VASAT EDEBİYATI 101- İki Genç Kızın Romanı (Perihan Mağden)

(Nihat Ateş’in Çöküş Romanları kitabından kısaltılarak alınmıştır.)

“Vasat Edebiyatı 101” başlıklı yazı dizisi için, Türkiye’ye hakim edebiyat anlayışı içerisinde malzeme bulmak ne kadar kolaysa, bu “sanat anlayışı”na karşı tezler geliştiren metinler bulmak da bir o kadar zordur. Çünkü bu türden yazıların reklamı yapılmaz, okuyucunun çoğunlukla bunlardan haberi olmaz, hemen daima görmezden gelinir, yok sayılır. Bu tür metinleri mümkün olduğunca okuyucunun dikkatine sunmaya çalışıyorum. Nihat Ateş’in Çöküş Romanları kitabı bu türden bir kitap. Yıllar önce bu kitabı okumuş olduğum halde bu yazı için tekrar aradığımda bulamadım. Şu an piyasada baskısı bulunmayan bu kitabı epeyce bir çaba harcadıktan sonra ancak bir sahafta bulabildim. Bu şaşırtıcı değil elbette: bir piyasa tercihidir! Kimi kitaplar bilboardlarda, tam sayfa gazetelerde, kitap eklerinde gözümüze gözümüze sokulur, kimilerini ise dedektif gibi arasanız da bulamazsınız. Bu yazı “gözlere gözlere sokulan” kitaplardan birisini incelemektedir, bulunduğu kitabın “gözlerden kaçırılması” elbette anlaşılır bir durumdur. Bu, asimetrik ve bu haliyle çok umutsuz bir “müsabaka” gibi görünebilir. Ancak “küçücük” bir el feneriyle “kocaman” bir karanlığın müsabakası da dengesizdir. Karanlık, doğası gereği kocaman olmak zorundadır. Çöküşün romanlarına ışık tutan bu metni okuyucunun ilgisine sunuyorum.

Perihan Mağden'in ironisi ve Arajmanı

İki Genç Kızın Romanı, tıpkı Ajda Pekkan'ın sabun köpüğü gibi uçucu şarkılarının, iz bırakmayan hafifliğinde bir roman. Eskiden bu tarz şarkılara, müziğe pop müzik, popüler müzik falan denmez düpedüz arajman denirdi. Arajman karışım demekti. Türkçe sözleriyle “bizden olan" ama müziğiyle "bizden" olmayanı imlemek için daha çok halkın kullandığı bir kavramdı. Ve halkın ağzında bu şarkılar seksenlerin ortalarına kadar "arajman" olarak kaldı. "Çöküşün romanı" İki Genç Kızın Romanı ise kendi totolojik yapısı ile bir Ajda Pekkan şarkısı kadar "arajman”. Çünkü hem "neler oluyor hayatta"nın hafifliği kadar ironik ve postmodern, hem de ergenlik çağında iki kız çocuğuna varoluş sorunlarının belki de en acımasızı olan "adanmışlık" sorununu taşıtmaya çalışacak kadar acımasız ve çirkin…

Bir kurgudan söz edilebilir mi bu roman için bilmiyorum. Ama her romanın öyle veya böyle bir kurgusunun olduğu düşünülürse, İki Genç Kızın Romanı'nın kurgusu ya da konusu şöyle özetlenebilir: Behiye Boğaziçi'ni kazanmış cin gibi bir çocuk... Akıllı, titiz, hamarat. Çemberlitaş'ta oturan emekçi bir ailenin kızı. Ailesinden, kendinden utanma duygusu patolojik duruma varmış ama onların emekleriyle kazandıkları hayatı küçümseyecek kadar da yabancılaşmış. Handan, metresliği meslek haline getirmiş asalak bir kadının, Behiye ile aynı yaşlarda, liseyi yeni bitirmiş, üniversite sınavına hazırlanan kızı... Olmadıkları gibi yaşamak isteyen, olduklarının çok üstünde yaşamayı hak ettiklerini düşünen asalak anne ve “anneaneden yadigâr Muki” den oluşmuş bir "aile"...

Ben Güzele Güzel Demem Güzel Benim Olmayınca

Burada bu "güzellik" anlayışım açmam gerekiyor. Önce Orhan Pamuk'un Kar'ında K'nın, sadece "çok güzel olduğu' için Kars'taki eski okul arkadaşına vurgunluğunu hatırlayalım. Atilla Birkiye'nin Bir Yıldız Kaydı adlı romanının kahramanının ya da anlatıcısının sadece kadının "poposunun, memelerinin" güzel olmasından ötürü İstiklâl Caddesi'nde onun peşine düşmesini ve roman boyunca o poponun ve memelerin kendini memnun etmesini arzulayıp durmasını... Yüksek Topuklar'ın "güzel" kadınlarını, bu romanlardan birkaç yıl önce yayımlanan Elif Şafak'ın Mahrem romanının, aynı yazarın Bit Palas'ının hatırlanmasının tam zamanı şimdi. Bütün bu "cismani güzellik vurgusunu" İki Genç Kızın Romanı'nda da görmek mümkün. Yine bu ısrarlı "güzellik" vurgusunun bir rastlantı olamayacağı da çok açık. Çöküş romanları içinde yer alan altı romanın altısının da bu "güzellikle” bina edilmiş olmasını nasıl açıklamak gerekiyor? Ama bundan önce İki Genç Kızın Romanı'nında bu güzelliğin nasıl örüntülendiğine bakmak gerekiyor: Handan ve Handan’ın annesi Leman rahat, zengin, orta sınıfın da üstünde yaşamaları gerektiğini düşünüyorlar. Çünkü o "sınıfa yakışacak" kadar güzeller. Behiye'de "KURTULACAKSIN HİSSİ" Handan'a (Bu ve bunu gibi "his"lerin adını böyle yazıyor Mağden. Romanın dilini ve anlatımını incelerken açıklamaya çalışacağım.) sadece güzel olduğu için adıyor kendini. Ona âşık oluyor. "Güzel olduğunu biliyordu. Ama ne kadar güzel olduğunu unutmuştu. Allahım çok güzel. Göz ayrılamayacak kadar güzel (s.62) (Ne anlatım ama! Gözlerini alamayacak kadar değil göz AYRILAMAYACAK kadar güzelmiş!!!!)

"Gerçek olamayacak kadar - güzel değil yalnızca. Güzel de sadece o kadar değil. Pek çok şey. Çok çok şey. (s.72)

Behiye Handan’ın annesi Leman ile karşılaşıyor:

"Ani bir korku dalgası yalayıp geçiyor içinden. Öyle güzel ki bu kadın, öyle pervasız ki güzelliğinin içinde, insanı anında korkutuyor. Korkutuyor ve kaçma arzusu uyandırıyor. (s.80)

 "Handan istemiyor o filme gitmeyi. 'Çinliler hiç güzel olmuyor ki Behiye' Ne alakası var bi filmin içindekilerin güzel olmasıyla? Hem de çok da güzeller Çinliler: "Hiç de değiller. Hepsi birbirinin aynı. Ay filmdekiler güzel olunca, insan çok daha fazla duygulanıyor, çok daha fazla onların yaşadıklarından yaşamak istiyor bi kere Behiye." (s. 145)

Bu tip cümlelere roman boyunca daha onlarca örnek bulmak mümkün. Güzel güzel güzel, güzel kadın, güzel   kız,   güzel   anne,   güzel,   güzel,   güzel... Christopher Caudwell, Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler’inde burjuva "güzellik" anlayışını inceler.

"Asıl şaşırtıcı olan çağdan çağa  güzele  olan  tepkilerdeki değişikliktir. Hiçbir kuşak yalnızca atalarının güzel nesneleriyle yetinmemiş arzusuna göre, devraldığı güzel  geleneklerinden  açıkça farklılaşan başka şeyler de ortaya çıkarmıştır. Yalnız bu yeni görüntü eskiyi dışlamaz. Ama çöküş romanında "güzel" olan yeni görüntü, örneğin Üç İstanbul'un Süleyhası'nın görüntüsünü dışlar. Adnan, Süheyla'ya olan aşkını onun kendisinden fazla olan bilgisini, görgüsünü, ondan çok büyük bir alçakgönüllülükle sakladığını öğrenince anlar. Böyle büyük bir “ruh” nasıl onun karşısına çıkmıştır? Buradaki içselliğe ve bir aşkı ortaya çıkaran ilişkilerin insani derinliğine bakmak bile söz konusu çöküş romanlarındaki cismani ve biçimsel güzelliğe tapınıcılığın turnusol kâğıdı olmasına yeter. Yani çöküş romanının "güzeli" eski "güzele" göre gelişmemiş, bu ''ruh' yeni de içerilememiş ve yeni "güzel", eski güzelin gerisine düşmüştür. Devam ediyor Caudwell; "Eski güzellik yenide toplanmıştır."   Aksine çöküş romanının "güzel'inde bu gözükmez. Eski güzellik yenide toplanmamış, dağılmış, buharlaşmıştır.

Bu güzeller, sadece güzel oldukları için zaten hiç eleştirilmemesi gereken sınıf atlama tutkusunun, kösnül cinselliği tatmin etmenin nesnesi olma ayrıcalığının (nasıl bir ayrıcalıksa), başkasının sırtından yaşama hakkının örnekleridir. Bu çöküş romancılarınca "güzel" bulunduğunuz anda hayatınız kurtuldu demektir. Artık ne çalışırsınız, üretirsiniz ne de öteki "çirkin" insanlarla aynı düzeyde olabilirsiniz. Siz güzelsiniz... Bir de, anlatmaya çalıştığım güzel oluşun bütün göndermelerinin "kadın" ve dişi olanla ilişkilendirildiğine dikkat edilsin lütfen. Kadının gelinen post-durum içinde yerinin çok iyi belirlenmesi ve nasıl nesneleştiğini görmek gerekiyor. Kadının, "aynadaki görüntüsüne gömülmüş", imgesi dışına çıkamayan, başkaları için "güzel" olmak zorunda olan ve başkalarının güzel görme "ihtiyacını" karşılamakla görevli bir nesne olmaktan başka yaşam alanı yoktur. Hayatları bunun üzerine kurgulanacaktır. Şişme bir kadınla, insan olan bir kadın arasındaki güzellik farkı bu romancılarca idealize edilecektir. Böyle olmayan kadınlar da güzel olmak için çok "çalışmalıdırlar." Zayıflama merkezlerine gitmelidirler (Mahrem), öteki güzel olan kadınlar gibi güzelliğini kullanmayı bilmelidirler (Kar, Bir Yıldız Kaydı, Yüksek Topuklar) ve bu güzelliği gizemli hale getirmelidirler. (Bit Palas, İki Genç Kızın Romanı). Nesneleşen bir hayatın nesne kahramanları. ''Güzellik", tıpkı post-durum gibi geçici ve anlık ama o an için yaşanmaya değer bir şey olarak var artık.

İki Genç Kızın Romanı'nın kölesi Behiye ise bu iki dişiye sadece güzel oldukları için, güzellikten çıkan tütsü için vurulur. (Berger, Görme Biçimleri) Onlara yemek yapar, evlerini temizler, karınlarını doyurur. Behiye bu güzelliğe gelinceye kadar evlerinde bir ev yemeği pişmemiştir bu iki dişinin. Yapamazlar, onlar o kadar güzeller ki!'? Annesi kızının ve kendisinin karnını doyurmak için "güzelliğiyle" ağına düşürdüğü zengin adamları arar bulur. Handan ise Behiye'yi aç karnını doyurmak için bekler. Mağden ne kadar seviyor bu iki dişiyi. Onları seviyor. Onlar için çalışacak ama onların güzelliklerinden çıkan tütsünün yarattığı büyülenmişlik ve sarhoşluktan başka bir talebi olmayacak köleler gerektiğini iddia edip duruyor roman boyunca. İki Genç Kızın kölesi ise Behiye'dir. Burada şu saptamayı yapmak gerekiyor: Kitabın adında geçen kahramanlar olarak Behiye ve Handan'ı anlamayın. Romanının iki genç kızı Handan ve Leman'dır. Behiye onların tapınıcısı ve güzelliklerinin gölgesinde biraz soluklanmak isteyen bir garip yolcu, o kadar. Behiye'ler olmalıdır ki Handan'lar güzelliklerinin tadını çıkarabilsinler ve arada lütfederlerse güzelliklerinden bize biraz koklatsınlar.

İki Genç Kızın Romanı ya da Nesneleşen Dil

Mağden'in dili dokunduğu her duyguyu nesneleştiriyor. Bir nesne kılıyor dokunduğu her duyguyu. Peki bunu nasıl başarıyor? Yöntemi basit aslında. Çoğu zaman paragraf sonlarında, duygu belirten sözcükleri ya büyük harfle başlayarak yazıyor ya da bitişik yazıyor. 265 sayfalık roman boyunca binlerce var böyle sözcükler ve vurgular, ben sadece birkaçıyla yetineceğim:

"Makro'nun dehlizlerinde ileri geri giderek sıkı bir alışveriş yapıyor Behiye. Pazar günü ve sonraki günler için doldurmak istiyor. AÇÇOCUKEVİ’ni tıka basa .. (s. 113),

İNAN. İNAN (s.62),

PANİK içinde bi kere. Doğrusu bu. EROZYON PANİĞİ. (s.217),

KENDİ yüzünden Handan'ı  kaybetmekten  ağır korkuyor,  (s.216),

KIZGINLIK HALİ (s.8),

ÜZÜNTÜ, SIKINTI ve KIZGINLIK dışında… (s.8)

Bu kadar somutlanan insani duyarlılık bir "çamur” duygusu yaratıyor insanda. Çöküş romanlarının dilsellik bu. Bu dil, romanı bitirdiğimde bir çamur gibi kaldı üstümde. Bu dil bir yandan o kadar basit ve düzayak bir dil ki, öte yandan ise çeviri ve dublaj kokan yanıyla televizyondan fırlamış Amerikan dizilerinin kahramanları Türkçe konuşuyorlar sanki. Baştan bu yana yaptığım alıntılar sizde bir fikir oluşturmuştur sanırım. Ama anlatım bozukluklarına da örnek vermeliyim sıkı durun:

"Çok bebek gibi, çok arı, bahtiyar, şenler (s. 124),

En çocukluk arkadaşım benim...(s.125),

Çok kırmızı, çok canhıraş bir acı elinden fırlayıp... (s.127),

Odada sırf kahvaltının güzelliği; sırf iyi, temiz, arı, çocuk ruhlar... (s. 119).

Sen geldin ya, ben iyi oldum, TAM OLDUM (s.53),

KIZIL AYI BEHİYE: Koru bebekkızı. Koru işte! (s.136)"

Bu yıvış yıvış dille nasıl roman yazılır ben bilmiyorum. Ama Mağden'in anlatımına bir "dil" demekten çok bir tür "jargon" demek daha doğru gibi geliyor. Post-durumda on altı yaşında genç kızlar nasıl konuşurlar? Şu yukarıdaki alıntılara bakarsanız konuşabildiklerini söylemek çok zor. Onlar Fischer'in saplamasıyla bu romancıların elinde "çok, sırf ve en özel alanlar" olarak kalmaya mahkûmlar.

Sonuç

Ne bekliyoruz ki bir romandan? Roman işte. Hafif, kolaycacık okunan bir post-durum güzellemesi. Kabahat romanda değil bende. Romandan, roman gibi bir şeyler bekliyorum. Bir tat, estetik bir haz, akıcı bir dil... Mağden'in bol "oldum"lu, bir nesne-dilinden ne bekleyebilirim ki?   

Nihat Ateş

    Çöküş Romanları (sf 54-62) Papirüs Yayınları 2003

Taylan Kara

Facebook
yorumlar ... ( 1 )
01-11-2013
09-07-2014 17:08 (1)
Caudwell' e gönderme yapılarak yazılan bir yazı! İlginç 20-25 yıldır ismi duyulmaz, sadece ben okudum sanısına kapılırdım!! Teorinin bitişi pratiğe geçiş, "silah sesleri ve bahar" Caudwell budur. saygılarımla, ergün Yaşar
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211385
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.