Edebiyat (şiir) ortamımız üzerine bir yazışma
Vaktiyle, sanal
edebiyat sitelerinin birinde, sitenin sorumlularından edebî-estetik düzeyi
yüksek bir arkadaşla yazışmıştık. O yazışmalardan birinde
dediklerimi, (ufak-tefek eklemelerle ve çıkarmalarla) günümüz edebiyat
ortamına ışık tutması dileğiyle, burada yayımlıyorum.
***
Merhaba,
Anlaşılan o ki: Edebiyat ortamımızdaki manzaradan, enikonu dertlisiniz siz de,
benim gibi. Meselesi olanın derdi olur. Onun için, derdinizin güzel,
kıskanılası bir dert olduğunu söyleyeceğim.
"Korkunun kovulduğu adres burası." diyorsunuz. Edebiyatın ilk
işlevlerindendir belki de korkuyu kovmak. Korkunun olduğu yerde, şiirin de,
aşkın da, emeğin de ırzına geçiliyor demektir ki; o kötücül duygu-durumun,
edebiyatla yan yana düşünülmesi, ne acıklı bir şeydir, telâffuzu bile korkunç.
Biz bunu, sözel / yazısal düzeylerde böyle söylerken, ne yazık ki, edebiyat
gerçekliğimizin, demokrasi kültürünü ve evrensel-insanlık değerlerini yetesiye
özümsediğini söyleyemiyoruz. Derdimizin uç verdiği ve depreştiği yerdir
burası. Günümüzün edebiyat iktidarının (iktidar sözcüğünü, çağrıştırdığı
siyasal-yönetsel içerikli tüm temel ve yan anlamlarıyla birlikte kullanıyorum)
"sol-demokrat" bir entelektüel geleneği savunur göründüğünü, siz de
biliyorsunuz. Ama, "savunur görünmek"le "hakikaten
savunmak" aynı şey değil işte. Bırakalım siyasal, kültürel, sanatsal
açılardan yetkin birinin değerlendirmesini; azıcık nesnel bakabilen çok sıradan
bir edebiyat heveslisinin bile, günümüz egemen-edebiyat zihniyetini demokrat
diye niteleyebilmesi mümkün mü? Ayrıksı birkaç olumlu örnek dışında, kültür-sanat
dergilerinin hâlipürmelâli ortada: Klikler, kümeleşmeler, zümreleşmeler,
benden- senden ayrışmaları, dirsek temasları, mevzî kollamalar, öv-öveyim
çirkinlikleri vbg. nice edebiyat-dışı yaklaşımlar, olanca hışmıyla hükümran
değil mi oralarda? Şiir demeye bin şâhit ister, sözümona postmodern
gevezelikler; deneme ve öyküde, türlerarası gezinme kandırmacalarıyla
kotarılmış, içeriksizin içeriksizi lâf öbekleri; eleştiri-tanıtma diye,
eksiksiz bir "piyasa / pazar dili"yle çiziktirilmiş yıkama-yağlama
işlemleri değil midir yürürlükteki? Ya internet ortamındaki edebiyat
sitelerinin çoğu? Adam (veyâ kadın, fark etmez) tutmuş, mafyatik oluşumlarla
sarmaşdolaş, emek sömürüsünde benzersiz ve kültür-sanat düşmanlığında gemi
azıya almış olduğunu, Mısır'daki Sağır Sultan'ın bile duyduğu bir ayaktopu
firmasını (futbol kulübünü), hiç çekiniksiz övgülemiş, bir sitenin
platformunda. Bir başka sitede, kendisine şair sıfatı bol keseden bahşedilmiş
yetisiz-yetersizin biri, gûya akrostiş şiir yazıyor görünerek, fanatikçe
desteklediği başka bir ayaktopu takımının adının harflerini alt alta yazarak,
her harften bir dizeler ucûbesi üretmiş ve bunu şiir diye yayımlamış. Bununla
kalınmamış, akabinde, o safsatanın müteşairini, o sitenin şair (nasıl da
ucuzlatıldı bu kavram), sorumlu şair (sorumsuz şair, şair midir?), profesyonel
şair diye geçinenleri (şairin profesyoneli, amatörü olur mu hiç; tribünlerde
miyiz, şiir sitesinde mi?) yorumdan başka her şeyi anıştıran derme-çatma
Türkçeleriyle, bir alkış tufânına tutmuşlar ki, o kadar olur. Bir şey
demiyorum, hem demokratlığı kimselere bırakmasınlar, hem de her biri 100.000'er
kişilik uyku tulumlarından farksız futbol ortamlarının ataerkil-faşizan şiddetine
sarılsınlar; ama, bizler de kendilerine, olanca haklılığımızla
"eyleminizin / eylemenizin kültürle, sanatla, toplumsalcılıkla bir ilişiği
yok; açıklanamaz bir çelişki içindesiniz" dediğimizde, hemencik
"kişiliğimize saldırıyorsunuz" diye heyheylenmesinler, demagojiye
başvurmasınlar. Biz, spor düşmanı değiliz; ne düşmanlığı, gençliğimizde bizim
de top koşturmaktan kıçımıza değin terlediğimiz olmuştur. Ancak, endüstrileş(tiril)miş
/ metalaş(tırıl)mış spordan / sporcudan yana değil; amatör (özengen) ruhlu,
para-tanrıcılığın sultasına boyun eğmeyen spordan / sporcudan yanayız. Budur,
çatlayasıya tepinmemizin hâl tercümesi.
Siz de kalkmış, "Zor günlerde kaçan, ortalarda görünmeyen yazarlarımız
olmadı mı? Oldu." diyorsunuz, edebiyatın (ve şiirin) haysiyetine sarılan,
değerbilir bir tutkuyla. Diyorsunuz da, bunu derken, içinizde de bir kanamadır
da başlıyor ama, değil mi? Biliyorum başlıyor ve siz o kanamanın yüzü suyu
hürmetine savunuyorsunuz hâlâ şiiri (ve edebiyatı). Ne yazık ki, benim her
zaman "ne kokar, ne bulaşır" diye tanımladığım, renksiz / kokusuz /
tatsız-tuzsuz / sessiz / yüksüz bir şair(si)ler-yazar(sı)lar topluluğumuz var
bizim ve daha da kötüsü, çoğunlukta olanlar, kültürel-sanatsal ortamı
biçimlendirenler / formatlayanlar da bunlar. Toplumsal ve bireysel
haksızlıklara kör ve sağır, sanatsal bayağılıklara sessiz, "gelen ağam,
giden paşam" yanaşmacı düsturunu iliklerine dek benimsemiş, sorumsuz ve
duyarlıksız katmanlar bunlar. "Şiirimi (öykümü, denememi, neyse artık)
yazarım, gerisine karışmam" uyuşukluğunun yelkenlerini şişire şişire, epey
mesâfeler katetmişlerdir, bilenler bilir. "Şiirist"tirler (Şiirizm:
sınıfsız(laştırılmış)lığın ideolojisi, büyük-burjuva kariyerizminin teorisi!)
Toplumsal gerçeklikten, sınıfsal karşıtlıklardan yalıtık, dayanaksız, soyutçu
bir yobazlığın savunmanları. Enine, boyuna, verevine steril ve hijyenik bir
şiirin. Etliye sütlüye karışmazlar hiç. ABD diye bir dünya jandarması, mazlum
halkların tepesine her Allahın günü binlerce tonluk bombalar yağdırmıyor.
Zamlar, zulümler, işkenceler, küresel-emperyal cinâyetler, safiyâne dindarların
inançlarını dibine kadar istismar eden yerlisiyle yabancısıyla dinci barbarlar
ve siviliyle resmîsiyle onları güdümleyen monarşizan-faşizan, kan emici
diktalar.. bunların hepsi, bir avuç devrimcinin, yolunu şaşırmış, yordamını
yitirmiş bir kısım marjinalin uydurduğu, çağ-dışı, anakronik söylemler zâten.
Şiirimizin canı sağolsun, onun metroseksüel, überseksüel, gastroseksüel
şair-özneleri bir de.
Ne bitimsiz bir içtenlikle diyorsunuz: "Has şiirin kovanına kim bir zerre
polen taşıyorsa, kim insancıllığı ve vefâyı şiar bilmişse onu övgüleriz, bundan
çekinmek olur mu hiç." Keşke, edebiyat (ve şiir) adına söz almışların
tamamı bunları dese ve bizler de her defasında "polemik yapıyorsun"
mâzeretinin ardına sığınılarak yüzgeri edilen günahsız eleştirilerimizin
gereksizliğine inanarak, bir parçacık haksız çıksak! Bir parçacık haksız
çıksak, diyorum ya, bunu derken nasıl samîmiyim, bilemezsiniz. Sâhiden de her
seferinde haklı çıkmalardan bıktık artık. Biri çıksın, kanıtlasın
haksızlığımızı, alnından öpmeye hazırız onu.
Bir dokun, bin ah işit, demezler mi? Tastamam öyledir yaşadığımız. Sıktım mı
sizi?
Sonluyorum, az daha sabır lütfen!
İletinizin sonundaki şu
tümceleriniz, bitirdi beni: "Sanat insana erdemler katar diye biliriz,
insancıllığın çıtasını yükseltir biliriz. Ne mutlu, sanatın bu erdemleri
aşılayabildiği insanlara. Bizim cephemiz, yürek cephesi."
Yürek cephesi: Şiirin,
emeğin, aşkın, bütünüyle yaşamın cephesidir. Bunu demek istemişsiniz, anladım.
Anladım ve mutlandım.
Dostça Selâmlar.
bünyamin durali