Bir defter nasıl başlar?

Teori ile pratik

Soyut “defter” üzerine düşünmek, “somut” kendi defterlerim üzerine yazmaktan daha mı kolaydı acaba? Hele bir deftere “kendi defterlerin” üzerine yazmak... Sonra da yazdıklarını defterlerinle “hurufat” dışında bir ilintisi olmayan bilgisayar ortamına aktarmak az zorlu bir iş değil. Birincisi; teori, pratikten öncedir ama teorinin tek ve en büyük sınavı pratiği geçip geçmemektir. İkincisiyse -elbette genel adına konuşamam- biz defter, kitap, kalem insanlarının “pratik” denen o aşamayla işi hayli zorludur. Örneğin “aşk” üzerine binlerce sayfa okumuş, yüzlerce sayfa yazmış, on binlerce dakika film izlemişizdir; ama gelin görün ki aşkın gölgesi dahi şöyle hayatımıza doğru düşmeye görsün, elimiz ayağımız birbirine dolanır, toy bir delikanlıya dönüveririz. Onca “teorik birikim” buhar olup uçmuştur; o kadar yazı, şiir, şarkı, film yüreğimizin gümbürtüsünü nasıl susturacağımızı bir türlü söyleyemez. Yine de “teori” bir kenara atılamaz çünkü çok nadir anlarda hayatın onu doğrulayacağı tutar. Böyle anlara da “devrim” anları diyoruz ki insanlık tarihinde “yıldızın parladığı anlar”dır. Teori ve pratik örtüşür, insanlık büyük bir azametle ileri doğru sıçrar.

 

Defter başlıyor

Elbette şu fukara defterlere defter üzerine yazdığım teorilerimin öyle “insanlık tarihini ileri sıçratmak” gibi falan hedefleri yok ama defterin teorisiz yazılacağı anlamına da gelmiyor bu.  Kafamı kurcalayan soru şuydu aslında: Bir defter nasıl başlar? Bu soruyu sormama da eski bir defterimi karıştırırken yazdığım şu satırlar yol açtı: “Bir gün daha başladı. Benim için gün deftere yazmaya başladığımda başlıyor. Yaşayıp deftere mi yazıyorum, deftere yazıp mı yaşıyorum yoksa defterimle birlikte mi yaşıyorum karışıyor çoğu zaman ve sanırım gerçek olan ikincisi.” Gün deftere yazmakla başlıyor ama o defter nasıl başlıyordu? Kapağı kaldır ve ilk sayfaya birkaç satır yaz. Böyle mi? Hayır. Peki nasıl? Benim için çok değerli bir hoca ve felsefecimiz olan Nermi Uygur'un o incecik ve çok kuvvetli kitabı “Dilin Gücü”nü okurken şu cümlenin altını çizmişim. “Nesnelerin varlığına çok kez adlandırdıktan sonra; ancak bu nesneleri dile getirince erişiriz.” (s. 39)*

Evet defter bir “nesne” ve onun bir varlık haline gelmesi için onu nasıl adlandırmalıyız, onu nasıl “dile” getirmeliyiz? Ona “defter” demiş ve kavramlaştırmışız, dile getirdiğimiz gibi bilince de yerleştirmişiz; ama insan bilince çıkarınca orada bırakmıyor. Bence bir “defter” ona “defter” demekle “defter” olmuyor. Onu başlatan şey ona bir “tarih” düşülmesidir. Bir deftere tarih yazmakla defter önümüzde açılıyor. Bir deftere “tarih” düşmeden bütün sayfalarını yazmış olabilirsiniz ama o defter daha başlamamıştır çünkü tıpkı bir el ilanı gibi bilgilerle ve yazıyla dolu ama “zaman” içinde bir yere yerleşememiş, “uzam” içinde kaybolmuştur. Zaman, “her şeyin birden ve aynı anda olmaması” için vardır; tarihsiz bir defterde “her şey birden ve aynı anda” olur. Tarih yazılmış bir defter; hayatınızın o dönemi içinde biriktirdiğiniz “çeşit çeşit” var oluşları, edinimleri, edimleri barındırır ve bu yüzden hepsini birbiriyle ilintilendirme -ilişkilendirme- olanağı sağlar.

 

Tarih düşülmüş bir defter sizi bir uzama yerleştirir. Bu defter size silme değil ama üzerini çizme, karalama özgürlüğü tanır. Bu defterde bir tek yasak vardır: Silmek. Defterin tanıdığı karalama özgürlüğü, gelecekten defterin o yaprağına döndüğünüzde yaptığınız yanlışın faili değil tanığı olmanızı sağlar; çünkü üzerinden zaman geçmiştir. Siz “gerçekten başlamış” bir defterin, hayatın ve hayatınızın faili değil tanığısınızdır artık. Tanık olmak yaşanmışa karşı olumlu bir yabancılaşmayı gerektirir. Geçen günlerde bir akıllı telefon markası “Hayatı not alın” sloganıyla girdi dünyamıza. Reklamlarında gördüm, oyuncu elindeki kalemle ekrana yazıp “siliyordu”. Üzerini çizmiyor, karalamıyordu. O ekranda tarih düşülmüş bir defterin size sunduğu özgürlük yoktu. Not ediyor ve siliyordun. Sildikçe “tanık” değil fail olarak kalıyordun. Sayfaları geriye ve ileriye doğru çeviremiyor, hangi cümlenin, hangi sözcüğün, hangi anının üzerini çizdiğini, karaladığını bilemiyordun. O andaydın sadece. Tanpınar dediği gibi “bir anın parçalanmaz bir akışında.” Dağılmak ve toplanmak, açılmak ve kapanmak... Soluk alıp vermek gibidir oysa “akış”.

 

Defter bitiyor mu?

Bense defterlerimle bu “varlık, tanık ve fail” olmak diyalektiğini nasıl daha da derinleştirebileceğimi, hangi yöntemlerle geleceğe defter yapraklarından kılıç sallayacağımı düşünmekle meşgulüm.

Birbirlerine sadece bir kenarından değecek biçiminde konumlanmış iki masanın birinde bilgisayar ekranı ötekinde defterim duruyor. Defterimle ekran arasında dönüp duruyorum. Bir yaz gecesi sürekli yaptığım gibi “geçmiş” sayfaları karıştırıyordum. Neden sürekli defterlerimin tarih düşülmüş sayfalarına dönüp dönüp okuyordum, ne arıyorum; diye sordum kendi kendime. Tam o anda okuduğum sayfadaki tanıklığımı nasıl “gerçekleştirebilirim”, o ana nasıl dönebilirim diye sordum. Sonra da sayfanın üst tarafına bir yere o sırada yazdığım caz şarkısının adını okudum, bilgisayara döndüm ve şarkıyı bulup tekrar çalmaya başladım. Biraz sonra o yaşayıp geçtiğim ana daha fazla çekildiğimi duyumsadım.

Şimdi defterimi yazarken sayfanın kenar boşluğuna o an bilgisayarımda dinlediğim çoğunlukla klasik Batı müziği ve caz radyosundan çalan bir eseri not ediyorum. Aradan zaman geçiyor, o sayfalara dönmem gerekiyor; yazmak için, çalışmak için, bir dizeyi bulmak için... Sayfa boşluğunda yazan eserlere bakıyorum, yüreğimi, belleğimi zorlamaya başlıyorum, o anda eser kulaklarımda çınlamazsa bilgisayara uzanıp adını yazıyorum ve eser çalmaya başlıyor... Neyi, nasıl, neden yazmışım, nasıl tanık olmuşum kendime... O sayfayı geçmişte yazan benle, o sayfaya “gelecek”ten gelen ben buluşuyor... Ve müzik o “ben”i tekrar yaşamaya başlamama aracı oluyor. O tarihte, o satırları yazmış faili değil bir tanıklığını okuyorum.

Tarih düşülmüş bir defter böylece başlıyor ve sürüyor. Peki şimdi başka bir soru: Ne zaman bitiyor?   Sanırım bitmiyor, ölünce de “tanık”lığı sürüyor. Belki bir gün bir el gelir “tarih düşülmüş o defteri” açar ve yeniden başlatır. Kim bilir?

Nihat Ateş

* Dil teorisi üzerine okurken defterle ilgili kafamı kurcalayan “defter nasıl başlar” sorusuna yanıt bulmak da defterle mümkün oldu; çünkü bu cümlenin bir anahtar olabileceğini deftere yazarken fark ettim. Deftere yazmak böyledir: Daha önceden düşünmediğinizi, aklınızın ucundan bile geçmediğini sandığınız düşünce ve duyguları saklandıkları yerden çıkarmanızı sağlar. Ayrıca başka kitaplar ve metinler için aldığınız başka başka notları birbiriyle ilintilemenize olanak sunar. Düşünce ve yazma, eleştiri sanatı farklı düşünce ve yazı birikimlerini birbirleriyle iletişime sokma sanatıysa defter bu olanağı size sunmakla en güçlü “bilgisayar”ınızdır.

Facebook
yorumlar ... ( 31 )
17-07-2015
17-07-2015 12:19 (1)
Nihat Ateş bir işçi çocuğu. Kendisi de çocukluğundan beri bir basın-yayın emekçisi. Üç kuruşa düzeltmenlik yapar, editörlük yapar. En uzun yaptığı işi çok yakın zamana dek yaptığı gazete düzeltmenliği. Kendisinin yarı kıymeti etmeyen bir yığın yazarın yazılarını düzeltir, kitaplarını adam eder. O kadar yoğun çalışır, o kadar yorgun düşer ki, kendi yazılarını düzeltemez. Biz toplum olarak pek cafcaflı ambalajlarla sunulan Nihat Ateş'in adam ettiği yazıların, kitapların yazarlarına bir ayrı değer biçeriz, beş saatlik uykusundan kırpıp yazan ve yazdığını düzeltemeyen Nihat Ateş'e ona göre değer biçeriz. Birileri köşe yazar, başımızın üstüne çıkarırız, solcular olarak en güzel köşeleri onlara veririz gönlümüzde, Nihat Ateş'in ismini bile bilmeyiz. BURAYA KADARI ÇOK ÖRNEĞİ YAŞANAN SIRADAN BİR OLGU. DAHASI VAR: Ateş'in eşi de emekçidir, ayda kaç lira girecek evlerine (işsiz zamanları hiç sormayın) İstanbul'da ev geçindirirler. Ama Nihat Ateş işten atılırım diye, şu çevre beni gözden ++++++
17-07-2015 12:20 (2)
çıkarır diye hiçbir tartışmada çekinik kalmaz. Mürit değildir, ama haklı gördüğünün arkasında durmaktan, ismini muhalif olarak ortaya çıkarmaktan (solcu olup solculara da muhalefet etmek ayrı bir mangal yürek ister) hiç geri durmaz. Bizim gibi nisbeten tuzu kurular bu konuda daha cesaretlidir, diye düşünürsünüz. Tersidir. Ayda 10-15 kazananlar ise daha da korkaklaşırlar. Statü ve para kaybetme korkusu nedense statü ve para arttıkça azalmaz, artar. Nihat Ateş o üç kuruş maaşına karşın çalıştığı gazetenin yazarlarına muhalif yazılar yazmaktan da çekinmez. Herkes sanır ki bedel ödemek sadece ölmekle veya hapse düşmekle ölçülüyor. Kendisinin yarı kıymeti etmeyen yazarları durmadan düzeltmeye çalışmak ve bunu yaparken kazandığı üç kuruşa rağman başını dik tutmak karşılığında bir bedel getirir: İŞÇİSİN SEN İŞÇİ KAL. Nihat Ateş işçi kalmaktan ruhen, manen, maddeten hiç gocunmaz. Defterini yazar, yazmaya çalışır, halinden yakınmaz, işine devam eder. Kaan Arslanoğlu
17-07-2015 14:08 (3)
Ay allah! Kaancığım ne diyeyim, çok teşekkür ederim. Tam bayram hediyesi gibi oldu. Herkesin şeker bayramı kutlu olsun. Bu arada işçi yine işsiz kaldı:)) Önündeki maçlara hazırlanıyor... Sevgiler, selamlar, saygılar, herkese... Nihat Ateş
17-07-2015 14:09 (4)
Ne oldu ya? Atıldın mı Cumhuriyetten? K.A.
17-07-2015 15:54 (5)
Telefonla konuştum Nihat'la. Buna benzer bir durumdaymış. Onun için de bir yazı yazmak gerekecek. Kaç zamandır bu son bu son diyorum, yazmayayım artık diyorum, hayat zorluyor. Hayata da zoruna da... K.A.
17-07-2015 22:40 (6)
Nihat Ateş yazarı olduğu ilerihaber.org'la kavga etti, artık yazıları çıkmıyor. Neden? Onlarla benim bir yazım için kavga etmiştir. Nihat Ateş'le yüzyüze hiç karşılaşmadım. "Nihat Ateş mürit değildir" demiş Kaan Arslanoğlu. Oranın yazarı olduğu halde bildiğinden şaşmadı. Bazen ümitsizliğe düştüğüm, yılacağımı hissettiğim zaman bana bu tavrıyla yol gösterir. Yanlış yapabilecekken beni "düzeltir". Nihat Ateş "düzeltmen"dir. İnsan düzelticisi... Taylan Kara
17-07-2015 17:46 (7)
Bir insanın hakkında işitebileceği en güzel şeylerden biri bence: "İnsan düzelticisi". Ne mutlu... Mine
17-07-2015 17:58 (8)
Olayın aslı şuymuş: Dört beş aydır onu haber servisine vermişlerdi. Halinden çok memnundu, haberdekiler de ondan memnundu. Fakat gazetedeki hatalar artınca, tekrar düzeltmeye göndermişler. Yarı köle düzeninden tam köle bölümüne. O da izin almış. Yıllar içinde herkesin kaçtığı düzeltme bölümüne dönmek istemiyor. Oranın başında da eski bir yoldaşım var. O da cidden iyi adamdır, ama köle düzeninde ne kadar iyi kalınır... İyi bir kırbaçcı olmuş. -1. şubede çok iyi tavır göstermişti, oradan deneyim kapmış olacak :)) - Sonuçta ayrılmayı düşünüyor. İşsizliğe geri dönüş. Bunun için bir yazı yazar mıyım. Usanç verdi artık. Soldaki kraliçe arılar, asker arılar, işçi arılar... Düzen sağda da solda da aynı. Kölelik düzeni. Gücü yetene. Yersen. Kaan Arslanoğlu
17-07-2015 17:58 (9)
Íyi ki varsınız.Íçten saygı ve selamlarımla.Caner Ercan
17-07-2015 22:02 (10)
Devam: Adı lazım değil, bir dostla konuşuyoruz geçen ay, o da ismi lazım değil bir kurumda çalışıyor. Bizim arkadaş değerli bir edebiyat eleştirmenidir, yazardır, çalıştığı saygın yarı-siyasi kurumda birçokları onun bir yazar olduğundan habersizmiş. Ya da biliyor, bilmezden geliyorlarmış. Ona en alt düzeyde elemanın yapacağı en ağır işleri, angaryaları yaptırmışlar yıllar boyunca. Onu da işten atarlar diye yazamayız, kurumun başındaki son derece popüler ve sık sık TV'lere çıkan keskin solcu şahsiyet gördüğünde bir kez bile selam vermemiş kendisine. Bunlar öküz. Ama sahici öküz olsalar değerlidirler, bunlar insan-öküz. Sonra biz bu soldan şunu bekliyoruz, bunu bekliyoruz. Kaan Arslanoğlu
18-07-2015 09:06 (11)
"Çöküş Romanları" kitabının yazarına herhalde iliğini sömürmeden o üç kuruşu vermezler Cumhuriyet'te.
18-07-2015 13:43 (12)
"O kadar yoğun çalışır, o kadar yorgun düşer ki, kendi yazılarını düzeltemez. Biz toplum olarak pek cafcaflı ambalajlarla sunulan Nihat Ateş'in adam ettiği yazıların, kitapların yazarlarına bir ayrı değer biçeriz, beş saatlik uykusundan kırpıp yazan ve yazdığını düzeltemeyen Nihat Ateş'e ona göre değer biçeriz." yazmış KA, 1 nolu yorumunda. (NA'yı tanımam, bir kaç yazısını ve bu vesileyle hakkında yazılanları burada okudum). Emekçilik adına saygı duyulacak, örnek bir insan portresi çiziliyor. Ancak başka bir taraftan bakınca da biri diğerine profesyonel ortamda bir iş yaptıracak olduğunda, "kendi yazılarını nasıl yazıyor bu adam, kendininkini doğru yaz(a)mayan benimkini nasıl düzeltecek" demez mi/diyemez mi/dememeli mi? selamdar
18-07-2015 13:45 (13)
"İnsanlık için bir gelecek düşü olmayanın bir sanatçı olamayacağı gibi eleştirmen de olamayacağı açık." demiş Nihat Ateş, linkteki röportajında ve çok güzel demiş... http://farukbal.blogcu.com/nihat-ates-ile-bedensiz-kadinlar-ve-cokus-romanlari-uzerine/8645090
18-07-2015 14:01 (14)
Sayın Selamdar, Kapitalist bakışlı adam işe adam seçerken, onun yazısını okumaz sizin sandığınız gibi. Yaptığı işe bakar. Editör ise yaptığı kitaba, düzeltmen ise düzelttiği sayfalara. Cumhuriyet için vazgeçilmez bir düzeltmense, demek onlar açısından işini iyi yapıyordur. Bir de sormuştum Nihat'a, senin kendi yazıların niye hatalı olabiliyor diye. Nihat daha çok basılı metin üstünden düzeltme yapıyor, kalemle çizerek, doğrusunu yazarak. Bilgisayar alışkanlığı güçlü değil. Kendi yazılarını da önce "defter" e yazıyor, sonra bilgisayara geçiriyor. Hatalar buradan kaynaklı. Kaan Ars.
18-07-2015 14:00 (15)
"Bu başımızın üstünde" yazarlar sözümüzden ötürü birkaç isimsiz ve sahte isimli sataşma oldu, o yüzden bu isimsiz yorumcular başlarını kendileri için kullansınlar lütfen, zaten başka bir başları yok, başlarını ekonomik biçimde kendi yararlarına kullansınlar, başka türlü anlayacaklarını da anlayamıyorlar. K.A.
18-07-2015 17:01 (16)
Siteyi devam ettiren arkadaşlar, zannettiğinizden çok daha etkili oluyorsunuz. Coşkulardan, desteklerden anlamanız lazım. Hasetlerden, telaşlardan yine anlamanız lazım. Acele etmeden yola devam. İyi gidiyor.
18-07-2015 18:58 (17)
bu gaz (16) kimden geliyor) ve kime?
18-07-2015 19:07 (18)
Okur da bu 17 meraklısının ismini merak eder önce. Ama bize ismi lazım değil, sadece soralım: Sana ne? Pek mi rahatsız oldun? Niye oldun? 16 senin gibileri mi kast ediyor acaba? Belki. Bize ne. Müdüriyet.
18-07-2015 21:30 (19)
Nihat Ateş,yazılarından tanıdığım kadarıyla,"ateş çemberlerinden geç(iril)miş";hakikatli,vicdanlı bir kültür-sanat emekçisi.Sokrates'in"daimonion"dediği"iç ses"i gürlek bir yazar.Öyle olmaklığından ötürü de,"klan asabiyeti"yle yaşayan mankafa solcularca da,bozuk-düzen borazancısı sefil sağcılarca da,daha nice kargışlanacaktır,bilinmez.-bünyamin durali
18-07-2015 23:47 (20)
18, estafurulla niye rahatsız olayım, biz yorumculara mıydı mesaj yoksa editöryal bord'a mı anlaşılmıyordu, şimdi anlaşıldı, eksik olmayın, tşk ler. Bence çok daha iyi övgüleri hak ediyorsunuz oysaki.selamdar
19-07-2015 10:17 (21)
Osman Kurtoğlu Ünsal, (bu isim doğruysa) şifreli yorumlar yazma. Mail adresimiz sitede bellidir. Ama buraya kendiminkini de belirteyim: kaanarslanoglu@gmail.com Ne demek istiyorsan oraya açık yaz ki anlayalım. Derdin nedir, kimsin bilelim, bizi nereden tanırsın? Bu isim doğru mu, sahte mi? Yoksa anlaşılmaz, lastikli laflar ediyorsun, elin oğlu da durmuyor, oradan lastiği uzatıyor, bunlarla uğraşamayız. Neymiş kuş beyinli, niye başımızın üstündeymiş, Zambezi nehrinden neyi kast edersin?.. Anladın sanırım. Kaan Arslanoğlu
19-07-2015 12:47 (22)
DEVAM: Arkadaş, o kadar çok sevmeyenim var ki, iyi çalışmışım bu hayatta :)) Nerelerden neler çıkıyor. Her neyse, iyice özele girdik, içimde kalmasın ve başkasından duymayın. Ablam da Cumhuriyet'te yazıyor bir süredir. Gülengül Altınsay. Türkiye'nin ilk kadın spor yazarıdır, bu işten de iyi anlar, eski gazetecidir. O bunu fazlasıyla hak ediyor da (Beşiktaşlı olmasaydı Fenerli veya Cimbomlu, çok ünlü olurdu) Cumhuriyet'in bu tam liberalleşme zamanında aldılar onu, millete yol verirlerken. Ablam cidden hakkaniyetli ve iyi insandır özel yaşamında, eski solcudur, ama böyle de liberaldir işte. Bize çelme takan, tekme basan, arkadan aşile çalışan, önden dirsek atan ne kadar liberal faşist entelektüel, yazar, medyacı, sanatçı varsa bunların can ciğer dostudur. Kısa zaman dilimleri haricinde (iki yıl ilk gençlik, üç ay Gezi) hiçbir zaman siyaseten anlaşamamışızdır. Aramız çok iyidir ama cidden, ama hal böyledir :)) Hayat ve insan işte. Demeden geçmeyim dedim. Kaan Arslanoğlu
19-07-2015 15:59 (23)
2010'da Radikal'deki yazısında İbrahim Altınsay, Gülengül Arslanoğlu Altınsay başlığı altında eşinin Murat Aksu'nun listesinden seçime girmesini değerlendirmişti. O sıralar benim aklımdan geçmişti zaten bir akrabalık olduğu veya olabileceği. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ibrahim_altinsay/tek_elin_de_sesi_var_ya_besiktas_kongresinin-975616
19-07-2015 16:07 (24)
O seçim ilginçtir, Murat Aksu AKP'nin ve cemaatin adamı olarak gösterildi Demirören grubunca. Kısmen doğruydu. Bütün laikler, Atatürkçüler Demirören'i destekledi. Bizler de yakın çevremize dedik ki, iki taraf da AKP'li, Demirören'in böyle laikçi konuştuğuna bakmayın (Aksu da kişisel olarak gayet açık bir insandır) listesinde AKP'liler var. Yok dediler, öteki taraf AKP'li. Sonuçta benim gibi diyenler haklı çıktı. Demirören'i bizzat Erdoğan getirdi federasyona ve şu anda Tayyip'in futboldaki sağ koludur. Şike skandalını kapa dedi Erdoğan (ki derinleştirilse Demirören de yakasını kurtaramazdı - kaldı ki mali yönden kulübü iflas noktasına getirmiştir) o da skandalı başarıyla kapadı. Aksu başa gelse AKP'ye bu kadar hizmet edbilir miydi, cidden şüpheli. Kötüler içinden seçim yapa yapa geliyoruz buralara. Kaan A.
19-07-2015 17:42 (25)
Sayın KA, dürüstlüğünüz, açık sözlülüğünüz takdire şayan. Saygılar. Mine
19-07-2015 18:19 (26)
Nihat, nasıl halden anlar, defteri defter yapan, defterseverlerin içini titreten, gönlünü genişleten bir yazı olmuş... Defterlerimiz çok olsun, elbet "tarih düşülmüş o defterler" tanıklık etmeye devam eder. Sevgiler
19-07-2015 19:22 (27)
Bu arada Defter diye bir dergi çıkıyordu bir zamanlar. Takip eder miydiniz?
19-07-2015 23:36 (28)
Çok teşekkürler tekrar bütün söylenenler için:) Sevgiler, saygılar, selamlar... (On dakikadır bu yorum kutusuna yazıp yazıp silerek, en sonunda bu kuru teşekkür cümlesini yazabildiğim için de bağışlayın.) Nihat Ateş
21-07-2015 15:09 (29)
Nihat yazın bir harika olmuş. Daha sonra Kaan ile yazışmalardan Gazeteden ayrıldığını anladım. çok üzüldüm kardeşim. Ali Han
21-07-2015 20:06 (30)
Sağ ol Sevgili Ali Han... Sen bir çay içmeye gelemeden, benim iş bitti:) Sevgiler, selamlar... Nihat Ateş
03-08-2015 14:20 (31)
Sevgili Nihat daha güzel çay içeceğimiz yerler buluruz Ali Han Ereörnek
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210817
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.