Solun toplumsallaşma ihtiyacı ve Toplumcu Sağlık Söyleşileri

Türkiye’de solun en büyük ihtiyacı toplumsallaşmak ve toplum içinde bir güç haline gelmek. Ancak bu konuda herkesin fikir birliği içinde olmasına rağmen, solun toplumsallaşması genellikle insanların sol bir partiye üye olması veya oy vermesi olarak algılandığından, ciddi adımlar atılamıyor. Cephe çalışmaları da aynı nedenle çeşitli sol yapıların sınırlı bir araya gelişleri olarak kalıyor.

Aslında klasik bir “yumurta – tavuk sorunsalı” ile karşı karşıyayız.

Sol örgütler toplumsallaşabilmek için solun “doğal” üreme alanları olan meslek odaları, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri içine girmeye çabalıyorlar. Bu konuda oldukça başarılı oldukları da söylenebilir. Fakat bu yapılara girdikten sonra “refleks” olarak bu yapıların “yönetimini ele geçirme” telaşına düşüyorlar. Bu noktada “örgütlülük” avantajını kullanarak binlerce üyesi olan bir yapının yönetimini, belki 50 – 100 kişilik bir güçle (kimi zaman 15 – 20 kişiyle) “ele geçirebiliyorlar”. Bir sol örgüt herhangi bir yapının yönetimini “ele geçirdiği” andan itibaren kaçınılmaz bir “soyutlanma” sürecine giriyor. Diğer üyeler yapıyla ilişkilerini sınırlamaya başlıyorlar ve toplumsallaşma girişimi “sen – ben – bizim oğlan” olarak tarif edilen bir “yalnızlaşma” ile sonuçlanıyor.

Bunun nedeni Türkiye’de solcuların siyasetten yalnızca “iktidarı ele geçirmeyi” anlamasıdır. Kuşkusuz “iktidar” siyasetin “nihai” hedefidir, fakat sözcüğün tam anlamıyla “nihai” bir hedeftir. Bu hedefe ulaşana kadar yapılması gerekenleri yapmazsanız, iktidarı ele geçirdiğinizde iktidar elinizde patlar. Aldığınıza alacağınıza pişman olursunuz.

Toplumsallaşabilmek için içinde fikirlerinizi tartışabileceğiniz “doğal” yapılara gereksinim vardır. Örneğin “sağ” için camiler bir bakıma bu doğal mekan gereksinimini karşılamaktadır. Siyasi görüşü ne olursa olsun camilerde bir araya gelebilen sağcılar, bu mekanların yönetimini “ele geçirme” telaşına düşmeden, bir yandan kendilerini yeniden üretebilmekte, diğer yandan geniş kesimler içinde fikirlerini yaygınlaştırabilme olanağını kullanabilmektedir. MHP’nin bir caminin yönetimini ele geçirdiğini düşünün. İmam cuma günleri MHP politikalarına hizmet eden vaazlar veriyor olsa ne olurdu? Meslek odaları, sendikalar ve demokratik kitle örgütlerinin yönetimini ele geçiren solcuların elinde patlayan iktidar, onların da elinde patlardı. MHP’li olmayan cemaat üyeleri başka camilere gitmeye başlardı.   

Geçen yılın sonunda başlattığımız Toplumcu Sağlık Söyleşileri ve birkaç yıldır yayınlamayı sürdürdüğümüz Toplumcu Tıp Sayfaları, ortada bir “iktidar” perspektifi olmadığında, solun ne kadar kısa bir süre içinde ve sadece “birkaç kişinin” sınırlı çabasıyla nasıl toplumsallaşabildiğine bir örnek oluşturmaktadır. Toplantılara katılanlar veya sayfalarımızı dolaşan insanlar sağlığın “toplumun” gereksinimlerine göre örgütlenmesine ilişkin düşüncelerini ifade etmekte ve gerçekten çok farklı siyasi görüşlere sahip insanlar “somut” konularda “ortak çözümler” üretebilmektedir.

Bu söyleşiler bir sol parti tarafından düzenlenseydi veya sayfalarımız bir sol partinin yayın organında yayınlanıyor olsaydı, toplantılarda “aynı” şeyler konuşulsa ve söylense, sayfalarda “aynı” yazılar yer alsa dahi, katılım bugünkünün onda birine dahi ulaşamazdı. Burada bir parantez açarak toplantılara (4 toplantı) bugüne kadar toplam 87 kişinin katıldığını, bunların yarısına yakınının toplantılara birden fazla katıldığını, Toplumcu Tıp Sayfalarının (4 ayrı sayfa) bugüne kadar toplam 32.700 kadar ziyaret aldığını ve bugün itibariyle 839 takipçimiz olduğunu belirtmek istiyorum.

Peki bunların “nihai” amaca ne katkısı olacak?

Eğer fildişi kulelerinizde yaşamıyor, insanlarla konuşuyorsanız, ilk fark edeceğiniz şey, size hava – su kadar doğal gelen şeylerin, insanların çok büyük bir bölümü için çok alışılmadık hatta garip şeyler olduğunu görürüsünüz. Kendi içine kapalı (kapalı devre) yapılarınız içinde herkese çok makul ve mantıklı gelen düşünceler, yapının dışına çıkıldığı anda anlamsızlaşmaktadır. Örneğin herhangi bir sol siyasi parti içinde sağlık konuşulurken, sağlık hizmetlerinde önceliğin “önleyiciliğe” verilmesi gerektiğini (bu sonuna kadar sosyalist bir düşüncedir) kimse yadırgamazken, kapının önüne çıktığınız anda sokaktakilerin böyle düşünenleri “uzaydan” gelmiş sandıklarını görürsünüz.

Şimdi sorun şurada: insanlara önleyici hizmetlere ağırlık verilmesi gerektiğini anlatmaya, onları ikna etmeye ihtiyacımız var mı, yok mu? Nasıl olsa bir şekilde iktidarı ele geçirdiğimizde devrimci Sağlık Bakanı’mızın “onlar için” en iyisini yaparak bu sorunu çözeceğini mi düşünüyoruz?

Bu sorular toplumsallaşmak isteyen solun önüne koyması ve üzerine düşünmesi gereken sorulardır. Özellikle bir meslek odası, sendika veya demokratik kitle örgütünün yönetimine “seçilmenin” sol için bir kazanç mı, kayıp mı olduğu gerçekten ciddi olarak tartışılmalıdır.

Akif Akalın   

Facebook
yorumlar ... ( 1 )
08-03-2015
10-03-2015 11:23 (1)
sevgili Akif, eline sağlık, bu "sen ben bizim oğlan" düzeneği bu kadar güzel dile getirebilirdi...İlknur A.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210896
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.