YENİDEN YAYIMLAMA İÇİN AÇIKLAMA:
Bu yazıyı sayfaya yükledikten sonra beklemediğim yoğun bir ilgiyle karşılaştı ve okunma sayısı hızla arttı. İki gün sonra 4 Mayıs’ta Kemal Okuyan aradı telefonla. Kendisiyle en son 6-7 ay kadar önce, yine telefonda görüşmüştük. Böyle bir şey isteme hakkının olmadığını, ama yazıyı kaldırırsam iyi olacağını söyledi. Yönetimdeki görevlerinden ayrıldığını, sıradan bir üye konumunda bulunduğunu belirtti TKP’de. SoL’daki yöneticiliğinden ayrıldığını biliyordum, ama bunu bilmiyordum. Yazdıklarımın bazılarına katılmadığını, ama çoğu saptamamı doğru bulduğunu ifade etti. Başka ilginç şeyler de söyledi. Onunla konuşmalarımız zaten makalelerinde sergilediğinden hayli farklı bir boyutta geçerdi.
Ben de onun bu isteğini ısrarcı ve baskılayıcı olmamasına rağmen (belki de bunun kolaylaştırmasıyla) kabul ettim. Başarısızlığı kabul ve istifa benim için erdemli ve devrimci bir tutumdu. (Her şeyin başında gelmeli bence başarısızlığı kabul.) Kemal’in zaten TKP katında benim için ayrı bir yeri, önemi vardı. Yazıda belirtilen konuları parti içinde konuştuklarını, ama bu yazının bu zamanlamayla çıkmasının yanlış anlaşılabileceğini, farklı kullanılabileceğini söylüyordu. O kısmı tam anlamamakla beraber yönetimden ayrılmasına saygı duydum ve tamam dedim. Taslağa kaydederim, sonra gerekirse yine yayımlarım...
Ardından yakın zamanda görüşme temennilerimizi bildirdik ve kapattık. Ama bir daha görüşmedik. O saatten sonra durumda çok hızlı değişmeler oldu (siyaset BU), ilgi duyanlarınız az veya çok bilmektedir. Şahsen ben az bilenlerdenim.
Yazıya yorumlar gelmeye devam etti. Bazıları yazının içeriğini yerici, büyük çoğunluğu bu yazıyı kaldırdığımız için tepkili yorumlar. Aslında okura saygısızlık etmiştim. Bir süre sonra onları da yayımlamadık. Aynı yazı internette başka birkaç yerde görüldü ve tartışılmaya devam etti, hem de küfürlü, düzeysiz notlarla. Bu devirde internetten yazı kaldırmanın (bir iyi niyet gösterisinden başka) bir anlamı bulunmadığı bir kez daha görüldü.
Şimdi onca gelişme ve ifşaattan sonra onu taslakta tutmanın sanırım bir manası kalmadı. Tekrar yayımlıyoruz.
TKP’ye, sorunlarını olumlu yönde çözebilmelerini ve başarılar diliyorum içtenlikle. İzlemeye devam edeceğiz. Örgütlenmeden soğutan değil, örgütlenmeye heveslendiren sosyalist örgütlerin kurulması tüm Türkiye sosyalistlerinin dileğidir.
Kaan Arslanoğlu / 10 Haziran 2014
Kılıçdaroğlu’na bizi Kemal mecbur bırakıyor
Kılıçdaroğlu, ABD icazetiyle hareket ediyormuş, Cemaat'le gizliden anlaşmış! Sermaye güdümündeymiş, iyice sağa kaymış; sağ, hatta faşist adayları öne çıkarmış son seçimde. Sarıgül’ü, Yavaş’ı...
Sosyalist partilerimiz, sol aydınlarımız, ulusalcılar buna değişik noktalardan isyan içinde. Solu onlar temsil ediyor ya, sağa kaymaya karşı onlar set kuruyormuş!
Türkiye'de sosyalist partiler, komünist siyasetçiler, aydınlar ve halk bu derece solcuyken CHP'nin sağa kayması gerçekten enteresan!
On binlerce devrimci militan işini gücünü ailesini çocuğunu bırakmış, halkın içinde örgütleniyor! Kişisel rahatlarını hepten terk etmiş, gelecek beklentilerini devrime bağlamış bu kadar çok militan semtlerde, fabrikalarda, köylerde yoksullarla ekmeklerini paylaşır, sosyalist örgütler emekçilerin bu ölçüde sempatisini kazanırken, ne şaşılası şey CHP'nin sağa kayması! Ben, sen ve o varken! Oysa sola, bize bir göz kırpsalar milyonlarca oy var en azından!
Bir Amerikalı, bir Avrupalı gibi yaşamak özlemiyle tutuşan ve pek çoğu da bunu başaran insanımızdan anti-emperyalist, anti-kapitalist tutarlı, sert bir mücadele beklemek! İlk fırsatını yakaladığında batıya göçmek isteyen okumuş gençlerden daha solda durmalarını ummak!
Marksizm bize insanların yaşadıkları gibi düşündüğünü öğretir. Pek çok doğrusu yanında birçok eksik ve yanlışı içeren bu ideolojiyi kökten eleştirmeye kalktığınızda o saniye karşınızda mürit bir blok görürsünüz. Beyaz yakalısı, kirli yakalısı, lümpeni ve yalakasıyla birer proletere dönüşüp dikilirler önünüze. Arkanızı döndüğünüzde her biri ofislerine, kafelerine, "burjuva" kültürlerine, cilalı yaşam tarzlarına yollanırlar, bir saniye ne sınıfı ne emeği dert edinirler.
Yaşam standardı 80 öncesine göre çok yükseldi, sosyalist örgütler işçi-yoksul yönelimini iyice kaybetti, Marksizm hepten entelektüel bir hobiye dönüştü.
Gezi güzellemesi yapıp durduk, içimizden geldi, işlevseldi, ama yetti artık! Biz iltifat ettikçe kızımız güzelleşeceğine paçozlaştı, sevecenleşeceğine şirretleşti. Ah bir solculuk ölçer icat edilseydi keşke. 80 öncesi sosyalist örgütlerde 100’lük göstergede ortalamanın seksenlere vurduğunu, 2014'de 24'ü zor geçtiğini açığa dökerdi.
Gezi'de “orantısız zekâ” kullanılmış! Bu kavram ilk kez bu sitede göründü, telif peşinde değiliz, sadece pişmanlık ifade ediyoruz abartımızdan ötürü. Ne zekâsı? İsyan zekâ üretir, kabul, ama kaç gün sürdü? Sonra “keyif” yaşamlarına dönüş. Tek cümle yazıyı okuyup anlayamıyor insanımız. İlla ki yanlış anlıyor, illaki ön yargılarıyla her kelimeyi tahrif ediyor. Kendini ifade mi? Tek fikri düşündüğü gibi anlatamıyor muhaliflerimiz, yanlışsız bir cümle yazamıyor.
Nasıl yaşıyoruz? Problem, soru, püf noktası o. Nasıl çalışıyoruz, nasıl dinleniyoruz, nasıl eğleniyoruz? Kültürümüz ne? Üretimdeki konumumuz nasıl, tüketimde neredeyiz? Grev yapamadığımız gibi tüketim boykotunu bile beceremiyoruz. Bu nasıl bir "sol" güç?
Solculuk ne ki o halde?
Gençlerle bir toplantıdayız. Solculuktur, solculaşmadır, sol değerdir... bir sol tutturmuş gidiyoruz, öyle bir kakofoni ki, kim neyin solcusu anlaşılmıyor. Bunun ölçütleri nelerdir, neye göre bir insan veya bir parti solcu veya sağcı olur, şunu bir dökelim dedik, ölçütleri alt alta listeledik. Madde sayısı otuzu geçtiğinde durduk. Zorlasak otuz daha çıkarırdık.
Sahi ne kadar içi boş bir kavram haline geldi bu solculuk. Birileri üç beş kategoride ötekine göre solcu, başka üç beş maddede ötekine göre sağcı. Herkes kendi seçtiği ölçütlerde fevkalade solcu, öteki kategorileri sorduğunuzda "bu dönem onun sırası değil" diyor…
Uluslararası kapitalist sistem festivalinde halka olmuş halay çekiyoruz. Herkes birbirine göre hem sağcı hem solcu, döndükçe aynı anda hem sağcı hem solcu...
Eğer eşitlik düşüncesiyse, kardeşlikse, eğer yoksulların emekçilerin hakkını savunmak ve onlarla bir olmaksa solculuk; zaten hepimiz sınıfta kalmışız! Öteki hafif derslerden aldığımız notlarla göz boyuyoruz. Lüks yaşıyoruz vesselam…
Şimdi durum kötü ya, on-on beş yıl önce çok daha kötüydü. Sosyalistler ikiye ayrılmıştı. Bir grubu, devlet terörü bağımlısı Amerikancı generallere "yurtsever subay" diyor, onların peşinden gidiyor; öteki grupsa kan bağımlısı Kürt ayrılıkçılara "devrimci" diyor, o şekilde kendini kandırıyordu. İki taraf da ağır kriminal, iki taraf da tehlikeli psikopatolojikti. Yine öyleler. Halka yalan söylemek evet, suç tabii, ama sürekli kendimize yalan söylemek neyin nesi? Sağ halkı kandırır, biz istesek de bunu beceremeyiz, ancak birbirimizi kandırırız. Yani hepimiz yalancılar padişahının soyundan geliyorduk, o sürünün iki koluyduk.
Halkta derin bir kaygı yaratıp AKP'yi başa getiren zemin de bu iç savaş zeminiydi ve AKP'ye keskin biçimde karşı çıkanlar yine halktaki bu güvensizliği kışkırtıp onu iktidarda tutuyorlar, buna çok dikkat edin. Ara not olarak düşelim.
O sırada bir grup "sürüden ayrılmaya" başladı. Yedi sülalesinden ikrah ettiğim sola sempatim böylece yeniden geri geldi. Bir açık mektup yayımladım onlara, 2007 ortasıydı.
Mektupta iki konu üstünde fazla durmuştum. Birisi, TKP'nin küçük çıkarlar siyasetini bırakıp sosyalist siyaseti esas almaya başlamasıyla benim gibi insanlarda sola karşı kaybolan güveni yeniden kurması... İkincisi de bir temel sorun: Bu ülkede örgütlü sosyalistlerin belki 30 katı kadar örgütten ayrılmış sosyalistlerin varlığı. Bu onmaz hastalıkta kişilerin kabahati hadi yüzde elliyse, örgütlerin kabahatinin de en az o kadar bulunması. Ve bu konuda TKP'nin de ciddi sorunu. Bir şey yapılıp yapılamayacağı...
Mektuba Kemal Okuyan bizzat kendi arayarak yanıt verdi. Ardından çok olumlu giden ilişkimiz başladı TKP'yle. Öncesinde sadece oy attığım hareketin dostu, sonra üyesi oldum.
Kemal o görüşmelerimizde örgüte emek vermiş insanları harcayan tavırları muhakkak önleyeceklerini, bu illete artık bir çözüm bulacaklarını söylüyordu. Siyaseten (bana göre) doğru çizgilerinin tesadüf veya konjonktür gereği olmadığına dair güvenceler veriyordu; partinin yayınları, tavırları bu güvenceleri doğruluyordu.
Bir gün bana şunları söyledi: "Hiç elli yaşından sonra devrim yapmış bir komünist lider var mı? Liderlik genç işidir. Yakın zamanda parti yönetimini gençlere devredeceğiz.” Nitekim genel başkanlığa Erkan Baş'ı getirdiler birkaç ay sonra.
İşte gerçek lider bu dedim içimden. Özlediğim örgüt bu! Fanatikliğe eğilimim kuvvetlidir, bir şeye inandıysam sıkı savunucusu kesilirim, bazen "akılcı" ölçüleri kaçıracak kadar. İşte ondan sonra TKP'ye daha sıkı sarıldım, bir "Okuyanist" haline geldim.
Fakat sonrasında soru işaretleri azalmadı arttı. Niyetim geneli anlatmak, o yüzden kişisel deneyimimin ayrıntılarına girmek istemiyorum. Özetle, partide yaşanan bana göre olumlu değişimin derin ve sindirilmiş bir değişim olmadığını giderek daha sık gördüm. Ortamdaki değiştiriciliğim önce sınırlıydı, sonra sıfırlandı. Bir süre sonra yalnızca hizmete odaklanmak zorunda kaldım, öyle de yaptım. Her şeyi olduğundan iyi göstermeye çalıştım, kendime ve başkalarına yalan söyledim, bunları “beyaz yalan” olarak gördüm.
Önemli kırılma noktalarından ilki 2011 seçimleriydi. Kendimi, kendi deyişimle "destek üyeliği" ile sınırlamaya başlamıştım. Yine de milletvekili adayı oldum. Seçime, işimizi zorlaştıran, konuştuğum herkese ters gelen "Boyun eğmeyen 500 bin oy istiyoruz" gibi nereden bakılırsa bakılsın felaket bir sloganla başlamıştık. Bunu üreten mantığı anlatmak için kitap bile yazılabilir, ama sadece iki noktayı öne çıkarayım: 500 bin gibi bir rakam vermek (oyların %1'i) o kritik ortamda oy bölme ve AKP'ye yarama korkularını körüklüyordu. Herhangi bir rakam telaffuz edilmeseydi 60’lı binden çok daha fazla oy alınabilirdi. İkincisi ve belki daha vahimi de şuydu: "Boyun eğmemek" eğer AKP'ye boyun eğmemekse, AKP'ye boyun eğmeyen öteki partilere, onların taraftarlarına ve bağımsız solculara saygısızlıktı. Nitekim parti oy kaybı yaşatılarak cezalandırıldı.
Tabii asıl sorun, her 2-3 ayda bir kainatın en önemli olayıymış gibi sunulan yeni kampanyaların, cafcaflı adlar taşıyan yeni "cephe" örgütlerinin ve öne çıkan sloganların partinin ileri unsurlarına bile danışılmadan değiştirilmez paket halinde önümüze atılmasıydı. Tam da bu yüzden siyasi çalışma daha başlarken sabote ediliyordu. Oysa siyasi çalışma en yakından başlar. Alınan kararları kendi ortak aklıyla aldığı duygulanımından uzaklaştırılan kadrolar bunları içselleştiremez ve her kampanya sönük geçer.
Sonrasındaki bir dönemde sol günlük gazetenin hazırlıkları başladı. Bu hazırlıklardan da bir “soL” yazarı olarak tümüyle bihaberdim, bir fikircik bile sorulmamıştı. İşin komik tarafı, bir süre önce "CHP'ye oy atmayın, CHP'cilik sosyalistler arasında en yaygın sağcılaşmadır" diyerek yıpratıcı bir cebelleşmeye sokulmuş bizim gibi TKP milletvekili adayları sol gazetesinin yazarı olamadı, fakat CHP milletvekilleri oldu! O seçimde bizim rakibimiz iki milletvekili ve CHP’ye çalışan bazıları. Meğer her kampanyanın konsepti farklı kuruluyormuş! Sosyalistler düzen içi fırsatçılıkla sivrilenleri daima ödüllendirmişlerdir.
Günlük gazete çıkmadan portalda sansürün bardaktan taşması ve kopmam…
Son yerel seçimde de tablo aynıydı. Bundan bir süre önce "Sol Cephe" kurdu arkadaşlar. Halkın binde yarımını bile örgütleyememiş bir parti otuz kırk CHP'liyle birleşip sol cephe kuruyor! Bu şekilde değil sol, sosyalist cephe bile kurulamaz, çünkü sosyalistlerin de önemli bölümünü kapsamadan o iş olmaz. "Sol Cephe"nin dışında kalan on milyonlar solcu değil mi şimdi? Yine saygısız bir girişim ve yine kimsenin fikrini sormadan. Olacağı şuydu: Seçimde bir kez daha cezalandırılma. Birleştikleri CHP'liler bile TKP'ye oy çağrısı yapmadı, oy vermedi.
Kılıçdaroğlu’na “istifa et” demek kolay. 25-40-45 yıldır örgüt yöneten, oy isteyip sıfırlı küsuratta kalan sosyalist liderler niye hiç istifa etmez?
Kemal'de bir ışıltı görmüştüm. Fikir devrimciliği ışıltısı. Sol bir liderde muhakkak bulunması gereken, ama nadiren rastlanan özellik. Bir örgüt için çalışacak üç beş bin kişi her zaman bulunur. Bunun için de cesaret ve kararlılık gerekir, bunun için de zekâ gerekir, belli anlarda sokağa çıkacak, belli durumlarda tavır koyacak örgütler ve insanlar gerekir, o da takdire değer, takdir de ettik bugüne dek fazlasıyla. Ama anlatamadığım şey, bunun gösterildiği kadar önemli olmadığıdır. Siz var olmasanız başka birileri onu üç aşağı beş yukarı yapacaktır. Ve sadece bunu yapmak zarar vermektedir. Gündemi meşgul etmektedir. Anlaşılacak lisanla söyleyeyim: Düzene ve iktidara yaramaktadır.
Oysa fikir devrimcisi lider alışılmış kalıpları, tartışılmaz tabuları parçalar. Üç beş bin kişiyi nasıl korurum, bunu yedi sekize nasıl çıkarırım hesapları yapmaz, milyonları kucaklayacak bir çizgi, bir tarz bulur. Her kesimden solun bu büyük, bu aptalca sitkomunu durdurmak… Kemal bunu yapabilecek gibi gelmişti bana. Biraz denedi, ardından vasata boyun eğdi.
Kemal Türkiye solculuğuna teslim oldu. Sosyalizmi mülk edinmiş, kimseye bırakmayan, ama bunun için kendi benliğinde en ufak kıpırdanmaya yanaşmayan, kapitalist sistemin yaşam alışkanlıklarına tümüyle uyum sağlamış, üretiminde tüketiminde düzenin kölesi… yılda birkaç eyleme çıkmakla tüm günahlarını affettirdiğini düşünen… bir de alkış bekleyen… çok bilmiş, şımarık Türkiye solculuğuna boyun eğdi. AKP döneminde kazanılmış maddi zenginlikle kıçı kalkmış, karakterini yitirmiş aydınlara hoş görünme gayretine girdi, sürüye tekrar katıldı.
Sosyalist örgütlerin şu an yaptığı, artık terk edeceğim Marksist dille konuşursak “burjuva siyaseti”dir. Esas işlerine, halkın içinde çalışmaya yanaşmayıp gündelik siyasi şamatayla göz boyamadır. Günü kurtarma, örgütü tutma siyasetidir. Gerçek liderden beklenen, başlangıçta örgütün yarısını yitirmeyle de sonuçlansa, fikri bir atılımı göze almak, farkı net bir biçimde çerçeveye almaktır.
Fikren devrimci olmayan örgütlerde muhalefet hayalinden dehşetle korkulur. Tartışmalar engellenir. Tartışmayan, düşünsel derinlikte gelişmeyen yöneticiler, kadrolar istenir. Farklı duruştan ürkülür. Yürekten, gönülden konuşulmaz, yazılmaz, hep bir şeyler saklanır. Ne var ki, fikren devrimci olmayan örgütlerin korktukları hep başlarına gelir. Otofajik örgütlerdir. Kendi kendilerini yerler. Büyüyemezler. Büyümek için ne kadar çıkarcı birlik yapsalar o kadar küçülürler.
Küçücük kalmalarına söz birliği etmişçesine Lenin'i dayanak yaparlar. Kimi Engels'ten, Marx'tan bahaneler bulur başarısızlığa. Ortadaki olgu Leninizmin karikatürü bile değildir. Bizdeki örgütler halkın örgütlenmesinin engelidirler. DİSK'i, KESK'i, partileri, örgütlenme kıvılcımlarını karşı ateşle bastıran yangınsavarlardır. Bunlar o kadar kendileri için yapmaktadırlar ki solculuğu, o kadar ritüellerine kaptırmışlar ki kendilerini, çevrelerini bile görmezler. Örgütsüzlüğü mü savunuyorsun diye sorup suçlayacaklardır, deyin ki onlara bu örgütlerdir örgütsüzlüğü getiren.
Temel problemleri ortadan kaldıracak unsur liderdir. Marksistlerin inkar ettiğinin aksine solu toparlayacak, halkla buluşturacak ve onu iktidara taşıyacak gücün çoğu liderden gelir. Hayatın binlerce kez doğruladığı bu gerçek bizim insanlık olarak en az 200 bin yıllık genetik-biyolojik-kültürel geleneğimizdir. İyi lider, yellense sempati toplayan, geğirse kitle kazanan kişidir, o yanlışları bile kazanca çeviren karizmadır.
O yüzden liderleri bu derece önemsiyoruz yaşamda. Liderlik o denli önemli değil diyeceklerdir, o zaman söyleyin onlara niye liderlerin peşinden gidiyorsunuz! Liderlere de şunu sorun: Liderlik madem çok önemli değil, niye bırakmıyorsunuz?
Türkiye’de sol liderlerin en karizmatik, en cesaretlileri kendilerini harcama yarışına girmişlerdir. Yaşamda kalanlarsa küçük hesaplar içinde umutları harcamışlardır.
Harun Kartal arkadaşımız sohbette anlatıyor: Ölüm orucunun son günleri... Abdullah Meral ile Fatih Öktülmüş, hangimiz daha önce ölecek, gırgırını geçiyorlar... Öktülmüş, "Söyleyin Sinan'a" diyor, (Sinan Kukul hapishane yönetimiyle devrimciler adına görüşen kişi) "Birkaç gün oyalasın adamları, biz ölelim, sonra bitirirsiniz direnişi." "Benim amacım Türkiye devrimci hareketi için bir iz bırakmak" diye açıklıyor Harun'a. Nice güçlü karakter, önder ışıklarını göz göre göre böyle yok etti. Bu mu doğru? Hayır yanlış. Siyaseten daha akılcıları çıktı, onlardan umutlandık, cesaret ve kararlılıklarını daha ekonomik harcayanlar... Daha doğruydular. Ama hiçbiri fikir devrimcisi çıkmadı.
Ne yapacağız o zaman? Yeni birinin çıkmasını bekleyeceğiz, hizmetimizi bir de ona sunmak için. Çıkıncaya kadar mütevazı görevlerimizi yapacağız.
Değişik yaşlarda yığınla aydın, sosyalist, yazar, püsür. Hepsi mükemmel doğru. Hepsi doğruları gösteriyor ve halkı o doğruya çağırıyor. Kabahatli hep başkaları. Bir kez bile kendilerini sorgulamamışlar kamu önünde. Bütün yaşamları boyu bir kazağı örmüş örmüşler, kimi koltuk altına gelmiş, kimi boyna kadar yükselmiş. Şimdi "boğaz dar" geliyormuş! Kazağın rengi bir tuhaf, ilmekler kaçmış, ölçü tutmamış, belli ki ta baştan yanlış örülmüş. Yanlış kurulmuş sudoku hep hatalı çıkar! "Bunu sök, yeni baştan ör!" diyorsun. Öfkeleniyorlar.
Partilerimiz… Hiç yanılmıyorlar. Mükemmel doğrular her biri. Açmışlar binalarını halkı bekliyorlar, ara sıra eylemde görücüye çıkıyorlar. Daha ne yapsınlar. Örgütlü ego. Kolektif ego. En tehlikelisi.
Yığınla "sosyalist", “solcu” yazar. Sol eyyam ustaları. CHP sağcılaşıyormuş! Siz ne zaman, hangi ölçütlere göre, ne kadar solculaştınız! Tüm davayı AKP'ye karşı mücadeleye sıkıştıran siz değil miydiniz! Bundan iyisini kimden bekliyordunuz?
Tüm bunları, buna benzer yazıları insanlar sol gazetelerde okuyabilmeli. Ama yazdırmazlar, sol yayın misyonları yazdırmamak. Mücadele bir inanç işidir, güven işidir, açık yürek işidir. İnsan inanmıyorsa, güvenmiyorsa niye kendini ateşe atsın! Gaz yazısı, iman tazeleme yazısı… Bunlar da gerekli… Ama hep gaz varsa bir yayında, orada iman yoktur, dikkat ediniz! Yüreğiniz açık değilse yüzde yüz gerçeğe dayanan, yaşamın içinden kuram oluşturan, hesapsız, yatırımsız yazıları yazdırmamak göreviniz kesilir. Nereye kadar gidebilirsiniz şişirme güvenlerle?
Dev burjuva medyasına karşı mücadele zor iştir. Oynamadan yenik çıkarsınız hep. Binde bir şansı kullanmak istiyorsanız bu canavara karşı, fikri çarpan, deyişi yakalayan, yazısı okunur yıldızlar çıkarmanız gerekir. Siz onları daha başını kaldırmadan boğarsanız kendiniz boğulursunuz. Sonra bir darboğazdan başka dar boğazlara hep birlikte boyun uzatır, yalanlarımızda sıkışırız.
Orta malı solculuk kalsın; kazağım da matah değil, dibine kadar sökeyim, sil baştan öreyim.
Kaan Arslanoğlu