Tavuk gerçeği ve şehir efsaneleri - 2

İnsan Bu sitesinde tavuk etiyle ilgili tartışmada arkadaşımız Yavuz Dizdar'ın "Tavuk sanılan, piliç denilen kuş" başlıklı yanıt dizisinde söylediklerini irdelemeye devam edelim.

 Dizdar’ın “Tavuk sanılan piliç denilen kuş” dizi yazısının 4. Bölümünde “Cerrahpaşa Kalp ve Damar Cerrahisi’nde geçen ayki bir konuşma sonrasında “sternum kapanmasında artık sorun yaşıyoruz” denmesi bana bir başka kanıt olarak yine yeterlidir. Görünen odur ki, bir siyah kuğu doğmaktadır.”  iddiasına dayanak olarak Cerrahpaşa Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniğinde geçen bir konuşmayı göstermesi yaklaşımının ne kadar bilimsellikten yoksun olduğunun bir diğer kanıtıdır. Açık kalp cerrahisinde sternum kapanmasında sorun yaşandığına ve yaşanan (olmadığı halde olmuş gibi gösterilen) sorunun da beyaz et endüstrisinin (Dizdar’a göre narkotik çağrışımlı beyaz endüstri)  topluma adeta zorla, zecri usullerle yedirttiği tavuk sanılan piliçler nedeniyle ortaya çıktığına dair tek bir bilimsel çalışma olmasa da söylediklerinin kerameti kendinden menkuldür ve asla sorgulanmamalıdır. Bilimsel referans (!) olarak konuşmalar, sohbetler, dertleşmeler, muhabbetler, kanaatler, blog yazıları vardır ve kanıta gerek yoktur artık.

Arkadaşımız Yavuz Dizdar’ın “Aşırı işlemden geçmiş (homojenize ve UHT) süt tüketiminin, kanser hastalığındaki artışla ilişkisinin analizi",  "Endüstriyel (homojenize) yoğurt tüketiminin, kanser hastalığındaki artışla ilişkisinin analizi" ve "Endüstriyel tavuk (piliç) tüketiminin, kanser hastalığındaki artışla ilişkisinin analizi” başlıklı bildirilerinin 20. Ulusal Kanser Kongresinde (2013) reddedilişi şaşırtıcı değildir. Zira tavuk, homojenize ambalajlı yoğurt, UHT uzun ömürlü kutu sütü ve ultrasonik homojenizasyondan geçen ayran gibi endüstriyel gıdaların kanser patlamasına yol açtığı iddiasının da iler tutar hiçbir dayanağı yoktur. Dahası ortada Dizdar’ın iddia ettiği gibigrip benzeri bir salgın hastalığa dönüşen kanser patlamasıda söz konusu değildir.

Dizdar İstanbul’da 20 merkez var, hepsi ağzına kadar dolu, özellikle karaciğer pankreas, böbrek, cilt kanserlerinde büyük artış var. Sigara yasaklarından sonra sigara tüketimi düştü, alkol de çok tüketilmiyor ama gıdadaki değişiklik olağanüstü” diyerek ya da GDO ile ilgili gerçek nedir? Farelere 90 gün yedirildiğini, fareler ölmeyince yenilmesine sakınca olmadığının söylendiğini belirtiyorsunuz sorusuna:Bu, insanlık suçudur! Fareye 90 gün yedirmekle hiçbir şey olmayabilir. Ama aynı şey tavuklarda yapıldı, tavuklardan tümör fışkırdığını blog yazılardan öğreniyorsunuz” diye yanıt vererek medya vasıtasıyla toplumun ilgisini çekiyor elbette. Blog yazılarını bilimsel verilermiş gibi temel alarak Ulusal Kanser Kongresi’nde kabul edilmeyen bildirileri (analizleri) için yandaş medya organlarında  “Böyle bir şeye hakları yok ki! Hangi cüretle yapabilirler? demesi ise beyhudedir.

http://haber.star.com.tr/pazar/eksimeyen-yogurt-kokusmayan-yumurta-45-gunde-buyuyen-tavuk-yemezler/haber-804892

Toplumda kanser yükünün arttığının kanıtı, polikliniğizde muayene ettiğiniz hasta sayısındaki artışla ya da İstanbul’daki merkezlere başvuran hastaların arttığına ilişkin ampirik gözlem ve duyumlarınızla değil kanser epidemiyolojisi verileriyle ortaya konur.

 

Dizdar’ın iddia ettiği gibi kanser vakalarında bir patlama olmasa da gerek dünyada gerekse Türkiye'de yeni tanı alan kanserli hasta sayısı ve kanserden kaynaklanan ölümlerde artışlar vardır. Uluslararası Kanser Ajansı (GLOBOCAN) 2012 verilerine göre dünyada 2012 yılında toplam 14,1 milyon yeni kanser vakası ortaya çıkmış ve 8,2 milyon kansere bağlı ölüm görülmüştür. Bu artışın en önemli nedenlerinden biri nüfustaki yaşlanmadır. Doğumda yaşam beklentisi gelişmemiş ülkelerde 1900 yılında yalnızca 25 yaş iken, 2000 yılında 61’e, gelişmiş ülkelerde ise 1900 yılında yalnızca 45 yaş iken 2000 yılında 73’e ve 2011 yılında da 80 yaşına yükselmiştir.[1] Türkiye'de de doğumda yaşam beklentisi 1935 yılında yalnızca 35 yaş iken, 1950 yılında 45’e, 2000 yılında 70’e ve 2012 yılında da 75 yaşına yükselmiştir.[2]

 

Amerika ve Avrupa'da 2011 yılında yaşa göre standardize edilmiş kanser sıklıkları kadınlarda sırasıyla yüz binde 300 ve 250 dolayında iken Türkiye'de kadınlarda yüz binde 180 dolayındadır. Türkiye'de erkeklerde kanser sıklığı daha yüksektir, bu artışta sigara başat faktör olarak rol oynamaktadır. ABD ve Avrupa'da erkeklerde yaşa göre standardize edilmiş kanser sıklığı sırasıyla yüz binde 350 ve 315 iken Türkiye'de erkeklerde yüz binde 275 dolayındadır.[3]

Türkiye’de görülen kanser sıklığı kadınlarda Dünya ve Dünyanın gelişmekte olan ülkeleri ile benzerlik gösterirken, erkeklerde gelişmiş ülkeler seviyesine doğru yaklaşmaktadır. Her yıl yaklaşık 100 bin erkek ve 65 bin kadın kansere yakalanmaktadır. Bir toplumda kanser görülüşü ile ilgili bilimsel bilgileri üretebilmek için Nüfus Tabanlı Kanser Kayıt Merkezine (KKM) gereksinim vardır. Bu merkezler uluslararası standartlarda kalite kontrol mekanizmaları işletilerek yapılan uzun soluklu çalışmalar sonunda bilimsel açıdan doğru, karşılaştırılabilir bilgiyi üretebilir ve üretilen bu bilgi üzerinden toplumda kanser görülüşü ile ilgili yorumlar yapılabilir. Türkiye’de geçmişteki verilerle karşılaştırıldığında kanser vakalarında artış saptanmasında kanser kayıt merkezlerindeki gelişmelerin de önemli bir payı vardır.

Ülkemizde 2009 yılı kanser verilerine göre sigara ile çok yakından ilişkili olan trakea, bronş ve akciğer kanserleri erkeklerde görülen tüm kanserlerin dörtte birinden fazlasını oluşturmaktadır. Yine sigara ile yakından ilişkili mesane, gırtlak ve mide kanserlerini de göz önüne aldığımızda bu dört kanser grubu Türkiye'de erkeklerde görülen tüm kanserlerin yarıya yakınını oluşturmaktadır. Kadınlarda en sık görülen kanser ise meme kanseridir. Bunu tiroid, kalın barsak ve rahim kanserleri izlemektedir. Kadınlarda sigara kullanımının yaygınlaşmasına bağlı olarak daha önce oldukça geri sıralarda yer alan akciğer kanseri 5. sıraya yükselmiştir.[4] 

Kanser etiyolojisinde sigara kanser ilişkisi yüzlerce meta analizle kanıtlanmış bir ilişkidir. Bu bakımdan ülkemizde de sigara tüketimine  getirilen kısıtlamalar çok yerindedir. Ancak “Bu kısıtlamanın olumlu sonuçlarını neden göremiyoruz? Alkolü de az tüketiyoruz, bu olumlu faktörlere rağmen kanser vakalarındaki artışın (Dizdar’a göre patlamanın) nedeni gıdadaki olağanüstü değişikliktir” diye kestirmeden yargıya vararak iddiada bulunan Dizdar’a verilecek yanıt bellidir. Sigara kısıtlamasının/yasaklarının olumlu sonuçları kanser gelişim süreciyle ilgili olarak tıpkı ABD ve Batı ülkelerinde olduğu gibi şimdi değil çok uzun yıllar sonra görülebilecektir.  

Dizdar’ın iddia ettiği gibi ülkemizde karaciğer, pankreas, böbrek  kanserleri vakalarında da patlama boyutunda bir artış söz konusu değildir. Batılı toplumlarla karşılaştırdığımızda ortalama alkol tüketimimiz düşüktür gerçekten, ancak ülkemizde karaciğer kanseri etiyolojisinde yaygın olan viral karaciğer hastalıkları başat rol oynamaktadır. Burada da sebepler arasında endüstriyel tavuk, homojenize-UHT süt, homojenize yoğurt, ultrasonik homojenizasyonundan geçen ayran aramak beyhudedir.

Arkadaşımız Dizdar, lenfoma ve kemik iliği kanserlerinin çoğunun tarım ilaçları nedeniyle  Antalya Kumluca’dan geldiğini, kadınlarda meme kanserlerindeki patlamanın (!) büyük olasılıkla  bu insanların sağlıklı besleneceğiz diye hormonlu tavuk yemeleri nedeniyle gerçekleştiğini iddia ediyor. Bu desteksiz iddialarının kanıtı mı, neden kanıt arıyorsunuz? Yerseniz, Yemezler!

Şimdi Dizdar’ın desteksiz atışlarından çarpıcı bir örnek daha vereceğim. Kendisinin bu hakikatlere vakıf olmasına vesile olan gazeteci Mine Şenocaklı ile yaptığı röportajdan bir alıntı:

"ARKADAŞIM KIZINA YUMURTA YEDİRMEYİ KESTİ, ÇOCUK SAĞLIĞINA KAVUŞTU"

Vallahi yüreğim daha fazla kaldırmayacak. Yazmak da lazım ama...

İnsanların canlarının sıkılması gerekiyor, yürekleri kabaracaksa kabaracak biraz, ama gerçekleri öğrenmeleri lazım. Geçen haftalarda bir arkadaşım anlattı. Çok hazin bir örnek. 10 yaşındaki kızının bacaklarında tüylenme sorunu başlamış. Doktor doktor dolaştırıp bir sonuç alamayınca, “Ya biz bu çocuğa ne yediriyoruz ki böyle oluyor” demişler. Ve geldikleri nokta yumurta olmuş. “Her gün bir yumurta veriyorduk, kestik ve tüylenme geçti. Ondan sonra organik yumurtaya döndük, bir sorun kalmadı” diyor.

-Yumurtada ne var ki?
Günde iki-üç defa yumurtlatabilmek için tavuğa mutlaka bir şey yapmak zorundasınız. Çünkü bu kadar yumurtlama hayvanın doğasının dışında bir şey. (Bu da bir şehir efsanesi, endüstriyel tavukçulukta yumurta tavukları sadece günde bir kez yumurtluyor) - O yüzden kız çocukları erken adet görmeye başladı, erkek çocukların göğüsleri büyüyor. “Evet. Korkunç bir gidiş var. Bu memleketin beslenmesinin düzelmesi gerekiyor.

Dizdar, mahalle kahvelerinde ya da komşu, eş, dost, akraba ziyaretlerindeki muhabbetleri çağrıştıran bir üslupla arkadaşının 10 yaşındaki kızındaki tüylenmenin her gün yedirdikleri endüstriyel yumurtadan kaynaklandığını keşfettiklerini, organik yumurtaya döndüklerinde sorunun şıppadanak çözüldüğünü müjdeliyor.

http://www.milliyet.com.tr/-saglikli-diye-yediginiz-tavuklar-tavuk-degil-/gundem/gundemdetay/04.04.2012/1523826/default.htm

Organik gıda ve ürünler çok pahalı nasıl tüketeceğiz demeyin sakın, ne yapın edin kesenin ağzını açın, her şey sizin ve çocuklarınızın sağlığı için!

“…Türkiye’nin en ekolojik girişimcileri listesi açıklandı. İlk 5′i ve hepsini hiç kuşkusuz tek tek tebrik etmek gerekmekte. Zira her yeninin her girişimin zor filizlendiği bir ülkede siz gelip bi de ekolojiden, organik tarımdan, sağlıklı yaşamdan bahsederseniz işiniz hiç de kolay değildir. Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yavuz Dizdar’ın her demecinde belirttiği gibi; her fırsatı, indirimi kaçırmamak için kırk takla atan Türk Halkı, sıra sağlıklı beslenmeye gelince cebinde akrep besliyormuş gibi davranır, 2TL fazlanın hesabını yapar. Ama hayatının geri kalan kısımlarındaki tedavi ve ilaç masraflarını hesaba katmaz….” (Sağlığın % 30 ucuzu olmaz! Bu yıl organiğe buyurun! http://www.ecoana.com/sagligin-0-ucuzu-olmaz-bu-yil-organige-buyurun/ )

İşte Vehbi’nin kerrakesi de burada. Dünyada 65 milyar doları aşan, Türkiye’de ise toplumun en tuzu kuru kesimlerinin yıllık 500 milyon $’a ulaşan pazarda her geçen yıl artış gösteren bir tüketim yaptığı (100 milyon $’ın üzerinde) organik gıda ve ürün sektöründe. Bu sektörün uluslararası devlerine, tekellerine, kartellerine. Whole Foods Market, Wal Mart,  Tesco, Sainsbury, Waitrose, Marks&Spencer, Nike, Coop, Otto ve Patagonia gibi ulus ötesi şirketlere şükredelim insan sağlığına katkılarından dolayı. Ülkemizde organik tarımının devleri  City Farm, Alara Tarım, Doğan gıda, Eczacıbaşı gıda, Ülker gıda, Yaşar Holding, Migros, Carrefoursa ve diğerlerine de doğal (organik) olarak..

Asgari ücretin bin liranın altında olduğu, işsizliğin tavana vurduğu, gelir dağılımının çarpıcı biçimde bozulduğu, yoksulluğun her geçen gün daha da derinleştiği bir iklimde ateş pahası organik gıdaya buyurun, bu arada organik tekelleri, kartelleri, tröstleri de kazansın.

Dayanaksız iddialarınızı neoromantik şair Edmont Rostand’ın dizeleriyle soslayın, zira postmodern zamanların neoromantik solculuğu da böyle oluyor işte. Sakın ola arkadaşımız Dizdar’ın kerameti kendinden menkul iddialarının bilimsel kanıtları nerede? demeyin. “Siz yoksa gıda tekellerinin, kartellerinin, tröstlerinin elemanı ve Majestelerinin bilim adamı mısınız?” diyerek ağzınızın payını verir, bizim sol mahallede hiç makbul olmadığınızı ilan ederek haddinizi bildiririz.

Yerseniz!

Yemezler!

Ali Rıza Üçer-Tıp Kurumu Genel Sekreteri

(1)   Prof. Dr. Ali Esat Karakaya “Madencilik Kimyasallarının Risk Analizine Dayalı Yönetimi”, ÇED ve Madencilik Sempozyumu, 19-21 Ocak 2012, Antalya ve DSÖ 2013 Verileri.

 

(2)   Big –Pharma Dünyayı Denetliyor, Dr. Ali Rıza Üçer Tıp Bu Değil, Editör İlknur Arslanoğlu, İthaki yayınları 4. Basım. S. 72-73 ve DSÖ 2013 Verileri

 

(3)   Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Türkiye Kanser İstatistikleri 2015,

http://kanser.gov.tr/Dosya/kayitcilik/2011Caistatistikleri.pdf

 

(4)   Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Kanser Daire Başkanlığı, 2009 Kanser İnsidansları, http://www.kanser.gov.tr/daire-faaliyetleri/kanser-istatistikleri.html 



 

 

 

 

Facebook
yorumlar ... ( 56 )
07-08-2015
07-08-2015 10:25 (1)
Kadınlarda meme kanseri ülke dağılım haritası linkte açılan PDF te sayfa 6 da var: http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt7/sayi29pdf/gunay_semrax.pdf Güneydoğuda en az görülmesinin nedeni, kadınların çok doğum yapması, her doğumda meme kanallarının suya doyması olabilir mi? Buna göre, su tüketimi ile kanser arasında doğru bir ilişki olabilir mi. Yaşlılar sokakta tuvalet zorluğu yüzünden pek su içmezler. Bu da kansere davet çıkarıyor olmasın. D.Turgay
07-08-2015 12:55 (2)
Sternum meselesine aynen bu şekilde yanıt vermiştim. Yorumlarda kayıtlı. Gelelim meme kanseri meselesine. Madem bilimsel açıklama talebi var, sorun yok. Yaparız. Meme kanalı dediğiniz şeyin ne olduğunu bilmiyorum. Ama tahminen duktusları kastediyosunuz. Cıks. Ordaki mesele su değil. Çok doğum yapmak da değil. İlk doğum yaşının 24'ün altında olması önemli bi faktördür. Bilhassa güneydoğu kırsalında 24'ü geçtim, 17 bile hayal. Bu 24 meselesi de gland ve duktus matürasyonu için gebeliğin bi etkisiyle ilişkilendirilmiştir. Ayrıca, ırk faktörünü, kırsal yaşamdaki beslenme ve genel yaşam profillerini de dikkate almanız gerek. Suyla, sabunla bi alakası yok. Nitrik oksitteki oksijeni de sigara çalmıyo. Sigara içmek hipoksi yaratmaz. KOAH'lı değilseniz mümkün değildir. Oradaki mesele de bambaşka ve anlattığınızdan çok daha karmaşık. Mühendislik bakışaçısı bu konularda sökmüyo. Nokta! Ötesi hezeyana girer. Yanlış olur. Aman diyim. a.y.a.
07-08-2015 17:41 (3)
"İnsanlara kırmızı bir kuyruklu yıldız göster, onları belirsiz bir kaygı ile korkut ve göreceksin ki, insanlar evlerinden koşarak çıkarken bacaklarını kalacaklardır. Fakat onlara mantıklı bir cümle söyleyip bunu yedi sebep ile kanıtlarından, sana sadece güleceklerdir." B. Brecht
07-08-2015 17:41 (4)
Uzman görüşü-düşüncesi-kanaati, en düşük (düzey 5) olmakla beraber, kanıt olma özelliğine sahiptir. mh
07-08-2015 19:33 (5)
Saptırmaya cevap; Ordaki uzman görüşü tek uzmanın karşı çıkılamaz görüşü değildir. Yani her uzman kendi kanaatini istediği gibi kullansın, kanıta gerek yok anlamı taşımaz. Kanıt olmayan durumlarla ilgili konunun uzmanlarının ortak kanaatidir. MB
07-08-2015 19:34 (6)
3 "bacaklarını kıracaklardır" olacaktı
07-08-2015 19:34 (7)
"Memenin suya doyması", bir uzman görüşü veya mühendis görüşü olarak en düşük te dahil, hiçbir bilimsel kanıt düzeyine sahip değildir. Tıp bu değildir. Bu ekolden olanlara yapacak birşey de yoktur. MB
07-08-2015 21:17 (8)
Organik gıdalar konusunda benim bildiğim şu: Yapay et, yapay bitki üreten uluslararası kartellerle, organik gıda üretenler genelde aynı karteller. Organik gıda üretmeye çalışan küçük üreticiye lafım yok, ama bunlar da aynı zincire girmek zorunda. Yavuz'un bu konudaki duruşu nedir tam bilmiyorum, ama ben ve benim gibi düşünenler DOĞAL TARIMDAN YANA. TARIM ALANLARI AZALMASIN, ARTSIN. Bu alanlarda da (tam doğal tarım artık mümkün olmayacağına göre) kimyasalı sıkı sıkıya denetlenen doğala yakın tarım yapılsın. Devlet bugünkü gibi üreticiyi bitirmeye çalışmasın, teşvik etsin. DÜNYANIN POTANSİYEL TARIM ALANLARI ŞU ANKİ NÜFUSU SAĞLIKLI OLARAK BESLEMEYE YETER. HATTA BİRAZ FAZLASINA. Uzmanı böyle diyor. Bizim derdimiz bu. Yoksa suni et suni yumurtanın alternatifi organik tarım olamaz. Tüm tarım alanları organik ve organiğe yakın olmalı. Bunun baskısı yapılmalı. Bilinçlenmek ve baskı yapmak, kartellerin "mecburuz böyle yapmak zorundayız" yalanını boşa çıkarmak. Hedef bu olmalı. Kaan A.
07-08-2015 21:39 (9)
Kanırtmaya yanıt; Level of Evidence piramiti no: 5'de "anecdotal/editorial opinion/s, expert opinion/s" vardır, "ideas, personal observation" vardır, hatta "background information, first principles" bile vardır ama "Kanıt olmayan durumlarla ilgili konunun uzmanlarının ortak kanaati" olması şartı yoktur. Paşa gönlümüze göre kanırtmayalım literatürü. mh
08-08-2015 09:28 (10)
Evidence level 5: Expert opinion; case report or clinical example; or evidence based on physiology, bench research or “first principles”. Yani bu uzman görüşü, textbookta, reviewda, case reportta yayınlanmış, alanın diğer uzmanlar tarafından da onaylanmış görüşlerdir. Aklına geleni söylemenin, kendisi çalıp kendisi oynamanın kanıt düzeyi yoktur. MB
08-08-2015 10:37 (11)
MB ile başa çıkaman. Adamın işi bu, laf ebeliği, demagoji. Denmişti ya, profesyonel. Uzman görüşü olacakmış, ama onaylanmış olacakmış! Vay be. Kim onaylayacak. Yine MB. Majesteleri onaylandı derse onaylandı, yok onaylanmamış derse onaylanmadı. Her şey MB nin iki dudağı arasında. Tayyip bile kıskanır onu. Yavuz Dizdar'ın söylediklerini bir sürü uzman onaylıyor, ona ne diyeceğiz? Birlikte bir sürü kitap çıkarmışlar uzmanlarla, profesörlerle. Yavuz Dizdar'ın dediklerinin birçoğu hakemli (pek mühim ya- üç tane ittirik akademisyen birleşip bir hakemli dergi çıkartabilir-ülkede ve dünyada böyle sürüyle dergi var-) dergilerde çıkmış makalelerden. Ama geçersiz. Çünkü MB onaylamıyor. MB onaylamıyorsa işiniz biter. Aklına geleni söylemenin kanıt düzeyi yokmuş. Şurada MB dışında aklına geleni çalıp söyleyen kim var? Hiçbir şeyi okumadan aynı klişeleri basıp duruyor. MB niye burayı bu kadar seviyor onu da billahi anlamış değilim. K.A.
08-08-2015 11:58 (12)
(Ben başa çıkarım hocam, severim atmasyon avcılığını, dinsizin hakkından imansız gelir) Kurtlar Vadisi Konsey gibin bir Konsey varmış da habarımız mı olmamış? Kimdir bu yüce konsey üyeleri, dünya bilimine yön veriyormuş öyle, Boğaz'daki yalılarında viskilerini yudumlarken? Türkiye temsilcisi de sen misin yoksa? Derleme, olgu sunumu yazınca görüşlerin onaylanmış mı oluyor? Yooo, hayır! Sadece yazmış oluyorsun. Veri-bilgi denizi orada, uzmanım diyorsan sen de alanında görüş oluştur, bulursun illa yayınlayacak bi mecra. Elbet, memenin suya doyması, yağın beyne çıkması değildir kastettiğimiz (gerçi, onu söyleyene de çemkirmek olmaz, hekimsek eğer) ancak YD, "tavuk-piliçte birşeyler var" diyorsa, "kanıtla da gel koçum" diyemezsiniz ama en azından "ne diyor, bir dinleyelim" demek zor değildir, temel kavramlar, bilim felsefesi gibi büyük laflar etmeden önce. Bak sen burda aklına geleni söylüyon, karışan mı var? Kanıt da istenmiyor hemi de. mh
08-08-2015 12:27 (13)
Eski (8 yıl) bir yazı ama güncel: http://toplumcutip.blogspot.com.tr/2013/08/aclk-en-buyuk-saglk-sorunu.html
08-08-2015 23:30 (14)
Kanser ile su arasında ilişki yoksa, kanser ne veya neler ilişkilidir, fikri olan paylaşabilir mi. D.Turgay
08-08-2015 23:49 (15)
kanser suyla veya kireçle ilişkili değil beyefendi. dna hasar onarım mekanizmalarında nokta mutasyonlarla oluşabilecek bozulmalar olabilir. bunların kalıtılmış halleri olabilir. radyoaktivitenin bazı formları olabilir (ki zaten dna üzerindeki etki ile ilişkilidir yine). güneş ışını olabilir (suyu kurutması değil, belirli dalgaboyunda yarattığı uyarıyla alakalı). bazı kimyasal maddelere kronik (altı çizilecek sözcük kronik) maruziyet olabilir. belirli genetik altyapıların varlığında bir kısım hormonlara ya da analoglarına maruziyet olabilir. iyileşmeyen yaraların zemininde bile olabilir (yine kronik maruziyetle alakalı. ama burada belirli sitokinler ve büyüme faktörleri sözkonusu). hülasa multifaktöryel bir oluşum, gelişim ve ilerleme mekanizması mevzubahistir. eğer su alımıyla kanser önlenebilseydi suda yaşayan hayvanlarda kanser hiç görülmezdi. sizin mantığınızın düzlüğü ile hareket ederek ironi yapıyorum. kusuruma bakmayın. tıbbi bilimler farklı bir disipline aittir. saygılar. adsız
09-08-2015 09:34 (16)
Sn. D. Turgay, kanser yapan etkenler ve etkili oldukları dokuları gösteren ayrıntılı şu makale http://jnci.oxfordjournals.org/content/early/2011/12/11/jnci.djr483.full.pdf+html ve DSÖ'nün International Agency for Research on Cancer sayfası http://monographs.iarc.fr/ENG/Classification/index.php ağaç tozundan hava kirliliğine kadar nelerin kanser yapabildiğine dair bilgi vermektedir. Fakat buradaki bilgileri okuduktan sonra, bir kanser uzmanı olmayacaksınız unutmayın ama bilimsel olarak değerlendirilmiş doğru ve güncel bilgiye sahip olursunuz. Ancak, bu hastalığa dair düşünce üretmek için bu iki kaynak son derece yetersiz kalır. Kanser oluşumu, etken (doz, süre vs.), kişi (yaş, genetik vs.) ve çevre gibi farklı unsurlara kuvvetle bağlıdır. saygılar. mh
09-08-2015 13:19 (17)
YD. Ali Rıza Üçer arkadaşımıza yazısı ve tartışmaya olan katkılarından ötürü teşekkür ederim. Yazdığım yazıların özeti, “çok fazla antibiyotik yükünün doku bütünlüğünü bozmak yoluyla hastalığa neden olabileceği” vargısıdır. Bu antibiyotikler ve metabolitleri bakteride olduğu gibi insanda da benzer molekülleri etkiler, sonunda sistem bir bütündür. Bunun sonucunda, beş günlük kullanımla bile tendon kopması olabilir; antibiyotiklerin bir kısmı bu nedenle piyasadan çekilip besi endüstrisine sokulmuştur. Amerika ve Avrupa’da yapılmış ve yayınlanmış fıtık prevalansı araştırmaları karın fıtıklarının en az üç kat arttığını doğrulamıştır, bilimsel mecrada yayınlanmış iyi makalelerdir. Dolayısıyla sternum kapanmasında sorun yaşamak da şaşırtıcı değildir, bu gözlemin kanıt haline gelmesi için yayınlanmış olması geremez, fıtık konusu ise zaten yayınlanmışlardır. +++
09-08-2015 13:19 (18)
+++ Sanırım kanıtın nasıl olması gerektiği konusunda da bir görüş ayrılığımız bulunmakta. Kanıt her zaman somut değildir, nedensellik analiziyle bir sonuca ya da çıkarıma varırsınız. Mesela yer çekimi vardır, ama yeryüzü “evet çekiyorum” demez, bu sizin açıklama biçiminizdir, elma yere düştüğü sürece geçerlidir. Bunun yayınlanmış olması da gerekmez, soğanı tencerede uzun süre sote ederseniz karamelize olur, ama bilimsel yayın olarak bulabileceğiniz tartışmalıdır. 180 km hızla duvara çarpan aracın içindekilerin, 200 metrelik uçuruma düşen kişilerin akıbeti de yayın biçiminde kanıttan mahrumdur ve denenemez. Ama bir görüşü tartışmak için akademinin kapılarını kapatmış olması “bağnazlık” dışında açıklanamaz. Newton’un “yer çekimi vardır” dediği ilk konuşmasında da ayakta alkışlanmış olduğunu düşünmüyorum.
09-08-2015 13:19 (19)
YD. Buna karşılık söylemeye çalıştığım gelecek senaryosunu Ali Rıza Üçer arkadaşımız da aynen dile getirmiştir. Türkiye gıdanın endüstrileşmesi açısından Amerika’yı izlemektedir, bunu margarin, süt tozu, rafine sıvı yağ gibi alanlarda zaten yaşadık (uzun ömürlü UHT kutu süt, homojenize yoğurt ise bizim açımızdan çok önemlidir, zira beslenme sistemimizin temelini oluşturur). Dolayısıyla biz öğrenciyken öğretilmiş Haşimoto tiroiditi gibi tabloları şimdi görüyor olmamız şaşırtıcı değildir, marketler üzerinden pazarlanan endüstriyel işlenmiş / ambalajlı gıdanın kaçınılmaz getirisidir. Bu değişim tümüyle gerçekleştiğinde, aynen Ali Rıza arkadaşımızın söylediği gibi, hastalık yükü açısında “gelişmekte olan ülkeler” kategorisinden çıkıp, “gelişmiş ülkeler” kategorisine geçeceğiz ve istatistikler de Amerika’ya benzer biçime dönüşecektir. ABD’nin sağlık harcamalarının vardığı boyut konusunda sanırım tartışmaya gerek yok.
09-08-2015 13:19 (20)
YD. Lenfoma ve kemik iliği kanserlerinin çoğunun Kumluca’dan geldiği Akdeniz Üniversitesi’nden arkadaşlarımızın ifadesidir, hatta bu tanıdan biri gelince “Kumluca’dan mı?” diye soruyorlarmış, ilişki bu kadar açıktır. Biz doğrudan tarım ilacına maruz kalmasak bile, daha geçtiğimiz günlerde basına yansıyan bir analizde olduğu üzere, bu ürünler elbette ülkemizde de tüketilmektedir. Yumurtanın tüylendirici etkisi kesildiğinde geçmesi ile kesinlik düzeyinde sınanmıştır, bunlar ciddi bir sorun yaşandığının farkına varılması açısından yeterlidir, zaten ilk yazıdaki belgelerden biri “yemlere formaldehit karıştırılması” konusundaki Bakanlık tebliğidir.
09-08-2015 13:19 (21)
YD. Bu yazıların amacı piliç üretim yönteminde kullanılan kimyasal maddelerin yaratacağı sakıncaların değil, sunduğum açıklamanın tartışılmasıdır, tarafımca başlatılmamıştır, bir davete icabet etmiş olduğum açıktır. Mevcut durum ve biyolojik açıklamam ortadadır, endüstriyel piliç durup dururken neden bu kadar hızlı büyüsün ki? Bunun benim mesleki itibarım ya da vermiş olduğum demeçler ya da röportajlarla bir alakası yoktur. Medya talep ederse, ben bildiğimi anlatırım. Dünya organik gıda üretimindeki artış benim beyanatımla olmamıştır, insanlar bir sorun olduğunun farkındadır ve üretim biçimini “fabrika ayarlarına” döndürmeye çalışmaktadır. Bunun "köylü ya da çiftçi tarafından yapılıyor olması en iyisidir", ama elbet endüstriyel üretim yapan şirketlerin de konuyla ilgilenmeleri doğaldır. +++
09-08-2015 13:20 (22)
+++ Baştaki fotoğrafa bir açıklama getirilmemiştir, ben açıklayayım, soldan ikinci mavi gömlekli kişi Aydın Doğan’dır, yanındakilerden biri de Doğan Organik’in eski genel müdürüdür. Fotoğraf olasılıkla Kelkit’te çekilmiştir, burası Aydın Doğan’ın memleketidir. Doğrusunu isterseniz bu tesise yapılan yatırımın Doğan Holding’in cirosunda ciddi bir yüzde payı tutacağını bile sanmam, bir yerde koptuğu topraklara vefası olarak algılarım. Tesis 1100 büyükbaş hayvan içerir, ama bunun mislisini çevredeki eğitim verilmiş köylülerden alır, bir kırsal kalkınma projesine de dönüşür. Organik sütü kendi işlemezdi, sattığı endüstriyel şirket de öyle bir işlemden geçirip satardı ki, organik kaynağın nasıl heba edileceğinin standart örneğiydi. Yeni durumda kendi markalarını oluşturdular, ama ne yaptıklarını bilmiyorum. Bu yüzden organik lafını da pek sevmem, ne var ki terminoloji böyle kurulmuş.
09-08-2015 13:20 (23)
YD. Hal böyleyken bu kez de konuyu asgari ücret üzerinden “organik karşıtlığına” getirmenin mantığını da anlayamadım. Her ürünün doğaya dayalı bir maliyeti vardır, kısmen mevsim şartları, kısmen çiftçinin emeğiyle belirlenir. Bu maliyet, kimyasal tarım, GDO ve mekanizasyonla azaltılırken, ürün miktarı bilakis artırılabilir, ama ürün ürün olmaktan çıkar, “tavuk yerine piliç üretmek” bunun tartıştığımız örneğidir. Doğasından bu kadar saptırılmış ürün artık biyolojik sistemin gereksinimini karşılayamaz, işte bu durumda vücut değişir, kısmen kompanse eder, ama mesela hepatit B’ye de zemin hazırlar. Hepatitin atması bulaşma olasılığının artmasından kaynaklanmaz, HIV neden Afrika’da en sıktır, çünkü orada yaşayanların beslenmesi yeterli değildir. Burada sorun tavuğun ya da organik gıdanın fiyatında değil, asgari ücretin düşük olmasındadır. Bu üretim sistemleri ve marketler de asgari ücretin düşürülebilmesi için vardır; yani aslında sadece gıda değil, insanın bedeli ucuzlamaktadır. +++
09-08-2015 13:20 (24)
+++ Bu yaklaşımın bir adım ötesinde “maden işçisinin bedeli nedir?” diye de sorabilirsiniz, üstelik kendi içinde tutarlıdır, iş gücünü taşeronlaştırması kolaydır. İşsizliği tavana vurdurmanız bir sorun yaratmaz, ucuz marketlerin kalitesiz gıdası ayda 300 liraya beş kişilik aileyi rahatlıkla doyurur, hatta “Amerika’da şu kadar cips tüketilirken, biz çok gerideyiz” bile denmiştir. Nihayetinde “insanın ederi” ucuzladığından, zaten hastalanacaklarından “öngörülmüş” hastane kompleksleri” kurarsınız, kampanyalar yapar ve parayı mislisiyle geri alırsınız. Her durumda sorumluluk “böyle olmaz, pilicin tavukla bir alakası yok, ekşiyemeyen yoğurt olamaz” diyemeyen akdeminin ve bunların gerçekleşmesine izin vermiş resmi otoritenin omuzlarındadır. Ama “bu durum” nedense gelir gelir, eninde sonunda, kendini sol görüşten kabul edenlerce “hâlkın ucuz protein gereksinimi” olarak savunulur. Oysa beslenme biyolojik bir ihtiyacın karşılanmasıdır, “sağ ya da sol” dünya görüşünden muaftır. +++
09-08-2015 13:20 (25)
+++ Merak edenler için söyleyeyim, benim doğuştan ya da sonradan olma bir solculuğum da yoktur. Ama madem romantizm, bugünün solcularının vardığı “endüstriyi kollayıcı durumu” Attila İlhan’ın dizeleri iyi karşılar, “kadınlar” kelimesini “solcular” ile değiştiriniz, anlam bütünlüğünde bir kayma olmaz, işte o yüzden “gölgemize basamazlar”: ne kadınlar sevdim zaten yoktular / yağmur giyerlerdi sonbaharla bir / azıcık okşasam sanki çocuktular / bıraksam korkudan gözleri sislenir / ne kadınlar sevdim zaten yoktular / böyle bir sevmek görülmemiştir // hayır sanmayın ki beni unuttular / hâlâ ara sıra mektupları gelir / gerçek değildiler birer umuttular / eski bir şarkı belki bir şiir / ne kadınlar sevdim zaten yoktular / böyle bir sevmek görülmemiştir // yalnızlıklarımda elimden tuttular / uzak fısıltıları içimi ürpertir / sanki gökyüzünde bir buluttular / nereye kayboldular şimdi kimbilir / ne kadınlar sevdim zaten yoktular / böyle bir sevmek görülmemiştir
09-08-2015 14:22 (26)
yok artık. bu kadar saçmalamaya ben bile dayanamam. büyük harfle yazıyorum. PALAVRA. fıtık prevalansı 3 kat falan artmamıştır. bunu gösteren çalışma falan yok. lütfen desteksiz sallamayalım. yuh artık! AHA DA BURDAN Bİ DAHA YAZIYORUM: YUH! 23'te iddia edilen hepatit ve HIV saçmasına da lütfen kimse kulak asmasın. alakası bile yok. hepatit prevalansı düşüyo. HIV bulaşının da beslenmeyle falan kenarından bile ilgisi yok. yani ama hakkaten bu iş iyice zırvalama aşamasını geçti. allahaşkına! Mehmet Harma gibi akademi üyeleri de buna gaz verdikçe bu roketin gazı kesilmez. maşallah! aferin size. insanbu'yu bu hale getirdiniz sonunda. ayıp vallahi. bi daha söylüyorum. YUH! bişey iddia etmekte özgürsünüz. ama işkembeden sallamak ve bunu da mümin-mürid desteğiyle sınırsızca saçmalamaya götürmek özgürlük değildir. bu kadar sorumsuzca kimseye atmasyon yapma fırsatı verilmez. unutmayın. burası insanbu olabilir. ama GERÇEK DÜNYA DİNGONUN AHIRI DEĞİLDİR. SAYGI MAYGI YOK. AYIP VALLAHİ. arifyavuzaksoy
09-08-2015 14:58 (27)
Değerli okurlar, metabolik sendrom, kalp-damar hastalıkları, diyabet, otoimmün hastalıklar, alerjilerin arttığını ben kesin biliyorum. Ama kanser... Hangi türü ne kadar artıyor, artıyor mu, keza yukarda bahsi geçen fıtık, hepatit vb. artıyor mu artmıyor mu? He şeyi birkaç kişiden beklemeyin, elinde literatür bilgisi olan görüş bildirsin. Bir de biri görüş bildirirse burada ANAYASAYA yazmıyoruz. Görüş farklı olur, yanlış olur, yorum abartılı olur, burada ohoooo ne yorumlar gördük. Sonuçta tartışma ortamı. Kızmaya gerek yok, biz tüm yorumları okuyoruz, sildiklerimiz de var, neler görüyoruz. İnanın en çok sıkıntıyı biz çekiyoruz. Yineliyorum: Ben hiç değilse 20 kere teklif ettim, yorumları kaldıralım diye, Taylan kalsın diyor. Ama bir bakıyoruz, en çok yorum yapanlar en çok şikayetçi. Cidden bu böyle. Düşe kalka gittiği yere kadar gideceğiz, pek zevkli iş değil açıkçası, görevdir yapıyoruz. Saygılar, sevgiler. Kaan A.
09-08-2015 15:03 (28)
Sevgili AYA; kimdir bu "bizim Mehmet" dediğin. Gerçek ismi bu mu? Kimliği açıksa polemik yazılarını yayımlarız. Yoksa keseriz. Epeydir yazıyorum diyen bir yeni MHB belirdi. Bu MB midir. Falan feşmekan. Saklı isme artık geçit yok polemiklerde. Tek yorum yazabilir, bir soru sorabilir. Ama birkaç kereden fazla tartışmaya giremez rumuzlu kişi. Saygılar. Kaan A.
09-08-2015 15:18 (29)
Yazıyı dikkatle okudum. Ali Rıza Üçer de kanser sayısında artış olduğunu söylüyor anladığım kadarıyla. Fakat farklı olarak bunu başka nedenlere (yaşlılık vb.) bağlıyor ve patlama boyutunda olmadığını söylüyor. Yani artış yok demek de doğru değil, ama işin uzmanı sizlersiniz, siler farklı yorumladıktan sonra biz ne yapalım :(
09-08-2015 15:28 (30)
"Bildiği doğruları esnetmeden söylemek" doğru söylemenin yeterli koşuluysa Tayyip, Pierre L'ermit, El- bağdadi doğru söylüyorlar. Yeterli kararlılıkta saçmalayan ve asla sözünden dönmeyen diğer yol göstericilerin de peşlerine takılın, hiç ayrılmayın. Mitoz bilmeden biyolojik süreçleri anlatan mühendisleri izleyin, memeleri susuzluktan, damarları kireçten koruyun, tüm hastalıklardan korunun. Asit yemeyin, şeker hastası, romatizma olmayın. Kararlı olan bu öncü bilim fikirler o kadar değerli ki kanıta gerek yok. Kararlı bakışlardan doğru olduğu anlaşılıyor. Beyniniz hayır dese de yüreğinizin götürdüğü bilime gidin. YD'yi, CK'yı zengin edin. Sözlerinden kalbimize bilim akıyor çünkü. AIDS diyete bağlıymış. Bu saçmayı yadsımak yasak. Size öyle geliyorsa doğrudur. Kanıta ne gerek, kalbiniz varken. Bilim felsefesi de bunu söylüyormuş. İstihareye yatıp bize bildiriyor erenler sağolsun. Kalbimize uygun iki kitap okusak yeter. Bilmemek değil saçmalama özgürlüğünü savunmamak ayıp. Mehmet Bozkurt
09-08-2015 15:35 (31)
ister mürid deyin ister cahil halk, ben Dr. Dizdar'ın söylediklerini inandırıcı buldum. Olmayan tıp bilgim, belki yazılanlara inanmamı kolaylaştırdı. Ancak şöyle düşünüyorum, ambalajlı ürünleri olabildiğince az tüketsem ne olur? ne kaybederim? cips, büsküvi, yemez ve kolalı içecekler tüketmezsem bir tarafımdan eksilen olmaz. benim çözemediğim YD tüm suçlamalara sataşmalara yer yer hakaretlere karşın sakin sakin anlatıyor meramını. bu sinir, hırs, insanbu'yu kapatın'a kadar giden öfke neden? sadeceozgur - Özgür Coşar
09-08-2015 15:38 (32)
sayın Arslanoğlu, ben yorum yazılmasına niye karşı oliym? burada en çok yorum yazanlardan biriyimdir (gürsel abiyi geçemem sanırım). benim problemim şu: insanlara mantıklı olarak bişeyler anlatmaya, onlardan bazı sorularımıza cevap istemeye çalıştıkça karşı taraftan mantıksızlık dozu giderek artarak ve sükunet ve uhulet sinsiliği içinde bir "ignorans" görüyoruz. böyle olmaz. ondan sonra iş ziyazıkkım meselesine döner. kimsenin ifade hürriyeti kısıtlanmıyo. ama desteksiz sallamaya da bi yerde dur denir. portakal, orda kal denir. farkında mısınız? ben niye çok yorum yazıyorum? çünkü yazdığım yorumların %95'i zaten nokta eleştiri, konfirmasyon beklentisi, soru içeriyo. bunları alamayınca da ben de kritik dozumu arttırıyorum. edebi deneme değil bunlar. bi iddiaları var. öyleyse yöntem ve içerik eleştirisine hazır olunacak. köy köpeksiz değil. değneksiz gezilmeyecek. karşısına deli çıkınca diğer deli de diğneğini saklayacak. bedavaya yiğitlik yaptırmazlar adama. delikanlılık budur. a.y.a.
09-08-2015 15:46 (33)
sabit dislektik tayfa yine işbaşında. insanbu'yu kapatın diyen kimse olmadı. ben siz miyim ki benimle başa çıkamayınca çemkireyim. teessüf ederim. bu sakin sakin meram anlatma meselesi tüm guruların ortak özelliğidir. insan olanın siniri de olur. karşısındaki güruh kbe'li kbe'li yorum yaptıkça kızar. isyan da eder. bilimde iddialar hiç de öyle sükunetle falan savunulmadı, savunulmuyo. geçiniz bunları. kavgaya, düelloya hazır olacak herkes. kaş da yarılacak, göz de çıkacak. asıl tam da bu sükunet pozlarında bi türlü topa girmemek tipik bi tribüne oynama manevrasıdır. bu asaleti "yemezler". arifyavuzaksoy
09-08-2015 16:23 (34)
tendon ruptürlerinde artış olduğu söylenmiş. bu yalnızca kinolonlar için geçerlidir. siprofloksasin (en sık kullanılan kinolonlardan) için 780 bin tedavi gününe karşılık 1 vaka! evet. korkunç sık karşılaşılan bir yan tesir. kesin. ayrıca insanda kollajenle ilişki gösterilememiş. neden-sonuç ilişkisi bilinmiyorsa da, 1 vakada ruptür hattında akut nekroz izlenmiş. neymiş? üfürmekle bilmek arasında çok ciddi bi fark varmış. ama nasıl olsa kronik bulgur entokstan muzdarip dislektikler bunu okuyup idrak edemeyecek ve imanla yaşamlarını sürdürmeye devam edeceklerdir. ha guzuma. aynen öyle devam edin! mucucuks. arifyavuzaksoy
09-08-2015 16:23 (35)
26 arifyavuzaksoy, seninle aynı düşünmeyen/yazmayan her kimse, en azından dislektik oluyor. Kimseye gaz vermediğim kesin ancak, söylediklerim kimisinde gaz yapmış olabilir, bak onu kabul ederim. mehmet harma
09-08-2015 16:34 (36)
HOCAYA SAYGI VARDIR BİZDE. AMA HOCA HADDİNİ AŞARSA BİZ DE ÇİZERİZ SAYIN HARMA! AMAN DİYEYİM. O GAZIN SİZDE DERİN BİR KOLİK SANCI YAPTIĞINI HATIRLATMAMA GEREK YOK SANIRIM. GEÇEN SEFER KAAN ARSLANOĞLU'NUN KAYIRMASIYLA "ORKİD" MESELESİNDE GAZABIMDAN KURTULDUNUZ. Bİ DAHAKİ SEFERE MUSA'NIN TANRISININ İLK DOĞANLARA VERDİĞİ BELA GİBİ OLABİLİRİM. EMİN OLUN. O KADAR DİSLEKTİK OLMUŞSUNUZ Kİ (GÖZÜNÜZÜ NE KÖRELTTİ ANLAYAMADIM) İNSANBU'YU KAPATMA ÖNERİSİNİ NERESİNDEN UYDURMUŞ Bİ ADAMA DİSLEKTİK DEMEM BİLE FİKİR AYRILIĞI GİBİ GELMİŞ SİZE. YAZIK. İLACI VAR MIDIR Kİ BUNUN? BENCE SİZ DE TAVUĞU FAZLA KAÇIRMIŞSINIZ. YEMEYİN. OLUR MU? ARİF YAVUZ AKSOY
09-08-2015 16:40 (37)
Kıymetli aya, ve de Harma, taraf olmuşsunuz diye bu kadar sinirlenmeye ne gerek var. Tarafsa taraf, sanki cephe savaşı veriyoruz topla tüfekle. Yanlışım varsa düzeltin: O belgeye baktım. 2010 da yüz binde 215 civarındayken kanser sıklığı 2015 raporunda 228 e çıkmış. Bu da aşağı yukarı YÜZDE 5 bir artış. Yani artma var gerçekten, ama patlama yok. Bunu sadece kayıt düzelmesine bağlamak da bir yorum, fakat belli türlerde bu bunu açıklamıyor. Neden sakin kafayla bakmıyoruz? Gerçek anlamdan çok art anlam arar olduk. Burada en büyük mağdur da biz editörler. Kim kimin işine gelmeyen şey yazsa editörün adamı, editörün tetikçisi deniyor. Bunu neredeyse her tartışmada yaşıyoruz. Burada da kabak yine başımıza patlayacak. K.A.
09-08-2015 19:41 (38)
özellikle 35. sayfadaki tabloyu refere ettim. yaşa göre düzeltilmiş insidans o. lütfen. orada yaşa göre düzeltme yapıldığında anlamlı bir değişiklik yok. bi daha lütfen! ali rıza üçer de bu yaş meselesine zaten değiniyo! iyi okuna. iyi değerlendirile. a.y.a.
09-08-2015 19:41 (39)
Bağırmak bizi haklı kılmaz. Sataşmaya cevap veririm demiştim. Ne oldu da bu gün birden suçlanıyorum? Manidar doğrusu. Bu iş bir savaş değil ki kazanan-kaybeden olsun, velev ki kaybeden olalım, ne yazar? Ve bir de, kem söz sahibine aittir. (şimdi yola çıkıyorum ve iki gün olmayacağım). mehmet harma
09-08-2015 19:42 (40)
Baktım aya efendi çok bağırıyor, HIV and malnutrition diye arattım, hadi haksız demeyeyim, ama gördüğüm kadarıyla genel görüş ikisinin birbirini tetiklediği yönünde. isimsiz
09-08-2015 19:52 (41)
sevgili isimsiz, gönder o linki, çıkarayım disleksi şecereni. bak bizde desteksiz sallamasyon yok! öperce. a.y.a. yani senin efendin!
09-08-2015 20:58 (42)
- 30- Ben kırmızı et seviyorum ve mümkün oldukça da yiyiyorum. Alkol kullanmıyorum. Sanırım tam bir mürit olamam. Yani her söylenileni mutlak doğrudur diye kabul eden bir yapıda değilim. Işığı gördüğüm zaman peşinden gidiyorum diyebilirim. En az otuz yıllık emeğe saygı duymayı bilmeyen, eleştirmek adına her türlü çirkin sözü kullanabilen bir ortamda izninizle kalbi meselelere girmeyeyim. Zira bilgi taşıyabilecek olana emanet edilir, diğer türlüsü değerini bilemeyeck olana mücevher takmaya benzer ki, hatadır. SÇ
09-08-2015 20:58 (43)
Arkadaşlar, kıl kıl rumuzlarla abuk sabuk sorular sorarsanız hiç şansınız yok bundan böyle, doğrudan siliş. Bundan sonra acıma yok :)) Espriyse bu da espri, şakaya şaka. K.A.
10-08-2015 13:31 (44)
Şöyle bir mail aldım. Okurlar ve yazarlar bize mail ve telefonla da ulaşıp yorum ve eleştirilerini aktarıyorlar. Bunların bir kısmını onlar adına aktarıyoruz. "Merhaba Kaan Hocam, İyi niyetlerle kurduğunuza inandığım insanbu. com sitesinin yönetimiyle ilgili aşamadığınız sıkıntılar olduğunu düşünüyorum. Meselenin özü bu yorumlar mevzusu. Siteyi kendi evi gibi gören ve orayı başkalarına "kaptırmamak" adına ölümüne sahiplenmiş bir grup okuyucunuz / yorumcunuz var. Neredeyse her yazının altında kendi egosunu göstermek zorunda hisseden bu grup, başkaları bir şeyler yazdığında oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi saldırganlaşıyor. İki yol var bu tip insanlara karşı izlenebilecek. Birincisi bu ileti gibi bir şeyler yazıp durumun farkına varmasını sağlamayı ummak, ki bence hiç bir işe yaramayacaktır. İkincisi ise sessizliği seçip onu kendi egosuyla başbaşa bırakmak. Ben ikinci yolu seçiyorum." S.Ö. Bilinsin istedim. Aslında yapacak çok şey yok. Var mı acaba? K.A.
10-08-2015 14:52 (45)
Ben de sizleri kendi egolarınızla başbaşa bırakıyorum öyleyse. Ecce homo ne de olsa. Ha guzularıma. Herkeşe bol lifli, sıfır şekerli, piliçsiz, alkol yerine antidotu olan haplı, süper "eşitlikçi", über enverhocacı, çok toplumcupıtlı, koyu Küba soslu, hep cücükburcuvaya sövmeli, ful üstü ful imanlı, doktor bağyandan, az kullanılmış bırodvey muadili günler dilerim. Baş baaaş! Arif Yavuz Aksoy yapılacak gerçek işlerine dönsss
10-08-2015 15:15 (46)
Arkadaşlar, bizim editörler olarak samimi isteğimiz ne onun ne bunun gitmesi. Yorumların yararlı olduğu, canlılık getirdiği ve meraklıları için fikir ilerletici olduğu da açık. Bunları onaylaylarken çok yoruluyor ve endişe ediyor muyuz? Evet. Fakat bu işin başka yolu yok. Gönül ister ki yorumcular hem yorum yazsınlar, hem de daha sakin olsunlar. Özellikle yorumlarda müthiş bir sözel saldırganlık havası birçok okuru rahatsız ediyor ve defalarca şikayet aldık. Bir kısmı bize yönelik hakaretli yorumları zaten yayımlamıyoruz, bir de onları görseler... Sonuç olarak keşke kimse ayrılmasa, küsmese, bunu bir hayat memat meselesi yapmadan rahat şekilde (bir ara espriler ağırlıktaydı - sonra şiraze iyice saptı) yorumunu yazıp çekilse. Sonuç itibariyle İNSAN BU ve ayrıca insan birbirini değiştiremez. Etkilemek içinse birkaç söz edip çekilmek en iyisi. Bunu biz de başaramıyoruz çoğu zaman. Herkese içten saygı ve sevgi. Kaan A.
10-08-2015 16:48 (47)
Sayın Kaan Bey benim yorumumda da mı saldırganlık buldunuz? Neresinde? Okşan
10-08-2015 21:52 (48)
a.y.a 'ya: iyi hadi alkolü serbest biraktim :)) rahat ettin mi? Yeterki sen üzülme guzum. Seckin Sefi
11-08-2015 18:36 (49)
Kanserde patlama olması için yüzde kaç sizi keser? Salgın hastalık mı bu? Var işte artış, oran düzenli olarak artıyor. Üstelik bunu "farkındayız kanseri yeneceğiz" lafını motto yapmış olan bir yönetim anlayışı bile kabul ediyor ve yayınlıyor artan oranları ki bırakın yenmeyi, yenildiklerinin kabulüdür. Üstelik azalan hiçbir kanser türü de yok. Buna rağmen dürüstçe istatistiği yorumluyorlar ve bir tablo üzerinden kanırtıp ta kendilerini aklamaya çalışmıyorlar. Çünkü durum tevil edilemeyecek kadar açık. Toplumumuzda, bir çok kanserde yeni olguların görülme sıklığı artıyor. saygılar. mehmet harma
12-08-2015 18:25 (50)
bilimseverler, bilim aşıkları https://banvitesor.com/ sitesindeki videoları ve sorulara verilen cevapları bir incelesinler, bir kritiğe tâbi tutsunlar bakalım.
14-08-2015 14:30 (51)
YD. (Bu ilk paragraf tekrardır) Tartışmaya katılan herkese bir kez daha teşekkür ediyorum. Benim katkılarımın ve yanıtlarımın aralıklı olmasının iki önemli nedeni (1) tartışmanın gelişme yönünü izlemem ve (2) yaz nedeniyle izni kısım kısım kullanıyor olmamdır. Bir önceki hafta sonu erişim şansım vardı, ama klavye uymadı; bu hafta başı ise üç günlüğüne yoktum, son yanıtları pazar itibarıyla girip kısa bir ara daha verdim. Dolayısıyla özellikle vurgulamak isterim ki “mistik adam, takılmıyor” şeklinde bir durum yok. Bazı noktalarda ise daha özel açıklama gerekiyor: (26) Bu konuda benim okuduğum iki referans var, Ruhl CE, Everhart JE. Risk factors for inguinal hernia among adults in the US population. Am J Epidemiol 2007; 165:1154-1161.; ve Dabbas N, Adams K, Pearson K, Royle GT. Frequency of abdominal wall hernias: is classical teaching out of date? J R Soc Med Sh Rep 2011; 2: 1-6. İkincisi İngiltere verileridir ve başlığı bile dikkat çekicidir İnternet üzerinden erişebilirsiniz. +++
14-08-2015 14:30 (52)
+++ (27) Aynı şey elbette diğer hastalıklar için de geçerlidir. O noktada bizim hastalıkların değerlendirilmesindeki “organ işlevi” açısından yaklaşımımız açığa düşmeye başlar. Biz organın işlevini hep kendi becerisi olarak algılarız, ama parankim dokusu içinde bulunduğu matrikse tabidir. Bir etken bağ dokusunu etkiliyorsa, bütün dokuları da bir şekilde etkilemeye başlar, o yüzden hastalıkların belli bir birliktelik halinde artıyor olması şaşırtıcı olmaktan çıkar. Hatta bu durum enfeksiyonlara eğilim (etkenin ortamla ilişkisi) şeklinde de kendini gösterir. Tüberkülozun sosyoekonomik koşulları kötü bireylerde daha sık görülmesi sanırım herkesin genel bilgisi dahilindedir, peki, aynı şeyin hepatit için geçerli olması neden bu kadar şaşırtıcıdır? +++
14-08-2015 14:31 (53)
+++ (33) Arif Yavuz Aksoy arkadaşımız müsterih olsun, benden “guru” falan çıkmaz, sadece naçizane görüş paylaşıyorum. Ne var ki kinolon meselesini çok okudum, erişkin bireylerdeki kullanım süresi ile büyümekte olan civcivdeki kullanım süresi ve etkisi elbette bir tutulamaz. Malum bu ilaçlar hamilelerde ve çocuklarda hiç kullanılmaz, kondrotoksisite ciddi sorundur. Endüstrinin kullandığı “koruyucu” mantıklı antibiyotiklerin bir kısmı insanlardan çekilip (yanılmıyorsam 60 küsur Aşil tendonu kopması yeterli bulunmuş) bu alana aktarılmış, bir kısmının etkileri, metabolizmaları vb. zaten hiç sınanmamıştır. Buradaki temel yanlış “antibiyotik sadece kandadır, son on gün keseriz, sonra da pilici keseriz” kabullenmesidir, sadece kanda olan bir şey damarlanması son derece az olan tendonu neden koparsın ki? +++
14-08-2015 14:31 (54)
+++ Kanser, diyabet , obezite vb. hastalıklarda ciddi artış olduğu ise pek tartışma götürür gibi görünmüyor. Geçen sene DSÖ Dünya Kanser Günü’nde “kaçınılmaz artış var, önleminizi alın” şeklinde biraz çaresiz bir açıklama yaptı, bana göre havlu attı.
14-08-2015 16:07 (55)
anında yanıt: 51 numaralı yorumda verilen 2 referansta da fıtık prevalansının 3 kat arttığına dair en ufak bir değini yoktur. hele böyle bir artış olacaksa bile bununla ilgili belirleyici faktörün tavuk tüketimi olduğunu düşündürecek ima bile bulunmamaktadır. BİLAKİS, referansların ikincisinde sıklığın genel anlamda düşüyor olabileceği yönünde yorum bile mevcuttur. orada "klasik öğreti"nin demode olup olmadığı yönündeki sorgulama hiç de Yavuz Dizdar'ın kastettiği anlamda olmayıp, "eskiden çok femoral fıtık giriliyomuş, şimdi orta hat fıtıkları daha çok yapılır olmuş; acep eskiden verileri biraz sallamasyon mu kaydetmişlerdi" mealindedir. NOKTA! sanırım yeterince "açımlayıcı" ve "eytişimsel" olmuştur. hmmm? cuma mübareksss değil. cuma bitti!
14-08-2015 16:08 (56)
soru: HIV hangi matrikste, hangi parenkimi tutuyordu da fakirlik ya da piliçli beslenme neticesinde o matriks bozuldu ve afrikada daha çok enfeksiyona neden oldu? böyle bir iddianız oldu mu, olmadı mı? mesele tüberküloz için de mi böyleydi? demek fakirlikten matriks bozuluyor. sonra da gözlüklü zenci bizi karşısına oturtup "kırmızı mı, mavi mi" diye hap tercihiyle mi başbaşa bırakıyor? acaba kötü beslenme genel bir immünite sorununa yolaçıyor olmasın? erkan yolaç ne alemde? evet? hayır? sorular sorular...
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210296
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.