Diyalog kurmanın olanaksızlığı, tercihlerin inadı ve bir de Marksizm
Diyalog kurmanın olanaksızlığı üzerine...
AB FALSO QUOD LİBET
"Uyduruk varsayımlardan başlarsanız her şeyi ispat edebilirsiniz" anlamına geliyor. İnsanlarımız bundan kendilerini kurtaramadıkları için daima düşünür gibi yapıyor ama düşünemiyor. Gerçek olmayan durumlardan başlayınca -mantık doğru bile olsa- doğru düşünülemiyor. Ayrıca doğru bağlantılar kurmak da son derece zor bir iştir ve bunun farkında olan da çok az.
Düşünmenin ilk adımı önyargılarınızdan kurtulmaktır. Ama bu dünyanın en zor şeyidir, çünkü her sistem çocuklarını yetiştirirken sayısız önyargı ve inanç yükler. Sisteme alternatif olarak ortaya çıkanlar da onların yerine başka önyargılar ve inançlar koymaya çalışır. Sonuçta tüm bu önyargılardan ve inançlardan kurtularak (ki bu tam olarak olanaksızdır, ancak kısmen yapılabilir) düşünmeye başlayan insanların toplumdaki oranı hiçbir zaman yüzde bir veya ikiyi geçemez. Gene bu nedenle farklı düşünenler arasında diyalog imkanı da ortadan kalkar.
Ortak bir zemin olmayınca farklı düşüncelerden bile söz edemeyiz.
İşte şimdilerde tam da bu durumu yaşıyoruz. Sayısız önerme doğru kabul ediliyor. Açık söyleyeyim, sosyal gelişmeleri analiz ettiği iddiasında olan her yüz kişiden doksan dokuzu hatalı varsayımlardan başlıyor fikir yürütmeye. İnançlarını sorgulamıyor. Her muhalefete olumlu bakıyor, "özgürlük" lafını söyleyeni samimi sanıyor, iyi ve kötü, samimi ve sahtekar olanları ayıramıyor, tepkileri muhalefet sanıyor vs. vs.. Hep kafalardaki kalıplar nedeniyle.
Bu nedenle insanlarımızla diyalog kuramıyor ve sistem kavramını kafalara sokamıyoruz. Ebedi sistemsizlik kaderimiz olmuş, futboldan siyasete kadar her yerde. Bunun sonucu "semper balatrus" durumlarıdır.
Tercihlerin mantığını çözebilir miyiz?
FASULYELERİN İNADI
Dostlarımın bildiği gibi her sene iki tur fasulye ekimi yaparım. Taze fasulye ve enginara bayılırım. Enginar fazla emek istemez. Yanına biraz da bakla ve taze soğan ekerim, onlar da kendi başlarına büyür. Fakat fasulyeler sürekli emek ister. Her sabah yanlarına gidip bakarım. Kol atanların yanına sırıklarını dikerim. Sonra da beş altı sırığı yukarıdan bağlayıp fasulyeleri sardırırım. Uzaktan bakınca sıra sıra kızılderili çadırları gibi dururlar. Ne var ki fasulyelerin bir kısmı hemen yanlarındaki sırığa sarılmaz. İlla uzaktaki sırığa tutunmaya çalışır. Bir kısmı da güneş görsün diye dış sıralara ektiğim yer fasulyelerine dolanır.
- "Kardeşim, size tahsis ettiğim özel çubuğunuza sarılsanıza" derim.
Bir kısmı bunu yapar. Hatta çoğu öyledir. Ancak her zaman "bir kısım" anarşist fasulye çıkar. İlla ters gidecek. Hatta bir kısmı sonradan fikir değiştirir. Kendi sırığının ortasına kadar çıktıktan sonra yandaki sırığa atlayıp oradan devam eder. Yani fasulyeler kendi sırıklarını seçer, bu seçim mantıksız görünse de. Çünkü anarşist fasulyelerin bir kısmı fırtınada kopar, kendine zarar verir. Halbuki onlar defalarca alıp en nazik şekilde çubuğuna sardırmışımdır (çünkü çok kırılgan bitkidir). Ama inadı inat, kulağı dört kanat. Rahatı bırakıp gider her seferinde.
- "Sen de öyle değil misin" derim bazen.
İnsanları bize göre mantıklı seçimler yapmaya çağırıyoruz. Ama kendi maceralarını yaşamak istiyorlar. Bunun sonu bazen felakete gidiyor. Bizi de batağa çekiyorlar. Ama kafalarına koymuşlar bir kere. Fasulyeye laf geçiremezken, onları mı ikna edeceğiz. Mümkünü yok. O halde tedbirlerimizi almaya başlayalım. Herkes kendi tercihlerinin sonucuna katlansın.
Siyaset teorisi ve geleneği zayıf olanların vay haline!
KONTROL EDEMEDİĞİMİZ GÜÇLERİN KARŞISINDA...
Emeğe ve insanlığa saygınlık kazandıran görüşler onlar için bir siyaset teorisi oluşturamadığı için yenilgiden yenilgiye koşmuştur.
Marksizmin de bir parçası olduğu aydınlanma düşüncesi, bize dünyanın (toplumun ve bir ölçüde de doğanın) kontrol edilebileceği fikrini verdi. Yapılması gereken bunun siyasi koşullarını ve teknolojilerini oluşturmaktı. Ne var ki bu hayal ancak bir buçuk, bilemediniz iki yüzyıl sürdü. Günümüzde çok büyük kemiyete ulaşan beşeriyet, kontrolü dışına çıkan güçler tarafından sürüklenmeye başladı. Bunu dümeni bozulup akıntıya kapılmış bir gemi olarak düşünebiliriz ama birileri gemideki insanları bir şekilde yönetmeyi hala başarıyor. Kontrolü ele geçirme peşinde olanlar ise dümeni bozuk gemiyle ne yapacaklarını bilemeden hala eski güç oyununu oynamaya çalışıyor. Gemi kayalara oturuncaya kadar içerisindeki baskı düzeni devam edecek! Sonrası belli değil. Daha büyük bir baskı düzeninin oluşması da muhtemeldir bu gidişle.
Siyasi gücün belli şekillere sokulması son derece zordur. Önce bu gücü oluşturan birimlerin denetlenebilir hale getirilmesi gerekir. Akıllı siyaset bu güç unsurlarını tespit ederek üzerinde çalışmayı gerektirir.
Tarih boyunca güç sahibi olanlar bu deneylere çok köklü şekilde sahiptir. Güce talip olanların bir kısmı bu konuda acemiden de acemidir. Marksizm işte tam bu noktadaki eksikliğini gideremediği için ezilenler için son derece zararlı bir ideoloji haline dönüşmüştür. Gücün denetlenmesi sorununu göz ardı ettiği, ya da çok yüzeysel, kaba ve toptancı bir şekilde yaklaştığı için. Adeta bahçeye giren bir buldozer gibi, kıra sara işleri yoluna koyacağını sanması çok acıdır. Marksizmin olumlu tarafı emeğe saygı kazandırması ve kapitalizmi analiz etmesidir. Ama siyaset teorisi zayıf kalınca sürekli yenilen taraf olmuştur. İktidar olduğu her yerde siyaseti en kaba ve baskıcı bir şekilde hayata geçirebilmiş, nedeni ne olursa olsun, incelikli ve rafine bir anlayışa ulaşamamıştır.
Marksizmin bir diğer zayıflığı da beşeriyeti tetkikteki eksikliğidir. Hayali bir "halk" kavramı oluşturmuş, bunu idealize ederek adeta kendi yarattığı heykele aşık olan sanatçı durumuna düşmüştür. Bundan bir karşılık alamazdı, kendi ideasına hayranlıktan maada. Ki bu da intihar olmuştur, sosyal mücadeleler tarihi içerisinde.
Günümüzde Marksizm dünyanın hiçbir köşesinde alternatif oluşturamıyor. Eğer bir Marksist bunun nedenleri üzerinde ciddi olarak düşünmüyorsa Marksist değildir. Sahtekardır, en azından kendisini aldatıyordur.
Mehmet Tanju Akad