Z'nin edebiyat ile ilgili fıkrası

Editör Notu: Girdik bir sanal aleme gidiyoruz kıyamete. Siteyi kurduğumuzdan beri önceki deneyimlerimden de biliyorum ki, yoruma açık hale getirirseniz sayfaları, birçok mesaj gelmeye başlayacaktır. Kimi gerçek isimli, kimi rumuzlu, kimi isimsiz. Ara sıra insanlar rumuzla veya imzasız da fikir, katkı, eleştiri belirtebilsinler diye düşündük, bu olanağı açık hale getirdik.

Fakat tahmin edersiniz ki neredeyse gerçek isimli yorumlardan fazla isimsiz veya rumuzlu yorum geliyor. Bunlarda bazıları bir iki yorumla yetinmiyor, sayfalarımızın daimi konukları haline geliyor. Hoş gelmişler. Ama bu durumun çok da hoş olmadığını belirtmek gerek. Sanal alemin bire bir insani iletişimi zayıflatan yapaylığı, ayrıca isim veren yazarlarla isim vermeyen yorumcular arasında eşitsiz bir ilişki.

Her neyse, Sayın Z, bizim güzel edebiyat nedir konusundaki tartışmalarımıza katılmıştı, birçok yorum göndermişti, özellikle Nihat Genç, Ercan Kesal'la ilgili yazılara. Biz de dedik ki, o zaman siz de bir yazı yazın, görüşlerinizi daha açık dile getirin. O da sağ olsun kabul etti, bu yazıyı gönderdi. Aşağıdaki yazı yayımlanmaya zorlayan özgünlükte bir yazı. Fakat konuya açıklık getirmekten çok yeni sorular ve birçok kapalılıklar getiriyor. İlgilenecek olanların değerlendirmesine sunuyoruz. Buradaki sorulara yanıt verecek ve kapalılıkları giderecek konum ve gündemde hissetmiyorum şu an için kendimi şahsen, ama başka yazarlar, yorumcular ne der bilemiyorum.

Gönderdiği yazıda "Karakeşiş" diye bir başlık atılmış, onun altında da boş ve açılmayan bir çerçeve var. Altında da yazı. Evet, son bir kez böyle bir uygulama yapıyoruz. Garip işler! Zaten Aralık başından itibaren yeni bir döneme geçeceğiz.

Birkaç şey daha açıklayayım. Bizim yazarlarımızın büyük çoğunluğu gerçek isimleriyle yazıyorlar. Sadece Hıdır Taflan, Biden Yersiz, Velfecri Dolar, Alper Kılıç, Harun Yılmazer ve muhtemelen Selim Bartın? takma isim. İlk üçü benim, dördüncü ve beşinci başka arkadaşlar. Kaan Arslanoğlu

Karakeşiş

Dil sorunu: çeviriler? Yabancı ana dilin kendi ana diline çevirisi değil: kendi dilinin kendi diline çevirisi. Yaşanmışlıklardan kalkışan inançların okunan üzerindeki tesiri… Yaşanmışlıklar, deneyimler arasında okumuşluklar da var.

·  Bir, iki bilinmeyenli denklemler çözülebilir ama üç veya daha fazla bilinmeyeni olan denklemler – geleceği öngörmek kaygısı söz konusu ise – çözülemez ve her “şey” ortalıkta, kendi hali içinde kalıverir. Tek bir cümlenin – tek bir sözcüğü tartışmayı bile bir kenara bırakarak (niçin: çünkü bu lügatlerin işi olduğu için sorunun içinden nesnel olarak çıkamayız; mevzu, hiyerogliflere kadar uzanabilir) – algıdaki karşılığının ne olacağı öngörülemez.

·  İnsanların çoğunluğunun verdiği vargılar çoğunlukla yanlıştır. Hemen akabinde:

·  ‘ Binlerce kişinin bir “şeyi” beğenmesi ve birkaç kişinin aynı “şeyi” beğenmemesi o “şeyin” iyi olduğu anlamına gelmediği gibi, tersi de doğru değildir’: burada istirhamım ve araştırılmasını dileyeceğim “şey” üstteki ‘cümlenin’ tersinin ne olduğunun üzerinde düşünülmesi olacaktır:

o Binlerce kişinin beğendiği bir şeyin, birkaç kişi tarafından da beğenilmesi mi?

o Binlerce kişinin beğenmediği bir şeyin, birkaç kişi tarafından beğenilmesi mi?

o Binlerce kişinin beğenmediği bir şeyin, birkaç kişi tarafından da beğenilmemesi mi?

·  Permutasyon / kombinasyon hesaplarını cümlelere uyguladığımızda karşımıza hiçbir şey çıkmaz: üstteki olasılık dökümlerimden dolayı özür dilerim. Burada niyetlendiğim “şey” dilin üzerinde kalıcı nesnel hesaplar yapılamayacağını, en azından iki değişkenli bir önerme üzerinden yansıtmaktı. En baştaki önerme ve ardındaki çeşitlemelerinin algımızdaki içeriğinin yahut karşılığının ne veya neler olup olmadığına bakmadan bu tür oyunları rahatlıkla tezgâhlayabiliriz.

·  Üç alanın bir arada gözetilmesi gerekiyor – eğer normatif yaklaşacaksak konuya: matematik, felsefe ve edebiyat. Tarihin burada yeri yok.

·  Bu önermeleri esas alarak ilerlemek istersek – istemeyebiliriz de doğal olarak – homo sapiens bireylerinin öne sürdüğü cümleler matematiksel oyunlara sığmaz. Gene de bu bir tür matematiksel araştırmayı gerektirir: fakat nihayetinde sorun hem çözülmüş hem de çözülmemiş olarak kalır. Çünkü homo sapiens esasında bir sorunun çözümlenmesinden ziyade, “o sorunun neden bir sorun olduğunu” düşünür; ardıl olaylar, önermeler havada asılı kalır.

·  Bu itibarla, üstteki ilk önermelerimizin içeriği – matematik ötesinde tekabül ettiği şeyler olarak – homo sapiens’in beşeri incelenmesi alanına giriyor. Bu noktada yüklemler irdelenmeli: “ beğenmek” ve “ iyi olmak”.

·  Yüklemler – genel anlayış olarak – homo sapiens’in temel serebral üretimi ve yansıması. Kendini belirleyiş, daimi olarak, oluş’tan öte yapış’tan geçiyor. Yapış’ın kökeninde oluşlar olabilir, bunu tartışmanın bir gereği yok bu aşamada. Yapış’lar içinde algılamak veya algılanması istenen şeylerin ortaya – fütursuzca belki de – koyulması var.

·  Beğenmek? Bu yüklem, kendi içinde anlamsızlaşıyor. Bunun nedeni kalbinde öznelliğin yatması. Anlamsız şeyler ve durumlar olmalı, olmaya devam etmeli ki, oluş ve yapış birbirine karışsın, homo sapiens aralıksız olarak algılamasındaki oluş ve yapış karşılıklarını tartışsın: zihninde veya başka bir zihin ile tartışarak. Bu ikililiğin nedeni nedensellik içeren bir bağlantı değil; aksine dili kullanmak zorunda olmamızdan köken alan ve değiştirilemeyecek bir süreç. Bu nedenden ötürü var değiliz; bu var halimizden dolayı bu haldeyiz – bu son kısım başka noktalara çekilmemeli; yanlış anlaşılmamalı.

·  Edebiyat adını verdiğimiz şey görsel değil işitsel bir sanattır. Estetik felsefesi diye bir alan olması gülünç gelebilir kimimize. İşin özünde estetik felsefesi yazılı tarihin erken dönemlerindeki ürünlerinde birkaç asırda ortaya koyulmuş olanlardansa konunun özüne daha fazla yaklaşmış olabilir.

·  Edebiyatta kollanması gereken ne olabilir? Beğenilme çabası? Olasılıkla bu değil yanıt. Pekiyi, “paylaşım”: bu, üzerinde yıllarca tartışılabilecek bir düğüm.

·  Felsefi önermemiz olmalıysa eğer – kanıtlanmamış her düşünce felsefe olduğuna göre: edebiyat oluş’tan kalkan ve yapmamışlık’a varan bir tür “durumdur”. Yapış’ların henüz olmadığı, homo sapiens’in kurguladığı bir tür durum. Pekala kurgu nedir diye sorabiliriz: kurgu, homo sapiens’in zamana verdiği bir yanıttır. Olmamışların olduğu bir edebiyat olamayacağı gibi, yapılmışların dosdoğru aktarıldığı bir edebiyat da olamaz.

·  Pekiyi neden? Neden bu üstteki sert önermeler? Oluş olmayan bir homo sapiens yoktur. Onun derdi yapış sorununu nasıl karşılayacağıdır, nasıl halledeceğidir. Olmamış bir kez olduğunda olmuştur artık; bu, bu olanın ilgilendirdiği homo sapiens’leri ilgilendiren ve bağlayan bir andır. Oluşun, olmuşluğun dökümü sadece bir mektuptur, güncedir. Olmuşlar zaten olmuş olduklarından onlar üzerinde yapışsal fikir üretilemez: yapış yönünden oluşu değiştirebilecek bir çare artık kalmamıştır. Edebiyat bu saniyede devreye girmektedir: kurmalıdır o! Uydurmalı, saçmalamalı gerekirse, oluşa karşı çıkmalıdır: yapışın nasıl olması gerektiğini düşünüyorsa, fark etmez, bunu dökmeli ve acımasızca öne sürmelidir. Olmamış ancak bu sayede öngörülebilir – bu da çok kesin olmamakla beraber. Homo sapiens’in yapış’ında ne yapacağını değerlendirebileceği biricik an, her an yeniden oluşundan değil, olmamış olanı oluşlardan yaratmaya çabalayarak olacaktır.

·  Karşı çıkmak!

·  Edebiyat buna aracılık etmekte: yapışın olmadığı bir hayali an peşinde koşmakta! Bir tür rüya? Bir tür hayal?

·  Uzay-zamanın akışına bu akışın alt birimleri henüz oluşmadan karşı çıkmanın tek yolu öykü, roman ve şiirdir!

·  Karşı çıkmak neden? Zıtlık ile varlığın belirlenmesi amacı içinde olmaklığa çabalamaktan! Anti vasıtası ile anti olmayanın ortaya koyulması. Yok olanın ortaya dökülmesi ile var olanın olmayabileceği olasılığının da aslında var olabileceğinin kulaklara sunulması.

·  Not: Üstteki lafları yazmadan evvel, göndermelerin olacağı bir yazıyı şekillendirmekti ilk niyetim. Ama bundan vazgeçtim ve serbest bir örüntüde üstteki sözcükleri bir araya getirdim. Sayın okurların geri bildirimlerinden daha önemli bir “şey” olamaz. Amacım fizik, matematik, mantık, edebiyat ve felsefe aralarında bir çapraz bağlantı kurmaya kalkışmaktı.

·  Adım: Z.

·  Saygılar.

 

Facebook
yorumlar ... ( 11 )
17-10-2013
17-10-2013 12:19 (1)
Bence son uygulamada olmasada olurmuş. Y.Bodur
17-10-2013 16:19 (2)
Karakeşiş Çehov'un bir hikayesi ve Bay Z sanırım o hikayeye gönderme yapıyor.Gerçek,güneşin ışınları altında parlak bir şekilde ifade edildiğinde tatsız ve ruhsuz bir hale geliyor.Üzerinde tartışılıp yeni açılımlara, farklı okumalara açık yazıları tercih ediyorum.Bay Z, aslında kapalı değil açık kulaklara ve zihinlere hitap diyor.Alışılmışlıkların üzerine giderek yeni bakış açıları sunuyor.Aydının sorumluluğu bu olmalı.Probleme önce çözüm değil yeni bakış açıları getirmek.Farklı gözle probleme yeniden bakmak.Hazırcı ve kolaycı toplumlarda işi kolay değil.Hayatın kendisi gibi.Teşekkürler.Mehmet
17-10-2013 16:39 (3)
Mehmet beye birkaç sorum olacak. Karakeşişi çözmüş, Bay Z'nin bay olduğunu nereden çözmüş? Belki de bayan. İkincisi şu: Birbirimizden duyduğumuz her üç cümlenin ikisini yanlış anlayan, birini ise hiç anlamayan bir dünyanın fertleriyiz. Üstelik yanlış anlamalar ve anlamamamalar giderek arttığı halde iletişim hızımızdan hiç ödün vermiyoruz. Üstelik yanlış anlamalarımız yüzünden sürekli kavga dövüş içindeyiz.Böyle sır küpü şeyleri kim okuyacak kim anlayacak? Herhalde özel bir enstitü kurmak gerek böyle bir edebiyat için. Keşke haklı olsanız Mehmet bey, keşke öyle bir dünyada yaşasak.Bay Debil
17-10-2013 18:32 (4)
Bay/bayan debil,ressamın hangi paletlerle resim yaptığını bize göstermesi sanata karşıttır.Hangi resmi yaptığıni ve ne anlattığını bize aşama aşama anlatması da.Bilim ve sanat ayrımı biraz da buradadır."anlam aramak için şiiri deşmek,şakıması yaz gecelerinin yıldızlarını titreten zavallı kuşu eti için öldürmekten farklı olmasa gerek.Jer okuyan ona kendi anlamını verir ve böylece şiir,şairler ile insanlar arasında ortak bir duygu dili olma niteliğini kazanabilir"demiş Piyale kitabının girişinde A.Haşim.Bay/bayan Z ile aynı fikirde de olmayabilirim.Herkes kendisinde olanı anlar.Saygıyla.Mehmet
17-10-2013 23:32 (5)
Bu yöntem,bu "bulmacaya"davet eden yazılama,"sağlıklı" bulmadığım bir teknik.Bir konu kendi içinde "anlaşılması-anlatılması" güçlükleri taşıyabilir,anlamaya uğraşır,sonunda çok şey kazanır, emeğinizin karşılığını alırsınız. Yazar, anlaşılmama isteğiyle yazmaz.Konunun "sertliği" onu anlaşılmayı güçleştirecektir;bu okuyucunun sorunudur.Pardon,ama ben burada anlama-anlatma ilişkisinde yazarın "sorunlu" olduğunu düşünüyorum."Keçi boynuzu" tadı aldım; elbette sorun benim "tad alıcılarımda" da olabilir.Yine de "koşullanmış" aklım,sezgimle bu "saklambaç oyununa"gerek yoktu diyor. O Gürsel
18-10-2013 15:19 (6)
Yücelik yerini anlamlılığa ve sıradanlığa bıraktı.Örneğin zengin herkes kadar kaba ve zevksiz olduğunu gösterirse kitleler tarafından kabul ediliyor. Hiyerarşide burjuva kayboldu,yerini yüksek kültürden tad almamayı marifet gibi gösteren zengin aldı."Ben de sizdenim"çağındayız.Ekoloji ve herkes için üretim(sınıfların sonu) çağı.Sistemin içinde,sistemin onayladığı ama geçmişin aristokratlarını kıskandıracak kadar sömürücü ve zengin kimseler bolluğu var.Bu dünyada sıradan ve çok satan sanat kabul görüyor.Çok satandan başka birşey bulamayacağımız bir zamana doğru son sürat gidiyoruz.Aylin Persona
18-10-2013 15:20 (7)
Sayın Arslanoğlu, bu yazıyı yayınladığınız için teşekkür ederim. Hariçten gazel okuyan benim gibi birinin basit bir yazısını sitede okurlara sunduğunuz için size teşekkür ederim. Her ne kadar yorum kutularında karşıt görüşler beyan etmiş olsak da, siz bence saygınlığınızı ve nesnelliğinizi göstermiş oldunuz. Tevazu ile, saygılarımı sunarım, Z.
23-10-2013 07:41 (8)
Anlamak, anlamaya çalışmak ya da deşmek bence şairin dili, okuyucunun algısı ve o anki duygu durumuyla ilintili olarak değişen benzer tanımlar. Mehmet Bey'e katılmadığım bir nokta da şu: Şiir duygu dilidir ama duygularımız farklı oldukça ortak bir dil olabilir mi. Aşk konulu bir şiir yazan şairin duygusu da her okuyucuda oluşan duygu da farklıdır. Aynı resimden hepimizin farklı etkilenmesi gibi, her renk ya da her sözcük doğrudan bilincimizle dahi tanımlayamayacağımız çok daha derin kaynaklı duygular oluşturabilir. Keçiboynuzu tadı gibi yani, değişken. Şeniz Erdoğan
26-10-2013 00:30 (9)
Yaşamda kırılma anlarında bireyin normalden daha güçlü olmasını gerektiren durumlarda desteğe gereksinim duyması kaçınılmaz. Edebiyat yönlendirici değil destekleyici olabilir bu gibi durumlarda ve esas olan bireyin düşünce ve duygularıdır. Hiçbir yazar ya da şair bir doktor edasıyla üretim yapamaz, yaptığını sanabilir ancak o üretimde de esas olan yine kendisinin bireysel düşünce ve duygularıdır, ilham kaynağının belirleyicisi kendisidir. Birey bu gereksinimini karşılarken kendi aklına ya da duygusuna zıt olanları görmez bile, algıları tek yönlü gelişmiştir, seçicidir. Beğeni ortak bir duygu
26-10-2013 00:30 (10)
ise de üretilenle ilgili, buna sebep olan algılar çok farklıdır. Yapış gerçekleştiğinde oluşa dönüşür. Duvarları yıkmak yapıştır aslında ama gerçekleştiğinde yeni oluşlar gerektirir. Birey toplumsal bir varlık olarak çevresinden bağımsız değildir, yıkıntının altında kalanların seslerine kulağını tıkayamaz. Tüm bu zorlu süreçte iyi kötü, doğru yanlış, hatta hayal ve gerçek kimi zaman birbirine karışsa da birey aklı ve kalbi ile belirlediği çizgide yoluna devam eder. Yolu tamamlayabilme becerisi bireyin gücü ve kararlılığı ile sınırlıdır. Bay Z’nin kendi yazın anlayışını bizlerle paylaşmasını ve
26-10-2013 00:31 (11)
yaptığı değerlendirmeleri beğendim. 'Bay' Z diyorum çünkü ben ifadenin ya da dili kullanmanın cinsiyetle ilişkisi olduğunu düşünüyorum, yanılıyor olma ihtimalim olsa da hissettiğim bu. Karakeşiş’i okuduğum zaman belki kendisini ya da yazdıklarını daha iyi anlarım. Duru-Deniz
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211170
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.