Silahtarağa... Yol da mı satıldı? Yok artık!..

                                    

Haliç… Altın Boynuz… Golden Horne… Son zamanların gözdesi. Çocukluğumun geçtiği, gençlik anılarım süsleyen adına üç kitap yazdığım Haliç’im. Fabrikaların bacalarından çıkan dumanlarla, dere yataklarının kokusunu soluyarak geçen günlerim. Sel baskınları, gecekondu yıkımları, işçi direnişleri.

 

Yıl 2000. Bir gazetenin İstanbul ilavesinde bir manşet ‘’Ranta Hücum’’

 

Yıl 2013. Güzelleşen, güzel işlerin yapıldı ama ranta da kucak açmış 13 yıl.

 

Bir zamanlar kimsenin uğramadığı, geçenlerin burunlarını tıkadığı Haliç’e şimdilerde hücum var.

 

Okullar açılsın, çevre güzelleşsin. Kim ‘’Hayır’’ diyebilir. Fakat her yer otel her yer avm olmamalı. Oranın zorluklarını çekmiş olanların hakkı verilmeli.

 

Silahtarağa’yı Alibey deresi ikiye ayırıyor. Haliç’in her iki kıyısında yaşayan semtin insanları Silahtarağa, Santral İstanbul ve Bilgi Üniversitesi’nin yanından geçen bir yolu kullanıyorlar yıllardır. Üzerinde bir köprü ile her iki yol birbirine bağlanıyor bir yol ile.

 

Şimdilerde bu yolun satıldığı ve geçişlerin kapanacağı söyleniyor. Daha sonraları da semt halkının geçişi için bir bölüm ayrıldığını duydum. Umarım öyledir. Yurt yapılacak bu alanın yıllardır kullanılan yol üzerinde olması inandırıcı gelmedi. ‘’Burası da mı?’’ dedirtti bana.

 

Yurt yaparlarsa da hiç olmazsa bir geçiş alanı bıraksınlar semt halkına…

 

Hiç olmazsa bunu çok görmesinler Haliç’te yaşayanlara, orayla, tarihle ve anılarla kucaklaşanlara.

HALİÇ PORT... HALİÇ RANT... HALİÇ MORT

 

Haliç... Golden Horne. Çocukluk anılarımı süsleyen Altın Boynuzum.

Erken Co Serdar, Cango Cemal, Paytak Adnan, Magirus Ragıp, Şakrak Hüseyin, Tahta Mehmet, Zico İskender, Dayı Nadim, Köfte Önder, Cangal Tamer, Uçan Turgay... ve diğerleri... Benim güzel dostlarım. Haliç’in çocukları onlar.

Zaman içinde güzel, anlamlı değişimler yaşandı Haliç’te. Gurur duyacağımız güzel işler yapıldı.

Yapıldı, yapıldı da... Herkes yararlanabiliyor mu bu güzelliklerden...

Tarihe, görselliğe, çevreye katkı yaparak özveride bulunan kişi ve kuruluşları yerel yöneticileri ayırıyorum... Peki ya bir zamanlar Haliç’in zorluklarını yaşayanların kaybettikleri?..

...

Her yerde otel, rezidans, alışveriş merkezleri mi olmalı? Her yerde yüksek binalar gökyüzüne, yıldızlara, güneşe, esen rüzgara siper mi olmalı? Her yer lüks, dijital ve gri mi olmalı? Uydu kentlerin, mekânların içe kapanık robotlaşmış yaşam tarzı mı, yoksa kentin içinde kentten kopmamış kentin bir parçası olmuş yaşam biçimi mi?

...

Bir yerler belli bir kesimin kullanma alanı mı olmalı?

...

Yeşil alanlarda toprağa, çimene basmak, sanat merkezlerinde kendimi bulmak, ağaçların gölgesinde serinlemek ve gökyüzünü doyasıya kucaklamak istiyorum ben.

Değişime, dönüşüme evet...

Ama bir yere kadar: semtlerin ruhuna, dokusuna saygı göstererek ve sahip çıkarak bir şeyler bırakabiliriz gelecek kuşaklara atalarımızdan ve bizlerden.

Ne demişler... “Geleceğin tarihi geçmişten başlar. Asık suratlı değil gülümseyen tarih”

Lütfen! Haliç Port... Haliç Rant... sonunda Haliç Mort olmasın..

Haliç’in havasını soluyan, suyunu içen, ekmeğini paylaşan ve gittiği her yere Haliç’i yüreğinde taşıyan Haliç’in çocuğuyum ben.

Beni anlayabiliyor, sesimi duyabiliyor musunuz? Ya da... Bilmem anlatabildim mi?

Nusret Karaca

 

Facebook
yorumlar ... ( 1 )
22-08-2013
24-08-2013 00:09 (1)
çok güzel anlattınız,biz anladık...haliç'in çocukları tüm zorlukları güzellikleri yaşayan birileri olarak çok güzel anladık...umarız birileri de Haliç'in gerçek çocuklarını anlatmak istediklerinizi,gerektiği şekilde duyarlılık göstererek anlarlar...kaleminize sağlık N.Karaca.....Ben dumanını tozunu solumuŞ...Haliç'in kızı Neşe Özçelik....
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211164
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.