Tarih Romanı mı?
TARİHSEL ROMAN

 

 

           

“Tarih romanı” için üç niteleme kullanılıyor günümüz edebiyat dünyasında. “Tarihsel roman” diye nitelerken bir romanı, o romanın antik ya da mitik bir dönemden kalma bir yazın yapıtı olduğunu belirtmek değil söz konusu olan. “Tarihsel bir eylem” ya da “tarihsel belge” nitelemelerindeki “tarihsel” takısı “romanın” önüne gelince bir roman türünü imler bir içerik kazanıyor. Doğrudan doğruya “geçmişte kalmış, tarih içinde yerini bulmuş” bir dönemsellikte geçen roman zamanını niteler bir hal alıyor ve bu da o romanın türsel nitelemesini belirliyor. “Tarihi roman” nitelemesini de bir olayın “tarihi” önemini belirtmek için kullandığımız “tarihi” nitelemesini taşıyor. Örneğin bugün yazılan bir romanın mükemmelliğini vurgulamak için de kullanabiliriz “tarihi roman” nitelemesini. “Tarih romanı” bu tür romanı anlatmakta belki de en uygun kavram ama onun da içeriksel olarak sorunlu durduğu kesin. Bütün sorunlarına rağmen bu üç niteleme de artık kullanıldığında okurun zihninde nasıl bir romanın anlatılmak istendiğini belirtebiliyor. Bunu bugün için yeterli olmasa bile geçerli bir kullanım olduğunu kabul edelim ve benim bu konuda “tarih romanı” nitelemesini biraz daha ehveni şer bulduğumu belirteyim.

 

2000'lerin başından itibaren “tarih romanı”nıyla birlikte tarih kitaplarına da özel bir ilginin bulunduğunu hemen herkes görüyor. Yayınevlerinin bütün öteki dizileri arasında bu dizilerden çıkan kitapları her zaman daha çok ilgi görüyor. Tarihin bittiği bir nokta olarak nitelenen günümüz dünyası için bu ilginin çarpıcı olduğunu da söylemek mümkün? Tabii bu ilginin nasıl bir “tarih romanı”nda yoğunlaştığı sorusu öteki birçok edebi sorunda olduğu gibi gölgede kalıyor. Bugün için garip bir ironiyle tarihin sonunun ideolojisi postmodernizmin “postmodern tarih romanın”da yoğunlaştığını saptayabiliriz. “Postmodern tarihsel romanın özelliklerini Eco’nun romancılığında yola çıkarak saptayan Göğebakan’dan aktarırsak: Bir belirsizlik egemen olay örgüsünde. Okur anlatılanlardan neyin doğru neyin yanlış anlamıyor neredeyse. (...) Roman düpedüz okurun tarihle ilgili bildiklerini ters yüz edecek biçimde kurgulanmış; Eco’nun romanının üstlendiği işlev, kelimenin tam anlamıyla tarih bozuculuğu olarak imlenebilir.(1) Aslında bu özelliklere baktığımızda post-sanatın temel sanat anlayışının nitelikleriyle bire bir örtüştüğünü görebiliriz. Post-sanatın; özellikle “tarihe mal olmuş” metinleri yapıbozum ve pastiş (yamalama) yöntemleriyle “itibarsızlaştırma” amacıyla “sıradanlığa indirgeyerek”, modernist seçkinci sanatı “gündelik” olan içinde eritip “seçkin”liğini yok etmek olarak özetlenebilecek bu anlayışını “tarih romanı” için hem “tarih” hem de “roman” için gerçekleştirdiğini saptayabiliriz.

 

Son dönemde yayımlanan tarih romanlarının bu özellikleriyle ne kadar tarih romanı olduğu kocaman bir soru işaretidir. Yine bu bağlamda; sağ postmodern ideolojinin sol versiyonu olarak adlandırılan “postkolonyalizm”den kaynaklanan ve kimlik, farklılık, çokkültürlülük gibi kavramlarla üretilen ideolojinin referanslarıyla ortaya çıkan, Batı'da yaşayan Doğu kökenli romancıların yazdıkları tarih romanlarını ya da bakış açısı bildiğimiz, tanıdığımız “oryantalizm” bakışından da ötedeki bu “postkolonyal” ideolojiyle yazılmış Batılı romancıların “Doğu tarih”ine yönelişlerini görüyoruz; özellikle de böyle tarih romanlarının dilimize çevrildiğini. Özellikle Jamal Mahjoup, Umberto Eco, Orhan Pamuk vb. yazarların, Doğu mistisizmi içinde “çokkültürlülük, kimlik, farklılık” derken yazdıklarının “tarih romanından” çok, tarihi bu kavramlar etrafında yeniden okumak ve okutmak amacı taşıdığını da saptayabiliriz. Tarih gizemleştirilip “şifrelenmiştir.” Bunun için de en uygun alanlar elbette mistisizm, fal, saray, giderek de aristokrasidir. Oysa “tarih romanı” dediğimiz metni şu şekilde açıklayabiliriz: “Döblin’in deyişiyle 'tarihsel roman' her şeyden önce bir romandır, tarih değil,” sözü geçerli olmakla beraber, tarihsellik düşüncesi/tarihsel temel önemlidir. Çünkü tarihsel roman, konusunu tarihsel olaylara yaslar. Tür olarak tarihsel romanın geçmişi 19. yüzyıla kadar gitmektedir. Temelini atan yazara olarak da Walter Scott bilinmektedir. Scott’un 1814’te yayımladığı Waverly isimli romanı tarihsel roman türünün ilk örneği olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır. Lukacs’ın belirttiği gibi, tarihsel romanın ilk İngiltere’de ortaya çıkması İngiliz burjuvazisinin tarih sahnesine çıkışıyla bağlantılı olup Aydınlanma, Fransız Devrimi de tarihsel romanın ortaya çıkışında etkendir. Tarihsel romanın özellikleri kuşkusuz konusunu geçmişten amaktan çok “her şeyi bugün gibi, gerçeğe benzerlikleri dile getirmesidir.”(2) Bugün, yukarda sözünü ettiğim  postkolonyal nitelikleriyle yayımlanan tarih romanlarında; Aydınlanma ve Fransız Devrimi’nin etkisinden öte, bu iki önemli devrimin ortaya çıkardığı “tarihsel” birikime karşı, eşitliğe karşı farklılık, sınıfa karşı kimlik, Aydınlanmaya karşı irrasyonalizm ve dinselleştirmenin olduğunu görüyoruz. Tarih diye tarikat, cemaat, kabala, kilise, cami gizemiyle boğulan bu romanlar, çoğun “tarih romanı” kategorisi içinde de yeri olan “tarihsel kişilikleri” kullanabilmesinin avantajlarından yararlanıyorlar. Eh post-sanat piyasasında para edecek, satış şansını artıracak daha ne olsun! Çünkü “İrrasyonalizm bugünün kuralıdır; çünkü insanların irrasyonalizmi pazarın irrasyonalizmiyle örtüşmek zorundadır. Keza küreselleşme pazarı birleştirir ve insanları böler, çünkü insanlar birbiriyle dayanışan halklar değil, bireysel tüketiciler olarak hareket ettikleri zaman, küresel pazarın amaçları için en iyi şekilde kullanılırlar.(3) Ayrıca post-sanatın “itibarsızlaştırma” mekanizmasını kullanarak tarihin gerçekle bağını koparıp bir üstkurmacanın parçası haline getirmek ve tarihsel birikimin ne derece sığ olduğunu göstermeye çalışmak da bu türden tarih romanının bir parçası ve sorunsallaştırdığı şeydir.

 

Bir roman kahramanı olarak tarih

 

İnsanlığın devrimci dönemlerinde ortaya çıkan edebiyatta, (post-sanatçıların “sığ” bulmalarının tersine) insanlığın evrensel tarihsel birikimine gönderme yaparak veya bu tarihin kendisini bir roman kahramanı gibi kullanarak yazılan romanlar ve romanlarımız özellikle “tarih romanı” kategorisi içinde sayılmasa bile önemli bir yer tutar. Büyük proleter devrimden sonra kendi sanatını kurma yoluna giren işçi sınıfının bu sanatın biçimsel özelliklerini yaratmak da önemli bir estetik çaba gerektirmiş, burjuva mirası bir kenara atmayıp ondan yararlanabileceğini söyleyenler de bir kenara atılması gerektiğini söyleyenler de olmuştur. Özellikle birincilere bugün baktığımızda önemli biçimsel denemelere girişmiş olduklarını görürüz. “İnsanlık tarihi” de elbette bu estetik çabaların merkezinde yerini almıştır. Giderek bu tarihi romanlarının bir parçası haline getirmişler ve yeniden yaratacakları bir tarihin öznesi olarak insanı bu tarihin içinde görmüşlerdir. Bu “gerçekçilik” için önemli bir kazanım olmuş, tarihin kendisi bir roman kahramanına dönüşmüştür.

 

Bununla birlikte Cumhuriyet devriminden sonra yazılan romanımız devrimci bir dönemin romanı olarak “tarih”i romanların kahramanlarından biri yapma başarısını göstermiştir. Bunda elbetti ki tarihsel bir yeniden kuruluş mücadelesinin payı büyüktür ve bu tarih ister istemez romancının “romanında” yerini almıştır. Üç İstanbul’un Adnan’ı bir dönemin tarihinin yarattığı roman kahramanıdır örneğin. Yakup Kadri’nin Ankara’sı bir devrim sürecinin belleği olmuştur artık. “Tarih” bütün romanlarda romanın kurgusunu belirleyen bir önemli bir öğe olduğu gibi tekrarlayalım, bu tarih içindeki roman kahramanlarını biçimleyendir de aynı zamanda. Bu birkaç örnek, mücadele dönemi romanının tarihe yüklediği işlevin, kendi tarihini kurmacanın ötesine taşıyarak, bir bellek işlevi olduğunu gösterir bizlere. Ne diyordu Eduardo Galeano: “Hatırlama hakkı, BM tarafından kutsanan insan hakları arasında yer almaz ama bugün onu canlandırmak ve hayata geçirmek hiçbir zaman olmadığı kadar gerekli.(4) Tarih romanının, dinselleştirmeyle harmanlanmış, tarihi bir üstkurmacaya çevirerek itibarsızlaştırmış “tarih romanından” çok, “tarih”in bir edebiyat türü haline geldiği bellek kazandırma işleviyle bizler için bir anlam kazandığı ortada.   

 

 

 

 

(1) Aktaran Mediha Göbenli; Direnmenin Estetiğine Güven –Karşılaştırmalı Edebiyat Bağlamında Peter Weisse ve Vedat Türkali, 1. Basım, Kasım 2005, s. 197

(2) age, s.198

(3) Aijaz Ahmad, aktaran Mediha Göbenli, age, s. 125

(4) Eduardo Galeano, Yürüyen Kelimeler, s. 195

 

 

Nihat Ateş

 

Facebook
yorumlar ... ( 10 )
30-12-2015
30-12-2015 15:45 (1)
Tartışmak bile gereksiz aslında:Roman,öncelikle ve"olmazsa olmaz"diyebileceğimiz bir kesinlikte,her hâlükârda roman olmalıdır.Dolayısıyla da romanları,işçi sınıfı izlekli olunca "işçi romanları",köy(lü) hayatını anlattığı için"köy(lü) romanları",ya da ne bileyim kent(li) gerçekliğini temel alıyor diye"kent(li)romanları"biçimlerinde bölümlemek;sanat-edebiyat gerçekliğinin doğasına uygun düşmez pek.(Ne ki,roman kültürüne açılımlar kazandırmak bağlamında,böylesi kavramlaştırmalara başvurulabilinir.)Evet,roman(cı)lar,o toplumsal(berâberinde de siyasal,ekonomik vd.)içerikleri yüklenirler ama bunu yaparken,bütün o somut dinamikleri,imgesel-kurgusal bir süzgeçten geçirirler ve böylelikle de poetik-estetik tarzlarda ivmelenerek ıralanırlar,sanat eseri olma katına geçerler.Aksi hâlde,diyelim,sevgide
30-12-2015 15:46 (2)
Bağlıyorum: Sayın Nihat Ateş'in, bana yukarıda dediklerimi yeniden düşündürten bence pek kıymetli yazısının sonuncu cümlesi ("Tarih romanının, dinselleştirmeyle harmanlanmış, tarihi bir üstkurmacaya çevirerek itibarsızlaştırmış 'tarih romanı'ndan çok, 'tarih'in bir edebiyat türü haline geldiği bellek kazandırma işleviyle bizler için bir anlam kazandığı ortada.") üstünde, (eklemeden duramayacağım: her nedense, insanbu'da sanat-edebiyat işleri ve düşünleri yeterince rağbet görmüyor) enine-boyuna durulmalı.-b.d.
30-12-2015 21:07 (3)
Yorumumun ilk bölümündeki "Aksi hâlde,diyelim,sevgide" biçimindeki yarım kalmış söz öbeğinin orada ne işi var, ben de çıkaramadım. Her yorumumdan sonra, hiç sekmez, bir-ik çapaçulluğum çıkıyor ortaya. Okuyanlar varsa, benim bu hâllerime alışmışlardır diyerek, özür dilemekten de vazgeçiyorum.-b.durali
31-12-2015 09:45 (4)
Sayın Ateş'in yazısındaki bir bölüm çok çarpıcı bir gerçeği imliyor: "...tarihin kendisi bir roman kahramanına dönüşmüştür" Belki de edebiyat bunu başardığı sürece var olacak. Yani 'yaşayan insan' üzerinden bir kurmaca olmalı. Post-Modern edebiyat söz konusu olduğunda, aşkın duygu ve durumlar başattır. Bu aşkınlığı zamandan, mekândan soyutlarsanız; o zaman kalıcılığı olmayan bir yazı çuvalı oluyor edebiyat. Tarihin kendisini bir roman kahramanı yapıp kurgulamak, beni bunları düşünmeye sevk etti. Teşekkürler, sayın Ateş... kaan turhan
31-12-2015 15:05 (5)
Sn Turhan, 4'te "Post-Modern edebiyat söz konusu olduğunda, aşkın duygu ve durumlar başattır." demişsiniz. Aşkın duygu ve durumlar hissetmek, yaşamak mı sorun, bunları edebiyata konu yapmak mı? Mekan ve zamandan soyutlama ifadenizi biraz daha açabilir misiniz? Bu insanlar -sadece yazarları için demiyorum, okurları da- bu duyguları şimdi, halihazırda hissediyorken ne yapsınlar? yani birdenbire kesilebilesi bir şey midir bu? Şu yıllarda, belki onyıllarda, yazılmış ve postmodern edebiyata dahil ettiğiniz ürünlerin tamamının kalıcılığı olmayacağını nasıl öngörebiliyorsunuz? Tamam, ben de hiç kitabını okumadım/okuyamadım ve kesinlikle savunu amaçlı söylemiyorum ama, mesela Orhan Pamuk'un kalıcı olmayacağını ya da çok az okuduğum Ahmet Altan'ın bazı ü
31-12-2015 14:50 (6)
Hem Sayın Durali'nin hem de Sayın Turhan'ın yazıya katkı koyucu yorumları için teşekkür ederim. İkisi de "Tarihin bir edebiyat türü haline geldiği bellek kazandırma işleviyle anlamlı olacaktır" düşüncesine vurgu yapmışlar. Bunun 20. yüzyılın son on yılıyla bu yüzyılın ilk on beş yılı arasında geçen sürede "tarihin sonu" kurmacasıyla, "tarihin tarih olmaya devam ettiği" gerçeği arasındaki çelişkinin kendini hissetirmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Olguyu çok yakından ve yıkıcı etkilerini hissederek yaşayan bizlerin bunu vurgulamaları doğal. Bunun nasıl yapılacağı meselesi ise biraz karışık:) Tanrı bu yakıcı zamanlarda insanı romancı yaparak sınamasın... Amin:))) Nihat Ateş
31-12-2015 14:54 (7)
Mine Hanım, yorumunuzun Ahmet Altan bölümünden sonraki bölümü teknik bir nedenden ötürü silindi. Acaba orayı tekrar yollar mısınız? Verdiğim zahmet için kusuruma bakmayın lütfen. Nihat Ateş
31-12-2015 15:05 (8)
Kaydetmemiştim ama, "mesela, savunu amaçlı söylemiyorum ama, hiç okumadığım/okuyamadığım Orhan Pamuk'un veya bir iki ürününü okumuş olduğum Ahmet Altan'ın ürünlerinin geleceğe kalmayacağından, nasıl şimdiden emin olabiliyorsunuz? Belki de ileride sizin-bizim gibilerin nesli tükenir ve postmodern tabir ettiğiniz kişiler kalır dünyada. Yani, biraz iyimser olduğunuzu düşünebilir miyim?" gibi bir şeydi sanırım. Saygılar. Mine M.
22-01-2016 12:24 (9)
Nihat bey,merak ettim.Yazınızın dipnotunda ismi geçen Peter Weiss'in 'Direnmenin estetiği' kitabını siz okudunuz mu acaba?Bir aralar üzerinde pek bi yazılıp çiziliyordu.Ben okumadım da,okusam mı diye düşünür dururum.Saygılar.Caner Ercan.
22-01-2016 12:39 (10)
Okudum Caner Bey. Benim ufkumu açan çok değerli bir kitaptır. Saygılar benden de. Nihat Ateş
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210641
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.