Demirkubuz’u nasıl ve neden eleştirmek

 

“Bütün hayatım boyunca taşıdığım suçluluk duygusunu olduğu kadar,

imtiyazlılara ve gerçekte yalnızca imtiyaz isteyenlere

duyduğum nefreti anlatmayı hep istiyordum.”

Zeki Demirkubuz, Yazgı Filmi Üzerine Sözü

 

Sadık Albayrak’ın İleri Haber sitesinde yazdığı, “Küçük burjuva sinemasının sonu: Bulantı ya da Zavallılar” yazısı üzerine düşünürken, Zeki Demirkubuz sinemasını ben mi yanlış biliyorum dedim ve gerçekten sistemin içinde sistemle bir yanı vardı da görememiştim diye düşünmekten kendimi alamadım. Filmografisinde Zeki Demirkubuz’un ödülleri de yazıyor. Demirkubuz’un ödüllere mesafeli olduğunu biliyorum, açıklamaları da var. Sinema için kendisi biraz da gerekliliktir diyor, filmi bir yerlerde göstermek gerekir diyor. Bunun için ödüle karşı direnebilir, bana kalırsa! Zaten iyi filmin hakkını izleyici verecektir! Keşke öyle olsa! Ankara’da sadece Kızılırmak sinemasında oynardı, Demirkubuz filmleri. Tek başıma, görevlinin “ara verelim mi abi” dediği bir salonda, yapayalnız Demirkubuz senaryosuyla karşı karşıya kalırdım. Bu belki de, kendimi sinemanın içinde duyumsamam için önemli bir ayrıntı olabilir. Filmler etkilidir. Toplumsal yaşam içinde yalnız olan birey teması başattır. Toplumsal kirliliğe karşı ve sisteme karşı bir başkaldırı niteliği taşır. Sadece yalnız bir adam, bir kadın, bir çocuk ya da herhangi bir insan başkarakterdir. Sorunu, toplumsal düzenle barışık olmayan ve bunun için de yine toplumsal gerekçeleri olandır. Öyle ki Demirkubuz, bunca düzen içreliğe karşı manifestosu olan bir aydın yönetmendir, bana kalırsa! Nietzsche, Dostoyevski, Camus gibi senaryo temelleri ve göndermeleri olan bir yönetmenin, bireysel olanı (:bireyci, kesinlikle değil) alt üst yapıp incelemesi ve toplumsal yalıtılmışlığı içinde çukura düşen insanî değerleri farkındalık hâline getirmeye çabalaması doğaldır.

 

            Demirkubuz sinemasında, insanî duyguların dumura uğradığı, hareketsiz kaldığı ve zorla varsayılan bir çaresizlik taşıdığı tartışmasızdır. Sadık Albayrak’ın, Demirkubuz’un son filmi olan “Bulantı” için yazdığı şu cümleler şöyle: “Filmde bir emekçi kadın var; Ahmet’in kapıcı dairesinde oturan hizmetçisi. Yapayalnız, zavallı Ahmet, filmin sonunda, karanlıkta elinde mum, yüksek katından kapıcı dairesine, hizmetçinin mahzenine iniyor. Bir insan sıcaklığı, yakınlık arıyor olabilir mi? Sonunda hizmetçi kadının ayaklarına kapanıyor. Kadın ise boş gözlerle boşluğa bakıyor. İki zavallı birbirine sarılacak irade ve cesaretten yoksundur. Yaşamda böyle bir sahne olabilir mi?”

 

            Neden olmasın? Öyle anlar vardır ki insanın dili tutulur, eli ayağı bağlanır. Öyle ki iradesizlik ve cesaretsizlik de insanî duygulardır. Demirkubuz’a insanın bayağılığını, sistemin çürüttüğü beyinlerin karakter analizini, kapitalist düzenin insanî duyguları körelttiği /törpülediği /hiçleştirdiği insan tipolojisi yerine; kendi kafamızdaki kalıplara uygun film yapmaya, kendi estetik ölçümüzü dayatarak eleştirmeye hakkımız olmadığını düşünüyorum. Kaldı ki, Demirkubuz başı dik, bizi dinleyecek hâli yok!

 

            Kapitalizm o denli yıpratıcı ve kökten sökücü bir biçimde ilerliyor ki, insanlık çaresizlik karşısında kalıveriyor. Elbette düzen karşıtı eylemlerin, fikriyatın ve de davranışın bunu önlemeye gücü var. Ama çürümüş bir toplumsal düzende, bunu aşamayacak, zavallılaşacak insanlar da var. Demirkubuz, zavallıyı senaryolaştırmış; başka birileri de kolektif olarak “Devrim” filmini çekmiş! Demirkubuz’u, “devrim”, “12 Eylül” filmi çekmediği için suçlamak yanlıştır!

   

            Demirkubuz’un filmlerine gelecek olursak, kendisi C blok filmi için şunları söylüyor: “Senaryosunun büyük kısmını Ataköy’de yazdım. Ataköy’ün ardındaki varoşlarda büyüdüğümden, Ataköy’ün bizim için, oradaki insanlar için temsil ettiği şeyi biliyordum. Orasını o kayıp insanın mekânı olarak düşünmemin nedeni de buydu. Bu, olgu olarak duruyordu. C Blok’u çekmeden bir buçuk ay önce, asistanlığını yaptığım bir filmde, otobandan, TEM yolundan bir mekâna gidiyorduk; bu bloklar otobandan daha iyi görünüyordu. Sadece bloklar dememek lazım, yeni örgütlenen hayatın otobanlı yolları, arabalar, o izole edilmiş insanların hikâyesini anlatmaktı. Bloklar, bir film duygusunu sezdirdi bana; bu, tabii, eğilimlere göre, insanların etkilenmelerine göre değişebilecek bir sezgidir; aynı şey bir başkası için hiçbir şey ifade etmeyebilir. Bu, herkesin kendi iç yapılanmasıyla ilişkili, olgunlaşmasıyla ilişkili. O şeyi sezdim, ortada bir hikâye yoktu. C Blok’un özelliği budur: klasik anlamda bir hikâyesi neredeyse yoktur… Filmin metafizik bir yanı vardır. Durumlarla, anlarla ilgili sahnelerin olduğu bir filmdir.”

 

            Önemli olan noktanın insanî duygular olduğu ortada! Kapitalizmin insan yutan dev yapıları içinde, toplumdan soyutlanmış hâlini sinemaya aktarmak ve insanın bu düzen içindeki yabancılaşmasını, kirlenmesini, izole edilip dibe vurmasını dile getirmek kadar “devrimci” bir eylem yoktur sanırım. Dolayısıyla, Demirkubuz’a “küçük burjuva” çapsızlığını öngörmek, ona deli gömleği giydirmekle eş değerdir, kanımca!

 

Üçüncü Sayfa, Demirkubuz’un filmlerinden, film üzerine şunları yazmış Demirkubuz: “Toplumsal düzen içerisindeki “rollerine” bakarak bir insanı nereye kadar anlayabiliriz? Sosyolojik analizler, imajlar, sıfatlar, sınıfsal kategoriler, medya ve hayat uzmanları aracılığı ile kavranmaya çalışılan gerçeklik nereye kadar geçerlidir? Peki yazgımız, olayların kendine özgü gidişi, yaşadığımız bunca şeyin ruhumuzdaki karşılıkları, iyi, kötü, zayıf, güçlü diyerek anlamaya çalıştığımız karakterlerimizin bu gerçeklikteki rolü? Elbette düşünerek, bildiklerimden, hissettiklerimden hareketle yazdım bu öyküyü. Anlamlandırmaya çalışarak filme çektim. Ama yukarıdaki soruları göz önüne alırsam, birkaç yılımı alan bütün bu çabalarımın, bilmediklerimin kavruk birer sureti, hayat denilen bok çukurunu şöyle bir koklama girişimi olduğunu itiraf etmeliyim”

 

Üçüncü Sayfa filmi için yazılanlar, yaşadığımız gerçeklik salt Ortodoks katılıkta bir yaşam düzeni oluşturmanın ve düzenin, bu anahtarla açılmasının olanaksızlığını göstermesi açısından önemlidir. Demirkubuz, metafizik öğeleri iyi kullanan bir yönetmen! Öyle ki fizik ötesi ve algı ötesi duyumsamalar üzerine çokça malzeme var filmlerinde. Bu, sinemayı şiirleştiriyor. Şiirleştikçe de insanlaşan bir sinema oluşuyor.

 

Zeki Demirkubuz’un, Yazgı filmi için söylediği ayrıca yazının başına alıntılamış olduğum ifadesi, bir sinema yönetmeninin amacının netliğini ortaya koymaktadır: “Bütün hayatım boyunca taşıdığım suçluluk duygusunu olduğu kadar, imtiyazlılara ve gerçekte yalnızca imtiyaz isteyenlere duyduğum nefreti anlatmayı hep istiyordum.” Devrimci bir tutumun, insanî bir yaklaşımın; imtiyazı ve bunun karşısındaki duruşu alkışlamaktan başkaca çaresi yoktur. Zeki Demirkubuz, bir kez daha filmlerinde de gördüğümüz üzere, kapana sıkıştırılmış insanı çekip durumlarını, anlarını, ifadelerini dillendirmeye çabalayan, düzene karşı farkındalık yaratmayı hedeflemiş, aydın bir yönetmendir.

            Sadık Albayrak’ın kimi yerlerdeki haksız yaklaşımlarına yer vermek gerekliydi. Albayrak, Cengiz Gündoğdu’nun “Star Sistemi” eleştirisine haksızlık da etmiş görünüyor. Star sistemini, her isim ya da eylem için bir ölçüt gibi, kalıp gibi alıp karşımızdakini, bu ölçüt / kalıp çerçevesinde biçimlendirmek biraz acımasızca olacaktır, sanırım. Bunun yerine, Demirkubuz örneğindeki gibi verilen mesajın reelliğini ve insanîliğini ayırıp; emeğin, çabanın ve erdemli tutumun hakkını vermek gerekmektedir.

 

Kaan Turhan

Facebook
yorumlar ... ( 7 )
29-10-2015
20-10-2015 22:25 (1)
Yazi da bahsedilen filmlerini görmedim ama Zeki Demirkubuzun izledigim birkac filminde sürekli olarak belirli duygusal bicimlere bagimlilik vardi, yaralarina tuz banmaya bayiliyor, hatta asik. Belirli duygulara ve düsüncelere bagimli oldugunuzda yani sürekli varligini aradiginizda, kendinizi ve dünyayi oldugu gibi göremezsiniz, hersey bir filtreden gecmeye baslar, kisiyi adeta ruhsal bir komaya sokar. Seckin Sefi
20-10-2015 22:26 (2)
Merhaba; Başı dik aydın bir yönetmenin bizi dinleyecek hali olmayabilir(ne demekse)ama başı dik aydın bir seyircinin de bu sahne de olmamış diyecek hali olur olabilir. Örneğin yönetmenin "Bekleme Odası" filmindeki Kerem-Ahmet sahnesi, bir roman ya da öykü yazarının eserinin bir yerinde okura bilgiçlik taslaması gibiydi. Ben de tıpkı Albayrak gibi düşünmüştüm o sahneyi seyrederken: Ne kadar yapmacık, samimiyetsiz.(Özellikle gerçeğe uymuyor demedim)Şimdi bunu böyle hissettim diye yönetmene kafamdaki kalıbı, estetik anlayışımı mı dayatmış oluyorum? Emeğin, çabanın, erdemli tutumun hakkını vereceğiz diye bir sanatsever olarak susacak mıyız? Bir örnek daha; "Yeraltı" filmindeki Muharrem'in üst sesi de pek iyi değildi. İlle de Dostoyevski iyi de bir I cant Stand filminin kasabının üst sesindeki güçlü duygu yoktu. İyi filmler yapıyor. O kadar. İyi filmden daha fazlasını yapanlara selam olsun: Haneke, Kieslowski,Angelepolus. Saygılarımla; Miyase AYTAÇ YILMAZ
22-10-2015 17:23 (3)
Demirkubuz'un filmlerinin, sonuncu hariç, hepsini izlemiş birisi olarak insanın içinde bulunduğu çıkmazları bu kadar iyi beyaz perdeye yansıtan bir sinemacı az gelir diye düşünürüm hep. O kadar can acıtıcıdır ki Demirkubuz'un filmleri seyrederken huzursuz hissederim. Derseniz ki neye derman olmuş Zeki Demirkubuz. Ne öneriyor bu sorunlara karşı? O zaman soruları yanlış kişiye soruyorsunuz demektir. Karşınızda bir siyasi parti yetkilisi falan yok ki. Bir sinema sanatçısı var. Sanatçıya, sistemin sorunlarına çözümün ne demek pek yersiz geldi bana. Sanatçı, gördüğü sorunları doğru aktarabiliyor mu ben ona bakarım. Özgür Coşar
03-11-2015 08:45 (4)
Özgür Coşar, çözüm sorunun bir parçasıysa sorunu olduğu gibi yansıtmak yavan kalır. Ayrıca bunun siyasetle ilgisi ne insansal meselelerin çözümlerini siyasetçilere mi terkettik? O zaman dükkanı kapatıp gidelim. Demirkubuzun çözümü çözümsüzlüğü yüceltip dayatmasıdır örneğin. Sorunu sahipsiz bırakmak çözümsüzlüğü işaret eder her zaman öyleyse bu sorular sorulacak kusura bakmayın. Sorulmayacaksa bir pop şarkıcısından ne farkı kalır Demirkubuz'un? Haydar Ali Albayrak
04-11-2015 00:13 (5)
Çözüm önerisini sanattan mı bekleyelim? O zaman siyaset ne yapacak? Bence Demirkubuz vurucu filmleriyle üzerine düşeni fazlasıyla yapıyor. Bir Yılmaz Güney neden değil, sanat içi bir tartışma olsa yerinde. Ama Demirkubuz'u suçlayan, yargılayan bir şekil alınca haksızlık kanımca. Özgür Coşar
06-11-2015 18:14 (6)
Benim demek istediğim şuydu siyasal arkaplan sanatın altyapısını belirlediğinde sıkıntı doğuyor. Bu hep böyle olmadı mı? Avrupa için konuşursak 2. Dünya Savaşı Avrupa sanatsal akımları için bir yıkılıcılık da taşır yıkmış ve yeniden yapılmıştır. Fakat sanat siyasetin önünde olduğunda yıkıcı gücünü yapılanın özünde ve güzelliğinde görüyoruz. Örneğin Ekim Devrim'i buna en güzel örnek verilebilir sanat bir uyanışı tetiklemiştir. Sanat bu açıdan elbette çözüm önerileri sunmakta araçsaldır sanatçı eğer belli bir bilinç düzeyinin üzerindeyse -ki Demirkubuz öyledir- çözüm göstermekle de yükümlüdür. Yükümlüdür derken mesele aslında çok basit kağıt üzerinde ve bilinç üzerinde böyle diyebiliriz fakat sanatçının bilincine yaklaşımı her zaman belirleyici oluyor. Bu bilinç cesaretle birlikte yürümezse bir anda gericiliğin borazanına dönüşebiliyor. Entelektüel sefaleti buradan yorumlarsak anlamlandırabiliriz. Bilinç ve düzey var fakat rahatsız olunanı değiştirmeye niyet yok. Haydar Ali Albayrak
06-11-2015 18:14 (7)
Bir de tabi şu var. Zeki Demirkubuz filmlerini vurucu olarak görmek bana sıkıntılı geliyor. Kaldı ki ben hiçbir filme böyle bakmak istemiyorum. Filmin vuruculuğu hep tartışmaya açıktır, öznel bir yorumlayış işidir. İzleyen sarsılır mı,vurucu bulur mu kişiden kişiye değişir. Demirkubuz filmlerinde bir vuruculuk göremedim açıkçası zaten bu gözle bakmadığım için de olabilir. Yeraltı filminin neresi vurucuydu örneğin? Dostoyevski'nin yaşadığı yüzyılı aydınlattığı,aydınlatlamaya çalıştığı bu roman filme çok da başarıyla aktarılamamıştı. Peki neydi öne çıkan? Metnin ağırlığı elbette. O noktada şu soru öne çıkıyor bu metin bugüne ne kadar aktarılabilir, içselleştirilebilir. Tartışma bu olmalı. Yoksa 'vurucu' diyerek işin içinden kolayca çıkabiliriz. Haydar Ali Albayrak
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210606
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.