekmiştir, bu seçim toplama kamplarında öldürülmekle kaçıp yaşama şansı elde etmek arasındadır.  3 gün süren yolculuk sonrası gemi İstanbul Sarayburnu açıklarına demir atar. Almanya henüz gemi İstanbul’a ulaşmadan salgın hastalık olduğu ihbarında bulunur. Bürokratik gerekçelerle gemiden inmeleri engellenen insanlara ancak yiyecek yardımı yapılabilmiştir. Tam 72 gün boyunca gemiden kimse indirilmezken bir Amerikan petrol şirketinin Romanya müdürü, ABD’nin talebi ve aynı şirketin Türkiye temsilcisi Vehbi Koç’un aracı olmasıyla ailesi ile birlikte gemiden indirilir. Kaçış yolculuğunu organize eden şirketin bir vaadi de İstanbul’da Filistin vizesi sağlamak şeklindedir ki gerçekleşmesi mümkün olmamıştır.

 

            Yahudiler için Filistin tanrı tarafından kendilerine vaad edilmiş topraklar olarak kabul edilir. Aynı zamanda İngiltere’nin sömürgecilik politikasıyla 1917 yılına kadar uzanan Filistin'de bir Yahudi yurdu kurulması planları da Filistin’e tüm Yahudiler için bir anavatan düşü olma özelliği kazandırmıştır. İngiltere tarafından bölgeye hakim olabilmek için başlatılan bu girişim bölgede yaşayan Yahudiler için dahi kabul edilebilir olmaktan uzaklaşmış Arap isyanları ile İngiltere başta desteklediği Yahudi göçünü engellemek zorunda kalmıştır. Sonuçta Struma’da yaşam mücadelesi veren 769 Yahudi İngiltere tarafından Filistin’e kabul edilmemiş, Romanya tarafından geri alınmamış dönemin başbakanı Refik Saydam’ın söylemi ile ‘’ Türkiye’nin, kendi memleketlerinde dahi istenmeyen insanlara vatan olamayacağı ‘’ düşüncesiyle Türkiye topraklarına çıkmaları da engellenmiştir. 23 Şubat gecesi Ankara  ( başta bahsettiğim insanüstü kavram olarak düşünülmeli ) geminin ülkeyi terk etmesini istemiş Struma Gemisi bağlı olduğu halatların kesilmesiyle 769 yolcusu ve on çalışanı ile sürüklenerek Karadeniz’e Şile açıklarına kadar ilerlemiştir.  24 Şubat 1942 ‘de Struma Gemisi’ndeki patlama sonucu 1 kişi dışında tüm yolcuların ölmesiyle bu trajik olay karanlık sulara gömülmüştür.

 

            60'lı yıllarda, ölen Yahudiler'in yakınları tarafından Almanya aleyhine davalar açılmıştır. O zamana kadar Struma Gemisi'ni Nazi denizaltılarının batırdığı ya da Türkiye tarafından vurulduğu varsayımları konuşulmuştur. 1964 yılında Frankfurt Savcılığı tarafından görevlendirilen askeri tarihçi Jürgen Rohwer araştırmalarında - Nazi Almanyası'na stratejik malzeme akışını önlemek amacıyla Karadeniz’e giren uyarıya yanıt vermeyen tüm tarafsız ya da düşman gemilerini batırması yönündeki talimatları gereği bir Sovyet Denizaltısı'nın Struma'yı torpillediği çıkarımında bulunmuştur. ( 'Denizaltı' dediğimizde de insandan başka bir kavram düşünülmeli...)  

 

            Struma, denizde soykırım (holocaust at the sea) kavramının doğmasında yaşanan tek gemi faciası değildir.1940’ta Romanya’dan aldığı 342 Yahudi mülteci ile İstanbul’dan geçmek isteyen Salvator teknesi karaya çıkarılmaz, Silivri’de fırtınadan batar ve 219 yolcusu boğularak ölür. Avrupa’nın çeşitli yerlerinden toplanan 860 Yahudi mülteciyi Filistin’e taşırken, arızalanan Parita isimli gemi, 8 Ağustos 1939 günü, İzmir limanına sığınmak zorunda kalır, Nazi propagandasının etkisiyle geminin limana yanaşmasına dahi engel olunur, Parita insanlık dışı koşullarda Filistin’e ulaşır ancak orada da İngilizler yolcuların karaya çıkmasına izin vermezler, bunun üzerine kaptan gemiyi karaya oturtur, denize atlayan mültecilerden bir kısmı karaya çıkmayı başarırken, diğerleri İngilizlerce gözaltına alınır. Aynı kaçış planı ile Mefkure, Bülbül ve Morina gemileri 3 Ağustos 1944’te Köstence’den ayrılır. Mefkure gemisi 5 Ağustos gecesi bir denizaltı tarafından vurulur, suyun üzerinde sağ kalmaya çalışanları makineli tüfekle tararlar, 302 yolcudan sadece beş kişi sağ kalabilmiştir...

 

 

            Aslında bu mısralar1956'da Nazım Hikmet tarafından bir başka insanlık dramı için yazılmıştır. Japon Balıkçısı adlı şiirin son mısraları. Yine bizzat insan eliyle yapılan atom bombasının aslında nasıl da insanlığı yok etttiği:

 

Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz?
                        Nerdesiniz?

Emel Sakınç

 

Facebook
yorumlar ... ( 23 )
27-12-2014
28-12-2014 18:57 (1)
Yazarı kadın olan ama kadın duyarlılığı taşımayan bir yazı. İkinci bir Tülay Yılmaz vakası mı acaba? Büşra hanım siz erken sevinmeyin, durum bir belli olsun da. Karşıyaka'dan Canan
28-12-2014 19:53 (2)
Bu kadın duyarlılığı nasıl bir şeydir, nasıl ölçüyorsunuz, birimi nedir? Yazar duyarlı olması için ağıt yakma videosu falan mı koysaydı. Gayet çarpıcı bir yazı ama yorumcular konusunda aynı fikirde değilim. neco
28-12-2014 20:05 (3)
Yazının tarzı Taylan Kara'yı çağrıştırsa da Emel hanımın kendine özgü bir duyarlılığı var. Elinize sağlık. MB
28-12-2014 20:12 (4)
neco arkadaş, sadece kadınlar mı ağıt yakar? Siz ağıt yakmak deyince kendini yerden yere atan çaresiz insan feryatlarını mı anlıyorsunuz sadece. Sessiz ağıt, size bir şey ifade etmez mi? Alın size 2014'ün son soruları. Mahmut Hoca
28-12-2014 20:23 (5)
Bence yazı değil, olayların kendisi çarpıcı. mh
28-12-2014 20:24 (6)
"Kadın duyarlığı" da neymiş yahu, anlayamadım. Erkeğe atfedilen bir duyarsızlık ve kadına atfedilen bir duyarlılık... Büyük ihtimalle "annelik" olgusu ile ilgi kurularak söyleniliyor ama bence çok da ilgisi yok. Çocuğu için duyarlı olan, başkalarının çocuğu acılar içinde çırpınırken umursamayan milyonlarca kadın yok mu? Öte yandan, yazı güzel de, yıldönümü gibi bir nedenle mi kaleme alındı acaba?
28-12-2014 21:58 (7)
Emel hanımın kendine özgü duyarlılığını daha açık ifade etmek isterim. Olayları anlatırken olduğu gibi yazıya dökmüş, kendisinden fazla bir ekleme yapmaya gerek duymamış. Zaten durum yeterince açık olduğundan ek bir duygusallık katmaya gerek olmadığının farkında bir üslupla bizi kendi vicdanımızla bırakıyor. Vicdanlı okuma böyle olur diye bize yol göstermiyor. C. Dündar gibi nasıl üzülmemiz gerektiğini anlatmıyor. Denizaltı denilince insanın nasıl devreden çıktığını söylemesi hariç ki ben ilk okuyuşta farketmemiştim. Sondaki şiir de çok yerinde bir seçim olmuş. Genel olarak tepeden bakmayan, olayları fazla yorumlayarak yazarın kendisini olaydan daha öne çıkarmadığı mütevazi bir yazı olmuş. Kendisine özgü duyarlılık derken ben bunları kastettim. Kadın duyarlılığını değil. Saygılarımla. MB
28-12-2014 22:55 (8)
yazarın yazmış olduğu şeyi daha açık ifade etmeye kalkışmayalım bence. stilini beğeniriz, beğenmeyiz. konu seçimini başarılı buluruz ya da bulmayız. anlam düşüklüğü yaratacak çok feci gramer ve imla hataları yoksa ve "gerçekliği sınanabilir" bir önermesi dezenformatik ya da misinformatik karakterde değilse, yazarın neyi nasıl yazacağına bizim itirazımız olamaz. kara propaganda bile olsa (bu yazı için konuşmuyorum) en fazla almaz okumazsınız ya da düzgün anti-propagandasını yapmayı siz üstlenirsiniz. ne demiş Erman Toroğlu? Beşiktaş seyircisi, lütfen! hürmetler. il barbiere di siviglia
28-12-2014 23:28 (9)
bu yazı değil belki ama, yönetmenin cebindeki küçük prens kaçmaz Canan hanım, burada o tür "duyarlılıklara" uyanacak esas yazar yok en azından, dolayısıyla samimi bir yapaylık o. sevilmeyen berber, beşiktaş seyircisini traş edeceğine sunakta erotik öykü var ona bak.kıps. Büşra
28-12-2014 23:40 (10)
Yorumlara yazarından bir yanıt gelmezse sanırım Taylan Kara töhmet altında kalacak. İlk olarak 'denizaltı','ülke adları','Ankara' gibi aslında insanı temsil edip insana ait mesuliyet duygusundan muaf görünen kavramları kullanınca özellikle her seferinde parantez açtım.Bu yaşananlardan kimse sorumlu değil mi şimdi yani nedir ? sorusuna da cevap arıyorum aslında. Değilse teknik olarak da mümkün olamayacağından insanın devreden çıktığını ifade etmek istemedim. İkincisi duyarlılığın cinsiyeti konusu ayrı bir yazıya konu olabilir belki ilerde ancak konu duygulanımdan,duyarlılıktan uzak akla,mantığa aykırılıkla açıklanabilecek boyutta.Olduğu gibi anlatınca en ufak bir ekleme,yorum ya da farklı bir bakış açısına ihtiyaç bırakmayacak kadar ayan beyan bir trajedi. İki yazıdır yazılarıma bir tevazu gösterme, mütevazilik yorumları ( iltifat mı demeliyim ?)yapılıyor işte burda bir kadın duyarlılığı ya da testosteron etkisinde olmayan bir beyinden kısaca söz edilebilir.E.Sakınç
28-12-2014 23:44 (11)
6 numaralı anonim yorumcuya... yazıda zaten Struma'nın Köstence'den ayrılış tarihi ve torpillenip vurulduğu tarih verilmiş. görüleceği üzere bir yıldönümü şeysi yok. e bu yazı gırismıs'tan sonra çıktığına göre ebenezer scrooge falan da sözkonusu değil (ebe geçti diye işkillenmeyin. Charles Dickens okuyun az. Dickens'la çağrışım da yapmıyorum). şimdi... asıl ben başka bir konuya dikkat çekmek isterim. sizlerin gözünden kaçtığını da sanmamakla birlikte, ne zaman K.A. segman ferid'e giydiren bir yazı yazsa, 1 bilemedin 2 yazı sonra T.K.'nın bir auschwitz yazısı da geliyor (inanmayan bakabilir). bu da belki site edisyonunun "ortak bilinçaltı" manevrasıdır. "lan şimdi segman'a vuruyoruz, bizi anti-simit sanmasınlar, zaten başımızda yeterince anonim, inisiyal, bilgici, demokratik sosyalizmci falan var, bir de rafael sadi dadanmasın siteye" gibi de düşünüyor olabilirler. bu arada, bu yorum sadece pazar gecesi azıcık gülün diye yazıldı. yoksa K.A.'nın ve T.K.'nın samimiyetinden şüphem yok. aya
28-12-2014 23:44 (12)
oğğğ! erotizm! bayılırım. hemen gidiyorum.
28-12-2014 23:51 (13)
sayın e.sakınç, ben sizin ilk yazınıza "almost" tabanla girdim. benim bünyeye bir hayli terso mütevazılık! humble diyollar bizim oralarda (yukarı niüvhemşır) ya, benden olsa olsa sizin buraların hımbılı olur. selamun aleyküm ve aleyküm esselam. Sevil'in pedikürcüsü
29-12-2014 00:08 (14)
Emel hanım dedikleri gibi siz gerçekten Emel de olabilirsiniz ama sağolsun Kaan bey sayesinde, yok Koraldı yok Tülaydı derken kafam karıştı gerçekten de. Bir de şu aralar sigarayı bıraktım ondanda oluyor. Karşıyakalı Canan
29-12-2014 00:09 (15)
kıymetli ablam Büşra, sunağa girdim. allahsız farmasonlar tam bakirenin kalbine böyle kıvrım kıvrım bıçağı sokacakkene "durun, siz kardeşsiniz dedim". hepsi güldüler. ama bakireyi de kurtardım. ceylanı avcunun elinden?.. değil. neyse. konuya dönecek olursam, size bir durum arzetmek isterim muhterem ablam. bir samantha fox, lorna morgan ve hatta emilia boshe bile sözkonusu olduğunda "göğüsler"den bahsetmemeli kanaatimce (hani üçünden çıkanlardan bir ben çıkabilirim ablam, varın siz düşünün). Erzurumlu Emrah daha az mı edip? o meme derken bu ahaliye ne oluyor? ablam, siz bunu bir gündeme getirseniz? ne de olsa hem büyüğümüzsünüz, hem de gozmo gızı ayarını en güzel sizden anlar site ahalisi. hürmetle ellerinizden öpen biladeriniz konan
29-12-2014 00:10 (16)
zülfü livaneli'nin struma'yı konu alan serenad kitabını hatırlattı bu yazı. bu vesileyle zülfü livaneli'nin romancılığı hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyorum. sayın nihat ateş, sayın taylan kara, sayın kaan bey... hiç livaneli romanı okudunuz mu? değerlendirmeniz nasıldır?
29-12-2014 00:44 (17)
16 numaralı yorumcuya: Z. Livaneli'nin hiçbir kitabını okumadım. Bu nedenle bir görüşüm yok. Saygılarımla Taylan Kara
29-12-2014 00:54 (18)
Zülfü Livaneli romanları okudum. Türkücülüğünü, besteciliğini sevmem, romancılığını da... Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm adlı romanını için yazdığım eleştiri Çöküş Romanları'nda var. Buraya Livaneli ilgili düşüncelerimi yazıp hiç ilgisiz bir tartışma başlatmak da istemem. Saygılar Nihat Ateş
29-12-2014 08:05 (19)
Z. Livaneli'nin lafı geçmiş. Aklıma gelen bir şeyi söyleyeyim izninizle. Cengiz Çandar sık sık "Falanca tanınmış insan ile oturup kalktım, konuştum" lafını yazar. Sözünü nakledeceği kişinin "büyüklüğü"ne bir vurgu yapmadan geçmez. Tabii o "büyük" insanlarla muhatap olanda da vardır bir şeyler. Değil mi ama? Hani şu generaller ve zenginlerle aynı fotoğraf karesinde yer alıp "vay be neymiş aslında bu adam böyle be abi!" dedirtmek için yanıp ölen milyonlarca insan vardır ya... Bundan yedi-sekiz yıl kadar önce, Zülfü Livaneli de, "filanca İngiliz bakanla oturup yemek yedim, cin gibi pırıl pırıl parlayan gözlerine baktım, kesin ileride başbakan olacak bu çocuk" diye bir tespit yapmıştı. Tabii söz ettiği k0işi başbakan olamadı ama, Livaneli mesajını vermiş oldu. Büyük adam abi ya. Bizim gibi zavallı sefil biri mi? Adam büyük filozoflara denk biri. Baksana kimlerle oturup kalkıyor. Ben böyle büyük adamların kitaplarını anlayamam ki okuyayım. Ben de RTE ile aynı foto karesine girsem var ya...
29-12-2014 10:51 (20)
YAYIMLANMADI - Arkadaşlar cinsellik bir yere kadar iyi mizah da, hakikaten kadın okurlarımız için burası girilmez bir yer haline geldi. Biraz östrojen kullanın yazılarınızda lütfen. s-3
29-12-2014 11:23 (21)
Valla ben de bir arkadaşın yakındığı şeyden yakınıyorum ve eğer bağışlanacak olursa biraz kaba tabirlerle de olsa bir şeyi ifade etme zorunluğu hissediyorum. Şimdi burada öyle şeyler yazılıyor ki diğer yorumculara yönelik olarak, o şeyleri yazanların, o şeyleri yazdıktan sonra iç dünyalarında, "Offffff!.. Nasıl kodum ama lan!.." gibi düşünceler içinde orgazm olmaya çalıştıklarını düşünmüyor da değilim. Şu "laf çakma", böylece "koma"ya ve böylece de "ne kadar zekice bir iş yaptığını" düşünüp kendinden geçmeye çalışma merakı yerine, fikirlerinizi yazsanız nasıl olur acaba? Çünkü bu tür tavırlar bir hayli bayağılık kokusu da yayıyor etrafa.
29-12-2014 11:24 (22)
ohha diyorum, teknik bir soruya ona göre yorum yaptık. mizah falan olmadığı gibi herhangi bir dilden ayıp sözcük içermiyordu. kırmızı çizginiz anadolu ozanı ahlakı ve Kara'nın resimde seçtiği tür estetik herhalde. Kadınların nasıl bir mizah isteyeceğine karar vermenizden de belli. beğenmediğiniz uykusuz ve penguenin kadın okur oranıyla kendinizinkini karşılaştırmalı, gençlik niye gelmiyor bir de o açıdan bakmalısınız. yorumumu kaydetmediğimden soran arkadaşa iletmenizi talep ediyorum. Östrojeni sizden iyi bilen Büşra
29-12-2014 12:36 (23)
Böyle ortama "fikir abazası" beklentilerle girip, akşam evde ayakkabısını çıkarırken "günün nasıl gitti" diye soran annesine "bişey yok, sitedeki çok bilmişlere kodum" (C. Yılmaz-bak esprilerde bile kaynak veriyoruz) arayışına koyulanlar dışında aslında öyle bir güdülenmemiz yok. Biraz emek verilirse yazışmalarımızın derinliğini anlamak mümkün, zaten berberimiz var, az beklersen perdaha geliyor, o bayağılıklarını alır. Benim düşüncem aksine son zamanlarda (A.A. bile dahil) bayağı bir ortak dil yakaladığımız, bazı arkadaşlar arası alışverişin de neredeyse "caz" tadına vardığı. Yazdıydık bir "caz" yazısı bu mevzuda da kapitalist kaçar biraz. Mesela şimdi Sanbaba'dan olumlu elektrik alıp "Bayan Yanı" yazısı döşenen. Büşra.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210967
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.