İnsan Bu sitesinde tavuk etiyle ilgili tartışmada arkadaşımız Yavuz Dizdar'ın "Tavuk sanılan, piliç denilen kuş" başlıklı yanıt dizisinde söylediklerini irdelemeye devam edelim.
Arkadaşımız Yavuz Dizdar’ın “Aşırı işlemden geçmiş (homojenize ve UHT) süt tüketiminin, kanser hastalığındaki artışla ilişkisinin analizi", "Endüstriyel (homojenize) yoğurt tüketiminin, kanser hastalığındaki artışla ilişkisinin analizi" ve "Endüstriyel tavuk (piliç) tüketiminin, kanser hastalığındaki artışla ilişkisinin analizi” başlıklı bildirilerinin 20. Ulusal Kanser Kongresinde (2013) reddedilişi şaşırtıcı değildir. Zira tavuk, homojenize ambalajlı yoğurt, UHT uzun ömürlü kutu sütü ve ultrasonik homojenizasyondan geçen ayran gibi endüstriyel gıdaların kanser patlamasına yol açtığı iddiasının da iler tutar hiçbir dayanağı yoktur. Dahası ortada Dizdar’ın iddia ettiği gibi “grip benzeri bir salgın hastalığa dönüşen kanser patlaması” da söz konusu değildir.
Dizdar “İstanbul’da 20 merkez var, hepsi ağzına kadar dolu, özellikle karaciğer pankreas, böbrek, cilt kanserlerinde büyük artış var. Sigara yasaklarından sonra sigara tüketimi düştü, alkol de çok tüketilmiyor ama gıdadaki değişiklik olağanüstü” diyerek ya da GDO ile ilgili gerçek nedir? Farelere 90 gün yedirildiğini, fareler ölmeyince yenilmesine sakınca olmadığının söylendiğini belirtiyorsunuz sorusuna: “Bu, insanlık suçudur! Fareye 90 gün yedirmekle hiçbir şey olmayabilir. Ama aynı şey tavuklarda yapıldı, tavuklardan tümör fışkırdığını blog yazılardan öğreniyorsunuz” diye yanıt vererek medya vasıtasıyla toplumun ilgisini çekiyor elbette. Blog yazılarını bilimsel verilermiş gibi temel alarak Ulusal Kanser Kongresi’nde kabul edilmeyen bildirileri (analizleri) için yandaş medya organlarında “Böyle bir şeye hakları yok ki! Hangi cüretle yapabilirler?” demesi ise beyhudedir.
Toplumda kanser yükünün arttığının kanıtı, polikliniğizde muayene ettiğiniz hasta sayısındaki artışla ya da İstanbul’daki merkezlere başvuran hastaların arttığına ilişkin ampirik gözlem ve duyumlarınızla değil kanser epidemiyolojisi verileriyle ortaya konur.
Dizdar’ın iddia ettiği gibi kanser vakalarında bir patlama olmasa da gerek dünyada gerekse Türkiye'de yeni tanı alan kanserli hasta sayısı ve kanserden kaynaklanan ölümlerde artışlar vardır. Uluslararası Kanser Ajansı (GLOBOCAN) 2012 verilerine göre dünyada 2012 yılında toplam 14,1 milyon yeni kanser vakası ortaya çıkmış ve 8,2 milyon kansere bağlı ölüm görülmüştür. Bu artışın en önemli nedenlerinden biri nüfustaki yaşlanmadır. Doğumda yaşam beklentisi gelişmemiş ülkelerde 1900 yılında yalnızca 25 yaş iken, 2000 yılında 61’e, gelişmiş ülkelerde ise 1900 yılında yalnızca 45 yaş iken 2000 yılında 73’e ve 2011 yılında da 80 yaşına yükselmiştir.[1] Türkiye'de de doğumda yaşam beklentisi 1935 yılında yalnızca 35 yaş iken, 1950 yılında 45’e, 2000 yılında 70’e ve 2012 yılında da 75 yaşına yükselmiştir.[2]
Amerika ve Avrupa'da 2011 yılında yaşa göre standardize edilmiş kanser sıklıkları kadınlarda sırasıyla yüz binde 300 ve 250 dolayında iken Türkiye'de kadınlarda yüz binde 180 dolayındadır. Türkiye'de erkeklerde kanser sıklığı daha yüksektir, bu artışta sigara başat faktör olarak rol oynamaktadır. ABD ve Avrupa'da erkeklerde yaşa göre standardize edilmiş kanser sıklığı sırasıyla yüz binde 350 ve 315 iken Türkiye'de erkeklerde yüz binde 275 dolayındadır.[3]
Türkiye’de görülen kanser sıklığı kadınlarda Dünya ve Dünyanın gelişmekte olan ülkeleri ile benzerlik gösterirken, erkeklerde gelişmiş ülkeler seviyesine doğru yaklaşmaktadır. Her yıl yaklaşık 100 bin erkek ve 65 bin kadın kansere yakalanmaktadır. Bir toplumda kanser görülüşü ile ilgili bilimsel bilgileri üretebilmek için Nüfus Tabanlı Kanser Kayıt Merkezine (KKM) gereksinim vardır. Bu merkezler uluslararası standartlarda kalite kontrol mekanizmaları işletilerek yapılan uzun soluklu çalışmalar sonunda bilimsel açıdan doğru, karşılaştırılabilir bilgiyi üretebilir ve üretilen bu bilgi üzerinden toplumda kanser görülüşü ile ilgili yorumlar yapılabilir. Türkiye’de geçmişteki verilerle karşılaştırıldığında kanser vakalarında artış saptanmasında kanser kayıt merkezlerindeki gelişmelerin de önemli bir payı vardır.
Ülkemizde 2009 yılı kanser verilerine göre sigara ile çok yakından ilişkili olan trakea, bronş ve akciğer kanserleri erkeklerde görülen tüm kanserlerin dörtte birinden fazlasını oluşturmaktadır. Yine sigara ile yakından ilişkili mesane, gırtlak ve mide kanserlerini de göz önüne aldığımızda bu dört kanser grubu Türkiye'de erkeklerde görülen tüm kanserlerin yarıya yakınını oluşturmaktadır. Kadınlarda en sık görülen kanser ise meme kanseridir. Bunu tiroid, kalın barsak ve rahim kanserleri izlemektedir. Kadınlarda sigara kullanımının yaygınlaşmasına bağlı olarak daha önce oldukça geri sıralarda yer alan akciğer kanseri 5. sıraya yükselmiştir.[4]
Kanser etiyolojisinde sigara kanser ilişkisi yüzlerce meta analizle kanıtlanmış bir ilişkidir. Bu bakımdan ülkemizde de sigara tüketimine getirilen kısıtlamalar çok yerindedir. Ancak “Bu kısıtlamanın olumlu sonuçlarını neden göremiyoruz? Alkolü de az tüketiyoruz, bu olumlu faktörlere rağmen kanser vakalarındaki artışın (Dizdar’a göre patlamanın) nedeni gıdadaki olağanüstü değişikliktir” diye kestirmeden yargıya vararak iddiada bulunan Dizdar’a verilecek yanıt bellidir. Sigara kısıtlamasının/yasaklarının olumlu sonuçları kanser gelişim süreciyle ilgili olarak tıpkı ABD ve Batı ülkelerinde olduğu gibi şimdi değil çok uzun yıllar sonra görülebilecektir.
Dizdar’ın iddia ettiği gibi ülkemizde karaciğer, pankreas, böbrek kanserleri vakalarında da patlama boyutunda bir artış söz konusu değildir. Batılı toplumlarla karşılaştırdığımızda ortalama alkol tüketimimiz düşüktür gerçekten, ancak ülkemizde karaciğer kanseri etiyolojisinde yaygın olan viral karaciğer hastalıkları başat rol oynamaktadır. Burada da sebepler arasında endüstriyel tavuk, homojenize-UHT süt, homojenize yoğurt, ultrasonik homojenizasyonundan geçen ayran aramak beyhudedir.
Arkadaşımız Dizdar, lenfoma ve kemik iliği kanserlerinin çoğunun tarım ilaçları nedeniyle Antalya Kumluca’dan geldiğini, kadınlarda meme kanserlerindeki patlamanın (!) büyük olasılıkla bu insanların sağlıklı besleneceğiz diye hormonlu tavuk yemeleri nedeniyle gerçekleştiğini iddia ediyor. Bu desteksiz iddialarının kanıtı mı, neden kanıt arıyorsunuz? Yerseniz, Yemezler!
Şimdi Dizdar’ın desteksiz atışlarından çarpıcı bir örnek daha vereceğim. Kendisinin bu hakikatlere vakıf olmasına vesile olan gazeteci Mine Şenocaklı ile yaptığı röportajdan bir alıntı:
"ARKADAŞIM
KIZINA YUMURTA YEDİRMEYİ KESTİ, ÇOCUK SAĞLIĞINA KAVUŞTU"
Vallahi yüreğim daha fazla
kaldırmayacak. Yazmak da lazım ama...
“İnsanların canlarının sıkılması gerekiyor,
yürekleri kabaracaksa kabaracak biraz, ama gerçekleri öğrenmeleri lazım. Geçen
haftalarda bir arkadaşım anlattı. Çok hazin bir örnek. 10 yaşındaki kızının
bacaklarında tüylenme sorunu başlamış. Doktor doktor dolaştırıp bir sonuç
alamayınca, “Ya biz bu çocuğa ne yediriyoruz ki böyle oluyor” demişler.
Ve geldikleri nokta yumurta olmuş. “Her gün bir yumurta veriyorduk, kestik ve
tüylenme geçti. Ondan sonra organik yumurtaya döndük, bir sorun kalmadı”
diyor.
-Yumurtada ne var ki?
Günde iki-üç defa yumurtlatabilmek için
tavuğa mutlaka bir şey yapmak zorundasınız. Çünkü bu kadar yumurtlama hayvanın
doğasının dışında bir şey. (Bu da bir
şehir efsanesi, endüstriyel tavukçulukta yumurta tavukları sadece günde bir kez
yumurtluyor) - O yüzden kız
çocukları erken adet görmeye başladı, erkek çocukların göğüsleri büyüyor. “Evet. Korkunç bir gidiş var. Bu memleketin
beslenmesinin düzelmesi gerekiyor.”
Dizdar, mahalle kahvelerinde ya da komşu, eş, dost, akraba ziyaretlerindeki muhabbetleri çağrıştıran bir üslupla arkadaşının 10 yaşındaki kızındaki tüylenmenin her gün yedirdikleri endüstriyel yumurtadan kaynaklandığını keşfettiklerini, organik yumurtaya döndüklerinde sorunun şıppadanak çözüldüğünü müjdeliyor.
Organik gıda ve ürünler çok pahalı nasıl tüketeceğiz demeyin sakın, ne yapın edin kesenin ağzını açın, her şey sizin ve çocuklarınızın sağlığı için!
“…Türkiye’nin en ekolojik girişimcileri listesi açıklandı. İlk 5′i ve hepsini hiç kuşkusuz tek tek tebrik etmek gerekmekte. Zira her yeninin her girişimin zor filizlendiği bir ülkede siz gelip bi de ekolojiden, organik tarımdan, sağlıklı yaşamdan bahsederseniz işiniz hiç de kolay değildir. Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yavuz Dizdar’ın her demecinde belirttiği gibi; her fırsatı, indirimi kaçırmamak için kırk takla atan Türk Halkı, sıra sağlıklı beslenmeye gelince cebinde akrep besliyormuş gibi davranır, 2TL fazlanın hesabını yapar. Ama hayatının geri kalan kısımlarındaki tedavi ve ilaç masraflarını hesaba katmaz….” (Sağlığın % 30 ucuzu olmaz! Bu yıl organiğe buyurun! http://www.ecoana.com/sagligin-0-ucuzu-olmaz-bu-yil-organige-buyurun/ )
İşte Vehbi’nin kerrakesi de burada. Dünyada 65 milyar doları aşan, Türkiye’de ise toplumun en tuzu kuru kesimlerinin yıllık 500 milyon $’a ulaşan pazarda her geçen yıl artış gösteren bir tüketim yaptığı (100 milyon $’ın üzerinde) organik gıda ve ürün sektöründe. Bu sektörün uluslararası devlerine, tekellerine, kartellerine. Whole Foods Market, Wal Mart, Tesco, Sainsbury, Waitrose, Marks&Spencer, Nike, Coop, Otto ve Patagonia gibi ulus ötesi şirketlere şükredelim insan sağlığına katkılarından dolayı. Ülkemizde organik tarımının devleri City Farm, Alara Tarım, Doğan gıda, Eczacıbaşı gıda, Ülker gıda, Yaşar Holding, Migros, Carrefoursa ve diğerlerine de doğal (organik) olarak..
Asgari ücretin bin liranın altında olduğu, işsizliğin tavana vurduğu, gelir dağılımının çarpıcı biçimde bozulduğu, yoksulluğun her geçen gün daha da derinleştiği bir iklimde ateş pahası organik gıdaya buyurun, bu arada organik tekelleri, kartelleri, tröstleri de kazansın.
Dayanaksız iddialarınızı neoromantik şair Edmont Rostand’ın dizeleriyle soslayın, zira postmodern zamanların neoromantik solculuğu da böyle oluyor işte. Sakın ola arkadaşımız Dizdar’ın kerameti kendinden menkul iddialarının bilimsel kanıtları nerede? demeyin. “Siz yoksa gıda tekellerinin, kartellerinin, tröstlerinin elemanı ve Majestelerinin bilim adamı mısınız?” diyerek ağzınızın payını verir, bizim sol mahallede hiç makbul olmadığınızı ilan ederek haddinizi bildiririz.
Ali Rıza Üçer-Tıp Kurumu Genel Sekreteri
(1) Prof. Dr. Ali Esat Karakaya “Madencilik Kimyasallarının Risk Analizine Dayalı Yönetimi”, ÇED ve Madencilik Sempozyumu, 19-21 Ocak 2012, Antalya ve DSÖ 2013 Verileri.
(2) Big –Pharma Dünyayı Denetliyor, Dr. Ali Rıza Üçer Tıp Bu Değil, Editör İlknur Arslanoğlu, İthaki yayınları 4. Basım. S. 72-73 ve DSÖ 2013 Verileri
(3) Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Türkiye Kanser İstatistikleri 2015,
http://kanser.gov.tr/Dosya/kayitcilik/2011Caistatistikleri.pdf
(4) Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Kanser Daire Başkanlığı, 2009 Kanser İnsidansları, http://www.kanser.gov.tr/daire-faaliyetleri/kanser-istatistikleri.html