Bir ajanın itirafları – Türkiye’de aklın teslimi (5) – Kanıt mı istediniz? Ve Kılıçdar mı, Selo mu daha tehlikeli?

CHP’yi soruyorlar. “Memur Kemal”i soruyorlar. Pek mi önemli?

Notlarıma bakıyorum.

CHP sokak ortasında anadan üryan dolaşan bir adam gibi... Her şeyi ortada. Birbirini çimdikleyip, durmadan adama bak, adama bak, demek bana çocukça geliyor. Adam çıplak, zaten belli. Tabii, bu eleştiri CHP içindeki daha koyu solcular için başka anlamda. Oy veren fakat beklentisi yüksek olan için daha farklı. Hiç oy vermeyip, bir de oy vermeyin deyip dışarıdan eleştirenlerin durumu tamamen farklı.

CHP’nin ne olduğu malum. Herkes biliyor. Oradan yana bir tehlike bu yüzden yok. Aldatılma tehlikesinden bahsediyorum. Kandırılmadan. Köleleşmeden. Milyonların cani bir gücün, yani HDP’nin sol adına kölesi olması gibi. Bunu solculuk sanıp ona buna faşist diyen milyon tane odun yetişti. Tehlike budur. CHP’nin sol iddiası neredeyse yok. Sosyalist zaten değil. Hiçbir konuda iddiası yok. Memur Kemal insanları çok etkileyebilecek biri değil. Sınırlarını biliyor, ona göre davranıyor. Keşke güçlü olsaydı, keşke Chavez’e yakın derecede halkçı olsaydı. Yumruğu pek olsaydı. Keşke halamın şeyi olsaydı. O halde niye onu gösterirler bak bak diye?

Şimdi, CHP işçiden yana değil. Bir sosyal demokrat parti keşke iddialı olsaydı bu konularda ama anlatıyoruz ya, Türkiye’de ezici çoğunluk dönek, işbirlikçi ajan olmuş, kimden ne bekliyorsun. Daha soldaki partilere bakın. Kim işçiden yana, kim yoksul içinde çalışıyor? Daha solda bir parti var mı, sol neye göre sol, önce onu sor. Gençliğimiz işçi semtlerinde, fabrika önlerinde kurudu. Şimdi kim var böyle ciddi çalışma yapan. Az buçuk yapan Kürt milliyetçiliğine yediriyor bütün kazancını, elde var sıfır. Sıfır değil, eksidesiniz.

Bir de bu CHP’yi eleştirenlerin çoğu dürüst olsa, hadi hep birlikte yüklenelim. Birçoğu Erdoğan’la anlaşmış. Gerekçesini söyle, açık konuş, bizi ikna et, biz de anlaşalım. Değil mi ya! Deyin ki, Erdoğan’la anlaşmak Türkiye’ye şöyle yararlar sağlar. Karından konuşmayın. Belki biz de geliriz. İkircikli konuşmalar, uyanık  uyanık taktikler güya, çocuk kandırmayın.  

Kemal bey TESEV’ciymiş! Memur Kemal ABD’den izinli, buna kuşku yok. Ama onun ilk sıra adamlarından yine değil, çok açık yahu, ABD orada da kandırıyor milleti. Kerhen destek. Tamam Amerikancı, diye yüklenelim. Onu eleştirenlerin bir kısmı daha çok Amerikancıydı. Ona ne deriz? Sen biliyorsun yahu! Ne Amerikan karşıtları var Türkiye’de, yorma beni, dosyalarım kabarık. Ulusalcı denince ulusalcı mı oluyor her adam. Vay anam vay!   

Söz Gazetesi, Aydınlık, buralar işbirlikçi kaynıyor. Hepsi değil elbette, belirteyim ki demagoji yapmasınlar. Kemal hiç değilse memur. Öbürleri patron, ağa, paşa… kodaman yani.  

Udo Ulfkotte’yi sen yazdın. Kaynağı bulmuştu adam. O kaynaktan gitti, Almanya’daki CIA gazetecilerini ortaya çıkardı. Adam gerici dediler, dincilere sempatisi var dediler, Türkiye’ye geldi Tayyipçi dediler. Velev ki Tayyipçi. Bak bakalım, ne söylüyor. En iyi kaynak kovulmuş ajanlardır, emekli işbirlikçilerdir. Git üstüne. Gidemedi kimse. Türkiye’de sol, sosyalist geçinen çevreler, partiler üstünü kapadı. Niye? Ucu kendilerine dokunacak. Kendi aralarındaki adamların bağlantıları kabak gibi ortaya çıkacak.

Ulfkotte’nin dedikleri de önceden biliniyordu. CIA ile Atlantic Bridge bağlantısı. Almanya’da Atlantik Brücke. Gir sayfalarına görürsün, dünyanın her yerinden “genç liderler” bulup eğitiyor. Babasının hayrına. Bak suratlara tam kaknem oligarşi züppeleri. Neyin lideri olabilirler? Cem Özdemir falan bunlardan işte, neyin lideri?  Gir sayfalarına, etkinliklerini gör. Orada linkler var. CIA hesabına çalışan bütün sosyal dernekleri listelemiş. Liste orada. Meydanda.

Türkiye bağlantısı da var bunun. Hürriyet falan birkaç büyük tekel. Başka ne olacaktı. Türkiye’de en aktif, Stiftunglar Friedrich Ebert, Heinrich Böll, Conrad Adeneuer. Bunlar demokrasi, insan hakları dendi mi feriştah. Bak sen de bilirsin, Henrich Böll Vakfı toplantılarında senin de ismin geçiyor. Sen de kulağı kesiklerdensin. Bunlara kim katılır, kimdi orada arkadaşların, Çalışlar, Celal Başlangıç, Birikim tayfası banko. Git buradan incele. Bu toplantılara en çok kimler katılmış, kimler organize etmiş. Bu veya başka dernekler kimleri ülke dışına davet etmiş, kimleri eğitmiş, destek vermiş, burs vermiş… Biraz incele, çıksın eline koca bir liste. Ama yok. Herkesin burada adamları çıkabilir. En Kürtçüsünden en ulusalcısına.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti her yıl Konrad Stiftungla birlikte yerel gazetecilik ödülleri verirmiş. Buralardan seçtikleri parlak gazetecileri Almanya’da eğitime gönderirmiş. Sana ne kardeşim Konrad bey, derdin nedir, bu insanları neden eğitiyorsun, onlara ne öğretiyorsun?

Pilot alanlar: Gazetecilik, televizyonculuk, akademide sosyoloji, sosyal bilimler, hukuk, dış ilişkiler vb, edebiyat. Buralarda müthiş bir dış destek vardır ki, insanın gözleri yaşarır.  Orada evlenir gelirler mesela. Bizim ünlü gazeteci hanımlarımızdan bazılarının eşleri tescilli ABD ajanlarıdır. Üçünü net biliyorum. Al işte isimleri, zaten biliyorsundur: (……) (Çıkarıldı. b.n)  Ajan sevgilileri sayarsak liste kabarır.

Kanıt? Kanıt var mı kanıt? Yok sallıyoz işte.

Kanıt bunlar… İsteyen fazlasını bulur. Bir ölçek vereyim, o da kanıt yerine tutar.

Şimdi merkez medyada ister iktidar yalakası olsun, ister bir hayli hükümet karşıtı… Çok muhalif, çok solcu olsun. İstisnasız hiçbirinin giremeyeceği birkaç konu vardır. Bu konulara girerlerse koltuk gider, ekran kayar. Hepsi bu konulardan ustaca kaçma sınavlarından geçmiştir. Hepsi diyorum, bak, istisnası yok! Kırk kere. 1- Amerikan çıkarlarına, politikalarına, hele CIA bağlantılarına somut olarak hiç girmeyeceksin, zorlarlarsa çok yuvarlak laflar edip, konuyu değiştireceksin. 2- Büyük sermayenin, büyük çıkar gruplarının asla üstüne gitmeyeceksin, zorlandığında yuvarlak, genel laflar edeceksin. 3- Kendi yayın organını veya oradaki başka ajanları asla polemik konusu yapmayacaksın, grubunun mali ilişkilerini, reklam kaynaklarını, siyasi manevralarını vb. asla açığa vurmayacaksın.

Üç altın yasa. Dikkat: O şaşaalı Ergenekon-Balyoz operasyonları sırasında bu yasanın operasyonel versiyonu uygulandı. Ergenekon sanıkları korkunçtular, cani darbecilerdi amaaaa, bu hükümet öncesi hiçbir cinayetleri yoktu, CIA ile bağlantıları zinhar bulunmuyordu.

Ben demin dediklerim konusunda biraz çalışma yaptım. Somut kanıt dersen bu ilişkiler var. Şimdi şu sayacaklarım mesela. Ajan demiyorum bunlar için. Belge gönderemiyorum. Fakat merkez medyadaki 3 altın kural açısından incele, fikrin olur: Can Dündar, Şirin Payzın, Enver Aysever, Ece Temelkuran, Cüneyt Özdemir, Aslı Aydıntaşbaş, Banu Güven, Ruşen Çakır, Ayşenur Arslan, Nuray Mert, Uğur Dündar, Emin Çölaşan; Ahmet Hakan, Yılmaz Özdil vb.. merkez medyada defalarca testten geçmiş güvenilir kişilerdir. Bazıları sonradan gözden düştüler veya öyle oynuyorlar, o ayrı konu. Sol çevrelerin bunlardan kendilerine yakın olanlara büyük sempati göstermesi ne? Aymazlıkla açıklayamazsın. Sol partilerden kim kiminle ilişkide, o ilişkiyi kim kurmuş, bağlantıyı çıkarırsın.       

Merkez medya böyle de, daha solda? Soldaki listeyi yapmayacağım şimdilik. Tek tek bulup birleştirmek gerekiyor. Çok uzun. Lazım olursa gönderirim. Kim kiminle görüşüyor, ne zaman ne yazmış, ne karşılığı yazmış, neler neler var. Bu arada sizin o TKP var ya, bölündü mölündü. Orada bizlik çapanoğlu var, araştırırsam yazarım. (Bölünme kast ediliyor. b.n.)

Ölüm sessizliği. Tüm bu iddialar karşısında sessizliğin kendisi kanıttır. AKP hükümeti ile sol yazarların bağlantısını gösterdiniz. Cevap: Sessizlik. AKP yazarlara Kültür Bakanlığı’ndan fon ayırdı. Fonu dağıtacak kurulda Doğan mıydı Şahin miydi kibar bir bey oturuyor. Cumhuriyet Kitapları Yayın Kurulu Başkanı. Orada “yurtsever” yazarlarla birlikte görünüyor. Cumhuriyet’ten bir yazar vardı. Metin Celal. Bunlar yalanlanmadı. O mangal külcüsü Cumhuriyet yazarları bir şey dedi mi? Hayır. Bu başlı başına kanıt ve belge. Bunlar Cumhuriyet, Doğan Grubu’na geçmeden önceydi. Eski Cumhuriyet de hiç sağlam pabuç değildi. Duymayın, kimse duymaz, unutulur.

Taylan Kara sizin editörünüz. Bütün yarışmalarda jüri başkanının aynı adam olduğunu gösterdi. Ne yarışması olursa olsun, aklına gelecek her şey. En güzel hela yarışması… yine başkan o… diye yazdın. O adam da Hürriyet’ten. Edebiyat yarışmalarında gönderilen eserlerin okunmadığını belgeledi Kara. Ödüllerde sürekli yolsuzluk yapıldığını kanıtladı. Nedir bir yayınevi vardı, Cumhuriyet’in bütün ödüllerini her yıl o alıyordu. Can yayınları. Artık bu da mı gol değil. Cevap: Sessizlik. Tek merkez var bu işlerde.

Can Yayınları sosyalist devrim ruhuna ilk saldıran yayıneviydi Türkiye’de. Ajanlıktan olsa canım yanmaz, sonra belki değişmiştir işler. Bir sürü işbirlikçi yazar aldı her yıl. Sırf paragözlükten sattılar sosyalizmi. İyi oldu, bu halka bunu istiyor. Satış istiyor. Sonra İletişim yayınları, Yapı-Kredi ve ardından Metis. Yine demagoji yapar senin odun kafalı muhaliflerin, hemen söyleyeyim. Bu yayınevlerinden bir sürü iyi kitap çıkmıştır kuşkusuz. Biz başka şey diyoruz. Anlayana. Çok kitap okuduğumdan bilmiyorum bunları. Buradaki ilişkilerinden biliyorum. Senin kitaplarından sadece ikisini okudum. Eşim daha çok okurdu seni. Çok zaman geçti, ayrıldık ondan. Şimdi tek varlığım kızım. Özele sapıyorum ikide bir. Yaşlandım be dostum.

300 küsur yazarla Frankfurt Kitap Fuarı’na çıkarma yaptılar. AKP hükümetine muazzam prestij oldu. (2008 fuarı kast ediliyor. b.n.) Bir tek Nihat Behram geldi, olay çıkardı burada. O yazarların isimlerini bulun. Şimdi birçoğu AKP şöyle faşist falan diyor, sizi kesinlikle silerler bunlar solculukta. En sol gazetelerde yazdılar. Birgün, Aydınlık, Cumhuriyet (eskisi). Sana faşist diyorlar şimdi bunlar. İŞİD şöyle cani falan diyorlar. Bunlar yakın zamana kadar İŞİD’i desteklediler. Birçoğu. Bazıları HDP’ci şimdi. Beyin yıkama. Beyin yıkama makinesi her gün çalışıyor. Unutulmuş gitmiştir. Beyinler her gün bembeyaz oluyor. Yeni sayfa. Bir gün önceki faşiste her gün solcu olma imkanı. Bir tek Türkiye’de var bu. Her gün beyin yıkanıyor. Barış barış barış barış barış barış demokrasi demokrasi. Dün katliam yapan ertesi gün bembeyaz beyinlerre barışçı gözüküyor. Müthiş bir yenilenme imkanı. O 300 işbirlikçi yazarı bulun. 300 Ispartalı değil bunlar, güya ülkenin en değerli aydınları. Ülkeye bakın siz.    

Cumhuriyet’te önceki dönem sayfalarca ısmarlama Orhan Pamuk övgüsü yapıldı. Sonra Ahmet Altan övgüsü yapıldı. Bunlar Ergenekon sırasında Cumhuriyet’e faşist diyenlerdi. Cevap: Sessizlik. Çünkü Cumhuriyet’in bütün sayfaları, bütün köşe yazıları parsellidir, ipoteklidir. Banko.

Bir yazarın adını unuttum, solcu bir yazar, 1979’da Türkiye’de kan gövdeyi götürürken Amerikan Hükümeti bursu ile yazarlık eğitimine A.B.D’ye gittiğini siz yazmadınız mı? Döndükten sonra aynı yazar etnik konulara fazlaca dalmıştı, orada öğretildiği gibi. Onu tutan komünist çevreler ne cevap verdi: Sessizlik.

Siz Red-Hack vasıtasıyla bir üst düzey TTB yöneticisinin büyük yolsuzlukla suçlandığını yazdınız. Tüm sol çevrelerden ne cevap geldi: Sessizlik.

Sen de ajanlık yaptın bir bakıma. Biliyorum. TTB de 80’li yılların sonunda dinozor dediğiniz bir yönetim vardı. Senin de büyük gayretkeşlik gösterdiğin çabalarla devrildiler.  Kimler geldi başa. Bizim adamlar. Bundesliga’nın adamları. O zamandan beri orası okuldur: James Bond okulu. Gelişmemiş ülke seksiyonu.  

Ya dostum, emperyalizm belki gerçekten yok. Belki bu mevcut insanla olabileceğin en iyisi bu ABD, Almanya, İngiltere. Belki gerçekten durum bu. Gerçekten yoksa emperyalizm, bu bir yanılsamaysa, kalben rahat ederiz. Her şey yerli yerine oturur. Hiç değilse açarız bir şarap, uşşaktan gireriz Kürdili Hicazkar’dan çıkarız. Sorma, içkiyi artırdım biraz. O değil de sigarayı fena artırdım. O kötü. Belki de iyidir. Her şeyde bir hayır var.

Yazdınız siz, sonradan ayıldınız. Benden önce hiç değilse. Neyse. Şurası çok ilgimi çekti. Bu TTB 8 saatlik işgününü açıkça çiğneyen politika savundu. Doktorlar resmi kurumda 8 saat çalıştıktan sonra özelde de beş altı saat çalışabilmeli. Bu onların en doğal hakkı! Görüyor musun! 8 saatlik işgünü kavgası için yüz binlerce işçi öldü be! 1 Mayıs ondan çıktı. Bunlar 1 Mayıs’a en önde gider, günde 12 saatin kavgasını verirler. Garabet. Doktorlar iki üç dört yerden maaş alabilmeliydi sonra. Böyle rezaletler sadece Türkiye’de olur. Sonra sen bunlar sosyalizmin can düşmanı deyince kızıyorlar. Az söylüyorsun. Da işe yaramaz. Oraya geleceğim. Bunlar siyasi parti gibi çalışıyor dediniz, halkın sağlığıyla ilgilenmiyor, dediniz. Onun yerine ne yapıyorlar. James Bond akademisi ne yapar? En üst siyasetle uğraşır, her gün siyasetin tavanına vurur. Ne dedi siyasi partiler: Sessizlik. Adam gibi bir sol siyasi parti olsa, elbette bu olmazdı, kendisinden devamlı rol çalan bu Doktor No’lara elinin tersiyle bir indirirdi, bak bakalım ondan sonra her şeyin lideri bu mu. Lider dedikse Bundesliga’nın gösterdiği işler. HDP falan işleri.  

Tıp BU Değil yazdınız. İnsanların canı, sağlığı, konu bu. Can deyince mangalda kül bırakmazlar. Orada insanın hayatını kurtaracak, ömrü uzatacak bir sürü şey dediniz. İşi en iyi bilenleri topladınız. Kapitalist sistemin işine gelmeyenler. Ne dediler: Sessizlik. Bel altından sürekli vurdular, öyle dediniz. 

Niye kıymetli dostum, niye? İşte burada sana eleştirilerime gireceğim iyice. İnsan BU ile açıklayabilir misin sadece bunları! İnsan farklı zamanlarda farklı tepki verebiliyor. Tarihte insanlığın çok iyi şeyler yaptığı zamanlar var. Bugün bazı ülkelerde güzel şeyler oluyor. Bu kadar perişanlık sadece İnsan BU ile açıklanabilir mi? Bütün bu saydıklarımız özel görevli olmasa bu kadar salak olabilir mi? Hepsi aynı merkezi gösteriyor bütün katakullilerin. Soruyorum, ama biliyorum. Her şey bir okta yoğunlaşıyor: Bunlar özel görevli. Kusura bakma kardeşim, bazen salakça yazıyorsun.  İnsan bu kadar düşmek zorunda değil.  

Tıp BU değil dediniz. Kitaplar yazdınız. İnsan canıyla ilgiliydi. Hayatlar kurtaracaktı. Kendi taraftarları ölünce dünyayı yıkan siyasiler ne yaptı? Kendi taraftarlarının ölümüne seviniyorlar biliyor musun? Başkalarının canını alırken zaten o kadar haklılar ki. Bir itirafçı ile konuşmuştum. Bazı isimler saymıştı. Bunların öldürülmesinin ne kadar haklı olduğunu anlatmıştı. O kadar inanmıştı ki, beni bile neredeyse ikna ediyordu. Bizim taraf da son derece haklı şekilde can aldı. Oraya kadarını anlıyorum. Peki kendi arkadaşları ölünce niye sevinir bir siyasi? Ben bunları sevinen gözleri gördüğüm için sormuyorum sadece. Bunu bir değil beş altı kişiden bizzat duydum. “Bunun çalışmasını yapalım, bu bizi alanda güçlendirecek!” Kafa bu. Bir tek kendi canı mı önemli bir kişi için. Onu da feda eden var. Bak bombacılara. Ben yapabilir miyim bunu. Yapabilir miydim inanmış dönemimde? Çok düşündüm.

Belki de… Şu an kızım için canımı veririm mesela. Bu onun gibi bir şey mi? Şu an kızım için canımı veririm.

(…)

Çocukken, ajanlık hayallerimde ben de epey can aldım. Kötüler her zaman vardı galiba, bu sezgi insanın içinde doğuştan var. Çünkü kendinden biliyor. O kötüleri, ki az sayıdaydılar.. bulur cezalandırırdım. Çoğunu öldürürdüm. Sonra devrimcilik dönemi geldi. Benzer şekilde kötüleri bulup cezalandırmaya çalıştık. Fakat sayılarının az olmadığını anlamıştık. En az bizim sayımız kadar vardılar. Sonra 12 Eylül’den sonra asıl gerçeği gördüm. Kötüler büyük çoğunluktu, biz küçük azınlıktık. Sonra asıl öldürücü darbe geldi benim için. Biz biz değildik. Biz diye bir şey yoktu. Bizi iyi yapan bir şey yoktu. Bizim iyiliğimiz bir hayaldi. Şimdi başka bir aşamadayım. Çocukluk hayallerime benzer hayaller kuruyorum. Kötüleri kitleler halinde öldürüyorum. Bu bana büyük zevk veriyor. Kendimden korkuyorum desem, hayır. Böyle bir şey sadece hayal, her insanın içindeki hayal, rahatlatıyor beni. Sonra korkuyorum, öteki insanlardan korkuyorum. Hayalleri ne? Her gün duyuyoruz toplu kıyımları. Canlı bomba olabilir miydim? Hayır. Ama kızım için mesela her şeyi yapardım. (…) Gençleri kazanamıyoruz. Biz? Biz kimiz? Gençler elimizden kayıyor…

(…) 

Sonra bak, yazıp duruyorsun. Seni uyarıyorum: Bunları yazıp durmak insanlarda sıkıntı yaratır sadece. Bir işe yaramaz. Yazmamak daha mı iyi? Öyle demedim. Farklı bir şeyler yapılmalı diyorum. Farklı ne? Sorarsan onu da bilmiyorum. İnsanlar karşılarında maddi bir güç bekler. Manen, maddeten bir şeyler alabildikleri bir güç. Görüyorsun sosyalist partiler bile veremiyor o gücü. O yüzden küçük küçükler. Kim insanlara bir şeyler elde edebildikleri bir kimlik kazandırıyorsa ona yöneliyorlar. Küçük müçük demek ki her çevre bir kimlik kazandırıyor.

Sen bu kimliği onlara veremezsin. Ne kimliği vereceksin? Onlara maddeten bir şey kazandıramazsın, manen kazandırdıkların pek az. Her birinin derdine koşamazsın, bütün tanıdıklarının yanında olamazsın. Her biriyle sohbet yapamazsın, her birinin içki masasına oturamazsın. Karşısında durduğun güç, ne ise işte, sistem, meydan, siyasi partiler, onlar örgütlü, görev paylaşımı yapıyorlar, binlerce içki masaları var. Sen her masaya yetişemezsin. James Bond Akademisi gibi onlara büyüklü küçüklü mama veremezsin. İlaç şirketleri gibi seyahate, kongreye götüremezsin. Edebiyatçı arkadaşlarına ödül veremezsin. Övdüğün eserleri çok satan yapamazsın. Herhangi bir gazeteciyi terfi ettiremezsin. Maaşına zam yapamazsın. Ben şu partiyim diye gençleri kazanamazsın. Birkaç yüz, bilemedin birkaç bin genci toplayan küçük partiler… Bu onlara yetiyor. Üç beş sene bir heyecan veriyorlar onlara. Epi topu budur zaten. Sen bu heyecanı onlara veremezsin. Eylem lazım, aktiflik lazım, dostlar alışverişte görmeli seni. Öyle senede üç beş kere her demokratın yapacağı kadar bir etkinlikle-eylemle bu iş olmaz. Bir de herkesin işi gücü var, para kazanma derdi var. Kime ne senin derdinden, niye koltuk çıksınlar, aptal olma. Yoğun herkes yoğun. Rızayı insanları yoğunlaştırarak sağlıyorlar.

Nasıl olur? Örgüt kurarak. 24 saatini insanlarla ilişkiye, bu işe vererek. Oradan oraya dolaşarak. Belli eylemlerin her birine, en azından çoğuna katılarak. Bunu mu öneriyorum sana. Hayır. Kendini boşuna harcamış olursun. Belki etki alanın az buçuk genişler, ama sonunda bir işe yaramaz, kendini harap ettiğinle kalırsın.

Sosyalizm için ortam yok çünkü. Zaten hep aydınlara sesleniyorsun. İşçi zaten okumazı. Okur ama milyonda bir. İçlerinde olmak lazım diyorsun. Hani? Bunun ortamı var mı? Bu güç var mı? O güç yok, o ortam yok. Çünkü solcu dediklerin, sosyalist dediklerin, en önce onlar baltalıyor ortamı. Onların görevi bu. Aydınların görevi bu. Ajanlaşmış bunlar. İlişkiler son derece somut. Püf noktayı kaçırıyorsun. Solcu dediklerinin görevi o ortamın oluşmasını engellemek. Sıradan vatandaşla teması kesmek. James Bond akademisinin görevi bu. Sol meydanın görevi bu. İşleyişi anlattım, baştan sona.

Seni en çok eleştirdiğim nokta: Sen tutturmuşsun sosyalizm. Ölçüt bu olunca her şey sana yamuk görünüyor. Her şey yamuk zaten, onu herkes biliyor. Sen de biraz yamuk bakacaksın o zaman. Farklı şeyler gerek.

İnsan BU diyorsun, sosyalizm çok zor diyorsun. Ama çok kolaymış gibi zorluyorsun. Evrim konusunda dediklerin aslında doğru geliyor bana, insan BU kadar. Diyorlar ki böyle demek insanda umutsuzluk yayar, işleri daha da bozar. Bir yönden doğru. Bunu herkese söylemeyeceksin. Herkes senin gibi değil. Zor da olsa mümkün diyorsun, kendini buna zorluyorsun. Millet zorlamaz. Zorsa boş ver der. Tam şimdiki gibi. Boş vermiş millet. Sen anla artık bunu. Anlarsan farklı yazarsın belki.

Sosyalizmi beceremeyeceksek şimdilik demokrasiyi mi zorlasak bize söylendiği gibi. Bilmiyorum. Kafam karışık. Eskiden evet öyle diyordum. Uzun yıllar öyle dedim. Ama demokrasiyi gördük. Bizimkilerin buradan yaymaya çalıştığı demokrasi, oraya ulaşır ulaşmaz faşizm oluyor, kan oluyor. Buradan çıkarken baştan öyle belki. Bu problemi çözemedim. Buradan size önerilen liderler Tayyip oluyor, Selo oluyor. Bu problem çözümsüz. 

Sen en temel problemi çözememişsin. Sosyalizmmiş. Sosyalist olmak, sosyalist duruş, sosyalist sosyalist. Neye benzetiyorum biliyor musun, karlı buzlu dimdik bir kayalık zirveye kış ortasında çıkmaya çalışmak. Buna çağırmak. Aptalca. Kendin de diyorsun zaten, kendin çıkamazsın oraya, kimsenin çıkmaya niyeti yok, ne diye konuşup duruyorsun. Biraz rahat bırak insanları. Hem bunlarla olmaz diyorsun, hem de aynı zamanda olurmuş gibi yazıyorsun. Bunlarla olmaz, şunlarla olmaz, evet, bana sorarsan da hiçbiriyle olmaz. Başka bir mevsimi beklemek lazım. Başka bir yaz gelecek, şartlar uygun olacak, o zaman başka bir kuşak gelecek, belki o zaman.

Ha bir de, bunlarla olmaz dediğin çevreleri ciddiye almaya devam ediyorsun. Tutarsız bir şey. Ben ciddiye almıyorum, onlardan hiç bahsetmiyorum mesela. Bu yazılar istisna. Burada sana sesleniyorum. Burada seninle tartışıyorum. Bundan haberin bile olmuyor. Yazıyorum, yazıyorum, birikiyor, artık şu notları göndereyim diyorum. Her seferinde aynı tatsız kararsızlık. Vazgeçiyorum. Her seferinde vazgeçiyorum.

Sosyalistler sosyalizme neden bu kadar uzak? Siyaseten demiyorum, o zaten belli. Karakter olarak? Sıradan bir vatandaş seç sokaktan, al getir, isterse sağcı çıksın, o sosyalizme daha yakındır, insan olarak, öz olarak, bizim sosyalistlerimiz bizler yani, ben yani, sosyalistliğe alabildiğine uzağız. Engel biziz belki de biliyor musun. Sola engel solculardır, sosyalizme engel sosyalistlerdir. Bunu çözemedin, bunun nedenini çözemedin, tedavisi nedir? Bu çözülmezse boş iş bunlar.

Kafa karışıklığı. Bir yere varamıyorum. Bunları da göndermeyeceğim belki.

Geriye ne kalıyor… Hakikat ve ahlak cephesi. Bak ne güzel formüle ettim! Suyu çıkmamış bir kavram yok ki! Eski bir ultra sol gazete tam önümdeydi bunu yazarken ve bana sırıtıyordu sihirli bir etkiyle. Aldım, baktım, tam da açık sayfada, ajanlardan biri bunu yazıyordu: “Bir ahlak cephesi kurmalıyız!”

Doktor No’ların ahlakı bizim ahlakımızı baştan tartışmalı kılıyor. Fakat herif hakikat cephesi dememiş. Oradan yola çıkılabilir mi? Bu bir işaret mi? Ama onu da başka bir sürü denyo demiş. Bilmiyorum. Bakalım. Günler neler gösterecek. Günler galiba çok iyi şeyler göstermeyecek. Çıkar yol da yok. Hiç değilse kasmayalım. Soğukkanlı, güçlü olalım. Gittiği yere kadar. Gelen günleri bekliyorum.

Önceki sorularının hepsini cevaplamadan yeni soru sorma. Biraz doğaçlama gideceğim.

M.B.

Facebook
yorumlar ... ( 8 )
15-10-2015
14-10-2015 23:52 (1)
Önceki bölümlerde Baader Meinhof'tu burada Merkez Bankası olmuş. Bir de (Çıkarıldı. b.n)'deki b.n neyin kısaltması, anlamadım. mh
14-10-2015 23:57 (2)
M.B'nin mektuplarında o kadar mesaj var ki, herbirinden bir roman çıkar kanımca. Belki tartışılan her bir başlıktan tezler yazılır. Düşünce yoğun mektuplar olmuş, insan okudukça beyninde kıvılcımlar çakıyor. MB' ye belki bilebilir diye bir soru sorcam; Hablemitoğlu'nun öldürülmesiyle Almanya'nın bir bağlantısı var mı? saygılar. Recai Kulaksız
14-10-2015 23:57 (3)
Çok dikkatlisiniz M. Harma hocam. Bu gönderilen yazıları neredeyse yeniden yazıyorum, gelenler çok iyi değil :)) b.n. benim notum demek. Yani şahsımın. Aslı B.M. olacak ama M.B de aynı anlama geliyor, onun tersi. Öyle diyor. Yani kendi öyle yazmış. Yoksa düzeltirdim. Sevgi, saygı. Kaan Ars.
15-10-2015 00:02 (4)
Bir de Harma hocanın uyarısı vesilesiyle aynı konunun başka yanına değineyim. Bizim burada yazı formatımız belli. Hepsinin aynı olması gerekiyor. Başlıklar aynı formatta, yazarın ismi muhakkak sonda. Şekillendirme yapılmayacak. Ara notlar konulmayacak. Birçok yazarımız bu formatı bildiği halde sanki bunları makine düzeltiyormuş gibi kafalarına göre yazıyorlar. Biz de bunları neredeyse yeniden yazıyoruz. Bazen bir yazıyı düzenlemek, imla düzeltmesi hariç yarım saati geçiyor. Bazen tam düzeltemiyoruz. Yazara geri yolluyoruz. İsimler mesela muhakkak en son ve solda olmalı. Sağda olunca bile problem çıkıyor. Neyse. Bir anımsatayım dedim. Tekrar saygı, sevgi herkese. Kaan Ars.
15-10-2015 03:22 (5)
Bu yazı dizisi devam ederken, Kaan Arslanoğlu'nun yazacağı ilk makaleyi merak etmeye başladım, bu bir. Yazıları okurken Mustafa Yıldırım'ın Sivil Örümceğin Ağında kitabını hatırladım, bu iki. [Ha bir de, bunlarla olmaz dediğin çevreleri ciddiye almaya devam ediyorsun. ] Yazıda en dramatik bulduğum sahne buydu. Aydın ve halk arasındaki bitmek bilmeyen inat...Halk karnım aç fakat söz ve yazıya tok der, aydın karnım tok söz ve yazıya açım der sonra ne mi olur ? [geleceğim, bekle dedi, gitti ben beklemedim, o da gelmedi ölüm gibi birşey oldu. ama kimse ölmedi-özdemir asaf] Özdemir Asaf'ın gelmeyen sevgilisi sömürü düzeninin içinde kalmış fakat yine de sosyalistlere kulak vermeyen halk olabilir mi acaba? Emir Karamanlı
16-10-2015 09:04 (6)
ben de merak içinde takip edip paylaşabildiğim kadar paylaşıyorum. geçen aynı işyerinde çalışıp facebook üzerinden tanıştığım bir abiyle yüzyüze tanıştık. ilk söylediği "insanbu'yla beni tanıştırdığın için teşekkür ederim" oldu. öyle kalabalık bir listem yok ama bir kişi bir kişidir. ben de bir soru göndereyim yazara: bu yeşil ordu, Çerkes Ethem, ittihat terakki ekibinin 25'teki tasfiyesi, M.Kemal sonrası temel çizgi, bunlar sadece yerel dinamiklerle mi gerçekleşti acaba? Özgür Coşar
16-10-2015 10:53 (7)
Azınlıklıkların kafatasçılığı sosyalizmdir diye düşünmek cahilliktir.....Bunun ötesinde komiktir....Aynı kişilerin emperyalist ve kapitalistlerle ortak hareket edip kendini sosyalist sanması da aynı zavallılıktan kaynaklanmaktadır....Bütün bunların aksine demokrat sosyalizm halkın tek çaresidir...Sorun da bu yapının sol recep ivedikler tarafından işgal edilip halk yararına sunulmasının engellenmesidir...Hüseyin Aydın Turan
16-10-2015 17:36 (8)
Yeni bir mektup geldi. Çok ilginç ve üzücü. Düğüm tam çözülmedi, ama yeni bir boyut kazandı. Fırsat bulduğum ilk zamanda yayına hazırlayacağım. Kaan Ars.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210789
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.