Madem başladık, birkaç söz de editörün yorumu için sarf edip, “hala içselleştirebilecek varsa” artık unutulmuş bir şiirle tamamlayalım. Bazı okurların bilgileri “tam doğru” ya da “hap” gibi istemeleri ne yazık ki akademisyenler için de fazlasıyla geçerlidir. Lakin beyaz ette olduğu üzere “ABD’den Almanya’ya piliç satmak” gibi fütursuzluk düzeyine erişen bir arsız büyümenin, “antibiyotiklerin kollajen ve GAG sentezini bloke etmeleriyle bilimsel ve mantıklı bir biçimde açıklanması” ve bunun reddedilemeyecek bir kalıntı durumuna işaret etmesi, “hap bilgi” çağının akademi için ağır depremlerle kapanacağı anlamını taşımaktadır. Nitekim BESD-BİR durumun farkındadır, son dava “halka konuşmasın, kongrelerde tartışabilir” talebiyle açılmıştır.
Ne var ki Editör Kaan Arslanoğlu arkadaşımızdan “bize bu konularda bilimsel araştırmalar sunması gerek” lafını beklemezdim. Farmakolojiden alışık olduğumuz “iki kol, 5000’er baş sağlıklı birey, ad libitum (istedikleri kadar) beyaz et, on yıl izlem” gibi bir “besleme denemesi” yapılamayacağına göre, sorunun açıklanması, aynen Jüpiter’in kaç uydusu olduğunun belirlenmesi gibi, analiz aşamasını geçemez. İnsanları makarna-perverler ve et-şinaslar diye de ayıramayız. Ama ayrıştırma (söz meclisten dışarı) genel sorunumuzdur. Nitekim bilim “uzmanlaştıra uzmanlaştıra” buralara gelmiş, nice bakir Anadolu evladı, gördü mü kongre otelindeki açık büfe standını, “hâlkın ucuz protein ihtiyacı” hedefine kilitlenmiştir. Rahmetli Sami Zan derdi, “yemek masaya geldiğinde yiyebileceğin kadar al, ama garson servisi götürüyorsa arkasından bağırma”, bu söz hala kulaklarımda. O aşamayı geçtiğimize göre, ben makarnaya şükrederim, o da yoksa aç kalmak esastır.
Beri yandan, piliç konusunda bugüne dek yaşadığım deneyimde, “birlikte çözeceğiz” önermesine karşılık gelebilecek “halk dışında” başka kimseyi de göremedim. Bu halk, diplomalı ya da diplomasız duyarlılardan oluşur, bir etki varsa tartışmasız onların başarısıdır. Ortalama itibarıyla kendini entelektüel addedip “siz hele bize anlatın, elbet çözüm üretiriz” diyen bir akademisyen ya da politikacı da olmadığına göre (bilakis kongre kapılarını bile kapattılar), aslında meseleyi yine bizzat halk çözmektedir.
3. “İstemem eksik olsun” aşaması
Ya ne yapmak lâzımmış?
Sağlam bir dayı bulup çatmak sırnaşık gibi,
Bir ağaç gövdesini tıpkı sarmaşık gibi,
Yerden etekleyerek velinimet sanmak mı?
Kudretle davranmayıp hileyle tırmanmak mı?
İstemem eksik olsun! Herkes gibi, koşarak
Yabanın zenginine methiyeler mi yazmak?
Yoksa nâzırın yüzü gülecek diye bir an
Karşısında takla mı atmak lâzım her zaman?
İstemem eksik olsun! Ricaya mı gitmeli?
Kapı kapı dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Yoksa nasır mı tutsun sürünmekten dizlerim?
Yahut eğilmekten mi ağrısın ötem berim?
İstemem eksik olsun! Tazıya tut, tavşana
Kaç mı demeli? Belki kaz gelir diye bana
Tavuk mu göndermeli? Yoksa bir fino gibi
Susta durmak mıdır ki, acep en münasibi?
İstemem eksik olsun! Bir kibar salonunda
Kucak kucak dolaşıp boy atmak ve sonunda,
Marifet şi’re koyup kameri, yıldızları,
Aşka getirmek midir, evde kalmış kızları?
İstemem eksik olsun! Yahut şan olsun diye,
Meşhur bir kitapçıya giderek, veresiye
Şiir mecmuası mı bastırmalı? İstemem
Eksik olsun! Acaba bulup bir alay sersem
Meyhane köşesinde dâhi olmak mı hüner?
İstemem eksik olsun! Bir tek şiirle yer yer
Dolaşıp da herkesten alkış mı dilenmeli?
İstemem eksik olsun! Yoksa bir sürü keli
Sırma saçlı diyerek göğe mi çıkarmalı?
Yoksa ödüm mü kopsun bir Allah'ın aptalı
Gazeteye bir tenkid yazacak diye her gün?
Yahut sayıklamak mı lâzım: “Adım görünsün
Aman!” diye şu meşhur "Mercure Ceridesi"nde
İstemem eksik olsun! Ve tâ son nefesinde
Bile çekinmek, korkmak, benzi sararmak, bitmek;
Şiir yazacak yerde ziyaretlere gitmek,
Karşısında zoraki sırıtmak her abusun.
Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun!
Fakat şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya;
Yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya.
Gören gözü, çınlayan sesi olmak ve canı
İsteyince şapkayı ters giymek, karışanı
Olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya
Kalemine sarılmak ve ancak duya duya
Yazmak, sonra da gayet tevazuyla kendine;
”Çocuğum!” demek,”Bütün bunları hoş gör yine,
Hoş gör bu çiçekleri, hattâ bu kuru dalı,
Bunlar yabanın değil kendi bahçenin malı!
Varsın küçücük olsun fütuhatın, fakat bil,
Onu fetheden sensin, yoksa başkası değil.
Ara hakkını hattâ kendi nefsinden bile.
Velhasıl bir tufeylî zilletiyle
Tırmanma! Varsın boyun olmasın söğüt kadar,
Bulutlara çıkmazsa yaprakların ne zarar?
Kavaklar sıra sıra dikilse de karşına
Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!”
Yavuz Dizdar
Resimler:
Sol üst: 25 Şubat 1997 tarihli yarı sentetik yumurta, piliç, somon, kabuklu vb. renklendiren maddeler patenti, patent sahibi Hoffmann-La Roche Inc.’tir.
Sağ alt: Yukarıdaki patentin, Roche Color Fans olarak bilinen renk kartelası, şirketin ayrılmasından sonra bugün DSM Color Fans olarak adlandırılmaktadır. Seçilen renk yeme karıştırılarak istenen sarılıkta yumurta ya da somon elde edilebilmektedir. Ne var ki pigment aslında güneş döngüsüne tabi olduğundan, bu yarı sentetik karetenoidleri biyolojik etkisi bilinmemektedir.
Sağ üst: Ekibimiz İrlanda'da (2006).
Sol alt: Ekibimiz Singapur’da (2007).
SON...