Aşırı “insanlaşma”: insan türünün “Rachel Corrie hali”
Bir şeyi söylemenin en etkili yolu o işi yapmaktır.
J. Marti
Bir insanda olabilecek en yüce erdem nedir? Cömertlik? Sabır? Fedakarlık? Empati? Tevazu? Kararlılık? Cesaret? Bu erdemlerin birçoğu birbiriyle akrabadır ve hepsi de saygı duyulacak erdemlerdir. Fedakarlıkla cesaret iç içe geçmiştir; bedel ödeme bunların doğal sonucudur. Bir fikri savunan ve bu fikir uğruna fedakarlık edip bedel ödeyen bir insan, başkalarında saygı uyandırır. Söyledikleri yanlış olsa bile o yanlış uğruna ödediği bedel saygındır. Tersi bir durumda en doğru şeyi savunsa dahi, bunun için hiçbir bedel ödemeyen insanda itici bir şeyler vardır.
Bedelsiz söz, maliyetli yaşam
Doğruları söylemek elbette önemlidir ama en önemli şey bu değildir. Ödenmemiş ya da başkalarına ödetilmiş bedeller bu doğruları değersizleştirir, içeriğini boşaltır.
Açgözlü olma.
Yalan söyleme.
Başkalarına yardım et.
Hammurabi kanunlarında ya da insanlık tarihindeki en ilkel kabilelerin kültürlerinde bile bu ve benzeri ahlaki öğretiler görürüz. Yani bunları dile getirmenin özgül bir yanı yoktur. Bunları söylemek bir insanı saygı duyulması gereken bir ahlak teorisyeni yapmaz. Bunları söylemenin fazla bir maliyeti de yoktur. Ancak bunları yaşamanın bazen çok ciddi boyutlara ulaşan bir maliyeti vardır. Yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, kendini başkalarının yerine koyabilmek, yardımlaşmak vs. Bunlar bir insanın yaşamında ciddi bir kısıtlama gerektiren davranışlardır. İşte esas saygı duyulacak olan budur.
Bilgisayar başında erdem!
Bilgisayar başında “başkalarının acılarını paylaşmalıyız” diye facebook gönderileri “share” eden “like” edenler saygı uyandırmaz ama hiçbir maddi karşılığı olmadan İngiltere’den çıkıp cumhuriyetçilere yardım etmek için İspanya İç Savaşı’na giden ve 30 yaşında ölen yazar Christopher Caudwell saygı uyandırır.
Şu an okuduğunuz yazıyı benimseyerek okuyor olsanız dahi beğeninizde büyük boşluklar vardır. Bu yazıyı yazmak, bir oda, bir bilgisayar, insani bir oda sıcaklığı, yeterli bir tokluk, kısacası asgari bir konfor gerektirir. Bu yazı masa başında bilgisayarla yazılmıştır ve yaşamla sınandığına dair elinizde hiçbir kanıt yoktur. Erdemler, ancak yaşamla buluştuğunda hak ettiği saygıyı görür. Kalem-klavye başındayken söz edilen erdemlerin hangisinin sahte hangisi gerçek olduğu, ancak yaşamla sınandığında ortaya çıkar.
Başkasının acısı nasıl hissedilir?
“Başkalarının acısını hissetmeliyiz” cümlesi tvittırda, feysbukta, üniversite kantininde, bar koltuğunda ya da bu yazıda suya tirit bir klişedir. Ancak Amerika’dan Filistin’e gelip Filistinli bir ailenin evi yıkılmasın diye mücadele ederken İsrail dozerinin altında kalan Rachel Corrie’nin yaşamında, bu cümle, erdemin saf hali olarak yüreğe oturur.
Başkasının acısı işte böyle hissedilir; Rachel Corrie’nin dünyaya, tarihe ve bizlere yaşamıyla söylediği budur.
Söylediklerinden muhtemelen kendisi bile habersizdi!
Rachel Corrie ve onun gibiler, bizim gibi sıradan ve çoğunlukla da günübirlik yaşayan insanlara eşikler üretir; yaşamlarını, kanlarını vererek… Onlar, vazgeçtikleriyle insan türünün ileri uzantılarıdır; “insanlaşma ansiklopedisi”nde “erdem” sözcüğünün anlamını zenginleştirirler.
İnsan türünün “Rachel Corrie hali”
Rachel Corrie gibiler, biz sıradan insanları gülünçleştirir, karikatür haline getirir. Yaşamıyla “fedakarlık” ve “vicdan” sözcüklerini nasıl da derinleştirmiş, sözcükleri asıldığı yerden indirip hayatla nasıl da birleştirmiştir.
J. Marti “bir şeyi söylemenin en etkili yolu o işi yapmaktır” demişti. Rachel Corrie ne demiş olursa olsun bundan daha iyi söyleyemezdi.
İnsanlaşmanın “doz aşımı”
İnsan türünün bir “Rachel Corrie hali” vardır; insanın bu türü, bir ahlaki konumu, insanlaşma sürecinde bir eşiği temsil etmektedir. Rachel Corrie, insanın bir çeşit “aşırı hali”, insanın “aşırı insanlaşması” dır. Kendi insanlığını yüklenmemiş olanların da insanlığını sırtlamış, içinde başkaları için de insanlık taşımaktadır. Sonunda yaşamını yitirdiği için onu “yanlış” zamanda, “yanlış doz”da fazlaca “insanlaşmış” bulanlar çıkacaktır. Ama tam da böyle “aşırı”ya gitmiş muhterem ölüler yüzünden sürmüyor mu insan türünün varlığı? Sokrat’tan Bruno’ya, Spartaküs’ten Müntzer’e… Hepsi de “aşırı” insanlardı, “fazlaca” insanlaşmışlardı. Her muhterem ölü, insanlığın belleğinde hak ettiği yeri er geç alır. Rachel Corrie öleli 12 yıl oldu. Onun 24 yaşında genç bir kadın olarak vazgeçtikleriyle, yazdığım bu yazının sözden yapılmış olmasından kaynaklanan hafifliği ve yaşamla sınanmamış uçuculuğu arasındaki korkunç bir zıtlık var. O 12 yıldır ölü, ben ise hala yaşıyorum. Kafatasım kırılmamış, bir buldozerin altında kalmamışım ve bu yazıyı yazabiliyorum. Bu yazıyı yazarken duyduğum utanç, onun sadece “insanlaşma” etkisini değil aynı zamanda “insanlaştırma gücü”nü gösteriyor.
“Büyük ölü”lerin büyüklüğü böyledir işte; insanlaşırken insanlaştırırlar da.
Büyük bir olasılıkla hepimizin içinde bir yerlerde bir “Rachel Corrie hali” var; bazılarımızda hemen elimizin altında, bazılarımızda ise çok derinlerde gömülü ve fazla kullanılmamış olarak... İnsanlaşmak için bu yönümüzü bulunduğu yerden çekip çıkarmak, büyütmek, buna tutunmak, bu halimizin altını çizmek gerekiyor.
Taylan Kara
taylankara111@gmail.com