ABD'de kursa gitmiş subay ve polislere karşıyız. Ya ABD'de kurs görmüş yazarlara...

Bir 12 "Eylül"ü daha “eda” ettik: 33. yıl!

 

Bu yılki bütün bildirilerde "12 Eylül bitmedi, sürüyor" düşüncesi ortak bir kanı. Öyle ki belki de demokrasi görüntüsü altında daha da beter durumdayız.

 

Mahkemeler sıkıyönetim mahkemelerini aratıyor, deliller işkenceyle alınmıyor ama bu kez sahte delil üretiliyor. Neredeyse herkes dinleniyor;  sendikal haklar hak getire; son on yılda yasaklanmış grev sayısı 12 Eylül faşizmini aratır sayıda.

 

O dönemde üzerinde ayağa kalkabileceğimiz ekonomik/hukuksal kamu kurum ve kuruluşları vardı: Şimdi çırılçıplağız vs.

 

Ancak 12 Eylül darbesinin karakteristik özelliği nedir diye sorsanız kitaba olan düşmanlığıdır denir! Patlayıcılarla tabancalarla yan yana suç aleti olarak sergilenen kitaplar dünyada Hitler'den sonra sanırım bizim ülkemizde görülmüştür.

 

1980'lerin sonlarına dek bir kitap beş bin basılıyordu, sonra üç bine düştü. Bugün 2010'larda bin basılıyor. (Bu yayınevlerinin sayısının çokluğuyla açıklanabilir ama nüfusumuz da iki kat arttı: 18 milyon öğrencinin iş başı yaptığı bir ülkeyiz!) 

 

ASIL “DARBE!” EDEBİYATA YAPILMIŞTI

Biz 12 Eylül’ü, 12 Mart’a bakarak, yalnızca ekonomik ve siyasi olarak sürecek bir darbe olarak düşündük.

 

Oysa planın üçüncü ayağı -ve 12 Eylül'ün kurumsallaşıp toplumsallaşmasının ideolojik aygıtları- kültüreldi.

 

Kültürel alan anlaşılıyor ki emperyalizmin en önemli operasyon alanıdır. Bütünsel olanı yok edip kültürel olanı (etnisite ve mezhepleri) öne çıkarma işini bu araçla yapıyor.

 

“12 Eylül”le insanların zihinlerindeki "zararlı!" düşünceleri "def" edince doğacak boşluğun (kültürel alanın) doldurulması gerekiyordu. İşte “12 Eylül yazarları” diye adlandırabileceğimiz liberal yazarlar bu görevi yerine getirdiler.

 

Bu güruh, yıllarca sol düşünceden etkilenmiş/etkilemiş ve her zaman ilerici karakterde olmuş edebiyatımızı tersine çevirip sol/ilerici kültüre düşman ettiler; bunda başarılı oldular.

 

Yayın yönetmenlerinden okura, yazar ve şairin ilgi alanlarından estetik dile değin edebiyatımızı tümüyle dönüştürdüler; liberal dünya edebiyatına eklemlediler.

 

Sovyetler Birliği'nin dağılması ve çökmesi ise liberal yazarlar için çifte kavrulmuş bir durum yarattı.

 

Yaşamının on üç yılını “12 Eylül” zindanlarında geçirmiş şair Mehmet Ali Yılmaz muhalefet.org adlı sitedeki yazısında bu durumu çok iyi özetlemişti:

 

"Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte koro halinde, bir bütün olarak devrimciliğe saldıran birçok 'solcu aydın' yıllardır savundukları kavramlara ve fikirlere karşı birden bire düşman kesildiler.

 

Aslında sosyalizme hiçbir zaman inanmadıkları anlaşılan bu çevreler kapitalizm ile rahatça halvet oldular ve bu sistemi demokrat, sivil, özgürlükçü ilan etmekten de geri kalmadılar.

 

Kapitalizmin 'çatlaklarından' geçerek bir çıkış yolu arayanlar ise bu sistemi doğrudan eleştirmek yerine sistemin solun gözünde meşrulaşmasına hizmet ediyorlardı.

 

Yerelcilik, kimlikçilik yapılarak sınıfsal içerikli kavramları, devrimcilerin canları pahasına duvarlara yazdıkları sloganların üstünü karalayan emniyet görevlileri gibi kapatmaya çalıştılar...”

 

 

12 EYLÜL 1980 KÜLTÜR KOMUTA KONSEYİ: AHMET ALTAN - LATİFE TEKİN - ORHAN PAMUK...

12 Eylül faşizminin, Türkiye’nin ilerici kazanımlarına, yalnızca kaba araçlarla, tankla, işkenceyle, idamla bir saldırı değil, aynı zamanda, “ideolojik” alanda da muazzam bir saldırı olduğunu bugün biliyoruz; edebiyat (ortamı) ise bunun en önemli ayağıydı.

 

1980’lerde her çocuk, üç isimle birlikte büyüdü: 1- Kenan Evren, 2- Turgut Özal, 3- Ferit Orhan Pamuk!

 

Bu üçlü, emperyalizmin çizdiği yola ülkemizin sokulması için kendi alanlarında iyi çalıştılar.

 

Önceleri, “gerçek!” edebiyat “tarafsız olması gerekir” diyerek edebiyatın etik kaygılarını ve "toplumsal" yanını etkisizleştirdiler. Yalçın Küçük'ün o dönemde yazdığı ünlü kitabı Küfür Romanları'nda saptadığı gibi: “Türk solculuğunu günah keçisi saymak, Dincilik'i yasallaştırmak, bellek silmek” çabasını güttüler.

 

12 Eylül’ün en kanlı günlerinde, "edebiyata politikayı bulaştırmayan", evine kapanıp "yalnızca romanıyla ilgilenen" "temiz aile çocuğu yazar" tiplemesi, İhsan Doğramacı üniversitelerinin kadın asistanları için de çok çekici geliyor, bu romanlar hakkında kitaplar, övgüler yazıyorlardı. Hüsamettin Çetinkaya'nın tanımıyla, artık meşruiyetin temeli “gerçeklik değil, geçerlilik!”ti.

 

Darbeci generaller ne kadar “bizim çocuklar”sa Pamuk ve benzerleri de kültürel alanın “bizim çocuğu” değil midir? Bu “kültür generalleri”nin silahlarını –pardon– kitaplarını hepimiz kitaplığımızda, üstelik 12 Eylül'e pek muhalif sanarak saklamıyor muyuz?

 

ABD'de kursa gitmiş subay ve polislere karşıyız. Ya ABD'de yazarlık kursuna gitmiş yazar ve şairlere?

 

MEŞRUİYETİN KAYNAĞI “GERÇEKLİK DEĞİL GEÇERLİLİK” OLDU

80 sonrası bir “yeni roman” tartışmasıdır başla(tıl)dı. Bayram değil seyran değil, birden “yeni” bir “roman” anlayışının yaratılması gerektiği gerçeğinin ayırdına varılmıştı.

 

Bu “Yeni!” romanın temsilcileri ise daha önce adını hiç duymadığımız isimlerdi: Latife Tekin, Ahmet Altan, Orhan Pamuk, Murathan Mungan!

 

Okur, kitap okuyacaksa 12 Eylül öncesi yazarlarını değil, yeni yaratılan bu yazarları okumalıydı.

 

(80’lerin başında “Edebiyat tarafsız olmalı, politikayla ilgilenmemelidir” diyen Orhan Pamuk, yıllar sonra, -20.10.2005-12 Eylül darbesiyle yeniden şekillenen bugünkü rejimden nasıl sorumlu olduğunu fena halde “politik” bir işleve sahip olduğunu şöyle itiraf ediyordu: “Bazı milliyetçiler AKP’yi yok edebilme umuduyla bazen Türkiye’yi istikrarsızlaştırabilecek kadar sorumsuz oluyorlar. Kimileri, daha iyimserler ve gerçek bir demokrasinin Türkiye’de sekülarizmi yıkmayacağını düşünüyorlar; bunlar gerçek sol-liberaller ve ben onlardan biriyim!”)

 

KENAN EVREN - TURGUT ÖZAL - ORHAN PAMUK ÜÇLÜSÜ!

Gerçek sanatçı refleksleri taşıyan ve Türk edebiyatını yaratan yazar ve şairler, -ve de okurlar- yerlerine “yeni” yazarlar –ve de okurlar- ustaca yerleştirilerek tasfiye ediliyordu.

 

Böylece edebiyat alanı üçüncü sınıf yazar, şair ve de okurlarca talan edildi. Geniş halk kesimlerini, toplumun ezilen unsurlarını, emekçileri dert edinen ve aynı zamanda dili en güzel kullanan, buna özenin yazarlığın birinci şartı olduğu bilincinde “devrimci/demokrat” yazarlar “eski” diye yok sayıldı. Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Yaşar Kemal okun(a)maz olmuştu!

 

Bu ülkede yazar olmanın bedelini -diğer tüm azgelişmiş ülkelerde olduğu gibi- sürgünler, hapislerle ödemiş devrimci, demokrat, ilerici yazarların hepsi ya görmezden gelindi ya da “80 öncesi” ideolojiye "eklemlenerek" yazar/şair olabilmiş güdümlü yazarlar imasıyla eleştirildi. (Bu yazarların çoğu -belki de kahırlarından- yurt dışına gittiler.)

 

Küresel efendilerinin hizmetkârları söz konusu yazarlar ise “özgürlük savaşçıları” olarak önümüze konuldu.

 

Ülkeden çıkamayan çoğu yazar ve şair ise kelleyi kurtarmak için duruma ayak uydurdu:

 

Uymayanların üzerinde akademisyenlerce görülmeme, dergilerde yer bulamama gibi yok sayılmanın kılıcı gezdiriliyordu. “Yeni”lerin, “özgürlük savaşçısı!” yazarlar olarak servis edilmeleri için alan temizleniyordu.

 

“Bir zamanlar!” “düşünce özgürlüğü” için mücadele etmek, emekçi yoksul halka kapitalist/feodal sömürü düzeni üzerine“gerçek”leri anlatmaya engel olan yasakları kaldırmak anlamında bir mücadeleydi.

 

Bugünkü “düşünce özgürlüğü”nün “sınırsız bir hak” olduğu iddiası ve mücadelesi ise özgürlükçülük postuna bürünmüş emperyalist yalanları savunmak için veriliyor ve buna başta Varlık dergisi edebiyatımız fena halde alet ediliyor.

 

Kendi tarihine "çarpık", kendi halkına “tuhaf!” bir soğuklukla yaklaşan bu yazarların yapmak istediği tam da Batı’nın kültür ajanlarının yapmak istediğiydi: Toplumunu, kendi edebiyatından soğutmak, dolayısıyla kendi insanıyla sanatçısının duygu bağını koparmak, sorunlarına yabancılaştırmak ve ülkenin kendi gücüne inancını yitirmesini sağlamak.

 

Ne yazık ki bu günü büyük oranda başarıldı.

 

"Gezi direnişi"nden sonra ülkemiz kaynıyor, bölgemiz ise yangın yeri: (Kaan Arslanoğlu meclisten dışarı!) Edebiyatımızda tık yok! Neden acaba? 

 

Ayrıca bir soru: Darbeci generallerin yargılanmasını istiyoruz. Ya kültürel alanın generalleri?

 

Ahmet Yıldız

(Bu yazı daha önce Bağımsız dergisinde yayımlandı)

Facebook
yorumlar ... ( 20 )
01-10-2013
01-10-2013 10:36 (1)
Reklamlara çıkan komünist, sosyalist sanatçıları, ABD'de kurs gören komünist, sosyalist sanatçılara yeğlerim. Hıdır Taflan
01-10-2013 12:38 (2)
İkisine de karşı gelmeniz çok mu zor Hıdır Bey... Canan Ar
01-10-2013 12:39 (3)
Hem komünist hem "ABD'de kurs gören" nasıl bağdaşıyor? Pamuk hayranlığı akıl karıştırıyor anlaşılan... Ahmet Zorba
01-10-2013 23:52 (4)
"Gerçek edebiyat [ve sanat] tarafsız olmalıdır" düşüncesi, modernizmin özünde yer alır. 1980'lere kadar başta SSCB olmak üzere tüm sosyalist ülkelerin "kahrolsun modernizm" demeleri, büyük oranda, bu yüzdendir. Bu arada, ABD'de okumuş yazarlara karşı olanlar, ABD'de okumuş bilimcilere de karşı mı acaba? Önerdiğiniz ülke(ler) neresidir? mehmet yılmaz
01-10-2013 23:54 (5)
Bu katagoriye, 60 gün boyunca ABD'yi gezen ve sonrasında "güzel amerikalı" adlı bir kitapla gözlemlerini kitaplaştıran İlhan Selçuk'da dahilmidir ? 12 Eylül'den önce gitmiş olması birşeyi değiştirir mi ? Sosyalist veya komunist olmayan biri olarak merak ediyorum. ...Yalçın EROĞLU
02-10-2013 08:59 (6)
Sanat güdümlü olur mu? Yahya Ķemal,Ahmet Haşim, Edip Cansever,Edgar A.Poe gibi birçok yazarın dönemlerinde olan sorunları eserlerine pek taşımamış olmaları onları dışlamak için kafi midir? Bahsettiğiniz yazarları ben de sevmem ama nedeni bu kişilerin sanat kaygılarının ,para ve kariyer kaygılarının gerisinde kalması ve bu nedenle de herkesçe anlaşılır olmak isteklerini her satırda hissetmemdir.Bu 12 eylül sonrası her alanda görülen sığlaşmanın da bir sonucu gibi görünüyor gerçekten. Amerikada eğitim almış olmalarını tek neden olarak öne sürmekse naif bir yaklaşım olur.
02-10-2013 08:59 (7)
Yargılamak ve suçlular yaratmayı artık bırakmalıyız. Sanat anlaşılır eserler verme yükümlülüğünü taşırsa zara görür. Anlam çıkarma ve düşünme okuyucuya bırakılmalı. Sanatçının hislerini dayatması içeriği kısıtlar ve özgürlüğü kısıtlar. Sanat doğa olayı gibidir, farklı yorumlara açık olmasıyla vardır. Güdümlü sanat bunu yapamayanlarca,tek taraflı ve kendi fikirlerini dayatmayı sanat sananların işidir. Tarafın kim olduğunun artık bir önemi kalmamıştır. S. Bartın
02-10-2013 09:00 (8)
Orhan Pamuk ve Ahmet Altan'ı Murathan Mungan'la nasıl aynı kefeye koyduğunuzu anlamakta güçlük çekiyorum doğrusu. y.k
02-10-2013 09:27 (9)
Mehmet Yılmaz için bir açıklama: Söz konusu edilen şey bir kurs programıdır. Belli bir kurs programı. ABD dışişleri bakanlığının para desteğiyle birçok ülkeden seçilen bazı yazarların yıllar boyunca ABD'deki CIA bağlantılı olduğu öne sürülen bir kursa gönderilmesi söz edilmektedir. Bu programla orada kurs gören Türk yazarlar da bellidir. Mustafa Yıldırım'ın Ortağın Çocukları kitabında yazmaktadır bunlar. Konu Amerika'nın her hangi bir okulunda herhangi bir öğrenim görmekten çok farklıdır.
02-10-2013 13:11 (10)
İnsanbu okurları arasında, Amerikayı gezmekle ABD dışişleri bakanlığının (istihbaratının) öncülüğünde yazarlık kursu görmek arasındaki farkı anlayamayanların olması 12 Eylül kültürünün ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor... "Modernizm"i tarafsızlık sananların olması da ilginç... Kurucusu Baudilaire, "taraflı, tutkulu ve cesur" olmalı demiştir sanat için... İnsanbu'daki son Osman çutsay yazısını da okumamışlar anlaşılan... (Canan Ar)
02-10-2013 13:12 (11)
Ahmet Yıldız'ın sanat anlayışını okumak için insanbu'da en çok okunan yazısı "Georg Lukacs'ı okumanın tam zamanıdır!"ı okuyun derim... (Zekiye Apa)
03-10-2013 23:48 (12)
Orhan Pamuk "kötü" bir edebiyatçı olmadığı gibi, konu üzerinde çok uğraşmış ve değerli eserler vermiş biridir. Bugün onu eleştiren pek çok kişi, 80'li ve erken 90'lı yıllarda ona alkış tutuyordu: edebiyatımızın yıldızı diye. OP'nin Oğuz Atay'dan biricik farkı, eserlerinin diğer uluslarca tanınması için sanat dışı alana çıkıp yalanlar söylemeye başlamasıdır: "ülkesine sırtını dönmeyene Nobel verilmez" diye koyduğu yanlış teşhis ona ödülü ve ünü getirdi; edebi değeri varsa bile üzerinden halkımızın yol arabası geçti. Bugün var, geleceğe O.Atay kadar kalamayacağından eminim; hata yaptı. Z
03-10-2013 23:55 (13)
Sayın Z, edebiyattan hiç anlamadığınızı sonunda açığa vurdunuz. Tabii bana göre, benim edebiyat anlayışıma göre. Cevdet Bey ve Oğulları dışında bir tek romanını sevmediğim gibi, ortaya çıktığından beri o eserinden başka hiçbir eserini beğenmemiş neredeyse binlerce edebiyatsevere rastladım. Bu mücadele 90'lı yılların başından beri devam ediyor. Türkiye'de yaşamıyor, ülkeyi bilmiyor gibisiniz. O. P'nin siyasete bulaşması iyi olmuştur, yoksa sizin gibilerin gözünde hala iyi bir edebiyatçı olarak kalacaktı. O. P hakkında yazılanları doksanlardan itibaren biraz okuyun lütfen. Kaan Ars.
04-10-2013 09:36 (14)
Cevdet Bey, Kara Kitap, Benim Adım Kırmızı gibi romanları edebiyatın yakın ve eski geçmişini okumamış ve öğrenmemiş, edebi yaratma yeteneği ve uğraşısı olmayan biri tarafından yazılamazdı. Yaratılan, kişinin kim olduğunun ötesinde, dışındadır, kanımca. Siyasallığı kullandı, hata yaptı. Siyah beyazcı olmamalıyız belki de. Karşı çıktığımız bir fikri aynı anda onaylıyor da olabiliriz. OP hakkında yazılanlara değil, yazdığı şeylere bakmamız - nesnel olarak - gerekir; tevazu içinde söylüyorum. Edebiyat denen şeyi kolayca anlayamıyor olabiliriz belki de. Saygılar, Z.
04-10-2013 17:35 (15)
Straw man fallacy(Korkuluk safsatası);Türkçede bildiğim kadarıyla karşılığı yok.Belki de bu nedenle sıkça yaptığımız bir mantık hatası türüdür.Karşıdakinin bulunduğu pozisyonu reddederek o kişinin öne sürdüğü herşeyi reddetmeyi sağlar.Örneğin Bay Z'nin yazdığını Kaan Bey bulunduğu pozisyon üzerinden eleştirir.Bu mantık hatasıyla artık Z'nin söyledikleri her zaman yanlıştır.Pozisyonu yanlıştır çünkü.Dilin oyunları mantığın önüne geçer ve zafer kazanılır.Nietzsche'nin güç istenciyle karşı karşıyayızdır.Hegelin mutlak negatifidir bu.Kaan Bey'e Hegel"okuyun biraz"dersek de haddimizi bildirecektir.
04-10-2013 17:35 (16)
Şimdi burada neden mantık hatası var biraz daha açalım.Orhan Pamuk'un nasıl bir yazar olduğu tartışılırken birden konu değişir ve karşıt görüşü savunan kişinin kişiliğiyle ilgili olumsuz bir fikir öne sürülür.Edebiyatı bilmediğinden bahsedilebilir örneğin(Başka üstün edebiyatseverlerden-hem de binlerce-destek de sağlanabilir ama bu başka tür bir safsata).Karşıdaki kişi kendini savunmaya başladığı anda tuzak işe yaramıştır.Zaferinizi kutlayabilirsiniz.Konu ile ilgili mantıklı hiçbir şey söylemeden tartışmayı kazandınız.Tacınızı takın ve sizin otoritenizi onaylayanlar arasında keyifle dolaşın.SB
04-10-2013 17:54 (17)
Sinan Bartın, bu ad gerçek mi değil mi, onu da bilmiyorum. Yorumculuğu kötüye kullanmanın tipik örneklerini veriyorsunuz başından beri. Pek çok yazıya gönderdiğiniz tema değişik kışkırtıcılığı kesin yorumlarla birilerini kavgaya çekmek gibi bir ihtiyacınız var sanki. Yorumlarınızı bu üsluba rağmen yayımlamamızdan da bir fikir çıkarmıyorsunuz. Konumuz edebiyatta güzel. Nihat Genc'in, Ercan Kesal'ın yazdıklarını edebiyat saymayan bir yorumcumuza verdiğim cevabı sündürerek başkasının maçında bile gol atmaya çalışıyorsunuz. Aynı yorumcumuz Orhan Pamuk edebiyata büyük katkıda bulunmuş bir yazar
04-10-2013 17:55 (18)
anlamına gelen bir yorumda bulunduğunda onun edebiyattan anlamadığını söylemek neyin otoritesinin göstergesi. Burada bazı edebiyatçıları edebiyatçı bile saymayan bir büyük otoriteye karşı mücadele veriyoruz. Sizse sözüm ona otorite karşıtlığı adına yerleşik otoriteyi bu sitede bile savunuyor, bizlere tepeden dersler veriyorsunuz. Biz demokrasi budalası değiliz sayın Sinan Bartın. Beğenmiyorsanız bu siteyi okumayın, bu kadar basit. Bir daha da bize yorum yollamayın. Saygıyla. Kaan Arslanoğlu
09-10-2013 11:30 (19)
Sayın Z, "edebiyattan hiç anlamıyorsunuz" ifadem hayli çiğ kaçmış. Özür dilerim. Kaan Arslanoğlu
12-10-2013 08:55 (20)
Sayın hocam lütfen böyle söylemeyiniz. Öyle düşünmüşseniz o zaman, belki de öyledir. İddiam yok. Belki de anlamıyorumdur. Dışarıdan bir ıslıktı benim yorumlar sadece; eleştirilmek beni memnun eder. Geçilen yorumlardan sadece faydalandım, bana çok katkısı oldu. Söz ettiğimiz eserleri tekrar okuyor ve öğrenmeye çalışıyorum, cüzi ve mütevazı halimde. Ben özür dilerim patavatsızlık ettiysem. Saygılarımla, Z.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211025
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.