Diyalektik – tarihsel maddecilik, tıp ve hekimlik

İnsanlar tarihin her döneminde doğayı ve etraflarında olup bitenleri anlamak ve anlamlandırmak çabası içinde olmuşlardır. Erken dönemlerde çevrelerindeki olayları ve olguları rastgele, birbiriyle ilişkisiz, birbirlerinden bağımsız, ayrı ayrı şeyler olarak kavrayan insanlar, doğanın durgunluk içinde ve değişmez olduğunu düşünmüşlerdir. Bu dönemlerde insanlar olayları ve olguları doğaüstü güçlerle açıklamaya çalışmışlardır (metafizik yöntem). Hastalıklarını tanrısal cezalar olarak gören insanlar, hastalanmamak veya hastalandıklarında iyileşmek için şamanlar ve büyücüler aracılığıyla tanrılara başvurmuşlardır.  

İnsanlar, tarihte ilk kez, Eski Yunan uygarlığında, çevrelerindeki birbirlerinden bağımsız görünen olaylar ve olguların aslında birbirleriyle ilişkili olduğunu, dahası birbirlerine dayandığını ve birbirleri tarafından belirlendiklerini kavramaya başlamışlardır. Doğanın sürekli bir hareket, değişim ve dönüşüm içinde veya sürekli bir oluş – yok oluş süreci içinde olduğunu fark etmişlerdir. Bu oluş ve yok oluş süreçlerini olaylar ve olguların yapısındaki iç çelişkiler belirlemektedir (diyalektik yöntem).

Tıbbın diyalektik yöntemi benimsemesi

Hipokrat’ı tıbbın babası yapan, çağdaşı hekimlerden farklı olarak, sağlığa ilişkin olgu ve olayları doğa-üstü güçler (dinsel inançlar ve mitoloji) yerine doğa yasalarıyla, diğer bir deyişle metafizik yerine diyalektik yöntemle açıklama çabasıdır (tıpta birinci devrim). Tıbbın önünü açan bu laik (ya da seküler) yaklaşım ileride modern tıbbın temelini oluşturmuştur.

Hipokrat’a göre nesneler tek başlarına değildir ve bir sürece katılırlar; o halde bir geçmişleri ve bir gelecekleri vardır. Her şey birbirine bağlıdır, her şey birbirinde bütünleşir, her parçanın hareketi bütünün hareketine bağlıdır. Dolayısıyla organizma açısından da hiçbir şey tek başına değildir. Sağlık ve hastalık aynı bireyde, birlikte bulunurlar ve bir biyolojik davranış içine girerler. Bu organizmanın belli bir andaki durumunu (sağlıklı veya hasta) biyolojik davranış belirler.

Hipokrat, yaşamı boyunca, tıbbı dinsel inanış ve mitolojiden arındırmaya çalışmış ve başta hastalıklar olmak üzere sağlıkla ilgili bütün olgu ve olayları gözleme, deneyime ve akla dayanarak açıklamaya çalışmıştır. Şüphesiz Hipokrat’ın sağlığı tamamen doğal nedenlerle açıklama çabası egemen güçler tarafından kuşkuyla karşılanmıştır. Ancak eski Yunan dünyasının içinde yaşadığı döneme göre “özgür ve demokratik” politik iklimi sayesinde akıl, bu dönemde oldukça yaygın olan boş inançlara rağmen, tıp üzerinde egemenlik kurabilmiştir.

Avrupa’da Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla din, akla egemen olmuş ve tıpta Hipokratik dönem öncesine dönülerek, büyücülük ve animizm uygulamaları yeniden boy göstermiştir. Avrupa’da yaklaşık bin yıl süren karanlık çağ boyunca din egemenliğine giren tıp, bu boyunduruktan ancak Rönesans ile kurtulabilmiş ve akıl yeniden öne çıkmaya başlamıştır.

Diyalektik maddeciliğin tıbba uygulanması

Rönesans döneminde yeniden keşfedilen diyalektik yöntem, Hegel tarafından bilimin hizmetine sokulmuştur. Rudolf Virchow da, Hegel'in diyalektik yöntemini tıbba uygulamıştır. Ancak Virchow, Hegel’in idealist anlayışı yerine Marx’ın maddeci anlayışını benimsemiştir.

Virchow maddeci yaklaşımın, tıptaki dogmaların yerini alması gerektiğini savunmuş ve biyolojide diyalektik maddeci bir yaklaşım oluşturmak amacıyla, Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu çalışmasının verilerinden yararlanarak, hastalıkların arkasındaki somut maddi koşulları göstermeye çalışmıştır (tıpta ikinci devrim).

Yukarı Silezya’da patlak veren tifüs salgınını incelemesi sürecinde Virchow, diyalektik maddeci yaklaşımı ilk kez tıbba uygulamıştır. Hastalığın ortaya çıktığı somut tarihsel ve maddi koşullara ve toplumsal çelişkilere vurgu yaparak, bunları diyalektik bir yaklaşımla, yani birbirlerinden soyut, yalıtık olgu ve olaylar olarak değil, birbirleriyle karşılıklı ilişkileri içinde ve tarihselliği öne çıkartarak değerlendirmiştir. Virchow’un çok-etmenli etiyolojik analizinin temelinde de bu diyalektik maddeci yaklaşım yatmaktadır.

Beslenme yetersizliği ve tifüs gibi aslında birbirlerinden çok farklı sorunlar gibi görünen olgular arasında ancak böyle bir yaklaşımla anlamlı bir ilişki kurulabilir. Beslenme yetersizliğinin nasıl bireyleri tifüse karşı zayıf düşürdüğünü (ve mortalitenin bu nedenle arttığını) ancak diyalektik bir yaklaşım ortaya çıkartabilir. Kuşkusuz buradan hareketle, beslenme yetersizliğinin nedenleri de tartışmaya girmektedir. Ancak böyle bir yaklaşımla nedensel etmenlerin (nedenlerin nedenlerinin veya kök nedenlerin) insanların gündelik maddi yaşam koşulları ile doğrudan ilişkili olduğunu açıklanabilir.

Sonuç   

Diyalektik, bir doğa olaylarına yaklaşım, inceleme ve anlama yöntemidir; maddecilik ise doğa olaylarını kavrayış ve yorumlayış biçimidir. O halde diyalektik maddecilik, doğayı diyalektik bir yöntemle ve maddeci bakış açısıyla kavrayış olarak tanımlanabilir. Tarihsel maddecilik de, diyalektik maddeciliğin ilkelerinin toplumsal olgu ve olaylara veya toplumsal yaşama uygulanmasıdır.

Tıpta ikinci devrim, tıbbı yalnız dinin değil, aynı zamanda sermayenin de tahakkümünden kurtarmak ve toplumun (emeğin) hizmetine sokmak üzere, bu kez yalnızca diyalektiğin değil, diyalektik ve tarihsel maddeci düşüncenin tıbba uyarlanmasıyla gerçekleştirilmiştir.

Sağlık, hem biyolojik süreçleri, hem de toplumsal süreçleri bir arada içerdiğinden, sağlıkla ilgili olguların ve sağlık olaylarının da anlaşılabilmesi ve anlamlandırılabilmesi için tıbbın (ve kuşkusuz hekimler ile sağlıkçıların) diyalektik ve tarihsel maddeci bir yaklaşımı benimsemesi gerekir.  

 

Akif Akalın

 

KAYNAKLAR:

Akalın, MA. (2013). Toplumcu Tıbba Giriş. İstanbul: Yazılama Yayınları.

Boguslavsky, BM., Karpuşin, VA., Rakitov, AI., Çertikin, VY. ve Ezrin, GI. (2006). Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmin Abecesi. Ankara: Sol Yayınları.

Çelik, F. (2013). Hekimliğin Seyir Defteri. İstanbul: Deomed.

Marmot, M. ve Wilkinson, RG. (2009). Sağlığın Sosyal Belirleyicileri. İstanbul: İnsev.

Politzer, G. (2012). Felsefenin Başlangıç İlkeleri. Ankara: Sol Yayınları.

Politzer, G. (2000). Felsefenin Temel İlkeleri. 14. Baskı. Ankara: Sol Yayınları.

Uğurlu, MC. (1997). Hipokrat. A.Ü. Tıp Fakültesi Mecmuası, 50(2): 67 – 78.

Waitzkin, H. (2006). One and a Half Centuries of Forgetting and Rediscovering: Virchow’s Lasting Contributions to Social Medicine. Social Medicine, 1(1): 5 – 10.

Facebook
yorumlar ... ( 2 )
18-09-2014
18-09-2014 08:51 (1)
Bir konu ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Hoca olmanının farkı sanırım. Teşekkürler. R.Kulaksız
20-09-2014 22:09 (2)
Marx Hegel'i yanlış anlamıştır.Hegel'i Marx aracılığıyla tanıyanlar da aynı yanılgıyı sürdürüyorlar.Marx Hegel'den idealisttir özünde.Materyalizm adını verdiği bir tür idealizmdir ve Hegel'le kıyaslandığında dogmatiktir.Kendi fikirlerinin de değişimden geçmesi gerektiğini ve değişimin felsefesini yapan Hegel'i,değişmez yargılar öne süren Marx yetersiz kavramıştır.Hegel'in Mutlak ve tarihin sonu düşüncelerine Marx son noktayı koymak istemiş,bir anda değişimin mümkün olabileceğini düşünmüştür.Sürekli değişimdir diyalektik.Diğerleri kadar aptal olduğunu bilmek ve öğrenmeye sürekli açık olmaktır.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211142
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.