Yaşananları gerçeğe sadakatle bize bildiren veya yorumlayan tek bir medya organı bile yok… (Gerçeğe sadakat mi? Bunu umursayan kaldı mı?)
Herkes, her olayı, önceden katılaşmış fikirleri doğrultusunda görüyor ve bize eksik, yanlı, çarpık bilgi veriyor… (Herkes kendini onaylıyor. En huzur verici şey…)
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; saptayabildiğimiz kadar gerçekleri “işimize yarar veya yaramaz” demeden algılayan, düşünen ve öyle yansıtan bizden başka neredeyse hiç kimse yok…
Bu bir kuruntu mu? O zaman ilk soruyu sorabiliriz. SORU 1- Biz de mi ötekiler gibiyiz? SORU 2- Biz farklıysak, bu farkı ortaya koymak bir böbürlenme mi?
Önyargısız biçimde herhangi bir olguyu ele alın ve en güvendiğiniz yayın organında bu haberin nasıl verildiğiyle karşılaştırın. Kendiniz de göreceksiniz gerçeği. (Acaba?)
Şu andaki amacım, medyanın içinde bulunduğu sefil duruma veya daha gerçekçi dile getirirsek, medyanın zaten asıl görevi olan (buna “sol” medya da dahildir) kafa karıştırma veya kendi yalanına daha fazla adam aldatma misyonuna dikkat çekmek değil… (Ne peki?)
Medyayı bir yana bırakalım, gerçeği, sadece ve sadece gerçek için arayan tek bir siyasi çevre bile bulmak olası değil. Tek tek böyle kişiler bulmak? O dahi çok zor…
Bu olay veya olgu ister güncel bölgesel bir mesele (söz gelimi Tahir Elçi’nin öldürülmesi, Rusya ile uçak krizi, başkanlık tartışması…), isterse genel evrensel bir problem olsun (insanlığın hali, kapitalizmin felakete sürükleyen gidişi, sosyalizmin krizi…), hemen herkes, haberleri istediği gibi eksilterek, eğip bükerek kendi bağnaz yargılarını kanıtlamaya çalışıyor… Sizler, bu kirlilik içinde her şeyi ayrıntılı öğrendiğinizi sanıyorsunuz… Öğreniyorsunuz da bir bakıma, ama aldığınız zehirli artıklardan dolayı onu iyi bir şey için kullanamaz hale geliyorsunuz ya da onu kirli davalar için kullananlara katılıyorsunuz.
SORU 3- Yoksa yanılıyor muyuz? Sizin bildiğiniz bir yayın organı veya sözüne her zaman güvenilir bir gazeteci veya yazar var mı? Varsa bize de söyleyin ki, hem irdeleyelim, hem bu doğru ise onlarla veya onunla işbirliği yapalım. Ya da itiraz edelim, bu doğru değil diyelim. Veya kısmen doğru, ama şu şu nedenlerle birlikte çalışamıyoruz, diye açıklayalım. Yakın gördüklerimizle zaten işbirliği içindeyiz.
Gerçeğe sadıklık açısından bizim buradaki yöntemimizin öteki yayın organlarından farklı olduğunu düşünüyorum… (Neye sadıklık buyurdunuz?)
Bu yöntem belli başlı şu ilkelere dayanıyor: Gerçek şuna yarar getirir, buna zarar getirir diye hesaplı düşünmemek… Bir güce yaranma, bir gücü destekleme veya kendi başına siyasi bir güç oluşturma hedefinin baş hedef olmaması… Ulaştığımız bilgi ve görüşleri yeniden ve yeniden sorgulamak… Bunları olabildiğince açık şekilde tartışmak ve farklı fikirlerin göz önünde çarpışmasını sağlamak… Olguyu-olayı tüm yönleriyle eksiksiz incelemeye çalışmak… Kişisel maddi-manevi-siyasi çıkar güdüsünü olabildiğince engellemek… Bilimsel yöntem, eleştiri, araştırma, sorgulama ilkelerine uymaya çalışmak…
SORU 4- Bu dediklerimiz şu ana dek bu sitede yapmaya çalıştıklarımızla çelişiyor mu?
Yazarlığa başladığımdan bu yana -otuz yıldır- kafama yakın pek çok çevre içinde ve pek çok yol arkadaşıyla birlikte topluma bir “tebliğ” yapıyoruz. Hem genel olarak toplumu, insanlığın bilgi ve kültür birikimi doğrultusunda kafaca güçlendirmeye çalışıyoruz; hem de kitlelere bir anlamda devamlı ağ atıyoruz…
Ne yazık ki attığımız binlerce ağ sonucunda çok az büyük balık yakalıyoruz. Başka deyişle gerçekten nitelikli insan sayısı bu toplumda (insanlığın genel haline koşut biçimde) pek az. Bilinçli olarak ağımızı çok da ince delikli tutmuyoruz. Çünkü misyonumuz “gerçeğe hizmet” ise, gerçeği topluma yayabilecek nitelikli gerçekçiler arıyoruz. Niyetimiz daha fazla sevilmek veya mebus seçilmek değil. Sağcı-solcu, iktidarda veya sözde muhalefette çevrelerden birçokları ince aralıklı ağlar kullanıyorlar ve sayısız küçük balık yakalayabiliyorlar.
Onların misyonu farklı. O yolla da iyi bir şeyler yapılabilir. Bu şekilde de kültürel veya siyasi ilerlemeler sağlanabilir. Başka bir misyon açısından doğrusu da budur. Ama bizim ülkemizde küçük balıklardan yığınlarla yakalayanların, bunu “iyi” için yaptıkları, “iyi” için başarı elde ettikleri söylenemez.
Yandaş medyanın düşüklüğü bir yana “muhalif” medya da (bana göre onlar da bir ucundan iktidardadır) büyük ölçüde yalan, kandırma, eksik-çarpıtılmış bilgi üstünden çalışıyor ve son derece kalitesiz yığınlar toplamakla kalmıyor, kalitesizliği daha da artırıyor.
En son girişimimiz: İnsan BU… Şimdiye dek tahminen 90 bin kadar ayrı bireyin girdiği site… Daha önce sayısız başka seslenme olanaklarını değerlendirdik ve bazılarında bu sayının hayli üstüne çıktık… Ama sonuç budur… Türkiye’de insan malzemesi budur… İnsan kalitesi ve sayısı bu kadardır… Kültürel + Siyasal = Sosyal Akıl.. bakımından. Seslenemediğimiz için henüz bulamadığımız kaliteli insan sayısı belki şimdikinin yarısı kadar fazladır… Ama iki katı değildir… Bunu nesnel olarak test etmenin birçok yolu bulunmakta ve her yolu denedik…
SORU 5- Aslında nitelikli insan çok daha mı fazla? Öyle düşünüyorsanız, bunlar nerelerde saklanıyorlar? Yoksa tam tersi mi? Durum bizim sandığımızdan da mı kötü?
İyi bir şey için, diyelim “sosyalizm” için veya “onurlu insanların onurla yaşayabileceği bir Türkiye” için mücadelede gerçek arayışı ile güç arayışı siyasette çoğu zaman örtüşmeyebilir. Başka deyişle iyi bir şey için mücadele edenler de güçlenmek için kitleleri ve birbirlerini bir ölçüde kandırabilirler.
SORU 6- Türkiye’de samimi olarak “iyi” için mücadele eden bir siyasi güç var mıdır? Varsa bu güç “beyaz yalanlar” söylediğinde ne kadar başarılı olmaktadır?
Kendi cevabım bu soru için şu: Türkiye’de iyi için mücadele eden siyasi gücü kendimizi zorlayarak güçlükle seçebiliyoruz… Ayrıca samimiyet derecesinin istenen düzeye yaklaşamadığını ilgili herkes fark ediyor. Ve dahi değişik gruplardan bu iyilerin hiçbir “beyaz” yalanı başarı getirmiyor… Kimse kendi yalanının bile arkasında duramıyor…
Belki de hiç kimse “beyaz” yalan söylemiyor. Hemen herkesin söylediği basbayağı koyu gri yalan. Ve toplum sürekli çürük, sürekli ceset, sürekli basit çıkar ve riya kokan fırtınalar altında hiçbir bağlanacak değeri, doğrusu, onu sabitleyecek çıpası kalmamış, oradan oraya savrulan bir sürü haline geldi. Bunun nedeni de topluma öncülük edecek ilerici güçlerin, aydınların, -değer erozyonu hafif kalır- değersizlik, ilkesizlik çamuruna boğazlarına dek batması. Yaşamlar yoz, algılar şizofrenik, tepkiler sahtedir uzun zamandır.
Siyasi iktidara inatla direniyoruz, muhalefetin içinde yer almaya çalışırken -onun iktidar ortaklığını teşhir etmek bir yana- kimileriyle dirsek temasına giriyoruz… Şu güce kızıyoruz, öbüründen nefret eder ifadeler saçıyoruz… Elbette bir yığın ideolojik veya siyasi düşmanımız var… Ama en çok nefret ettiğimiz şey, bu ister iktidardakinden, bir diktatörden gelsin, isterse sözüm ona muhalif komünistten gelsin… Samimiyetsizlik ve yalan… Olmalı… Bu iki şeyden daha fazla başka iki şey yok insanlığı yıkan…
Şimdi bizim tarihsel bir misyonumuz var mı, diye soracağım. Hani şu “Tarih bunları yazacak, kim ne zaman ne yaptı, neler savundu, kimleri destekledi, hangi doğruların yanında durdu ya da hangi gerçekler için parmağını bile oynatmadı… hepsini kayda alacak, gelecek kuşaklara aktaracak” klişesi… Bu bile masal. Aktarılan bir şeyler kuşkusuz ki kalıyor, bazılarının değerleri veya değersizlikleri asırlar geçse de biliniyor… Bu sitede tüm yazdıklarımız, tüm incelemelerimiz, ifşa ettiklerimiz, tüm samimi çıkışlarımız da sonraya az çok kalacak. Ne var ki geleceğe kalması, klişe sözler kadar önem taşımayacak. Onun kıymeti de biraz bilinecek, çoğun bilinmeyecek. Bu evrensel yasa işlemese insanlık 2015 yılı insanlığı çukurunda bulunmazdı!
Tarihsel misyondan kastımız sadece ve sadece kendi vicdanımıza karşı sorumluluktur.
Fakat şuna inanıyorum: Nasrettin Hoca’ya selam olsun, Dünya sosyal aklının merkezi burasıdır! Buradan daha ileri bir odak yok! Nasrettin’inki yarı şakaydı, bunda şaka yok… Varsa söyleyin, sırtımızdan yük kalksın.
SORU 7- Bunu kendimiz için benim söylemem size itici geliyor mu?
Bilirim, bir değeri bir kişi veya çevrenin kendisi için ortaya dökmesi büyüklenme olarak kabul edilir ve ayıplanır. Bunun çok da erdemli bir tutum sayılmayacağı ortada. Ne var ki, kendi değerini bilmeyen, bundan kuşku duyan veya kendi değerini bildiği halde bunu ortaya koymanın yollarını bulamayan kişi ve çevrelerin fikirlerini yayması olasılık dışıdır. İnsan hiç de erdemli bir yaratık değildir ve biri kendi değerinden kuşkuluysa ya da kendi farkını ortaya koymuyorsa asla daha geniş kitlelerin saygısını kazanamaz. Erdemli ve akıllı insanların bile çoğu bu farkı kendi akıllarıyla göremez.
Az buçuk araştırın. Sizin saygı duyduğunuz insanları veya “başarılı” insanları inceleyin. Konu fikirse, yazıysa, siyasetse… mütevazı karakterlerin silik kaldığını veya silindiğini göreceksiniz. Elbette toplumdan elini ayağını çekmiş az sayıda gerçek ermiş istisna bulabilirsiniz. Fakat bunlar içinde sosyal bir başarı elde etmiş kişiler yok kadar azdır.
Devam ediyoruz… Kendi vicdanımıza karşı sorumluluk dedik ya. Bu anlamda onca engellemeye karşın, (çoğunuz bunu hafife alıyorsunuz biliyorum, ama engellemenin boyutunu tahmin bile edemezsiniz) bizler elimizden geleni yapıyoruz… Tebliğ etmek ve doğrularımızın gerçek yaşamda fiilen ardında durmak, onları birlikte üretmek anlamında. Dahasını yapamıyoruz, yeteneğimiz bu kadar, kendimize çizdiğimiz sınırlar buraya kadar.
SORU 8- Daha fazlasına, örneğin bu sitenin daha çok okunmasına gerek var mı?
Ben şahsen bu konuda yırtınmayı hiç düşünmüyorum. Kendi farkımızı ortaya koymak için ortaya döktüğümüz gerçekler en yakınlarımızda bile, editörler arasında bile itici bulunabiliyor. Bunun nedeninin kendi değerimizi en başta kendimizin bilmemesi olduğunu düşünüyorum. Bunu ortaya koyacak her girişimden enikonu utanıyoruz.
Yazarlıkta, edebiyatta, felsefede ve siyasette “başarı”, erdem sınırlarını zorlamaktan, utanmaz olmaktan, yırtıklıktan geçiyor. Bir yandan kendi değerini ortaya dökmekten kaçınacaksın diye erdem vaazları vereceksin, ama olmayan değerlerin için bile açık-gizli-yarı gizli her yolla, parayla, çıkar ilişkileriyle, ilkesizlikle, küçüklü büyüklü iktidarlarla işbirliği yaparak kendini pazarlayacaksın. Başarı için yol bu, yöntem bu.
Bizim gibiler de gerçek farkı ortaya koymaktan utanacak. Acaba öbürleriyle karıştırılır mıyız diye korkacak. Erdemli ve akıllı insanların onları bir şekilde zaten bulacağını sanacak.
Evet, şimdi olduğu gibi, bu sitede olduğu gibi akıllı ve erdemli insanlar birbirini buluyor. Ya da biz öyle düşünüyoruz.
Ama işte SORU 9- Daha fazlasına nasıl ulaşabiliriz? Bir öneriniz var mı?
SORU 10- Yoksa, insanı “erdemden” uzaklaştıran “başarı” amacını, başka deyişle daha geniş kitlelere seslenme görevini içimden daha kuvvetli gelen sese kulak verip boşlamalı mıyız? Daha fazlasını bulmak için yapacağımız her şey bizi daha mı itici hale getirecektir? Bu yazıyı koymak da dahil...
SORU 11- Eğer öyle yapın, yani daha çok çabalamayın, biraz boş verin diyorsanız, o halde neden neredeyse hepsi “erdeme” veya gerçeğe düşman “başarılı” yayın organlarının, “başarılı” yazarların erk halesinden kurtulamıyorsunuz! Sizler, çoğunluğunuz?
SORU 12- Şimdi senli benli olalım… Sen tüm bu konularda hiç kendini sorguluyor musun?
SORU 13- Sen bu konuda yapılması gerekenlerin çoğunu yaptığını düşünüyor musun?
Kaan Arslanoğlu
Not: Bu ankete özel, geçici olarak gerçek adını-soyadını vermeyen okurlarımızın yorumlarını da onaylayacağız. Tabii her zaman olduğu gibi kimseye küfür, hakaret, aşağılama içermemesi kaydıyla. Açık fikir tartışmasından aşağılamayı, hakareti, kendi kimliğini ortaya koymadan laf sokmayı anlayan çok sayıda insan mevcut. Onları engellememiz kuşkusuz bizi “ötekiler” gibi yapmayacaktır. Saygılarımla.