D vitamini kardeş mi yoksa kalleş mi?

Eski bir Romatoid Artrit(RA) hastası olarak; şu hangimiz daha bilimsel tartışmasına balıklama dalma ihtiyacı hissettim. Nereden çıktın sen diyenler de olabilir, piyangodan vurduğumu varsayın. Mini hayat hikâyemi anlatmadan önce şöyle hekimlik sıfatımı çıkarıp kenara koyayım. Yazının büyük çoğunluğunu hasta markası adı altında anlatayım ki dramatize etmek kolay olsun.:)

Küçüklüğümden bu yana hep alerjik hastalıklarla boğuştuğumu hatırlıyorum. Toza, böceğe, polene, akara, kokara, kısacası ne ararsanız her şeye alerjim vardı. Tabii bundan mütevellit ev ahalisinin beni odama zincirleyip yemimi vermesi de kaçınılmazdı. Dağa bayıra gidileceğinde hemen “Gidemez” damgası yiyordum. Niye? Çünkü her şeye alerjim var. Testte tespit edilememiş olabilirdi ama belki de uçan kuşa, kıkırdayarak gülen teyzelere, top oynayan çocuklara bile alerjim vardı.

Nitekim yüzümün gözümün kızarmalarını zamanla; ergenlik döneminde yaşadığım sivilce problemi ve akabinde gelişen seboreik dermatit aldı. Beraberinde yaşadığım follikülit sorunu için aldığım antibiyotik kutularının sayılarını hatırlamıyorum. Bir sürüntü alınır ve hadi bakalım kültüre edelim naraları ile gelen tahlil sonuçları veee sürpriz! “XXX bakterisi üremiş sende. O yüzden şu ilacı kullanacağız.” Evet, aradığımız suçluyu bulmuştuk. Benim bu işte bir payım olmadığına göre (Tabii pastadaki payımızı ben çok sonra anlayacaktım) suçlu o olmalıydı. Ya gizli düşmanlarımdan birisi kurnazca o bakteriyi oraya bıraktıysa? Hem kader kurbanı değil miydim? Tabii, dini ritüel minvalinde itinayla bitirilen antibiyotik sonrasında bendeki havayı görmeliydiniz. Folliküliti yenmiştik. On beş gün kadar hastalığımla oldukça iyi anlaştık. Bir hafta daha geçtikten sonra saç diplerim yeniden kaşınmaya başladı. Hayır, canım olamaz. Ne alakası var ki? Biz daha geçen ay onu öldürmedik mi? Tabi tekrar doktor kapısını vurmalar ve yine tahliller, analizler ve yeni suçlular. “Bir öncekinde bunu kullandıysak, o zaman ben sana şunu yazayım. Bak bu çok güzel, daha etkili.” Sanki araba modeli tanıtıyor hanımefendi. Yine ve yeniden farklı ilaçlarla yapılan denemeler ve sonuç yine aynı. Başladığımız yere sürekli geri dönüyorduk. Mehteran marşı gibi. İki ileri bir geri…

Saçımdaki bu bitmek bilmeyen uzaylı istilasından bir şekilde sıyrılmayı başardım. İlaçlarla demeyi çok isterdim ama ne yazık ki bir herbalistin saç üzerinden uygulanan detoks kürleriyle kurtulabilmiştim. Ya da öyle sanmıştım. Hakikaten uzun bir süre kürleri düzenli kullandığımda cildim çok rahatlıyordu. Birçok problemim ortadan kalkmıştı. Malum dönem de geçtikçe sanırım vücudum bazı şeyleri daha kolay kontrol altına alır olmuştu.

Sağlık konularını evvelden beri seven ben diş hekimliği okumaya karar verdim ve girdik bir yola. 3 sene kadar sağlıktaki bazı çalkantılarımla beraber fakülteyi devam ettirdim. Ama ne olduysa 3.sınıfta oldu. Parmak eklemlerim şişmeye başladı. İyi de ne oluyordu böyle birden bire. Tabii aslında böyle birden bire gelmemişti. Ben vücudumun bana arada sırada verdiği sinyalleri yorumlayamamıştım. Eklemlerimdeki ufak ağrılar, sürekli yorgun oluşum, uyku hallerim… Sonra birkaç hafta içinde hastalığım atağa geçti. Neredeyse tüm eklemlerim ağrıyordu. Aman Allah’ım! Mecburen izin alıp duruyordum fakülteden. Sonra istemeye istemeye de olsa doktora gittim. İlk gittiğim doktor RA teşhisi koydu. Sonra başka sendromların tespitini yaptırmak için büyük şehirlerdeki profesörlerin peşinden koşturdum. Üniversiteye geldiğimde unvanların o kadar da önemli olmadığını görmüş olsam da insanoğlu işte. İçgüdüsel olarak etiketi fiyakalı insanlara yöneliyorsunuz. Sonra RA’nın peşine bir de Sjögren eklediler ama ben tükenmiştim. En sonunda önüme çeyiz sandığı gibi dizilen ilaçlar ve yine beni benden alan, bir ben var benden içeri durumuyla karşı karşıyaydım.

Antienflamatuar ve antiromatizmal ilaçları bir hafta kadar kullandım, sabahları yataktan tam anlamıyla kalkabilmem birkaç saatimi alıyordu. Parmaklarımın açılması çok uzun sürüyordu ve sürekli ağrılıydı. İlaçları kullandım kullanalı şikâyetlerim azalmıştı ama içimi kemiren bir şeyler vardı. Hep geçmiş tecrübelerim aklıma geliyordu. Sonra oturdum ve ne yaptığımı düşündüm. Bu böyle nereye varacaktı? Ben niye lanetlenmiştim? Sebebini sorduğumda hep “Genetik” yanıtını almaktan usanmıştım. Bu yanıt beni rahatsız ediyordu çünkü sülalemde benden başka RA olan yoktu, benzeri bir hastalığı olan bile yoktu. Hal böyle olunca “Evlatlık alınmış olma ihtimalim” giderek yükseliyordu. O zaman başka bir şeyler de olmalıydı. Niye evrenin zayıf halkası ben olayım ki? Nihayet anılarımı biraz yoklayınca bazı sağlam delillere ulaşmıştım. Uzaklarda bir yerlerde doğal ortamda yaşayan, 100 yaşına basıp hala kendi işini yapabilen insanlar vardı. Peki, onlar şanslı olanlar mıydı? O zaman hemen kendi düşüncemi çürüttüm. Hayır! O insanlar hep vardı ama ben doğru yerden bakmıyordum. Her şeyi genetik kıskacına alan 21.yüzyılın bilim akımı kendi günahlarımızdan doğan hastalıklara bile bir kulp bulmuştu. Tabi canım, her türlü fabrikasyon gıda yiyen, fast foodun dibine vuran, saatlerce bilgisayar başında hareketsiz oturan ben niye günahkâr olayım ki! Suçu genetiğe yükleyip evde birilerinin sizin için hazırladığı ilaçları düzenli olarak almak çok kolay ve sorumluluğu üzerinizden atmak için çok ideal bir yol. Çünkü fakültede iyice öğrenmiştik. Bu tür hastalıklardan kaçış yoktur. Onlar sizi bulur ve tüketir. Sizin tek yapabileceğiniz ilaçları kullanmak ve hastalık semptomlarını hafifletmektir. Bize sadece elmanın yerçekimi sayesinde düştüğü öğretildi. Düşerken onu yakalayabileceğimizi, düşmesinin önüne geçebileceğimizi kimse öğretmedi.

Doğada her hadisenin bir sebebi olduğuna göre bunun da mantıklı bir açıklaması bir yerlerde olmalıydı. Sömestr tatili boyunca internetin altını üstüne getirdim. Sayısız hastanın tecrübesini okudum ve kafam çok karıştı. Bir şeyleri kaynatıp içerek şikâyetlerinin azaldığını söyleyen bir sürü kişi vardı ama benim aradığım bu değildi. Sonra bir şekilde, tamamen tesadüfen Ahmet Aydın hocamızın taş devri diyeti kitabıyla tanıştım. Samimi olarak söylüyorum, ilk tepkim ”Yok artık, saçmalamışlar?” oldu. Önyargı ile başladığım kitabı bir gecede soluksuz okuyarak bitirdim. Tabi evde şok halinde yavru ördek modunda dolaşmakla geçti bir saatim. Sonra çok ciddi bir karar alarak tamamen uygulayacağımı tüm ev ahalisine (ben, balıklarım ve iki muhabbet kuşum) duyurmuş oldum. Zaten daha fazla etki etmeyen ilaçları bir kenara bıraktım ve diyeti uygulamaya geçtim. D vitaminimi de hızlı bir şekilde tahliller sonucu yerine koyduktan sonra şişliklerimin geçmesi tam tamına 2 haftamı aldı. Şöyle genel manada toparlanmam ise 4 haftamı aldı. Sonra cilt problemlerim, uyuşukluğum, uyku hallerim ve diğer problemlerim birkaç ayda tamamen yok oldu. İtiraf edeyim bir yandan inancım tamdı ama diğer yanım çekiştiriyordu beni. Tesadüf olduğuna inancım gittikçe kuvvetlenmeye başladı ve ben diyeti kısmen bırakma kararı aldım. Kısmen diyorum çünkü canım ekmek yemek falan istemiyordu artık. İlk kahvaltıda çaya şeker attım ve neredeyse kusuyordum. Ben farkında olmadan tat algım tamamen normalleşmişti. Yine de tahılları kesmeyerek kısmi diyetle yoluma devam ettim ve bazı sorunların yine baş gösterdiğini gördüm. Diyetime yine döndüm ve belirtiler yine kısa sürede ortadan kayboldu. Artık emindim, elektrik düğmesini açıp kapatmaya benziyordu bu. Lambanın sönmesini istiyorsam düğmeyi kapatmalıydım. Yani lambanın genetiğinde yanmak yoktu, istenildiğinde yanmak vardı. Yani kendiliğinden hiçbir şey gerçekleşmiyordu. Evet, bir genetik dayanak mutlaka var fakat genetik dediğimiz mahlûk benim gözümde lambanın yanabilirliğidir. Onu yakan bizim alışkanlıklarımız.

3 yılı devirdim. Hiçbir şekilde eklem ağrısı çekmiyorum, diğer hastalıklarımdan eser yok. Ben iyileştim diyorum ama bazı muzip tıp hekimleri hâlâ kabul etmeyip remisyona girmişsindir diyorlar. Öyle bilmek isteyen öyle de diyebilir. Fark etmez, yaşadım ve sağlığımın nerede olduğunu net olarak görebiliyorum. Vücudumu tam anlamıyla tanıyorum. Yaşadıklarımı ve öğrendiklerimi, Ahmet Aydın’ın bilgilerini olabildiğince çok hastaya, hastama ulaştırmaya çalıştım. Bugün itibariyle, bundan büyük ölçüde faydalanan çok kişi(hipertansiyon, diyabet, romatizmal hastalıklar vb. kronik dejeneratif hastalıkların tamamı) gördüm, biliyorum. Süreci bizzat yaşadığım için hastalarıma rehberlik de ettim.

Hastalığımı atlattıktan sonra bazı şeyleri daha iyi kavradım.

---Artık çaresizlikten farklı yöntemleri denemiş olan kimseleri asla azarlamıyor ya da yermiyorum.

---Elimizde kırık bir testi varsa (Vücudumuzu sağlıklı koşullar altında muhafaza etmiyorsak) onu doldururken tas mı, kova mı yoksa tanker mi kullandığımızın hiçbir önemi olmadığını öğrendim. Zira bedeni sağlıklı kılmadıktan sonra ilaç mı yoksa bitki mi kullandığımızın bir önemi yok. Testiyi onardığımızda ise her şeyin kendiliğinden düzeldiğini öğrendim. Mikroplardan kaçamayacağımızı ama direncimizi kazanarak onlara karşı durabileceğimizi öğrendim.

---Kalıp düşüncelerin dışında fikir belirtenler hakkında ön yargılı olmamayı; onları okumayı, dinlemeyi öğrendim. “Aslında herkes hatalı fakat bir adam doğru olabilir. Çoğunluğun dünyayı düz sanması bunu doğru kılmadı.” Mike Mentzer

---Sorgulamanın günah olmadığını öğrendim. Muhakkak ki, hiçbirimizin hiçbir zaman nihai gerçekliğe ulaşamayacağını, bu nedenle her fikrin sorgulanması hatta yerden yere vurulması gerektiğini öğrendim. “Herkes tarafından her yerde doğru kabul edilen şey, neredeyse kesin olarak yanlıştır.” Paul Valery

Eğer ki ben, yeterli kanıt yok diye şu an ayak direyip, böyle bir işe kalkışmamış olsaydım çok yüksek olasılıkla RA ordusuna katılmış olacaktım. Sürekli olarak kadere boyun eğip, hep bir kurtarıcı veya sihirli değnek bekleyerek geçecekti hayatım. Düşünsenize sahip olabileceğiniz kudretten bihaber, süper bir bitkinin keşfi ya da mucize bir ilaç tasarlanmasını bekliyorsunuz. Üzgünüm ama böyle bir şey olmayacak. Hasta olarak üzerimize düşeni yapmaksızın sorumluluğu başka somut ya da soyut nesnelere yükleyerek yakayı sıyırmamız mümkün değil. Bana göre Ortaçağ Avrupası’nda, ortaya çıkan sorunları cadılara yüklemek neyse, 21. yüzyılda hastalıkların sebebini genetiğe yüklemek odur. Pastada çoklu bir pay olduğunu kabul etmez isek yapabileceklerimizin de farkında olamıyoruz. Ya da işimize gelmiyor da olabilir. Yapma doktor ya, ne güzel suçu genetiğe yıkmak dururken nereden çıktı bu diyet, egzersiz!

Her gıda katkı maddesinin alenen alınmasını ben de doğru bulmuyorum. Ancak güneşten alınan bir vitaminin noksanlığı sonucu tamamlanması neden yanlış olsun ki? Kusura bakmayın ama güneşin, temiz havanın, temiz suyun aklanması için bilimsel çalışmalara ihtiyaç yok. Yarasagillerden olmadığımıza göre birçok canlıda olduğu gibi D vitaminine ihtiyacımız var. Kanda olması gereken seviyeyi tartışabiliriz ona amenna, ama varlığıyla yokluğu arasında anlamlı fark olan bir vitaminin ideal seviyelere getirmeye çalışan kişilere bilim kurulları ihtar versin diyemeyiz. İnsanoğlu onca savaşa, kıtlığa ve doğal afete rağmen bugünlere bu halde gelebildiyse demek ki bazı şeyler doğru yapılıyordu. Geçmişe öcü gözüyle bakıp yapılan her şeyi “Bilimsel değil” yaftası ile çarmıha gerersek eyvah eyvah. Biraz da doğru yapılmış olan şeylere odaklanalım. Bilimde karşılaştırmanın da yeri çok büyüktür. Yüzyıl önce başımıza pek fazla gelmeyen bir şey bugün çok sık görülüyorsa değişen bir şeylerin varlığı aşikârdır ve sorgulanmalıdır. Net bir cevaba ulaşma kaygımız da olmamalı. Bilgiler ortaya konmalı ve kişiler tarafından yorumlanmalıdır.

Kaan Arslanoğlu’nun son yazısında belirttiği gibi bilimsel çalışmaların çok şey olduğunu ama her şey olmadığını söylemek istiyorum. Gözlem ve deneyimlerin de bilimde yeri var. Biyoloji ne yazık ki matematiksel bilimler gibi net bir gerçekliği gözler önüne seremez. Biyolojinin sonuçları 2x2=4 deneyinden yüz kat daha şaibelidir ve doğası gereği böyle de olmak zorundadır. Nitekim yorumlama da çok önemlidir. Zira olay yerinde bulduğunuz her kişi suçlu olmayabilir. Yakaladığınız kişi, sivil polis, katil, kavgayı ayırmaya çalışan kişi, sanık, tanık ve hatta tamamen olayla alakasız, sadece ve sadece oradan geçmekte olan bir kişi olabilir. Eğer her bulduğumuza suçlu bu diyeceksek, hemen her enfeksiyonda yükselen WBC’yi de düşürmek için alternatif yollar üretmenin peşine düşmemiz gerekir. Eğer üzerinde çalıştığımız molekül ya da hücrenin işleyişini anlayamıyorsak onun hakkında verdiğimiz tüm hükümler anlamsızdır. Bu yüzden her gördüğümüz sakallıya dede dememek, her bilimsel çalışmayı kucaklayıp bağrımıza basmamak gerek. Böyle yaparsak nefsi müdafaayı cinayetten, beyazı siyahtan, yazıyı turadan ayıramayız. Yazıyı, Ben Goldacre’in bir cümlesiyle bitirmek istiyorum. “Bir para alıp yüz defa yazı tura atıyorum ve sonuçların yarısını sizden gizlememe izin veriliyor. Bu durumda sizi elimdeki paranın iki yüzünün de tura olduğuna ikna edebilirim.”

Saygılarımla.

Onur Şahin

 

Facebook
yorumlar ... ( 35 )
13-10-2014
13-10-2014 12:03 (1)
DVit tartışması istediğimiz nezakette geçmedi. İçerik güçlü, ama üslup karşılıklı çok düştü. Sert üslubumdan ötürü kimi kırdıysam özür dilerim. Şöyle bir uzlaşma önereceğim. Biz D vitaminini halka önerdik. Karşı taraf öneremezsin, kanıtın yok dedi. Biz var dedik, gösterdik, onlar yeterli değil dedi. Bizim iddiamız onlara baskı yapıp bunu kullanmalarını sağlamak değildi. Bu mutlak doğrudur, güçlü kanıtlar vardır diye kimseye baskı yapmadık. Onlar da bunu öneremezsiniz diyen görüşlerini daha az suçlayıcı ve daha az baskıcı dile getirirlerse (yasaklanmak istenen bu maddeyi önermektir) sorun kalmayacak. Elimizde bir tane bile kanıt olsa bize yeterlidir. Ama bilimde her şey değişir. Yetersizdir diyorlarsa demeyi sürdürsünler, onların bakış açısından o doğrudur. Burada da desinler, ama suçlamasınlar, tabip odasına şikayet, mahkeme lafları uçuşmasın. Burası "Tıp Bu Değil"in tartışma ortamı. Hekimlik-bilim anlayışımız şu an çok farklı, çözümü zamana bırakalım. Saygıyla. Kaan Arslanoğlu
13-10-2014 21:34 (2)
Aslında bir daha yorum yazmamaya karar vermiştim. Bu yazının altına da yorum yazmadan olmaz. Bilimden bahsetmeyeceğim. Kızıma bu akşam okuduğum masaldan bir alıntı:" Bir bezelye kabuğunun içinde beş tane bezelye varmış. Bezelye kabuğu da, bezelyeler de yeşilmiş; bu yüzden bütün dünyayı yeşil sanıyorlarmış." Masalın devamı da çağrışımlara açık. Şimdi plasebo diye bir şey var. Neyse o da önemli değil de Marx ne demiş:"Görünen, gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı". Valery, Mentzer ve diğerlerinin söylediklerini de ben bu bağlamda anlıyorum. Ama dünya kimine göre yeşil, kimine göre sarı. Bilime o nedenle her zaman ihtiyacımız var. Bilimsiz kalmayın. Geçmiş olsun. SE
13-10-2014 23:00 (3)
Bilimsellikten uzak, mantıksal temellendirmeleri sorunlu, ama cafcaflı ifadelerle bezeli, magazinsel bir yazı...Ancak, iki şeyi özellikle vurgulamak lazım: 1-Genetik/genlerle ilişkili hastalık eşit değildir ailesel/kalıtsal hastalık. 2-KA ve ark. D vitaminini, sizin yaptığınız ve önerdiğiniz gibi düzeyini ölçüp de düşük bulunanlara önermiyorlar, Sn Şahin; herkese, bir kontrol yapılmaksızın, bir gıdayı değil bir ilacı öneriyorlar... Saygılar HM
14-10-2014 08:40 (4)
HM'nin yorumunda eksik bıraktığı çok önemli bir şey var, İlknur Arslanoğlu D vitaminini önerirken, toplumda genel bir özellik olarak D-vitamini rezervinin olması gerekenden düşük düzeylerde olduğuna dayanarak öneriyor, keyfine göre değil: "Sağlıklı beslenen ve yaşayan kişilerde D vitamini eksikliği var mıdır ? Kişisel olarak işi gereği 30 yıldır çeşitli nedenlerle D vitamini düzeyi ölçülmüş kişilerin konsülte edildiği bir uzmanım. İnancı gereği kapalı giyinen ve ağır ekonomik zorluklar zemininde doğum yapmış kadınlar başta olmak üzere genç, yaşlı, kadın, erkek, açık, kapalı hemen herkesin 25 OHD (D vitamini rezervini gösteren tahlil) kan düzeylerinin referans değerlerinin ya altında, ya da median değerinin altında olduğunu görmekteyim. Ama risk grupları, coğrafi bölgelere göre popülasyona dayalı çok sayıda çalışma da bunu kanıtlıyor." Dahası için, yazıya bakılmalı. AKr
14-10-2014 08:41 (5)
Romatoid artrit tedavisinde diyeti Dr. Ahmet Aydın veya bir başka doktor önermemiş. Bu malpraktis olurdu. Siz kendinize kitaptan okuyup uygulamışsınız. Sonra bu kitabı muhtemelen yazarın da haberi olmadan yüceltmişsiniz. Hastalığınız belki kendiliğinden geriledi, belki tanınız yanlıştı veya kesin tanı değildi, belki sadece şüphe vardı, belki bir gıda allerjiniz var ve bu diyetle onu almıyorsunuz, ya da gerçekten diyet işe yarıyor... hepsi ve daha fazlası göz önünde bulundurulmalı. Bilim bunun için var. Okunup üflenip iyileştiğini söyleyenler sayesinde üfürükçülük devam ediyor, bilimsel yaklaşım bunları engellemek için, kişisel deneyimin tek başına önemli olmadığını anlatmak için var. Çoğunluk, bilim dışı bir tedavinin varlığına inanma eğilimindedir. Valery bu sözü onlar için söylemiş. SE
14-10-2014 08:42 (6)
Buradaki yazıda bile bilimsel diktatörlük sergilemekten geri kalmıyorsunuz. Tabi tabi kesin plasebodur bunlar. :) Tekrar ediyorum tiye almadan önce elinize alıp Ahmet Aydın'ın kitabını okuyunuz. Korkmayın okuduğunuzu kimseye anlatmayız. Yazıda bilimsel bir metodolojiden çok bir hastanın serzenişi var. Şu egolarınızı bir kenara bırakıp da bir de hasta perspektifinden görün istedim ama yanılmışım. Biz yine hekim kavgamıza devam edelim. Malum filler-çimenler meselesi... Bu yazılanlardan bile bu manaları çıkarmanız gerçekten takdire şayan, tebrik ederim. Ya biz anlatamıyoruz (ki bu kadar yorum geldiğine göre) ya da siz anlamamakta direniyorsunuz. HM, ben de onlardan bir tık ayrılarak kontrol sonrası takviyeden yanayım. Benzer amaçta olmamız tıpatıp aynı şeyleri düşünmemizi gerektirmiyor. Daha önceki tartışmada da seviye ölçümünün akabinde bir takviyeden bahsetmiştim. Belki bir 10 yıl sonra birbirimizi anlarız. Sağlıcakla kalın. Onur ŞAHİN
14-10-2014 08:42 (7)
Bu arada ön yargılı okuyanlar için de belirteyim istedim. Anlattığım masalda D vitamini kurtarıcı, kahraman değildir. Sadece faktörlerden birisi. Tartışmanın devamı niteliğinde olduğu için böyle bir başlık atma ihtiyacı duydum. İtiraf edeyim bari de gizlimiz saklımız kalmasın. Ben meşhur şarlatan diş hekimi Onur ŞAHİN. Çiçeklerime gübre olsun diye arada kazara öldürdüğüm hastaları evin bahçesine gömüyorum. Sizi de merhum ve merhumeler eşliğinde çay içmeye davet etmek isterim SE. Korkmayın tavsiyelerime uymayan ölmüyor. Bilimin ışığından gözünüzü ayırmamanız bizim muhitte sağ kalmanız için yeterli bir gayret olur.
14-10-2014 09:29 (8)
Kaan Arslanoğlu yazısına Cem Terzi imzalı bir makale koymuş. İnsan o yazıyı okur da sonra malpraktis derken en az bir altı ay düşünür. Bu yazıda mantık yokmuş. Cem Terzi'nin o yazısından sonra yine burada toplum hizmeti verenleri malparktis diye suçlayanlarda nasıl mantık var? CEM TERZİ sayın polemikçiler. CEM TERZİ! Yine söyleyelim mi CEM TERZİ'NİN Makalesi. Ondan sonra yine konuşun malpraktisi. ABCDEFGHIİJKLM
14-10-2014 09:27 (9)
Sn. SE, şu hususta bir mutabakata varalım artık. Ben kimseyi yüceltmiyorum. İnatla neden bunu söylüyorsunuz? Fayda gördüğüm bir yayın ve tecrübe manzumesine söylenen "safsata" yakıştırmasına karşın bunları yazıyorum. Hadi ben diş hekimi olarak meslek statüsünde sizden aşağıdayım(Hoş en başta onu da olamamıştık ya neyse), beni bu bağlamda pek tiye almasanız da olur. O yüzden ben size direk suyu kaynağından içmenizi söylüyorum. Şişelenmişi filan boşverin. Bunu da yazmayacaktım ama hadi yine yazayım. Ben meydandaki tek örnek değilim. Birçok hastam var iyileşen. Niye "Acaba doğru mudur?" sorusu yerine sürekli olarak "Hayır, kesinlikle yanlış!" diktesiyle olaya dalıyorsunuz anlayamıyorum. Varın siz buna plasebo diyin, hiç fark etmiyor nasıl adlandırdığınız. Hem fena mı "Plasebo etkisiyle iyileşen RA hastası" olarak çok prim yaparım yayınlarda. Onur ŞAHİN
14-10-2014 09:27 (10)
Bir de şu bitkisel katkı sektörüne değinelim. Bunu da biz azdırmışız meğerse! Acaba bu ülkede tıpta fitoterapi konusuna gereken değer verilse ve bitkisel ekstratlar tarım bakanlığına değil de sağlık bakanlığı iznine tabi olsa, ilaç statüsünde anılıp öyle izin verilse daha makul bir yaklaşım olmaz mı? Üstelik bu hususta "keyfiyete göre üretim"in önüne geçilmesi olasılığı doğmaz mı? Ben fabrika kurup da "Gel bakalım senle parasetamol üretelim." diyip kapsüle giydirmek suretiyle sektörde pazarlayan kimseyi göremiyorum. Dolayısıyla şarlatan hekimciklerin türemesinde direkt olarak bizim etkimiz yoktur. Güçlerini bizden değil, formattaki açıktan alıyorlar. Onur ŞAHİN
14-10-2014 10:13 (11)
4 nolu yorumda Sn AKr'ye: Söylediklerinizden çıkacak sonuç, Türkiye insanları için (farklı coğrafi bölgeler ve farklı yaşam biçimleri dahil) belirlenecek Normal cut-off değerlerine göre, normak topluma takviyenin kısa, orta ve uzun vadedeki sonuçlarını (olumlu ve olumsuz) ortaya çıkaran geniş ölçekli izlem çalışmalarının yapılmasıdır. Genetik, coğrafya, yaşam şartları, metabolizma farklılıkları... hepsi birarada gözetilerek... Saygılar.HM
14-10-2014 10:14 (12)
Konuyu başka bir yere taşıdınız. Fitoterapiyle ilgili son görüşlerinize katılıyorum. Plaseboyla iyileşen RA hastası değilseniz RA hastası olmayabilirsiniz. Artrit olmuşsunuzdur, iyileşmişsinizdir. Artritin tek nedeni RA değildir. Doktorunuz sadece şüphelenmiştir vs. Bu bir örnek. Belki diyet işe yaramıştır. Ama bende işe yaradı, kesin etkili demek yetersizdir. Hevesinizi kırmak istemezdim. Yanlış bilgi başkalarına zarar vermesin diye sürekli müdahale ediyorum. Kimsenin bilmediğini bulmak istemeniz insani bir duygu ama hislerimiz kanıtın önüne geçmemeli. Dünyanın atlasın sırtında durduğunu ilk öne süren de buluş yaptığına emindi. Kopernik'ten farkı kanıttır doktor bey*. (*Hepimiz aynı sınıftayız. Ben de mesela ortodontiden hiç anlamam ama bir bilene sorarım.) SE -SE
14-10-2014 10:36 (13)
Bu yorumu konunun tartışılmasına katkı, şu veya bu görüşü desteklemek için değil, Onur Şahin'i kutlamak için yazıyorum. Çok zevkle okudum, anlatımın yanı sıra temel sava bağlantıları da harika.Elinize sağlık. İlknur Arslanoğlu
14-10-2014 10:36 (14)
Yazıda "Ben buldum." diye bir şey söylediğimi hatırlamıyorum. Tekrar hatırlatayım. "Hasta" kimliğiyle yazdığım bir yazı bu. Bilimsel titri olan bir yazı değil, felsefik bir irdeleme yazısı. Bu kadar duayenin arasında bilimsel kısmını yazmak bana düşmez. Gerekiyorsa öğrenin efendim bizim branşımızı da. Bunun ne sakıncası var. Benden daha iyi yaparsınız ben de elinizi öperim. Bundan mutluluk duyarım, gurur meselesi haline getirmem. Hastalığım neticesiyle çok doktora gittim zaten, ortak bir görüş vardı. Burada kronolojik sıraya sokup tüm yaşanılanları bir bir yazarak vakit kaybetmek istemedim. Teklifim hala geçerli. Çay içerken olan biteni size anlatabilirim. Yanlışa müdahaleyi herkes yapmalıdır, bu doğru fakat fikir belirterek yapılmalı. Bakın yorumunuz suçlayıcı unsurlardan arınınca ne kadar şirin görünüyor göze.:) Onur ŞAHİN.
14-10-2014 10:52 (15)
Birincisi Onur Şahin Hamdi Koç'tan güzel yazıyor. İkincisi sıkıştırmasak satır aralarında bizimle aynı çizgiye geliyor. Örneğin hepimiz vitamin, besin takviyesi konusunda şu ya da bu şekilde bir eksiklik ya da allerji gibi bir durum olduğunda katkı ve değişikliklerin yararlı olacağını öne sürüyoruz. Ötesini şahsen ben bilmiyorum, çalışmam lazım, o bakımdan da müdahalelerimin soru şeklinde olduğunu görebilirsiniz. Üçüncüsü İkisi de benden özenli olan ve kesinlikle aynı kişi olmayan SE ve HM'e trol muamelesi yapılmayıp daha dikkatli okunmalarını rica ediyorum. Sonra biraz heveslenip "sanatçılaşan" MH'nın karşısına bana göre daha trolü çıkabiliyor, oysa kalkıp kim olduğu araştırıldığında mahçup olunabilir. Bu siz-biz davası da hakikaten gol atılan kale açısından sıkıntılı olabilir, yeni idolümüz Cem Terzi'nin diğer yayınlarına da bakabilirsiniz. Gene Harris'in COS yorumu en güzelidir, hem de nefeslisiz. AYU
14-10-2014 13:21 (16)
Ben de inanılmaz biçimde alerjimi yendim D vitamini sayesinde. Böylece şimdiye kadar tüm doktorların resmen dayadığı ve bağışıklık sistemini giderek bağımlı hale getiren antienflamatuvar ilaçları tam 25 yıl sonra komple kesebildim. Nasıl mı, annemin tv.de dinleyip ısrarla yaptırmamı istediği D vitamini testi sayesinde. Meğer ciddi eksiklik varmış. Uygun biçimde damlalarla tamamlanınca yıllardır süren alerjim 1 ay içinde bitti... Senin gibi bir ara o kadar kötüydüm ki, hapşırmaktan günlük hayatımı yaşayamaz olmuştum. Günde 50-100 arası hapşırık, göz-burun akıntısından bahsediyorum. Ya beyin kanaması geçirecektim ya da kalp krizi... Şimdi çok şükür gayet iyiyim ve en güzeli ilaç bağımlısı değilim :)
14-10-2014 17:51 (17)
Çok faydalandım... Harika bir yazı... Elinize sağlık.... D vitamini eczanede üç form da satılıyor. Allerjik astım hastasıyım. Ben de başlayacaım. Hangi formunu aliyim? Ne kadar aliyim? Tşk. ederim. Banu
14-10-2014 20:27 (18)
D vitamini eksikliğinden doğabilecek problemlerinizin varlığı olası olsa da ben ölçülüp ondan sonra takviyesinden yanayım. Doktorunuzun izleminde bu tamamlamayı gerçekleştirmeniz daha doğru olur. Kişisel deneyimim ampul formu üzerinedir. Başka preperatlar hakkında tecrübe nezdinde bir bilgiye sahip değilim. Onur ŞAHİN.
14-10-2014 21:19 (19)
Bir çırpıda okudum sevgili meslektaşım. Hasta sıfatıyla yazılmış bir yazıyı hasta sıfatıyla okudum ve katılıyorum sana yazın çok güzeldi de yapılan yorumları anlamlandıramadım. Beslenmemizi düzenlememiz nasıl bilimden uzak ve üfürükçülüğe yakın bir durum olabilir ki! Denenmesinde hiçbir sakınca olmayan ve gerekli olduğuna inandığım ve bence gelişen bilimle yeri alınamayacak bir yaşam tarzıdır BESLENME. Eline sağlık Onur. Elif Tekin^^
14-10-2014 21:37 (20)
"Diş hekimleri ötekileştiriliyor mu?" tartışmasını başlatıyorum.
14-10-2014 22:28 (21)
Halihazırda, ülkemizde, bir ilacın, SB'nın ruhsatlandırdığı endikasyon dışında amaçla bir hekim tarafından kullanılması, bakanlıktan alınacak "endikasyon dışı kullanım izni"ne tabidir... Aksi takdirde hukuki sorumluluk söz konusudur... yani bi zahmet önerdiğiniz ilaçların resmi prospektüsüne bakıveriniz... İlginize, bilginize, dikkatinize...HM
14-10-2014 22:29 (22)
Demir hemoglobinde, metabolizma enzimlerinde, kas yapısında bulunan bir element ve kırmızı et ile alınır... eksikliğinde, depresif belirtilerden kalp yetmezliğine, pek çok semptom görülebilir... halihazırda belirlenmiş risk grupları dışında herkese demir verilmesini öneren var mıdır? Sn "tıp bu değil"ciler, siz demirinizi ölçmeden onu da alıyor musunuz, öneriyor musunuz?HM
15-10-2014 16:17 (23)
Tekrar yazayım Sayın HM. Eğer bu kapsama beni katıyorsanız lütfen çıkartın. Çünkü ben ölçümü takiben seviyenin düzenlenmesinden yana olduğumu söyledim birkaç kez. Lakin şu örneği verdim. Ben tüm gün binanın karanlığına mahkum çalışıyorsam zaten eksildiğinin bilincindeyim. Doğal olarak bunu preperatlardan karşılıyorum. Keşke meşgalelerimizden uzaklaşıp her şeyi yeteri kadar yapabilsek. Lakin olmuyor. Güneşe yeteri kadar çıkabilmem mümkün olmadığına göre ben de ilave alıyorum. Savım asla, gıdalardan alınmayıp bilimum farmasötik şekilde almak üzerine kurulu değildir. Siz, farmakolojinin temel ilkelerinin uygulanmayışına karşısınız anladığım kadarı ile. Bence bu hususta tuza iyot katılması da benzer şekilde aykırılık teşkil ediyor. Bunu sadece bilinen bir örnek olması açısından söylüyorum. Amacım şu veya bu topluluğun şakşakçısı olmak değildir. Saygılarımla. Onur ŞAHİN
15-10-2014 16:51 (24)
Bu millet yeterince et yemiyo. Demir de almalıyız. Balık yemiyoruz. Posfor ve balık yağı herkes almalı. Havuç yetersiz. Keroten ve A vitamini almalyım. Selenim ve çinko önemli diye duydum. Takviye almalımıyım? Danısmak istedim. Bir dolu da herbal ekstre satiliyor. Eksiklikleri olur mu? Sevgiler... Banu
15-10-2014 18:41 (25)
Banu Hanım, güneşin eksikliği başka bir durum, beslenme ile eksik alım başka bir durum. Güneşe çıkamadığınız sürece(örneğin ben gibi sürekli içeride çalışıyorsanız) D vitamini rezervinizin tükeneceği kesindir ancak diğer vitaminler ve mineraller için aynı şeyi söyleyemeyiz. Adları vitamin olsa da iki konu bu hususta birbirinden ayrılır. Besin alerjileriniz veya besin emilim bozukluklarınız yoksa ortalama bir beslenme ile saydıklarınızın büyük bir kısmı yeterli düzeyde vücudunuzda bulunur zaten. Özel durumlar, gen modifikasyonları vs için ise mevzu artık kişiseldir. Bu da doktor iletişimini gerektirir. İnternet üzerinden saydıklarınızı kullanmanız doğrultusunda bir tavsiye veremem, veremeyiz. Uzaktan eğitim tadında doktorluk yapılması toplum ortalamasına göre belki belirli bir düzeyde doğru sonuç verir ancak istisna olan bir sürü kişinin çıkması da muhtemeldir. Hastalık yoktur, hasta vardır. Katkıları alıp almamak tamamen sizin nazarınızda olan bir durum. Onur ŞAHİN
16-10-2014 23:20 (26)
Yazarlara ve yorumculara aşağılama ve sataşma içeren hiçbir yorum bundan böyle yayımlanmayacak. Bu siteyi kurduğumuz gün ilan ettiğimiz kural. Kabahat ettik bu konuda gevşek davrandık, böyle yorumların büyük kısmını yayımladık. Bundan böyle provokatif hiçbir yorum yayımlanmayacak. Buna devam edecek tıynetteki kişiler boşuna yorulup yorum yazmasınlar. Kim ne fikri ve eleştirisi varsa başkasına sataşmadan yazsın. Saygıyla. Kaan Arslanoğlu
17-10-2014 16:23 (27)
1. bu yazının yazarı zaten "ben romatoid artrit / sjögren tedavisi için vitamin d reçete ediyorum" demiyor (kendisi dişhekimi). 2. bende eksikti, aldım diyor (tahlil neticesine göre yerine koyduğunu ifade ediyor). 3. yani, endikasyon dışı kullanım yok (o yüzden hukuki sorumluluk doğamaz. kaldı ki, bu durum için kendi kendine bir düzenleme yapmış. bir doktorun gözetiminde ve önerisiyle değil). 4. yazar kişisel deneyimini yazıyor (bilimsel olmak iddiasında da değil yani; e zaten insanbu da tıp dergisi değil). 5. mantık mantıktır, çaydanlık da çaydanlık! akademik tartışma yapacaksak yeri bura değil. ama burası sanırım kişisel deneyimlerini yazanları sigaya çekme sahası da değil. benim de katılmayacağım, bilimsel yönden çok zayıf bulduğum (belki de ben yanılıyorumdur) pek çok yönü olsa da, yazar samimiyetle bir paylaşım yapmış. okunulan her yazıya ttb şikayeti, hukuk kanalı, polis, zabıta diye girişilecekse burasının sanal ortam ifade hürriyeti kısıtlanır kanaatimce. a.y.a.
17-10-2014 16:23 (28)
Bir yakınım bildircin yumurtasi astima iyi geliyir dedi. Kullanan herkes iyilesiyormus. Oneren doktorlar gormus. Cok faydaliymis. Deneyecegim. Sonuclarini bildiririm. Selamlar. Banu
18-10-2014 11:26 (29)
Sn Şahin hocam, yazınızı akrabalarıma ve arkadaşlarıma da tavsiye ettim. Çevremde d vitamini kullanmaya başlayan en az üç kişi daha oldu. Bir tanesinin allerjik cilt hastalığı varmış. Onada iyi gelmiş. İki günde etki etti diyor. Yazınız için teşekkür etmemi istedi. Diğer arkadaşlarımda çok selam söyledi ve teşekkürlerini yolladı. Banu Demir
18-10-2014 14:54 (30)
Hoca deyimi şu an için bana 3 gömlek büyük gelir. Siz bana yine adımla hitap edin sadece. Daha önce de söylediğim gibi karanlığa mahkum olmayanlar bana göre kan seviyesini ölçtürüp öyle almalı. Yine dikkat ederseniz ben sadece kullanılıp kullanılmamasına dair felsefik bir irdeleme yazısı yazdım. Doz veya kullanım sıklığı gibi bir öneride bulunmadım. Bunları göz önünde bulundurmayı unutmayın Banu Hanım. Ben teşekkür ederim. Onur ŞAHİN
05-11-2014 16:11 (31)
Tartışmaya biraz geç katıldım. Bazı psikiatr arkadaşlar D vitamini ve depresyon arasındaki ilişkinin bir şehir efsanesi olduğunu düşünüyorlar. Ben bir çocuk hekimiyim ve D vitamini düşük olan çocuklarda annenin de seviyeleri düşük oluyor. Bunların bir bölümünde hafiften ağıra depresif bulgular oluyor ve D vitamini tedavisinden sonra bariz düzelmeler oluyor. Bazı hekim arkadaşlar bu durumun bilimsel kanıtı yok diyorlar ama literatürde yapılmış çalışmalar var. En sonuncusu yakında yayınlandı. Williams JA1, Sink KM2, Tooze JA2, Atkinson HH2, Cauley JA3, Yaffe K4, Tylavsky FA5, Rubin SM6, Simonsick EM7, Kritchevsky SB2, Houston DK2. Low 25-Hydroxyvitamin D Concentrations Predict Incident Depression in Well-Functioning Older Adults: The Health, Aging, and Body Composition Study. J Gerontol A Biol Sci Med Sci. 2014 Oct 18. pii: glu184. [Epub ahead of print] http://biomedgerontology.oxfordjournals.org/content/early/ 2014/10/17/gerona.glu184.long Prof. Dr. Ahmet Aydın
05-11-2014 18:32 (32)
Ahmet Hocam (31), bu savaş biteli baya oldu, cesetleri topladık, karşılıklı değiştik. Sonuç; başladığımız yerdeyiz, çaya çorbaya Dvit koymuyoruz ama gereken olgulara kullanıyoruz (Kanıt: 10 bin yıllık tıp deneyimi). Hürmetlerimle. Kübra.
05-11-2014 18:32 (33)
Sevgili 20, niye ötekileştirelim ki? Siz tüm dünyada "dentist" siniz Türkiye'de ise "diş hekimi". Daha ne olsun? İmza: Vücut Hekimi.
06-11-2014 02:53 (34)
Sevgili 33, ben dentist değilim ki. "Siz" ne oluyor... İmza: YÜ hayranı
06-11-2014 09:26 (35)
Sevgili 20+34, ona üçüncü kibar şahıs diyoruz. "Onlar" diyip ötekileştirmemiş oluyoruz. İmza: Sanchez fanı.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211264
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.