Ülkesine sevgi ve saygısı olmayana kimse saygı duymaz...
BİZE ÜLKEMİZİN BAŞARILARINA SEVİNEN İNSANLAR LAZIM
Aramızda, kendi ülkesinde ödünç oturuyormuş gibi duran bir kesim var. Sevgileri de yok, güven ve saygıları da. Varsa yoksa kötüleme.
Halbuki harika gemiler yapıyoruz, havacılık sanayimiz ilerliyor, elektronikte başarılarımız var, Kıbrıs'a denizaltından boru hattı çektik, yeni tasarım ofislerimiz kuruluyor, mükemmel Altay tankı seneye seri üretime geçiyor, ve daha birçok şey yapılıyor. Ama eleştirdiğimiz sayısız şey de pek çoktur. Bilen bilir, namımız kötümsere çıkmıştır.
Kötülükleri görmek başka şey, bundan ülkeye düşmanlık çıkarmak başka şey. Ama bunların duruşu bozuk. İşler kötü gidiyor diye ülkenden nefret etmezsin, işeri o hale getirene kızarsın. Sayısız rezalet var ama bunları her şeyi kötüleyerek çözemezsin. Adeta iğreti oturuyorlar. Hani mümkün olsa yarın sabah gidecekler. Ah! bir gitseler de şu korkunç korolarından kurtulsak:
Bakın gene çuvalladık...
Bakın kimse bizi sevmiyor...
Bakın dünya liderleri RTE'yi takmıyor...
Bakın Davutoğlu kukla...
Bakın imalatımız ne kötü...
Bakın askerlerimiz şöyle...
Bakın borç da artmış...
Bakın şu, bakın bu...
Ne zaman tenkit yapılır, ne zaman yapılmaz, kime yapılır, kime yapılmaz, bunun yolu, usulü vardır. Örneğin, ailenden birini yabancılarla birlikte küçük düşürmezsin. Gerekeni evde söylersin. Ya da sen içeride sonuna kadar eleştirdiğin birisini yabancılara şikayet etmezsin. Ya da içerideki/dışarıdaki bir başarısızlığına sevinmezsin. En azından bunun sana karşı da kullanılacağını bilmelisin. Akrabana kızıp yabancıya söylenirsen, bu yarın sana döner, gammaz olursun, kalleş olursun, değerbilmez olursun. Bu ailesi hakkında neler diyor derler, güvenilmez derler veya kötü niyetle yaklaşırlar. Ülke için de öyledir. Yabancılar aramızdaki bu tipleri hemen tespit ediyor, üç kuruş parayla derleyip üzerimize sürüyor.
Kaldı ki bu durum bakış bozukluğuna da yol açıyor. Toplumun onayladığı, sevinçle karşıladığı şeyleri görmezden gelirsen politika dışı kalırsın. Bu ülkede birçok iyi şey de oluyor. İnsanların bir kısmını memnun eden şeyler olmasa, AKP sadece seçim manipülasyonlarıyla iktidar olamazdı.
Ayrıca, insanın güvenmesi gerekir. Şayet sen bahçene sahip çıkmazsan, birileri gelip meyveleri toplar. Sonra bahçene bile sahip çıkar. Arkalarından bakakalırsın.
Şimdi olduğu gibi.
Kum havuzunda bağırıp çağırıp evine gidenlerden korkmuyorlar. Muhtemelen biraz kızıp, biraz da gülüp alay ediyorlardır. El alemin maskarası olmaya pek bir meraklıdırlar.
Burada mesele zihnin tek taraflı odaklanmamasıdır. Her şeyi görecek, gerekeni gereken yerde yapacaksın.
Ortalama 90.000 kez yemeğe oturuyoruz..
KÖTÜ YEMEKLER HALKIN MUTSUZLUK KAYNAĞIDIR...
Mutsuz halk her konuda özensizdir.
Türkiye ahalisinin en önemli mutsuzluk kaynaklarından birisi de yemeklerin kötü olmasıdır. 90.000 kez kötü yemek yiyen bir insan, asla mutlu olamaz. En iyi siyasi rejimi versen de "al kafana çal" der. Yemek yemeği "doymaktan" ibaret görmek, ülkemizdeki yemek felaketinin sonuçlarından birisidir.
Ülkenin dört bir yanında en fakirinden en varlıklısına kadar her türlü sofrayı gördüm, yemeklerinden tattım. Türk yemekleriyle ilgili boş bir övünç olmasına rağmen, gerçekler bundan çok uzaktır. Yemeklerimiz kötüdür ve Türk mutfağı dünyada hiçbir sıralamada ilk 20'ye girememektedir. İsteyen internetten yüzlerce sıralama bulabilir. Herhalde hepsi de Türk düşmanı değil. Zaten görünen köy kılavuz istemez.
Türkiye'de sağlıklı ve güzel yemek yiyenler nüfusun yüzde 5'ini geçmez. Bir yüzde 15'de "eh, az çok idare eder" ama gerçekten iyi değildir, lezzet ve yemek inceliği bu kesimde nadirdir. İşin ilginci, bu kesimin bir kısmı kötü yediğinin farkında bile değildir. Geriye kalan yüzde 80 ise kötüden çok kötüye doğru gider.
En iyi yemek yapan bölgeler İstanbul'dan Aydın'a kadardır. Buna İskenderun'u eklemek gerekir. Muğla dahil Akdeniz bölgesi ile Karadeniz'de yemek kültürü çok kötüdür. Gerisini saymaya gerek yok. Tabii Antep, Elazığ, Malatya ve kıyı kentlerinin köklü aileleri de iyi yemek çıkarır. Ankara ise aldığı göçleri yansıtır.
Türk sofrası protein ve sebze fakiri olup salata sadece ilk yüzde beş içerisinde düzgün yapılır. Geri kalanı salata malzemesini ince doğrayıp ezerek ziyan eder. İnce kıyılmış şeyler salata addedilir. Yemek sosları çok ince, etler tatsız (tabii tandır filan hariç), tatlılar baygın ve şekere abanmıştır. Domates salçası aşırı kullanılır. Daha neler neler... Ayrıca malzemeler de genellikle tatsızdır. Birçok malzeme de gelenekler nedeniyle bulunmaz.
Bu konuyu geçmişte birkaç kez işledim. Bazı eleştiriler oldu. Özellikle çorbalar ve köftelerde iyi olduğumuz ileri sürüldü. Çorbalarda ancak orta sıraya çıkarız. Köfteler de çok nadiren iyidir.
Şimdi, bu sadece damak tadıyla ilgili değildir. Mutsuz halk her konuda özensizdir. Dolayısıyla hayatı ıskalar. Yaşayıp gider.
Kebabı, tandırı Hintliler, Ortadoğu yemeklerini Lübnanlılar, Akdeniz yemeklerini Yunanlılar aldı. İspanya, İtalya, Fransa zaten mukayese kabul etmez. Güney Amerikalılar hızla ilerliyor. Zaten orada kalk bizdekinden on kat fazla et ve balık yiyor. Bu nedenle çok daha neşeli ve mutlular. Bizdeki gibi somurtup oturmazlar.
Dünyanın en güzel coğrafyalarından birisini ziyan ettik. Bunda HAYAT SEVİNCİNDEN YOKSUN OLMAMIZIN büyük payı var. Kötü yemekler de bunun bir nedeni.
Bunları da bilmek lazım yani...
SAVAŞ VE BARIŞ
(1) Karşınızdakiler
SONUNA KADAR SAVAŞ'a kararlıysa
barış istemek sadece teslimiyet anlamına gelir.
(2) BARIŞ için "İSTEMEK" yetmez.
Barış için siz savaşmazsanız başkası savaşır,
Siz de onun barışına tabi olursunuz.
(3) Karşımızda birden fazla savaş partisi var.
(4) Savaşsanız bile,
Kim iyi savaşırsa onun barışı geçerli olur.
(5) Zaferin garantisi olmaz ama gene de teslim olunmaz.
(6) Savaş partileri yenilmeden savaş bitmez.
(7) "Her ne pahasına olursa barış" diyenlerin hepsi
sonunda ya savaşmış ya da mahvolmuşlardır.
(8) Bu saldırının failleri muhtemelen gene bulunamayacak.
(9) Taşeronlar bulunsa bile, perde arkasındakiler bulunmaz.
(10) Görmezden gelmeye zorlananların bir kısmı, kime hizmet
ettiklerini bilemez.
(11) İşin arkasında birden fazla kademe olabilir.
(12) Hayalle yaşayan hüsrana uğrar.
(13) Nasıl bir ülkede/bölgede yaşadığınızı unutuyorsunuz.
(14) Bir daha unutmayın.
(15) Bu acı sonuncu değildir. Daha ortalarda bile değiliz.
(16) Acıya teslim olmayın.
(17) Mücadelenin sayısız yolu var. Hep aynısına takılıp kalıyorsunuz.
(18) Hasmın beklediğini yapan daima tuzağa düşer.
(19) Aklınıza başka yol gelmiyorsa yenilgi kesindir.
(20) Düşünmeye başlasanız iyi olacak.
(21) Ama, etraflı düşünün, kalıplara göre değil.
"Sokağa çık-bağır-dağıl-eve git-unut" döngüsü
Milyonlar üzüldü ama
GERÇEK BOMBA BİR DAHA YAKINLARI EVE GELMEYECEK OLANLARIN TEPESİNE DÜŞTÜ...
Sabaha karşı daldılar, bir ara uyandılar ve bir an için sevdiklerini göreceklerini sandılar, içleri kıpırdandı ve akabinde gene karanlık ve acı...
Gerisi boş... Herkes birkaç gün sonra unutacak, sadece istatistikler kabaracak, birileri birkaç sene onları anacak, sonra tavsayacak... sadece yakınlarını yitirenler bu acıyı sürekli yaşayacak...
Onların acısını hafifletelim, yalnız bırakmayalım... ve geleceğe bakalım...
ama...
Kırk yıldır aynı döngü:
Katliam-acı-tepki-protesto-anma-unutma... ve yeniden Katliam-acı-tepki-protesto-anma-unutma... ve yeniden Katliam-acı-tepki-protesto-anma-unutma...
Sokağa çık-bağır-dağıl-eve git-unut... Sokağa çık-bağır-dağıl-eve git-unut... Sokağa çık-bağır-dağıl-eve git-unut...
Bunun dışına çıkamıyorsanız boşuna bağırıp çağırmayın....
Kırk yıl geçti... kırk yıl... bu döngüyü kıramıyorsanız pes edin. Kıracaksanız nasıl olacağını düşünün... aynı şeyleri yapacaksanız başınıza gene aynı şeyler gelecektir...
Hizmetkarı oldukları bölücülerin, başarılı aracı:
NEFRET...
Yaklaşık 48 yıldır terörle iç içe yaşıyoruz. Kutuplaşma giderek arttı. Sağcıyı solcuya, Aleviyi Sünniye, Kürdü Türke, düşman yapa yapa gidiyorlar. Katliam kurbanlarına bile en ufak bir saygı gösterilmiyor.
Bu hale nasıl getirildik,
Herkes oturup düşünmeli.
Bir avuç akıllı insan hariç
(onlar kendini bilir ve söz onlar için meclisinden dışarı)
Nefret kusarak,
Bölücülerin eline oynuyorsunuz.
Sağcılar da bunu yapıyor, solcular da.
Suriye gibi parçalanmak mı istiyorsunuz?
Bunu isteyenlere kuyrukçuluk da aynı kapıya çıkar.
İsteseniz de, istemeseniz de,
Sağcı da olsanız solcu da olsanız,
Bölücülere hizmet ediyorsunuz.
Çünkü akıllı değilsiniz.
Nüfusun bir bölümüne,
Düşman veya hain olmadığınızı bile anlatamıyorsunuz,
Çünkü size giydirilen düşman ve hain esvabını
giderek benimsediniz
Onların eline oynuyorsunuz.
Bakın son bombadan sonra...
Sağcıların bir kısmı binlerce mesaj attı, oh olsun diye...
Solcuların da büyük kısmı ağzından köpükler saçıp küfretti
Sonra daha fazla kuyrukçuluk yaptılar
Böyle olmaz.
Bu yolun başı da sonu da rezilliktir.
Her görüşten akıllı insanlar bir araya gelmeli, bunu birlikte tel'in etmeliydi...
Bolonya Garı bombalandığında İtalya öyle yapmıştı.
Ama Türkiye'de akıllılar susuyor.
Her görüşten salak birbirine nefret saçıyor.
Salaklık parayla değil.
Bu işler başından beri yanlış gidiyor.
Durum yeni bir dizi tutum gerektiriyor, her ne kadar bunu anlayacak ve yapacak kişi sayısı çok azsa da :
(1) Nefret grupları referans değildir. Onların baskılanması altında kalmayın, doğrusu neyse onu yapın. Aklınızı dinlemeye başlayın. Fikir ayrılığı iyidir ama nefret söylemi bunun ötesindedir. Sürdürenleri uzaklaştırın veya çevrenizi değiştirin. Kendinizi kaptırmayın. Mücadelenin sonucunu akıllı insanların sayısı belirleyecek.
(2) Düşmanlık söylemini bırakın. Bu işler sınıf çatışması filan da değildir. Baskı ve bölünme projeleri yürütenler her sınıftan işbirlikçi buluyorlar. Bölünmüş bir ülke her şeyin sonu ve ebedi savaş demektir. Ülkesi dağılan için ne siyaset kalır ne de başka bir şey. Sınıf çatışmasını da arka cebinize sokarsınız. Ne pahasına olursa olsun bölücülüğü önleyeceğiz. Bunu isteyenler asla bedelini ödeyemez.
(3) Her adımda sizi çektikleri tuzağa düşüyor, perakende protestoya kalkıyorsunuz, onu da sadece bağırıp çağırarak yapıyor, istim boşaltıp duruyorsunuz. Bunu bırakın. Beklemedikleri yöntemlerle karşı çıkın.
(4) Her kesimden ve politik görüşten akıllı insanlarla diyalog kurun. Akıllı olan hasım, aptal dosttan çok daha değerlidir. Geleceği diyalog ve güç belirleyecek. Düzgün toplumların hepsi sınıflar ve kesimler arası diyalog kurmasını bilenlerdir. Sadece mücadele yıkıma, sadece diyalog teslimiyete götürür. Üstelik, binde yedi oyla neyin mücadelesini yapacaksın. Denge gerekir.
(5) Küçük adımlarla gidin. Sağlam basın. Eski bildiğiniz siyasetlerle ilgili her şeyi unutun.
(6) İşbirlikçi parti ve hareketlerden hayır gelmeyeceğini anlayın. Mevcut parti ve hareketlerin hepsini terk edin. Alayından bir fındığa sürecek kadar akıl çıktı mı bugüne kadar.
Bunlar sizin elinizi kolunuzu bağlıyor. Düşünmenizi engelliyor. Kendi yolunuzu bulun. Kuyrukçudan, biatçıdan hayır gelmez. Mevcut parti ve hareketlerin hepsi sahtekardır.
(7) Sağcısı, solcusu, mezhepçisi, etnikçisi herkes daima birlikte yaşayacak. Teröristleri açık veya utangaç destekleyenleri tecrit edin. Onlarla barış da olmaz. Şimdilik belalarını başkalarından bulsunlar. Günü gelince onları halledecek güç oluşur. Diyalogun sonuç vermesi için önce terörün sona ermesi gerekir. Savaşırken güven mi olur. Toplumsal uzlaşma hukukla kaimdir, ama insanların içindeki savaşın tükenmesi şarttır. Her toplumda bunun bir kırılma noktası vardır.
(8) Nefret söylemine katılan herkes bölücüdür.
(9) Bu işler sürüp gidecek, ama yaşamı feda etmemek gerekir. Onurlu yaşam üreterek olur. Üreten insan hayatın içindedir. Üretmeyen insan alacakaranlıktadır. İnsanları hayat boyu ürettikleriyle değerlendirin. Siyasetle yaşayanlara, hayatları boyunca tek bir gün çalışmadan asalak olarak dolaşıp ahkam kesenlere asla güvenmeyin. Onlar sadece adam kullanmayı bilir.
..........
Yukarıda sayılanları küçümsemeyin. Bunları yaparsanız zaten yol aydınlanacaktır. Bütün çözümler önceden ayaklarınızın dibine serilmez. Önce koşulların oluşması gerekir.
ÇETİN ALTAN
Çetin Altan'ın yazıları bizim neslin toplumsal bilinç sahibi olmasında büyük rol oynamıştır. Orta okulda her sabah ilk iş onun yazılarını okurdum. Gençliğin vicdanını harekete geçirmiş, o dönemde emeği ve ahlaklı olmayı savunmuştur. Tabii, bu ülkede, bunlar ciddi sıkıntı yaratır. Hakkında yüzlerce dava açılmış, Meclis'te linç edilmek üzereyken son anda kurtarılmıştır ki, bunun vukuu dünya tarihine kapkara bir leke olarak geçerdi. Zaten çok fazla kara lekemiz var.
1960'ların sonunda sol siyasetten uzaklaşmaya başladı. Onun, korktuğu veya çıkar umduğu için öyle yapmış olabileceğini düşünmüyorum. Yorulmuş olduğunu sanıyorum, ama herhalde davalardan çok etrafındaki eblehlikten yorulmuştu. Kanımca, Türkiye'de kültür ortamının (ortalamasının değil, ilgili olmakla birlikte o başka konu) insicamlı (tutarlı, düzenli, bütünlüklü) bir toplumcu hareketi kaldırıp yürütecek seviyede/durumda/istikamette olmadığını görmüştü. Bu yol iyiye gitmiyordu. 1970'lerde biz de bunu gördük. Ancak içerisinde olursak belki düzelmesini sağlarız dedik. Genç aklı işte... Ama sanırım esas faktör "zoru görünce döndü" dedirtmemekti. Her neyse... bir on-onbeş yıl daha ısrar ettik ama bazı iyi insanları tanımanın dışında bir yararı olmadı. Biat edenlerin kurdukları hatları parçalayıp geçemedik.
Altan, bundan sonraki hayatını gene yazarak, ama kültürel konulara dikkat çekerek geçirdi. Siyasetin, kültürün bir parçası ve türevlerinden biri olduğunu anlatmaya çalıştı. Bu konuda son derece haklıydı.
1970 sonrasındaki yazılarını ara sıra rastladıkça okudum. O dönemki arayışlarımıza yanıt vermek için yazılmamıştı zaten. 1970'lerde ona çok kızar ve alay ederdik. Öte yandan o, hayatın karmaşıklığını ve zenginliğini göstermeye çalışıyordu. Haklı olduğu birçok noktayı daha sonra anlayan da oldu anlamayan da. Artık toplumcu cenahta olmadığı için doğrusuna aldıran yoktu ama yanlışına kızan çoktu. Aldırdığını sanmam. Gene naçizane kanaatimce, toplumcu kesime yaptığı kötülük, solculuktan liberalizme savrulurken, bu kapının açılmasına yardımcı olmaktı. Liberalizm kapısından içeri o kadar çok iblis girdi ki, o kadar insanımızın aklını çeldiler ki, cehennem artık burasıdır.
Sonuçta, kimse hayatının sonuna kadar her gün siyaset yapmakla, ya da siyaset için hayattaki tüm diğer şeylerden feragat etmekle yükümlü değildir. Bu bir tercih konusudur. İnsanlar bir dönem belli bir hizmet yapar ve sonra hayatını başka şekilde tamamlayabilir. Kimse bu hakkını kullandı diye hor görülemez, yeter ki baskıyı, hukuksuzluğu, kötülüğü savunmasın.
Çetin Altan'ın yazıları Türkiye toplumunun yüzüne tutulmuş bir aynaydı. Bize sandığımız insanlar olmadığımızı gösterdi. Sırf bu hizmeti bile yeterince önemlidir. Her insan gibi iyisiyle-kötüsüyle aramızdan ayrıldı.
Mehmet Tanju Akad