Yavuz Alogan'ın "Puşt" başlıklı yazımıza (bilmeceye) cevabı, Kaan Arslanoğlu'nun ona cevabı

Sevgili Yavuz Alogan, sağolsun, bilmecemizi bilip dolmakalem hediyemizi kazanmakla kalmadı, yazımıza cevaplar da verdi.

Önce olayı onun Aydınlık'ta yazmaya başlamasından kaynaklı bir gönderme sandı, ama bu böyle değildi. Doğu Perinçek ve Aydınlık hakkında daha başka olumsuz şeyler de yazdım, bunları gizlemiyorum, şimdi de orada yazıyorum, neresi tuhaf bunun, demeye getirdi.

Olgunun o kısmı da tuhaf. Söz konusu yazıda makalenin tamamını aktarmamıştık, örneğin şöyle bir ifade daha var Alogan'a ait: "Böyle bir liderin, en yakınındaki ve en uzağındaki herkese kulaklarını tıkayarak, kendi saplantılarına göre yukarıdan aşağıya inşa ettiği parti, Gramsci'nin sözleriyle 'teknik olarak bir polis örgütüdür.' "

Fakat insan başka insanlar ve gruplar hakkında yanılabilir, sonradan yanılgısını kabul eder, veya yanıldığını kabul etmeden onlarla birlikte hareket eder; o da biraz tuhaftır ama, ikincil bir tuhaflıktır bu.

Asıl tuhaflık Kürt sorunu gibi Türkiye sosyalist hareketinin son otuz yılına en büyük damgayı ve darbeyi vurmuş temel bir sorunda Alogan'ın 180 derece farklı düşünmesidir, 1995'de o yazıyı yazdığı zamanki duruşuna göre.

Bunu söylediğimde Alogan, bunun böyle olmadığını iddia etti ve aşağıdaki yeni yazısını gönderdi cevap olarak yayımlansın diye. Bu yazı RED Dergisi'nin Eylül sayısında yayımlanmış. Sevgili Alogan dedi ki, "Kaan, tartışmak istiyorsan al koy bu yazıyı (RED dergisinin bu ayki sayısında yayımlandı). Bu yazıya 180 derece ters düşen bana ait bir yazıyı arşivinde bulursan, ikisini yan yana koy."  

Tamam, yazıyı koyuyoruz, cevabı da en sonunda vereceğim.

Ama şu var ki, Alogan'ın böyle bir iletişime girmesi (aslında son derece normal olmakla beraber) pek alışılmadık değerli bir tutumdur, insani bir erdemdir birçok bakımdan. Her şeyden önce iyi niyetini ve kendine güvenini gösterir. Böyle tartışmalar üstünden, son derece saygılı ve medeni şekilde diyalog kurmak istediğimiz bazı teorisyen büyüklerimiz ise, görmedim, duymadıma yatıyor, "ağır abi"liği oynuyorlar.  

Bilmiyorlar ki, sorun Ahmet ile Mehmet arasındaki tartışma değildir. Bu şekilde kaçmaksa hiç çözüm değildir. Gerçeğin sillesi ağır veya hafif abi tanımaz, tüm abiler "suskunluk suikasti"yle bir süre idare ederler, ama o arada kişiliklerinden kaybederler.    

K.A.

SOSYALİSTLERİN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI!

Bir grubun ya da partinin “resmi görüş”üne bağlanmamış bir sosyalist için  en zor şey PKK hareketi hakkında yazmaktır. Hakan,  Kürt hareketi hakkında yazmamı istediği zaman ilk aklıma gelen bu oldu. Kendisi, telefonda, bir an durakladıktan sonra, “Fakat lütfen hakaret olmasın” deyince, bu görüşüm iyice pekişti. Gerçekten çok zor… Arkadaşımın “hakaret” dediği şeylerin zirvesi, yıllar önce Ahmet Kaya hakkında yazdığım bir yazıda kullandığım şu ifadedir: “Örgütün Serok’u  henüz Şam’dan ayrılıp dünyanın bütün istihbarat örgütleri tarafından ping pong topu gibi oradan oraya savrulduktan sonra Türk istihbaratının eline geçmemiş; gözbağı açıldığı anda milyonlarca tv. izleyicisinin gözü önünde, ‘Benim anam da Türktür; size her konuda yardımcı olurum,’ dememiş; güdümlü siyasetini İmralı’dan sürdürmeye başlamamıştı.” Bunca zaman (yedi yıl)  sonra bu ifadenin, ironik olmanın yanı sıra biraz sert olduğunu, gerçekliğin sadece bir yönünü ortaya koyduğunu belirtmek durumundayım.

            Ancak sorun da zaten  bu noktada ortaya çıkıyor. PKK gerçekliğini  “sadece bir yönü”yle değil, bütün yönleriyle ortaya koymak; kolayına kaçmayacaksak, yani Lenin’den  “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”na dair 1920 tarihli birkaç alıntı yaptıktan sonra, “ezen ulus sosyalistleri olarak Kürt halkının özerklik/bağımsızlık mücadelesini, ayrı devlet kurma hakkını destekliyoruz” gibi klişe bir sonuç cümlesi kurmayacaksak,  gerçekten çok zor.

            Bu nedenle, sorunu sınırlandırmak, daraltmak gerekiyor.

 

Mevcut durum

            Öncelikle, PKK’nin bugüne kadar gelmiş geçmiş ulusal kurtuluş mücadeleleriyle kıyaslandığında, tarihin kaydettiği en güçlü ve   çok yüzeyli  hareket olduğunu, tarihsel süreçlerin sunduğu bölgesel güçlenme fırsatlarından mükemmel biçimde yararlandığını kaydetmek gerekir.  Aynı anda, dağda gerillası, sınır ötesinde askeri gücü ve karargâhı, neredeyse bütün bölgede savaşma kabiliyeti, dünyanın belli başlı metropollerinde temsilcileri, büyük para kaynakları var; TBMM’de milletvekilleri, günlük gazeteleri, yurt dışından yayın yapan televizyonu, yayınevleri, stk’ları, görsel medya konuşmacıları, kanaat önderleri de var. Üstelik hükümetle, hem  devletin istihbarat örgütü aracılığıyla, hem de Kandil ile  İmralı-MİT  (yani sınırların ötesinde bir dağ ile Marmara denizinde bir ada) arasında aracılık yapan unsurları  var. Yeryüzünde gelmiş geçmiş hiçbir egemen devlet ile onunla mücadele eden bir  silahlı örgütün yaşamadığı ve bundan sonra da yaşamasının mümkün olamayacağı bu dramatik iletişim sayesinde  örgütün asgari programının gerçekleşmesi için mevcut hükümete yasa yaptırma, kararnameler çıkartma gücü var.

            Özetle, yukarıdan, belirli bir mesafeden baktığımız zaman PKK’nin hiçbir eksiği ya da yoksun olduğu hiçbir mücadele alanı yok: legal ve illegal, askeri ve  siyasi örgütlenmeyi mükemmel biçimde birleştirmiş; her türlü propaganda aracına  sahip.  Hem büyük askeri çatışmalarla, “ülkeyi bölmek”le tehdit edebiliyor, hem yeni Cumhurbaşkanı’nı ayakta alkışlıyor, hem Haziran  Ayaklanması’nda ölenlerin yasını tutuyor; bir yandan asker alma, silahlanma, mevzi tutma faaliyetlerini sürdürürken, öte yandan yeni bir rejim önererek hepimizin ulusal narın içindeki  farklı tanecikler olduğumuzu söylüyor.

 

Peki bu nedir?

            Bu bir millî harekettir. Millî hareketin en saf, sınıfsal  olarak en ayrışmamış halidir.  Geç milliyetçilik olarak Kürt hareketi,  1983’ten beri oluşturduğu imkânları geliştirerek ve emperyalizmin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme girişimi sırasında ele geçirdiği fırsatları değerlendirerek  geri dönüşü olmayan bir noktaya ulaşmıştır.  Bölgeyi şekillendiren ve Birinci Körfez Savaşı’ndan itibaren Kürtlere alan açan güç Amerikan emperyalizmi  olduğu için, bu millî hareketin mücadele hedefi batı emperyalizmi değil,  kendi sınırları içinde kalan bölgeleri yeni bir devlet oluşumuna kaptırmak istemeyen Türkiye, İran, Irak ve Suriye’dir.

            Ancak bölgedeki diğer Kürt hareketleri ile PKK arasında çok önemli  farklılıklar vardır. Bizdeki hareketin öncü kadroları 68 kuşağından gelmektedir, gençliklerinde sosyalist kültürle tanışmışlar ve ilk kuruluş bildirgelerinde, nihai hedeflerinin “bağımsız, birleşik, sosyalist Kürdistan” olduğunu açıkça ilan etmişlerdir. İlk bayraklarında sarı yıldız ve orak çekiçli amblem vardı. Bu yüzden kültürel temel bakımından PKK’yi bir aşiret ağası olan Barzani’nin hareketiyle kıyaslayamayız (Talabani hareketi de başlangıçta Maocu bir çizgi izliyordu). PKK, modern bir gerilla hareketidir; ortaçağdan hortlamış bir yamyamlar ordusu değildir.

            PKK, çağın ruhuna (zeitgeist) uyarak sosyalizmden vazgeçmiştir. Sosyalist argümanların her türlüsünü terk etmiştir.  Kendi içinde bütün sınıfları (burjuvasından toprak ağasına, zengin ve orta  köylüsünden proleterine kadar)  ve bütün ideolojileri (Sünni İslam şeriatından  Anadolu Aleviliğine, elbette sosyalizme kadar) barındıran bir  millî hareket orak-çekiçle yoluna devam edemezdi.  Bu noktada hiçbir fanteziye yer yoktur. Başka deyişle, PKK’yı sosyalist olmadığı, emperyalizme karşı mücadele etmediği, AKP’yle ittifak kurduğu için kınamak saçmadır.  Ancak tavırsız kalmak da güçsüzlük belirtisidir, sürüklenmedir.

Fakat öte yanda, PKK bir aşiret olmadığı  ya da aşiret düzenine dayanmadığı, sosyalist bir geçmişten geldiği için ister istemez ırkçılığa yakın bir milliyetçiliği benimseyemezdi. Bu nedenle, programatik/ideolojik bir tutum almaya  mecbur kaldı. Bu tutumu liberter sosyalist/anarşist Murray Bookchin’den aldığını sanıyorum (Öcalan’ın cezaevinde bu özgün yazarı incelediğini, fikirleri üzerinde “derinleştiğini” biliyoruz). Dolayısıyla, özellikle BDP/HDP’lilerin kullandıkları “radikal demokrasi”, “demokratik özerlik” gibi kavramların (“komünalizm”, “demokratik konfederalizm” vs) ve  bu kavramlardan türetilen programatik  görüşlerin tamamen mesnetsiz olduğunu söyleyemeyiz.  Bildiğimiz teorik anarşizmin “federalist” seksiyonundan geliştirilmiş enteresan görüşler bunlar… Bu arada,  Kürt hareketinin önüne demokrasi, özerklik, yerel yönetim gibi bir perspektif koymanın  parlak bir politik fikir olduğunu  kabul etmek durumundayız. Bu parlak fikir sayesinde HDP, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında propaganda alanını Türkiye’nin  batısına doğru yayabildi, CHP’den memnun olmayanlardan sosyalistlerin bir kısmına, çevrecilere, cinsel tercihi farklı olanlara kadar geniş bir kitleye hitap edebildi.  Herkesi demokraside “eşitlemek”, herkesi bölgesel özerkliğe cesaretlendirmek gayet parlak bir propaganda yöntemidir. Kendisine “sosyalist” diyen bazı  arkadaşların “milli meselede ezilen ulus halkı”nı desteklemek şöyle dursun, ona bizzat katılmaya kalkışmaları da kendilerinin sosyalizm kültürünü açığa vuran  gayet enteresan bir başka olgudur.

PKK özünde “seküler” bir harekettir.  Kürt kadınını özgürleştirmeye çalışmıştır,  güneydoğunun feodal yapısını önemli ölçüde zayıflatmıştır. “Feodal ağa” karakteri, karşısında PKK’yi bulmuştur ve  silahlı Kürt kadınını yeniden hamur teknesinin başına oturtacak bir güç  kalmamıştır. Türkiye AKP eliyle gericileştirilirken, PKK’nin sosyal ortamında bu türden bir gericilik yoktur.  Bölgedeki düşmanları  esas olarak, IŞİD, Hizbullah, Fethullah ve  AKP’nin “açılım”a rağmen “Kürdî ümmet toplumu” yaratmaya çalışan kadrolarıdır.  Serok’un talimatıyla toplanan “İslam Konferansı”nın ya da  Altan Tan’ın savunduğu tarzda şeriatçılığın PKK ortamında şimdilik  belirleyici olmadığı görülüyor.

 

Ve sosyalistler

            AKP ülkeyi bölmüştür. Kürtlere dönüp, “Siz varsınız; tek bir  diliniz, kültürünüz ve tarihiniz var” demiş, sonra Türklere dönüp, “Siz yoksunuz; Çerkezler, Abhazlar, Boşnaklar, Türkmenler, Lazlar ve diğer etnik gruplardan oluşan bir bulamaçsınız, sizin tek  kültürünüz, tek diliniz yok” demiştir ve bütün etnik grupları İslam ortak paydasında birleştirerek bir “ümmet” oluşturma niyetini dile getirmiştir. Tek başına bu durum bile bir iç savaş dinamiğidir.

            Bu muazzam bir manevi kopuş ve parçalanmadır.  Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluş temellerinin reddedilmesidir, Cumhuriyet tarihinin inkârıdır. Sosyalist solun bir kesimi bu durumdan hoşlanmış, burada “demokrasi” ya da ilk-ÖDP kültüründen bulaşan “çoğulculuk/çeşitlilik/farklı hassasiyetlere riayet” gibi bir şeyler görmüş; diğer bir kesimi ise bütün bu olup bitenleri dikkate almamış, görmezden gelmiş ya da önemsememiştir. Oysa bu, etkileri ve sonuçlarıyla bu yüzyılı belirleyecek olan çok büyük, çok ciddi bir  dağılmadır.

            Türkiye’de 1988’den beri kurulan bütün sosyalist partiler ve  hareketler  Kürt hareketinin gölgesinde kalmıştır. “Milli mesele” bütün sosyalist hareketlerde, partilerde, dar dergi çevrelerinde bile ayrıştırıcı  rol oynamıştır.  Bir tarafta her türlü askeri ve siyasi imkâna sahip, bazen sol bazen sağ jargon kullanan etnik temelli bir ulusal hareket; öte tarafta, 12 Eylül  darbesiyle kitlesel/sınıfsal  bağlarından kopmuş, kendisini var etmeye, siyasi partiler rejimi içinde tutunmaya, seçimlerde oy almaya çalışan ve her defasında başarısız olan, üye ve taraftar kitlesi sürekli sirkülasyona ve erozyona tâbi, her bir grubunun kendi içinde sürekli bölündüğü bir sosyalist hareketler kümesi… Sosyalist solun  son 28 yıl içinde hiçbir mevzide tutunamadığını, tutunuyormuş gibi olduğu bütün mevzileri kaybettiğini; özetle, anlamlı bir kitle temeli oluşturamadığını, günümüzde kıymet-i harbiyesi olan bir güç sayılamayacağını söylemek abartılı olmaz. Sosyalistler ilk kez “demokrasinin süsü” gibi bir şey oldular: “Bakınız, ne kadar demokratiğiz; komünistler ve LGTB bireyleri bile  örgütlü;  İstiklal Caddesi’nde ve Konur’la Yüksel’in bitiştiği yerde  serbestçe gösteri yapabiliyorlar.”

            Haziran Ayaklanması sosyalistlerin bu durumunu ne ölçüde değiştirdi? Bilemiyoruz. Bu konuda bir şeyler söylemek için vakit erken.  Fakat bu ayaklanma çok açık biçimde,  sosyalist hareketler ile Kürt hareketinin  tamamen farklı gündemleri olduğunu ortaya koydu.  Başka deyişle, “ümmet” olmak istemeyen,  her türlü sosyalisti de bağrında taşıyan  on milyon kişi AKP iktidarına karşı ayaklanırken, Kürt kardeşlerimizin hükûmetle kurdukları ittifaka nasıl  ve ne kadar bağlı olduklarını gördük. PKK ile AKP arasında, bütün emperyalist alemin kutsadığı ve cesaretlendirdiği çok  sağlam bir kader birliği var.  Bunu Haziran’da herkes gördü; “görmedim” diyen görmezlikten geliyor demektir.  Retrospektif olarak lafı kıvırmanın da faydası yoktur.

            Uzun lafın kısası: sosyalistler, emperyalizme ve AKP’nin İslamcı faşist diktatörlüğüne karşı mücadele edeceklerse, Kürt millî hareketinin PKK’siyle de, HDP’siyle de, bundan sonra kuracakları kapsayıcı kucaklayıcı “demokratik” örgütleriyle de yollarını kesinlikle ayırmak, kendi kaderlerini tayin etmek zorundadırlar. yalogan@gmail.com

Yavuz Alogan

Değerli Alogan'a cevap:

Şimdi Yavuz Alogan'ın 1995'de gördüğümüz tutumu bu yazıyla 180 derece ters değil de nedir? Arşivim çok geniş sayılmaz, iki yazısını daha buldum eskilerden, onlar da Kürt sorunuyla ilgisizdi. Ama "Puşt" yazısı ve o yazıyı yazdığı dönemki tutumu yeterince zıt değil mi bugünkü tavrıyla?

Türkiye sosyalist hareketi 80'lerin sonlarından 2000'li yılların ortalarına kadar iki büyük gruba ayrıldı ve bu iki yolu seçmeyenler tecrit edildi, ezildi. Bu yollardan biri Kürt hareketinin başındaki lider ne derse ona aynen uygun hareket edenlerdi. İkincisi sosyalizmi Türk ulusalcısı bir çizgiye oturtup devletle, orduyla, yargıyla vb.. işbirliğine girenler.

Elimdeki belge ve bilgilerden hareket ediyorum, spekülasyon yapmıyorum. Yavuz Alogan ne yapıyordu 1995'de? ÖDP'yi kuran girişimi destekliyordu, bunun devrimci-demokratik-sosyalist bir dalga yaratacağını savunuyordu. (Puşt başlıklı yazıda da var, başka yazılarında da.) Başka deyişle Ertuğrul Kürkçü, Ufuk Uras ve biraz daha olumlu diğerlerinin siyasi dostuydu. Bu girişim elimde tuttuğum Söz gazetesini çıkarıyor, HADEP'in ve onun kurduğu Blok'un ajitasyon propaganda aracı olarak işlev görüyordu. Kürt hareketini eleştirenlere şiddetle saldırıyordu.

Bu iki çıkmaz yolun ortasında sosyalistlerin bağımsız bir yol izlemesi, emek eksenli, kapitalizm-sosyalizm eksenli bir mücadele vermesi gerektiğini savunan sosyalistler de vardı o zaman: Ama onlar sansür edildiler, aşağılandılar, yok sayıldılar, başlarını kaldıramadılar. Böylece Türkiye sosyalist solunun bilinci tam anlamıyla dumura uğratıldı. Böylece ikinci 12 Eylül "sosyalistlerin" çoğunluğunca sosyalist düşünceye karşı yapıldı.

Ardından aynı kamplaşma içinde dört beş yılda bir keskin görüş değiştiren sol sosyalist kanaat önderleri yüzünden sol bilinç laçkalaştı, güvenilirliğini ve geçerliliğini yitirdi.

Amacımız geçmiş dosyaları karıştırıp kin üretmek değil. Aynı tutum sorumsuzluğu, aynı iki taraflı cendere devam ediyor. TKP'nin 2000'li yılların ortalarına doğru sosyalizmi ayrı bir bayrak olarak yükseltmesi, bu iki sosyalizm dışı odaktan farklı gerçek bir sosyalizm mücadelesi olabildiğini göstermesi dengeleri ilk kez değiştirdi. Bizim gibiler biraz nefese alabildi.

Ama iki taraflı baskı öyle güçlüydü ki (ne söylerseniz söyleyin bugün de ya "Kürtçü bölücüsünüz" veya "ulusalcı faşist", ortada durursanız aynı anda ikisi birden olursunuz) TKP bile epeyce gelişmesine rağmen baskıya boyun eğdi, bir oraya bir buraya yalpaladı, sonunda dağıldı.

Diyeceklerdir ki o zaman HADEP farklıydı, umut vaat ediyordu, şimdi farklı. Oysa PKK ve onun partileri hiçbir zaman değişmedi, ufak tefek taktik söylemsel değişiklikler dışında hiç çizgi değiştirmedi. Birileri ondan beklentilerinin ne derece karşılandığına göre, tamamen faydacı mantıkla durmadan ona karşı tutum değiştirdiler. Birileri bir yerlerde var olabilmek için başkalarının, gerçek sosyalist duruşun sansür edilmesine sürekli arka çıktılar.  

"O zamanlar PKK farklıydı" demek, AKP'yi iyice astığı astık kestiği kestik hale getirdikten sonra onu eleştirmeye başlayan liberallerin, "ama o zaman AKP farklıydı" demesine ne kadar benziyor.

Türkiye sosyalist grupları sandalye kapmaca oyunundaki gibi rastgele en yakın boş sandalyeye kendini atma telaşıyla davrandıkları sürece bu böyle gidecek gibi görünüyor.

Artık bugün neyin doğru olduğuna baktığımız kadar o doğruyu söyleyenlerin tutarlılığına da bakmak zorundayız. Beşinci bilmecemizde görüleceği üzere rüzgara göre ilke değiştiren, durmadan görüş değiştiren liderler, değişmeyen hep aynı büyük yazarlar başımızı döndürüyor.

Alogan, 1995'den 2005'e kadarki dönemde Kürt Hareketi kuyrukçuluğunu, bu anlamda ÖDP-SİP-EMEP gibi partilerin tutumunu eleştiren eski bir yazısını (eğer varsa) gönderirse bu söylediklerimin hiç değilse bir kısmını onun özelinde geri alabilirim. Bunu bilmiyormuşum, derim.     

Ne var ki şu anda üstümüzdeki sansür devam ediyor, Alogan gibi daha nice dostun sansürcülerle ortaklığı devam ediyor.

Kaan Arslanoğlu

Facebook
yorumlar ... ( 17 )
22-09-2014
22-09-2014 13:30 (1)
TKP'nin bölünmesi ile Kürt meselesinin, ve tarif ettiğiniz türden bir "ulusalcı-Kürtçü baskısı"nın bir ilgisi yok ki... Bunu biliyor olmanız lazım... hem bilip hem böyle yazabiliyorsanız, bu yaptığınıza da kestirmecilik mi denir, elmalarla armutları aynı torbaya koymak mı denir, ne denir bilemiyorum.
22-09-2014 13:30 (2)
Yavuz Alogan'ın o dönemki tavrını net olarak gösteren yazıları da buraya koymadığınız sürece, yaptığınız spekülasyondur. Cevabınıza başlamışsınız "Şimdi Yavuz Alogan'ın 1995'de gördüğümüz tutumu" diye. Hani, ne gördük? Ben bir şey görmedim. Daha önce aktardığınız "Puşt" yazısına ait alıntılar da Kürt meselesine bakışını göstermiyor. "Elimdeki bilgi ve belgelerden hareket ediyorum" diyorsanız ortaya koyun biz de görelim.
22-09-2014 13:39 (3)
Yukardaki 1.yorumcuya:TKP'nin bölünmesinde bu dediğimin etkisi şu.Bu baskı altında sosyalist hareket gelişemiyor.Baskıyı kırmak için çok farklı şeyler yapmak lazım, çok daha devrimci düşünmek lazım.Bunu yapamayınca küçük bir kitleye sıkışıyorsunuz, birbirinizle kavgaya başlıyorsunuz.TKP baskıyı kırabilseydi ayrılık olmazdı en azından bu şekilde olmazdı.Tek sebep ve tek eksik elbette bu değil.2. yorumcu ise mantığımızla dalga geçiyor. Bir kişi HADEP güdümlü bir bloğu destekliyorsa,Ertuğrul Kürkçü'ye Mahirlerin mirasçısı gözüyle arka çıkıyorsa tutumunu anlamak için başka ne yazı arıyorsunuz? KA
22-09-2014 15:19 (4)
Türkiye'de UKKTH üzerine teorik yetersizlik ve kavrayışsızlık, bu sorunun yıllarca yanlış tartışılmasına ve sonuçta bugünkü gibi içinden çıkılamaz hale gelmesine yol açmıştır. UKKTH "doğası gereği" devrimci bir talep değildir. Zamana ve mekana göre aksine gerici bir niteliğe bürünebilir. Örneğin 1917'de Finlandiya'nın talebi gerici bir talepti ve sonuçlarını biliyoruz. Oysa aynı dönemde Türkiye'nin talebi ilerici bir talepti. Buradaki kıstas talebin hangi amaca ve kime (hangi sınıfa) hizmet ettiğidir. Kendisine işçi sınıf partisi diyen bir parti, ulusal soruna sınıf ekseninden bakmalıdır. AA
22-09-2014 20:17 (5)
Ama olmamış. Nerede 180 derece iki zıt yazı yan yana. Benim yazının parantezi olan iki yazı 5587 vuruş. Cevap vermek için o kadar yer isterim. Yazılarım internette. 180 d. zıt iki yazı bulup yan yana koyana bir kalem takımı hediye edeceğim. yavuz Alogan Kaan'ın yazdıkları hakkında kanaatim şu: (devam ediyor)
22-09-2014 20:18 (6)
1986'dan sonraki sosyalist sol içi tartışmaları sadece dedikodu düzeyinde biliyorsunuz.Onu da yanlış biliyorsunuz. Emine Ülker'i, aday olduğu sırada; beni de Aydınlık'ta yazmaya başladığım gün bilmece konusu yapmanızı enformasyon eksikliğine bağlamak benim için kolay değil. Üstünüzde ne gibi "sansür" olduğunu, benim de "sansürcüler"le nasıl "ortak" olduğumu anlamadım. Çok rahat ve özgür görünüyorsunuz. Tartışmaya devam edelim. Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan neş'et eder, malûm. (bitti) Yavuz Alogan
22-09-2014 20:37 (7)
İyi, güzel de; ben ne diye yukarı mahalledeki arkadaşları futbol takımına almayınca aşağı mahalledeki ufaklıklarla voleybol takımı kuran, sonra da ötekilerin ilgisini çekince oyunu bırakıp tek kale maça dönen kendince görmüş geçirmiş abiyi kenarda elinde voleybol topu izleyen velet gibi hissediyorum? Ha beni bozmaz, her iki mahalleden de diilim, buraya yazlığa geliyorum zaten. Bu arada buradaki "belli bir zümrenin" kısa ve hüzünlü tarihi ve ona altyapı oluşturan yerli-yabancı tonlarca makus literatürde muazzam uzmanlaşmaya şapka çıkarmakla birlikte -Gün Zileli'nin sitesinde Mahir hususunda
22-09-2014 20:48 (8)
aydınlandım örneğin-; kısa süre önce Hamdi Koç uzmanı TK tarafından ortalanıp, halkların sağlığı uzmanı AA tarafından smaçlanan el bileği cerrahisinde uzmanlaşmayı, ve hatta her zaman eleştirdiğim Chopin piyanistliği gibi uzmanlıkları daha verimli bulduğumu ifade etmek isterim. Alın sizie efkar, müsademe, hatta hakikat. Şimdi siteye yeni intisap edenlerde "sen de kim oluyorsun" nevinden bir tepki uyanabilir, emin olun cehaletimden değil, gereken sakatata haiz olmamdandır bu neafet. Saygılar. Yağız Üresin
22-09-2014 20:58 (9)
Yavuz usta delil yetersizliğinden beraat talep ediyor:) Bilmece yazısını okudum. Alogan Ertuğrul Kürkçü'ye şefkatle, hayranlıkla arka çıkıyor mu çıkmıyor mu? Bu Ertuğrul K. 12 eylül sonrası Kürtçülüğünün baş mühendisi mi değil mi? O sırada Kürtçü blok kurulmuş, Alogan o safta yerini almış mı almamış mı? Doğu'ya kızabilirsin güzel, Kürtçü blokla kapıştığında ona niye saldırıyorsun hem bu kadar fevri? K.A haklı. Durum açık. Yeni delil varsa Yavuz usta sunsun.
22-09-2014 21:25 (10)
Yazı uzun, bahsi geçen tarih uzun zaman önce olunca bazı şeyler kafada netleşmiyor ve hani 180 derece karşıtlık diye soran, işin içinden sıyrılabiliyor. 1995 yılı: Sosyalist hareket iki grup 1- PKK ve onun bloğu, Kürt hareketini devrimci kurtarıcı gibi görenler (ÖDP öncesi GBK, BSP; SİP, Emek Partisi vb.) 2- PKK'yı devrimci saymayan millici kanat İP ve dostları. Başka bir kayda değer sosyalist grup, parti yok. Tek tek bağımsız sosyalistler ve ufak tefek gruplar var iki tarafı da yanlış bulan. Alogan'ın Puşt başlıklı yazısı sosyalistler arasında PKK çizgisini meşrulaştıran Kürkçü'den yana +++
22-09-2014 21:26 (11)
açık bir tavır alış. Ayrıca ÖDP öncesi bu GBK ve Blok'a devrimci, sosyalist bir kabarma yaratacak diye umut besliyor. Ben mi yanlış okuyorum, çok açık değil mi? O yüzden soruyorum, acaba sosyalistler içindeki bu Kürt hareketi hayranlığını eleştiren bir yazınız oldu mu sonradan, onu ortaya koyun. Yoksa ben sizi o safta görmekte haklı olacağım. Bu bir. devam edecek (Alogan da istediği kadar cevap yazabilir elbette)K. A.
22-09-2014 21:37 (12)
Devam: Sansür meselesini anlamadım, üstünüzde ne sansür varmış diye soruyor Alogan. Sosyalist yazarlar, birileri aralarından kayboldu mu, bu nereye gitti diye sormazlar. O yüzden ne sansürü derler sonra? Diyor ki 1986'dan sonraki tartışmaları dedikodu düzeyinde biliyormuşum. Sansür meselesini gerekirse daha da açarım, fakat bilmediğimizi siz öğretin. Şunu gayet net biliyorum 1986'dan beri: Sosyalistler arasındaki en önemli ayrım noktası Kürt hareketine yaklaşımdır. Ona karşı olanlar, onunla dost olanlar. İki grup, başka yok. Bugün de temel madde budur. Siz 1995'de neredeydiniz? Kaan A.
23-09-2014 08:15 (13)
Bu başlıktaki en tartışılmaya değer yorum YÜ'nünkidir, nokta.
23-09-2014 23:01 (14)
Anarşist olarak: yerel devletsiz özerklik gezegen genelinde yaygınlaşmadan ülkemiz buna evrilirse kuramsal gönderde defneyaprağı takılmış olur, uygulamada köle bir iktisadi eziyete maruz kalırız. PKK ve arkasına eklediği yan ürünlerine sosyalistlerin kitabi coşku ve dileklerinden bağışık olarak hülyasız göz atması gerekir. Bağlaşık mebusları ve belediye reisleri para içinde yüzmekte. Komunizmi ve devletsiz anarşik yerel dizgeyi en yanlış anlamış, akılcılıktan ve gerçeklerden habersiz düşler içindekiler olarak haliyle tarihe geçtik.
24-09-2014 00:06 (15)
Anarşist: Emperyalizm ile mücadele birinci ödevdir. PKK-Kürt hareketi emperyalizmi sevindirmekten başka bir şeye yaramamıştır. Barzani’nin peşmergeleri, PYD’nin silahlıları IŞİD, El-Kaide, El-Nusra vb ile çatışırken ölüp gidiyor. Kürtler piyon değil mi? Ölürken ana dilleri ile konuşuyorlar, ne güzel? Tüm HDP/BDP bu işten ekonomik çıkar sağlayan şarlatanlar ile dopdolu. O kadar adi bir ülkeyiz ki, güya solcu ayrılıkçılarımız bile adi menfaatleri için didiniyor.
24-09-2014 00:07 (16)
Anarşist: tarih okumalarımızın vargıları dürüst değil. Kafalardaki Kürtçü olması gerektiği sanılan “sosyalist idea” inanmak için sarfedilen çaba, cepleri doldurmak için sarfedilen çabadır. Federasyon sonrası bölük börçük halimizde RTE’nin padişah, AÖ’nün ömür boyu başkan olacağını da mı görmüyoruz? Demirtaş’ın aylık gelirini öğrenmek istiyorum. Eğer sizler de sosyalistseniz ve okuduklarınızı anladıysanız, ya bunu merak edin, ya da kendi banka hesabınızı.
22-10-2014 18:47 (17)
Sayın Aslanoğlu, Beni, taaa! 60 lı yılların ortalarına götürdünüz, TİP'in kuruluş ve yaşam savaşı verdiği yıllara... O yıllar ki Vilâyetin yanındaki genel merkezin kapılarına güm! güm! vurulan darbelerin duyulduğu yıllara... Benzer çekişmeler, araya girip çıkan kişiler, kişiler, kişiler... Yazmam gerek, sayın Arslanoğlu o günleri yazmam gerek... Sevgi ve saygılar, ali dilber
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210564
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.