Kitapları sınıflandırırken çeşitli alt başlıklar kullanılır: roman, öykü, şiir, deneme, eleştiri vs. B.Sadık Albayrak’ın Okuma Yazmanın Izdırapları adlı kitabını, ilk bakışta bu türden bir sınıfa sokmakta zorlanabiliriz. Kitap, adının çağrıştırdığı gibi edebiyatla ilgili olsa da birçok siyasi konuya da değiniyor. Edebiyatla ilgili olanın kaçınılmaz olarak siyasal da olduğu saptamasını kitap içeriğiyle bizzat doğruluyor.
Okuma Yazmanın Izdırapları, çok farklı düzeylerde anlatılardan oluşuyor; yazarın çocukluğundan başlayarak kişisel edebiyat deneyimleri ile Brecht’in edebiyat anlayışı gibi teorik edebiyat tartışmaları birkaç sayfa arayla yan yana verilmiş. Bu anlatıların gerisinde edebiyatımızın son 30 yılından çeşitli kesitler görebiliyoruz. İnsancıl Dergisi’nin kuruluşundan, Türkiye Yazarlar Sendikası’ndaki tartışmalara kadar birçok konu, kitapta birinci ağızdan verilmiş.
Toplumsal sorumluluk taşıma derdi olan bir yazar için bu tür kişisel öyküler, kitaptaki tanımlamayla “ağabey tavsiyesiyle düzeltili yazıların orta yolcu yazıcısı” olmaktan kaçınmanın hakiki örnekleri olarak çok değerli deneyimler.
Kitap yazar Yalçın Küçük ve şair Mustafa Göksoy’a ithaf edilmiş. Kitabın içeriğinde de Mustafa Göksoy’un Dünyalaşan Gözlerim kitabı ile Yalçın Küçük’ün çeşitli kitaplarının detaylarıyla ele alındığı bölümler var.
Yüz buruşturucu kitap
Herkes aynı evrende mi yaşar? Şu anda aynı ülkede, aynı şehirde hatta aynı evde yaşıyor olmamız aynı evrende yaşadığımız anlamına mı gelir? Elbette gelmez. Bu kitabın içeriği, piyasa edebiyatı için başka bir evrenden gelmişçesine tuhaftır. Bugünkü vasat edebiyatı üreteçlerinin, edebiyat piyasası-piyasa edebiyatının bakış açısından bakarsak bu kitap modası geçmiş bir kitaptır. Böyle görmelerine elbette şaşırmamamız gerekir.
“-Yalçın Küçük? Aaa o zır deli adam mı? Hani şu ırkçı, ulusalcı, PKK’lı, Ergenekoncu.”
“-Köy Enstitüleri? Köy mü kaldı canım. Tek parti totaliterliğinin dayatmacı eğitim anlayışı…”
“-Edebiyatın işlevi? Edebiyatın işlevi mi olurmuş?”
“-Sanatçının toplumsal sorumluluğu? Sanatçı özgürdür, ne sorumluluğu?”
Bu kitap piyasa edebiyatı unsurlarının, gördüklerinde yüzlerini buruşturacakları konuları işlemektedir. Onlar için bir yüz buruşturucusudur, “12 Eylülün edebiyatımıza iyilik yaptığı”nı düşünenler için bir “kırışıklık arttırıcı”dır.
“12 Eylülün edebiyata iyilikleri”ni anlatırken, 12 Eylülün edebiyatta kazıyıp, anahtarını postmodern edebiyata teslim ettiği sahneyi boş bırakmama, köpeksiz köyde değneksiz gezenlere karşı bir meydan okumadır.
Doğruda durma inadı
Evet, bu kitap klasik bir kitaptır; savrulmamak için, güncelin akıntısına kapılıp uçmamak için okura, klasiğin, edebiyatımızdaki ilerici geleneğin heybesindekileri göstermektedir.
Evet, bu kitapta yeni bir şey yoktur. Belleğini yitirmiş ve gördüğü her şeyi yeni zannedenlere eskimemiş “eski”yi anımsatmaktadır.
Bu kitapta yeni bir şey yoktur. Okura, “yeni” sıfatından tank ve postal zoruyla kovulmuş “eski”yi anlatmaktadır. Aslında hiç de yeni olmayan “yeni”ye karşı henüz eskimemiş “eski”yi anlatır.
Doğru olmayan yeniye karşı, yeni olmayan ve tükenmemiş doğruları yazmaktadır. Gerçekçi edebiyatta, bir doğruda durma, doğruda kalma, doğrudan geriye düşmeme ısrarıdır.
Doğrunun zamanı mı olur? Doğru tarihten tankla, topla, tüfekle çıkarıldığında, spikerlerin, antenlerin, beyaz perdenin ve kitapların yalan söylediği bir çağda o yalanları teşhir etme çabasıdır.
Bu kitabı “billboard”larda göremeyeceksiniz; bu kitabın reklamı bankamatiklerde, “prime time” dizilerin arasında televizyonlarda da çıkmayacak. Yazarı bu kitabı sattırmak için türlü ilişkilerini kullanıp kendine söyleşi de ayarlamayacaktır.
Kitapta, Hesiodos’un “karınlarından ibaret insanlık” tanımlaması kitapta birden fazla geçiyor.
B.Sadık Albayrak, bu kitapta, insanın “karnından ibaret olmadığı”nın savunusunu yapıyor.
Sanat gerekli midir?
“Türkiye’deki ilerici çevrelerin sanat konusundaki en büyük sorunu nedir?” Bu soruyu yıllardır derinleştirmeye, kendimce irdelemeye çalışmaktayım. Okuma Yazmanın Izdırapları’nda Ahmet Soner’den aktarılan bir fıkra, bu sorunu son derece vurucu bir şekilde özetlemiştir:
“Olay trenlerin odun ve kömürle çalıştığı zamanda geçer. Acelesi olan bir yolcu, hareket saati geçtiği halde hala yola çıkılmadığını fark edip makiniste gecikmenin nedenini sorar. Makinist kazana kürekle kömür atan ateşçilere bakıp , “İstimi bekliyoruz” der. (İstim, buhar gücü yani treni yürüten enerji). Yolcu terslenir, “Bunca insan istimi bekler mi? Biz gidelim, istim arkadan gelsin.”
İstimsiz tren hareket edebilir mi?
Kültür ve sanat, genellikle geri plana itilen, “sanat sepet işleri” diye küçümsenen “istim”dir. “Siyasal Devrimi hallettikten” sonra elbet ona da sıra gelecektir! İstimsiz trenlerin yürümeyeceği, tarihte son derece ağır bedellerle defalarca kanıtlandığı halde yine de “istimin arkadan geleceğine” inanılır. Bu kitap istimsiz trenin yürümeyeceği ön kabulüyle yazılmış, istime bir katkı, “trenin kazanına atılmış bir kürek kömür”dür. Acelesi olan okurlar için yazılmıştır.
Bu kitap gerçekçi edebiyatın kenara atıldığı, onunla alay edildiği bir çağda genç okurlar için gerçekçi edebiyat kılavuzudur. Gerçekçi edebiyatın savunusunda edebiyat savaşında bir cephane gibi tasarlanmıştır.
Kitaptaki birçok başlıktan birisi de “kapitalist toplum altında insan olunabilir mi?” sorusudur. Buradan hareketle bu kitap bir “insan kalabilme” arayışıdır.
Kitabın künyesi: Okuma Yazmanın Izdırapları, B.Sadık Albayrak, Doğu Yayınları 2015
Taylan Kara
Not: Bu yazı İnsancıl Dergisi’nin kasım 2015 sayısında yayımlanmıştır.