“Kazançlar değil kayıplardır, kişioğlunun hayatını biçimlendiren.”
Cemal Dindar
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli ve önemli olduğu kadar da renkli simalarındandır Cemal Süreya. Onu edebiyatımızda bu derece önemli kılan unsur ise, şüphesiz ki dramatik ve yaslı yaşantısının şiirine çok net biçimde etki etmiş olmasıdır. Cemal Süreya, hayatını: “1931 yılında doğdum. Annem çok küçükken öldü. 1948’de Dostoyevski’yi okudum. O gün bugün huzurum yoktur” diyerek özetliyordu. Kendisini ise: “Çok utangaç bir adamım. Yaşım 55. Son derece utangaç bir adamım. Mesela gidip bir dükkânda bir şeyin fiyatını soramam, başkalarına sordururum çoğu zaman. Çünkü sorarsam almak zorunda kalacağımdır sanki. Bir şeyin yarım kilosunu alamam, adam kızar diye… Yazarken öyle değil. Çünkü yazmak hem bir sıkıntı, hem de bir kurtuluştur benim için” şeklinde tanımlar. İşte, yaşanılan bu hayatın üzerinden tam yirmi altı yıl geçmiş olmasına rağmen Cemal Süreya’nın, o sosyal yaşamdan, insanlardan çekinen ama yazarken kurtuluşa erişen adamın her sözü bugün yaşamaya devam ediyor.
Hazırladığı birçok önemli çalışmanın yanı sıra, özellikle psikobiyografi eserleriyle de tanıdığımız Cemal Dindar’ın bu seferki durağı, yukarıda bahsettiğimiz ve Üvercinka, Göçebe, Beni Öp Sonra Doğur Beni, Uçurumda Açan, Sıcak Nal ve Güz Bitigi şiir kitaplarının sahibi Cemal Süreya. “Tarih Öncesi Köpekler Havlıyor, Cemal Süreya’nın Psikobiyografisi” başlını taşıyan bu çalışma; “Göç/Ebe”, “Gül/Beyaz”, “Şair ve Ölüm” ve “Dostoyevski Hayranı Bir Karacaoğlan” olmak üzere dört bölümden oluşuyor. Şiirinin en belirgin özelliğini erotiklik olarak açıklıyordu Cemal Süreya. İlk şiir kitabı olan Üvercinka da bu doğrultuda izler taşıyordu. Fakat anne-babasının ölümlerinin hisleri, şiirlerinde “yas” etrafında bir döngü oluşturmaya iter onu.
Cemal Süreya’yı yas’la buluşturan durumlar elbette ki sadece ölüm değildir. Henüz altı-yedi yaşlarında, Dersim Kürt isyanında ailesiyle birlikte onu yurdundan ayıran sürgünlerin de etkisi büyüktür. Cemal Dindar’ın dediği gibi: “Zulüm, dil düzeyinde yaşanırsa, şiire dönüşür ki, öyle de oluyor.”
“Yas genellikle sevilen bir kişi yâda kaybedilen kişinin yerine konan soyut bir kavramın yitirilişine verilen tepkidir; Anayurt, özgürlük ya da bir ülkü gibidir” diyor Freud. Yirmi altı yıl içerisinde yirmi sekiz ev değiştirmek durumunda kalan Süreya için göçebelik, daha doğrusu sürgünlük, yas-içindeliktir artık. Bu yas onun, şiir duygusunu çok daha yoğun yaşamasına neden olacak ve bir şiir olmasını sağlayacaktır:
“Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri”.
Cemal Dindar’ın, bize psikolojik unsurlarını sıraladığı bu yas durumunun, özellikle ailenin önceki bireylerinde de oluşmuş olması ilgi çekicidir.
Cemal Süreya’nın şiirinin biçimlenmesindeki diğer bir önemli nokta da annesi olan Gülbeyaz’dır ki; kendisi de bu şair duyarlılığını annesine bağlıyor. Alevî bir ailenin kızı olan annesinin ölümünden duyduğu yas, şiirinde kendini çok net gösterecektir:
Meğer ne çok yanarmış canı insanın,
Baktığı yerde göremeyince görmek istediğini.
Cemal Süreya’nın Psikobiyografisi’nin en ilginç kısımlarından biri de, Dostoyevski ve Cemal Süreya arasındaki ortak noktaların sıralandığı dördüncü bölüm:
- Zalim ya da soğuk babanın varlığına karşın, sığınak olan annenin erken kaybı.
- İlk öğrenilenlerde annenin yeğin katkısı.
- Ev ortamından erken yaşta kaçma çabaları. Sonuçta yatılı okul deneyimleri.
- Gerçeklikte yaşanılmış acılı deneyimlerin anısının düşlerle dengelenmesi.
- Ölüm korkusuyla-düşüncesiyle çok erken yaşlarda tanışma…
- Varoluşu tehdit eden boyutta deneyim yaşama… Sürgünlük…
- Hayatta ya da yapıtta, oyuna ayrı bir değer biçme…
Bunlar, “1948’de Dostoyevski’yi okudum. O gün bugün huzurum yoktur” diyen Cemal Süreya’nın huzurunu kaçırmaya neden olan Dostoyevski’yle ortak birkaç noktası.
“İşte, bir yas izleği. İşte bir kendilik bilincine ulaşma, işte bir uygarlık gömleği giyinme, bir varoluşu şiirle seçme çabası…”
Mesut Kaplan
Cemal Dindar, Tarih Öncesi Köpekler Havlıyor, Cemal Süreya’nın Psikobiyografisi, Telos Yayınevi, 2015, İstanbul.