Orta sınıfın "Öyküsü". Nereden nereye... Esendal ve Behçet Çelik...

Tarihin Denize Döküldüğü Anlar - 2

Memduh Şevket Esendal – Behçet Çelik

 

32 kısım tekmili birden orta sınıf panoraması: Esendal

 

Türkiye Cumhuriyeti tarihi aynı zamanda yeni bir sınıf yaratma projesinin tarihidir. Bu sınıfı yaratma yönünde ilk adım İzmir İktisat Kongresiyle atılır. İzmir İktisat Kongresi Lozan’ın bitmesi bile beklenmeden 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında toplanacak ve Misakı İktisad’ı kabul edecektir. Bu aynı zamanda Türkiye Cumhuriyet’in “kalkınma” için seçtiği yolun da adıdır. Önemli kuruluşların millileştirilmesi gibi dönemsel olarak alınan kararların dışında iki kritik karar daha vardır: Birincisi özel girişimcilerin desteklenmesi, ikincisi ise yatırımcıları desteleyecek kredilerin sağlanması için bankaların kurulmasıdır. Bu iki kararla “yol”un adı da konmuştur artık: kapitalist yol. Yol bu olunca yaratılacak sınıfın da ne olacağı daha açık bir hale gelir: Burjuva sınıfı. Türkiye Cumhuriyeti yaratılacak sınıfı tanımlamıştır ama bunun bugünden yarına, kolay varılacak bir hedef olmadığını da bilir. 50’lerde Demokrat Parti’nin “her mahallede bir milyoner” sloganı prim yapabilmekte, altmışların sonları ve yetmişlerde “ulusal sermaye” büyük büyük gazete ilanları vermekteydi. Aradan  geçen altmış yıl boyunca burjuvazi “ulusallığını” koruyacak, 12 Eylül ve 24 Ocak “devlet eliyle yaratılan sınıfın” ikinci miladı olacaktır.

 

Amaçlanan büyük burjuva ile birlikte orta sınıfı da, büyük burjuva ile işçi sınıfı arasında Türkiye Cumhuriyet’i tarihindeki yerini almaya başlamıştır. Orta sınıfı Anadolu’da bu projenin yürütücüsü CHP ve kadroları oluştururken kentlerde İzmir İktisat Kongresi'nin kritik ikinci kararı olan “banka”ların memurları, küçük tüccar, küçük atölye sahipleri, avukatlar oluşturacaktır.

Memduh Şevket Esendal, Sinema(1) adlı öyküsünü kongreden hemen üç yıl sonra 1926’da yazacak, Ayaşlı ve Kiracılarını (2) ise 1934’te yayımlayacaktır. Tarih denize dökülmeye, denizde kaybolmaya başladığı anları saptayacak öyküleri Esendal yazmaya başlamıştır. Sinema öyküsünün ilk cümlesi: Kulüp Sineması’nda Kahraman’ın Oğulları, yirmi dört kısımlık filmin ikinci devresi gösteriliyor.” Filmin ilk yarısı bitmiş, ışıklar yanmış, Esendal delici gözlerini sinema salonuna dikmiştir. Salonda ise Cumhuriyetin bütün sınıfları otuz iki kısmı birden bulunmaktadır. Nişanlısını alıp gelmiş bir “efendi”, bağ gözlüklü “bey”, balkonda “orta” dereceli memurlar, ön sıranın başında oturan daktilo dersleri alan iki anaç kız (Kadınlar sinemaya yalnız başlarına gidebilmeye başlamıştır artık.), Hariciye Muhasebesi'nden bir efendi daha, asker hekimi ve “En uçtaki bölmede şişmanca bir beyle genç bir hanım oturuyorlar. Erkekte, yeni açılmış bir bankanın müdür muavini suratı var. Talihinin gülerek baktığı yağlıca, iri bir surat. Kadın, biraz düşünceli, biraz mahzun görünüyor. Gülüyor ama, gene mahzun. Sanki içi sıkılıyor yahut hafif sancısı var. Erkek, bu güzel kadına yağlarına, pirinçlerine, pastırmalarına, sucuklarına bakan, zengin bakkal gözü ile bakıyor.(s.144) Esendal bu betimlemeyle bu yıllarda oluşmaya başlayan, bugün Behçet Çelik’in öykülerine konu olacak bir orta sınıf karakteri çiziyor sanki. Kadının yüzüne malı gibi bakan bir sınıfın üyesi… Ama aynı sınıfın üyesi daha sonra sadece kadının yüzüne malı gibi bakmayacak, bütün dünyayı kendi malı gibi süzmeye başlayacaktır. Bir öykücü bir sınıfın karakterini başka hangi kelimelerle bu kadar başarılı yakalayıp saptayabilir. Bu bakışı bu öykünün yazılışının üzerinden altmış altı yıl sonra Behçet Çelik’in Ağbim (3) öyküsünde yakalayacağız. Esendal’ın bu bakışı saptaması onun için önemli bir özelliktir; çünkü Esendal’ın öykülerinde böyle bir ayrıntıya çok fazla rastlanmaz. O daha çok meramını öykülerini diyaloglarla geliştirerek anlatmayı seçer. Çelik ise kahramanlarını Esendal gibi çok konuşturmayacak, o zaman Esendal’ın kahramanlarını çok konuşturarak başardığını bugün kahramanlarına jestleriyle yaptıracaktır; çünkü orta sınıf sadece konuşturarak aktarılacak tarihsel aşamayı geçmiş, onun zamanında jestleriyle de konuşabilme yeteneğini de geliştirmiştir. Esendal bütün öykülerini orta sınıf üzerine kurar. İşçiyi anlatırken bile orta sınıftan anlatacaktır. O sermaye sınıfını yaratacak projenin komiseri olarak Anadolu’yu gezerken Halkevi yöneticisinin ne kadar dirayetli ve iyi bir adam olduğunu anlatacaktır.(4)  

 

Ayaşlı ve Kiracıları ise bir roman değil bir uzun öyküdür sanki. (Ben geleneği bozmayarak burada bu eseri roman olarak anmaya devam edeceğim.) Roman 30’ların Ankara'sını bütün kirli çamaşırlarıyla ortaya döker. Dönemin gözdesi “banka” ise, romanın kahramanı da dalavereli işlere pek aklı ermeyen bankacıdır. Oysa etrafı Ayaşlı'nın evine taşınır taşınmaz bir sürü dalavereciyle dolacaktır. Bu dalaverecilerinin çoğunun sınıf atlamak ideali yanıp tutuşan halktan insanlar olması dikkat çekicidir. Cumhuriyetin yükselen orta sınıfın romandaki iki temsilcisi bankacımız ve doktorumuzdur. Bir tanesi etrafındaki “pislik” biraz bulaşmış dahi olsa, romanın sonunda saf temiz, taşralı ama kültürlü bir kızla evlenerek kendini kurtaracaktır. Doktorumuz ise zaten romanın başından itibaren ideal bir “orta sınıf” olarak iyilik timsali, sevdiği kızı arkadaşının kendisini kurtarabilmesi için, onunla evlendirmeye çalışacak kadar dost canlısı bir evliyadır. Bu orta sınıf Esendal’ın gönlünde yatan aslandır. Hayatın gerçekleri ise hikâyeci olarak Esendal’ın karşısında durmaktadır. Ayaşlı  köylü kurnazı, bir yükselen değer “para” için karısının bir ev işletmesine sesini çıkartmayacak kadar “modern zamanlara” kendisini uydurmaya çalışan biridir. Bankacımızın etrafındakiler de Ayaşlı’dan pek farklı değildir. Sahtekâr fabrikatör İskender ile yeni çökmüş hariciyenin artığı yaşlı konsolos ise yeni değerlere ayak uydurmaya çalışırken bir sabah kafası kesilmiş olarak bulunmaktan kurtulamayacaktır. Esendal, bankacımıza ve doktorumuza ne kadar şefkat doluysa, bu kişilere karşı o kadar nefret doludur. Konsolosu kafasını keserek öldürür, İskender’i hapse tıktırır, bir tanesini onulmaz hastalıklara gark edip kapı kapı çare aratır. Esendal bunları roman kahramanlarına yaparken üzülüyordur gerçekten ama elinden bir şey gelmez; çünkü Türkiye’nin geleceği bankacının ve doktorun omuzlarında yükselecektir.

 

Kızımız (5) adlı öyküsünde de aynı şeyleri görmek mümkündür. Bu ülkenin kendini topluma adamış kültürlü kadınlara ve onların gazeteci eşlerine de gereksinimi vardır. Bu öykü Ayaşlı’dan tam sekiz yıl sonra yazılır. Onları da İstanbul’dan Ankara’ya (Ayaşlı ve Kiracıları’nın geçtiği coğrafya) taşıyarak kurtarır. Esendal gözü gibi baktığı orta sınıfından kimseyi kolay harcamayacaktır.

 

Esendal’dan Behçet Çelik’e bir köprü: Orta sınıfın varoluş sorunu

 

Esendal’ın roman ve öykü karakterlerine baktığımızda onun yazdığı sınıfın sorunları arasında bir tek sorun yoktur ve o sorun da yarım yüzyıl sonra Behçet Çelik’in öykülerinde ele alınacaktır. Böylece Türkiye coğrafyasında bir sınıf karakterinin ortaya çıkmasını ve çöküşünü tamamlayan sağlam bir gerçekçi çizgi Türkiye öykücülüğünde çekilmiş olacaktır. O sorun kuruluşun orta sınıfının değil, çöküşünün sorunu olarak öykücü Behçet Çelik’in karşısına çıkar: Varoluş sorunu. Tarihin denize dökülüp kaybolacağı anlar gelip çatmıştır yine.

 

Bu sınıf, kapitalizmin zaferinin(!), hemen arkasından gelen kriz ve bugüne kadar da dalgalar halinde sürerek Yunanistan başta olmak üzere Avrupa'yı kavururken Esendal’ın gözü gibi koruduğu bankacısını bankasından ettiğinde neler olduğunu tam anlamamıştı. Esendal’ın omuzlarında “tarihsel bir görev taşıyan” mağrur orta sınıfı entelektüel değildi ancak sorumluluğunun bilincindeydi demek aşırı bir vurgu olmayacaktır. Oysa Behçet Çelik’in avukatı; doktoru, küçük girişimcisi, bankacısı oda seçimlerini kendi varlıklarını ortaya koyacakları bir alan olarak gören arkadaşlarına tam ters bir açıdan verdiği yanıtla sorunu ortaya koyar. “(Hayat) nereye gideceğini biliyor ben de onun peşindeyim. (6)” Arzu ise “küçük de olsa hayata bir müdahale şansımız var” diyecektir. Halbuki olmadığını kendisi de, öykünün kahramanı da, öykücü de biliyor.  

 

Esendal ile Behçet Çelik’in öykücülüğünün kavuşup ayrıldığı yer tam burası oluyor işte. Esendal’ın koca bir ülkenin geleceğini sırtlayacak kahramanı Çelik’in öykülerinde “hayata küçük de olsa bir müdahale şansı” aramaktadır. Öykülerinin öznesine yakıcı bir eleştirisi var Behçet Çelik’in. Bize sakın “benim öykü kahramanlarıma aldanmayın” diyor. Peki öykülerinde bunu açık açık yazmadan okuru bu kanıya nasıl vardırabiliyor? İşte Çelik’i yakıcı gerçekçiliğinin ortaya çıktığı estetik yan burası. Genellikle öykülerinin anlatıcılarını yani kahramanlarını kendisinin eleştireceği, onaylamadığı karaktere anlattırıyor ve bu açıyı okuyucu ile öykü arasına öyle bir yerleştiriyor ki buradan bir “güzelleme” değil, yakıcı bir toplumsal eleştiri çıkıyor. Kabul etmek gerekir Çelik’in kahramanları Esendal’ın kahramanlarından daha entelektüel (zaten sorun burada başlıyor) ama yine kabul etmek gerekir ki hepsi nihilist. Çelik’in orta sınıf kahramanları varoluş sorunlarını Esendal’ın kahramanları gibi yaşamıyorlar. Çoğunu uzaktaki bir sevgiliyi özlerken yanındakini küçümserken, “buralardan gitmek özlemiyle tutuşurken, firmasından sevgilisiyle ağız tadıyla bir tatil geçirmek için para çalan arkadaşını avuturken görüyoruz. Çelik’in öykülerinin başarısı, Esendal’ın orta sınıf kahramanlarının sırtında evrilmiş bir orta sınıfın bugün gelip dayandığı noktayı sorunlarıyla saptayıp aktarabilmesinde yatıyor. Kısacası Esendal’ın kahramanlarında potansiyel olarak var olan gerçekliği bugüne ekleyerek aktarıyor. Kuruluşun bankacısı idealist avukat ile çöküşün nihilist bankacısı arasındaki evrilen gerçekliğin ta kendisi bu.

 

Esendal Saide (7) öyküsünde aldatılan bir kadını anlatır. Osmanlı’nın genç idealist hukukçusu karısını aldatır ve kendine o kadar güvenir ki karısının yaptığı işi asla anlamayacağını düşünür. Halbuki karısı baştan sona bütün hikâyeyi bilmektedir. Bir gün idealist hukukçu yaptıklarını sadece karısının değil, bütün herkesin bildiğini, karısının bir notunu sevgilisinin evinde alınca anlar ve heyhat vicdan azabından her şeyi geride bırakıp bir avuç maceraperest olarak gördüğü Ankara’ya geçer. Bu öyküde anlatıcı yazardır. Behçet Çelik ise Ağbim öyküsünde yukarıda andığım estetik ilkesine uyarak aldatan kocaya anlattırır. Ağabeyi kardeşinin evliliğini kurtarmak için akşam yemeğine eşiyle gelir. Bu konu üzerine hemen hiçbir şey konuşulmaz ama ağabey kapıdan çıkarken kardeşine ailenin kutsallığı yollu bir şeyler söylemeye çalışır. Aldatan koca karısının elini güçlü bir şekilde sıkarken yengesinin ağabeyine bakışını yakalar. O an ağabeyin nasıl bir görev altında ezildiğini görür ve neden sustuğunu anlayıveririz. Çünkü ağabey de bizim bilmediğimiz, sadece öykü anlatıcısının bildiği bir zamanda karısını aldatmıştır ve ailenin önemini kardeşine karısının önünde söylemek zorundadır. Esendal’ın sucuklarına bakan bakkal ile ağabeyin karısının bakışı arasındaki ortak nokta ikisinin de insani olarak değersizleşmiş olmasıdır.

 

Tarihin denizde kaybolup gitmesine izin vermiyorlar…

Nihat Ateş

 

Dipnotlar:

Memduh Şevket Esendal, Mendil Altında, s.143, Bilgi Yay.3. Basım Temmuz 1983

Memduh Şevket Esendal, Ayaşlı ve Kiracıları, Bilgi Yay. 8. Basım Temmuz 2000

Behçet Çelik, Herkes Kadar, s. 9, İletişim Yay, 1. Basım 2002

Memduh Şevket Esendal, İhtiyar Çilingir, s. 148, 2. Basım Ekim 1997

Memduh Şevket Esendal, Mendil Altında, s.126, Bilgi Yay, 3. Basım 1983

Behçet Çelik, Herkes Kadar, s. 58, İletişim Yay, 1. Basım 2002

Memduh Şevket Esendal, Mendil Altında, s.174, Bilgi Yay, 3. Basım 1983

Facebook
yorumlar ... ( 3 )
30-03-2015
30-03-2015 10:04 (1)
comme il faut
31-03-2015 18:15 (2)
Çok zevkle okudum, eline sağlık. İlknur Arslanoğlu
31-03-2015 21:02 (3)
Bak yine aynı şey. Yazıyı ilk beğenen de benim, gel gör ki hem küçük burjuva olayını, hem onun yerlisini hem de edebiyatla örnekleyip referans vererek anlatmış diyemiyorum. Şiir mevzuundan papaz olmadan dahi "hoca beyendi sırtımız yere gelmez artık" diye laf sokuzluyordu zira. Şiiri gine anlamadım, o da ayrı. Ne yapalım, maskeli beyenir olalım bali. Sarli Mesper
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210880
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.