Havuzlu villalarında oturup fiskisini içenler, bokunu yiyenler!

Son zamanlarda troll yakıştırmasını sık kullanır olduk. Dilimize sosyal medya aracılığıyla, özellikle Twitter'dan giren  'trolleme' kabaca; yanlış bir bilgiyi gerçekmiş gibi sunarak ya da mesnetsiz bir iddiayı sürekli gündemde tutarak ciddiyet zeminine zarar vermek anlamında kullanılabilir. Ayrıca balıkçılıkta yasaklanmış bir avlanma yöntemidir ve fantezi dünyasında, İskandinavya kültürüne ait bir yaratığa karşılık gelmektedir. Saçı tüylü bu yaratığı çocukken kurşun kalemlerimizin tepesine takardık. 
Şimdiyse o troller ilkin sosyal medyaya indi ardından kimliğini saklama ihtiyacı duymadan aramıza karıştı. Troll'ler hayatın her alanında rastlayabileceğimiz "baltalama" eylemlerinin terliksiz sabotajcılarıdır, zihinsel dünyamıza zarar verdiklerinden hafife alınamazlar, sinirlerimizi yıpratmak bir yana sağlıklı düşünme kabiliyetimizi ortadan kaldırabilirler.

Trollüğün ilişkili olduğu alan 'dikkat çekicilik'tir. Magazin, belirli kimlikler üzerinden toplanan veri kaynağı iken günümüzde troller, popüler kültürü magazine kıyasla daha çok yönlendirmeye başladılar, hatta bu türden kişilere sanatçılar arasında sıkça tanık oluyoruz. Bir kişiye dair troll ya da 'yine trollüyor' derken güncel açıklamalarını kıstas alıyoruz. Sanat ve siyaset camiasında trollvari söylemler eğreti durmuyor, oysa işin artık bilim dünyasına sıçradığını görmek kuşkusuz canımızı sıkıyor. Bize bilim başka anlatıldı ve biz bilim insanlarını bambaşka hayal ettik, örneğin laboratuarda, ellerinde deney tüpleri, giymişler önlükleri... İnsanlığın geleceğine ve bugününe yön verdiklerini kurduk kafamızda. Fakat bilim dediğimiz 'şey' bize resmedilenin çok uzağında laboratuarlar ve beyaz önlüklü insanlar yine var; nedir ki bu defa da "insanlık" yok, "gelecek" yok. Bilim insanı sıfatı taşıyan troller sayabiliriz. İtü'den Orhan Kural Soma'da 302 işçi öldüğünde "güzel öldüler" açıklaması yapmıştı. Buna trollük diyebiliyoruz ama bilimsel açıklamasını yapıyor, gazın uyuşturucu etkisinden söz ediyor. Zaten o açıklamaya sığınıyor, tepki toplayınca. Ayrıca Kural, Soma katliamının yaşandığı maden ocağına 'katkı' veriyor. Katkı dediğin böyle olur! İşçilerin huzur içinde zehirlenerek öldüğünü saptayarak! Bilimin sınıfsal bir mesele olduğu ve bugün hangi sınıfa hizmet ettiği çok açık... "Bilimsel çaba" üretmeyen, zerre araştırmaya girişmeyen akademik çevrelerin de atıllıklarını kuru bir acziyete bağlamak yerine meşgul oldukları sermayedar danışmanlıklarına yormak daha mantıklı. Bu danışmanlık, bütün akıl faaliyetlerini ve mesai saatlerini silip süpürüyor! Söz konusu bilim ve hizmetinde olduğu sınıf ile girdiği ilişkilerse sert konuşmak durumundayız, aksi takdirde 'işçiler gülerek öldü' bilirkişi beyanatlarını dumura uğrayarak dinler, bir trol kulpu da onlara takarız. Şu anda yaptığımıza benzer bir şekilde!

Bilim insanın trollüğü en katlanılmaz olandır. Hani denilir ya "canımızı doktora emanet ediyoruz" diye. Bir yandan kapalı kapılar ardında geleceğimizi de bilim insanlarına emanet ederiz ve korku içinde bekleriz. Acaba hangi toplum karşıtı çalışma içindeler? 
Bilimi tu kaka ilan etmek, bilim insanlarını suçlamak gibi bir niyetim yok. Sanatın metalaşması nasıl toplumsal gelişime set çekiyorsa bilimin ticarileşmesi daha tehlikeli boyutlara yol açabiliyor.
Bazen Cumhuriyet Gazetesi'nin 'Bilim ve Teknoloji' ekinde kısa haberler çarpıyor gözüme, cep telefonları kanser etmiyor'un belgelenmesi örneğin. Belge diyorum, çünkü bilirkişilik ve uzmanlık kavramları bu iş için biçilmiş kaftan. Hazırlıyorlar bir rapor, tamam! Gerisi halkın güvenine kalmış. Fakat işte o güveni sarsacak birçok eyleme de girişiyor bu 'çok bilmiş' kişiler. Aynı ekte yazan Celal Şengör trollük yapmıyor, ısrarla sınıfını savunuyor. Keşke hepimiz onun gibi savunabilsek sınıfımızı!

Bilimstarla söyleşi!

Popstar jüriliğiyle tanıdığımız Armağan Çağlayan bu bilim insanıyla bir söyleşi yapmış, Radikal'in sitesinde yayınlandı, tabi twitter'da trend topic oldu Şengör. Çünkü söyledikleri yenilir yutulur cinsten değildi, gayet bok'tan şeylerdi. Şengör karakterini sınıfına en iyi oturtmuş bilim insanlarının başında gelir, cesurdur, popülizm yapar ama her rüzgara alet olmaz, aidiyetlerini kolay kolay unutmaz. Darbeci Kenan Evren'in Ankara'da bir tiyatro salonunda oynanan duruşması Ankara halkının tiyatro sevgisini göstermişti. Bazı solcular locadan yer kapmak için birbirini ezmişti! Mevcut siyasal iktidarın tiyatroya verdiği en kayda değer desteklerden biriydi bu yargılama süreci. Hem 12 Eylül'le hesaplaşılıyordu, ülke demokratikleşiyordu; hiç değilse bir adımdı bu (ayrıntılı bilgi için bknz: yetmez ama evet) darbecileri bile yargılamak hiçbir suçun cezasız kalmayacağını, adaletin er geç tecelli edeceğini ispatlıyordu. Celal Şengör geri adım atmadı ve Evren'e sahip çıkmayı sürdürdü, Evren ölünce cenazesine çelenk gönderdi. Söyleşisinde öğrendik ki darbeci ölürken Strasbourg'a uçuyormuş, hostesten öğrenmiş 'acı haberi', uçağa binmeden öğrense koşa koşa gidermiş cenazeye. 
Evren darbe yaptığında dönemin magazin dergilerinde sanatçılara fikirleri sorulmuş, hemen hepsi hayırlı olmasını dilemiş, ülkede akan kandan bahsetmiş, huzur ve barış istemiş. Bilirsiniz, huzur ve barış sınıfsal zıtlık içerdiğinden ateşle barut gibidir, pek yan yana gelmez; ama sahne sanatçıları ve sinema oyuncuları 'huzur ve barış'ı bir yılbaşı gecesi geleneği sayar, kazançlarına bakarlar. Bunlar 'esnaf sanatçı' modeli diyebileceğimiz bir modeldendir. İşte bilime yakışmayan tam da budur: esnaf bilim insanlığı! Bu troll'lükten çok daha tahripkârdır. 
Şengör bugün artık bok'unu çıkarıyor arkasında durmanın. Arkada durmanın koşulsuz kayıtsızlığı bir yana adabı olmaz mı? Sınırını geçtim, adap gerek, hele de kariyeri bu kadar şişkin bir bilim insanıysan edep lazım gelmez mi? Gelmemiş. Gelmemiş ve Şengör Diyarbakır cezaevini kastederek "bok yedirmek işkence değildir" demiş. Sonra Orhan Kural tarzı bir bilimsel dayanak bulup buluşturmuş. San Diego hayvanat bahçesinde goriller dışkılarını birbirlerine ikram ediyormuş,  jeolojinin kurucularından olan William Buckland hayvanların bokunu yiyesi ve idrarını içesiymiş. Yüreğimize soğuk sular serpildi! Efendim, başımızdan aşağı kaynar sular dökülmektense yüreğimize soğuk sular serpilsin yeğdir! Başımıza dökülen suların hesabını soramadıktan sonra, 'soruyoruz' derken iktidar borazanı çaldıktan sonra soğuk suları tercih etmeliyiz, kızgın kumlardan serin sulara atlar gibi! 

Hiç endişe etmeyin, yarın Celalettin Can çıkar şöyle güzelinden bir tazminat dava açar. Kendisi yılmaz bir demokrattır, kendisine işkence eden zihniyetle barışacak kadar!  
Bu göz boyamalar içinde Şengör'ün bok yedirme savunusu mensup olduğu sınıfın çıkarlarıyla örtüşüyor, peki Can'a ne buyuracağız?

12 Eylül'ün bok'unu çıkarmak.

12 Eylül iyice boku çıkan bir mevzu, sahiden de öyle. Kenan Evren'i nü tablolar yapan asker emeklisi bir tonton amca olarak bilen kuşak görece masum kalıyor. Zira bu faşist, halk düşmanı darbe, yoksul emekçilerin üzerinden silindirle geçilen aynı yolun kaldırımlarını seçimden seçime yenileyen bir siyasi partinin 'demokrasi' malzemesi oldu. Ellerinde lolipop dövizlerle Evren yargılansın diyenler 'kandırıldı'! 

Celal Şengör bok yeme dışında İsviçre hariç bütün ülkelerin, daha doğrusu 'halkı gelişmemiş, cahil kalmış' ülkelerin oligarşi tarafından yönetilmesini istiyor, 'dağdaki çobanla benim oyum bir mi' diye saf saf soran mankene taş çıkartıyor ve lafı dolandırmadan dağdaki çoban oy kullanmasın diyor. Kim Celal Şengör'ü demokrasi karşıtlığıyla itham edebilir ki Yunan Demokrasisi de kölelerin oy kullanamayışı üzerine kuruluydu! 
Aristokrasiyi güzelleyen, elitizme övgüler dizen, üstelik 'tepede' bir elitist olduğuyla böbürlenen Celal Şengör vakasını doğru okumak lazım. Şengör, Bilimstarlığından ve esnaf bilimciliğinden bağımsız alırsak, bir bilim insanını, dağdaki çobandan üstün olduğunu savunan bir manken cehaletine sürükleyecek ölçüde mantık hatalarına sahip; kaçamak cevaplarla işin içinden çıkacağını zannetmekte. 
Çağlayan, 'bugüne gelmemizde Evren'in payı yok mu' diye soruyor. "Yok" diyor Şengör; Demirel'i, Özal'ı suçluyor. Aynı Şengör eğitimin paralı olmasını ve sadece bir zümrenin eğitim görmesi gerektiğini savunuyor, fakat suçladığı Özal bu ülkede özelleştirme politikalarının mimarları arasındadır. Evren'in televizyonda Özal'a oy vermeyin çağrısı yaptığını söylüyor, ancak bunu bir çocuk bile bilir ki 12 Eylül cuntasıyla 24 Ocak ekonomik kararları kardeştir; dolayısıyla Evren ve Özal kader ortağı ve burjuvazinin değnekleridir. Evren Özal'ın zeminini hazırlamış, Özal ise sivil siyasete geçişte Evren'i tamamlamıştır. Bu kadarıyla bitmiyor elbette. Atatürk'ü de savunan Şengör 'demokrasiye karşıyım' derken "kaynaşmış toplum" safsatasını reddedip malumu ilam ediyor. Dinin cehalet kaynağı olduğunu öne sürüyor da Evren'in elde kutsal kitap şehir şehir dolaştığını ya da İmam Hatipleri yaygınlaştırdığını, bilimi akademiden kovduğunu unutuyor mu? Yahu Şengör akşam ne 'yediğini' unutur hale mi gelmiş!

Onu bilemeyiz, ne yediğini de bilemeyiz! Zengin adamdır, bittabi menüsü zengindir ve Bahçeli'nin 'yalılarda viski içip Hdp'ye oy verenler' tanımına pratikte uymaktadır, unutması doğaldır. Hdp'ye oy vermiş midir derseniz vereceğini aklımın ucuna dahi getirmem. Belki de troll parti Ldp'ye oy vermiştir. Fakat zenginin oyu züğürdün çenesini yormasın. Şengör'ün siyasal konjonktürdeki yerine bakalım. Akp bu tip insanların ekmeğini çok yedi. Doğan'lar, Boyner'ler, Şengör'ler... Yoksul emekçilerden böyle oy devşirdi, sömürme-sömürülme eksenli ilişkiyi örterek, sınıfsal çelişkiyi elitizm başlığı altında, 'beyaz türklük' ucube kavramında derdest ederek, "toplumun tercihlerine karışıyorlar, toplum mühendisliği yapıyorlar" diyerek. Akp, halkın aşağılandığı tezi üzerinden Chp'yi, kemalistleri, Bedri Baykam gibi sivri sanatçıları, Celal Şengör gibi sivri bilim insanlarını referans gösterdi. Bu sivrilenler ne de olsa sap yer saman sıçar ve daima sıçtıklarının yenilmesini savunurlardı. Vitamini kabuğundaydı, bırakın işkenceyi!  

Daha fazla ne anlatılır bilemiyorum. Bok yemenin sağlığa faydalarına, işkencenin tanımına girmeli miyiz? Bütün söyleşiyi dedektif titizliğinde inceleyip hezeyanları çekip çekiştirmeli miyiz? Bunu yapsak işkenceye girmez mi? İnsan haklarını ihlâl etmez miyiz? 
'Göbeğini kaşıyan halkın' öyle ahım şahım bir göbeği olmadığı görülürken Şengör'ün göbeği dillere destan! 
Bu benzetme çok yapılacaktır ya yine de yapayım. Pasollini, ünlü Salo filminde İtalyan Faşizminin çürük dokusunu betimler. Filmde akla kazınan önemli sahnelerden birisi de meşhur bok yeme sahnesidir. Pasollini bunu bir sapkınlık olarak sunar ve insana faydasını hiç vurgulamaz, filmi bu yönüyle eksik kalmıştır! İşin güzel kısmı, İtalya'da o dönem faşist olmak bir gurur vesilesidir; herkesin faşist olamadığı, elitist olamadığı, üstün olamadığı koşullar yaşanmaktadır. Bok yemek de buradan bakılınca meziyet sayılır. Şengör'ün Evren seviciliği, elitist takıntıları, oligarşi yönetsin itirafları bir araya getirilince 'bok yemeye' niçin çarpık yaklaştığını bir nebze olsun anlarız diye umuyorum.

Haydar Ali Albayrak

Facebook
yorumlar ... ( 11 )
24-11-2015
24-11-2015 15:38 (1)
Ben bu yazıyı gerçekten çok beğendim. Yazılara daha üretken yorumlar getirmeyip sadece beğeni sunmak belki benim açımdan bir kısırlık ama çok beğenince belirtmeden duramıyorum. İnsanların eşitliğini veya elitizmi savunmak burada açılan parantezlerden daha fazla tartışmayı da hak eder ama bir yazıda ancak bu kadar ele alınabilir.İlknur ARSLANOĞLU
24-11-2015 17:18 (2)
Hayda Ali Albayrak; meseleye sınıfsal pencereden bakarken ajitasyona sapmamış. Popülizme savrulmayan ama güç anlaşılırlığa da geçit vermeyen bir anlatımı yeğlemiş. Sosyolojik gerçekliği irdelerken, didaktizmi peşin peşin dışlamış ve "akademik dil"le "verili dil"i birbirine bağlayan / ısındıran geçişkenliği yetkinlikle sağlamış. Dozunda bir ironi ve bu ironiyle doyasıya sarmaşmış, imrendirici bir mizah. Üniversite Statükosu'nun "iki kâğıttan kaplan"ını (Prof. Şengör ve Prof. Kural) perperişan eden, tadına doyulmaz bir Türkçe şöleni aynı zamanda. Son zamanlarda okuduğum en ufuk açıcı yazılardandı. Çok teşekkürler, sayın Haydar Ali Albayrak.-b.durali
24-11-2015 17:19 (3)
passolini'nin salo'sunda keyfi olarak konulmuş bi bok yeme sahnesi yok. passolini o filmi faşist italya dönemini eleştirmek için (daha doğrusu soyut imgeye dönüştürüp onun üzerinden hicvetmek için - bak bö'cüm, "imge" burda da kullanılıyo) çekti. doğru. ama o filmin tam adı nedir? salo o le 120 giornate di sodoma. yani? Sodom'un 120 günü. Les 120 Journées de Sodome. doktor bu ne? Marquis de Sade'ın magnum opus'u. passolini o filmi bunun üzerine çekti. totosundan uydurmadı yani bok yeme sahnesini. hülasa, soyut imge şeysine dehşetengiz bi teknik varyasyon katmak için yapmadı onu. script zaten öyleydi. passolini deha mıdır? hmpfh!.. bilemiyciğm. ama kabadayı filminde rasim öztekin'in oynadığı sürmeli rolü vardır ya hani... kimirazlioğlu'nun oynadığı genç psikokabadayı onu vurmadan önce bişey söyler. ha işte! passolini de öyledir. dehasını bilmem ama maçası harbi yiyerek iş yapmıştır. e sonra da öldürülmüştür. bugünlük bu kada malumat yeter. ayrıca bok benim işim. şengör'e b.. yemek düşer
24-11-2015 17:19 (4)
bu arada, ben kimim? çerhan'ın "im"iyle mahallenin duygusuz psikopatı olarak tanımlanan bi insan... bö'ye daha ilk geldiğinde ayar çeken kişi... totoların, işkembelerin, cerahat ve necasetin uzmanı... bünyamin durali'ye ve ç'ye ayrıca selam ederim. a.y.a. sadizme karşı bayraksss, bok yiyenlere CISSS
24-11-2015 19:03 (5)
Celal Şengör'ün oy tercihi konusu geçmişken http://tr.sputniknews.com/turkiye/20150917/1017796156.html http://haber.sol.org.tr/turkiye/tusiad-heyeti-hdp-ile-gorustu-119943 liberal solcular gibi milliyetçi ve ulusalcı çevrelerde uluslararası sermayeye karşı değildir. Ayrıca Arif Yavuz Aksoy'a benden de selam. ç.
24-11-2015 19:04 (6)
Bi de, bi de... Duramadım yine. İkisi de trol yazılır. Doğru. Ama etimonları biraz karışık. Yaratık olanınki kesin de... Dip ağı olanınki acep gerçekten yuvarlamaktan mı geliyo? Ya da iz sürmekten mi?.. İlkiyse hakkaten alakalı olabilirler. Yine de bence değiller. a.y.a. konfüzsss
24-11-2015 22:13 (7)
"put yıkıcılığı" ve "sevimli aykırılığı"yla insanbu.com'un simge kişiliklerinden biri olan a.y.a'ya ben de selâm ederim.-b.durali
25-11-2015 08:30 (8)
Bir düzeltme yapmama müsaade edin. 2014 Soma faciası esnasında, CNN'de Cüneyt Özdemir'le canlı yayında olayları değerlendirirken ve Özdemir'in böylesi durumlarda "işçilerin nefes almak için raylara kadar eğildiklerini" söylemesi üzerine "...içerideki işçi dostlarımız, işçi arkadaşlarımız, fedakar insanlar...karbonmonoksit oksijenden daha hafiftir yukarı çıkar, karbonmonoksit çok iyi bir intihar yoludur maalesef, biliyorsunuz insanlar intihar ederken garaja girerler, arabayı çalıştırırlar, çok tatlı bir ölümdür, hiçbir şey hissetmezsiniz, birden bire ölürsünüz, maalesef karbonmonoksit böyle bir ölüm getirir" diyen Prof. Orhan Kural'dır. "Güzel öldüler" diyen ise zamanın Çalışma Bakanı Ömer Dinçer'dir. 2010 Zonguldak Karadon grizu patlamasında hayatını kaybeden 30 işçi için, "Güzel öldüler, o konuda ben acı çekmediklerini ve fizik olarak da güzel öldüklerini buradan rahatlıkla söyleyebilirim" demiştir. O da akademisyendir. Profesörlüğü, intihal nedeniyle iptal edilmişti bir zamanlar. mh
25-11-2015 15:32 (9)
Merhaba; Bok yenilen sahnede öğürmüştüm. Gerisini de seyredemedim zaten. Seçilen gençlere yedirtip yedirtip, bok biriktirten(tuhaf bir edilgen sözcük oldu bu)elitlere de lanet olsun. Celal Şengör'ün iki kitabını almış bulundum. Kızgınım. Çünkü bir öykü yazsam dergilere göndersem kırk dereden su getirirler. Hiçbir yerde yayımlanmamış olması şartı hep aranır. Ama demek ki Celal Şengör olunca sorun olmuyor. Cumhuriyet ekine yazdığı kısacık yazılarından özensiz düzensiz kitap çıkarıp, "KİTAP" diyebiliyor. Ben diyemiyorum ama. Bu düzenin köküne kibrit suyu vallahi. O kadar kızgınım işte...Saygılarımla, Miyase Aytaç Yılmaz
28-11-2015 13:38 (10)
A.M.C.Şengör'ün, bu, en ücrâ hücrelerine değin aşırı sağcı, şovenist, militarist, bürokratist, elitist "âlî zat"ın halk ve demokrasi düşmanı olduğu, hiç değilse az çok okumuş-yazmış kesimlerce, bilinmedik bir şey değildi. Gene de bu derekeye düşeceği kestirilememiş olmalı ki, kendisine tüy dikme ödülü kazandıran son ifşaatları gündemimize bombaymış gibi düştü. Kendi payıma hiç şaşırmadım. 20. yüzyılın en kanlı faşist diktatörlerinden biri olan Kenan Kâinat'ın (ironik yakıştırma, gömütüne şiirler yağası Can Yücel'den) cenâzesine gidemediği için hayıflandığını koltuklarını kabarta kabarta söyleyebilen, cenâzesine çelenk gönderme cüretinde bulunan bir "âdemoğlu"nun, günün birinde yüzüstü kapaklanacağı mukadderdi. Olması gereken olmuştur yâni. Üniversite câmiası, "bilimsel kadavra"lığını (da) dolaylı yoldan ama kendi irâdesiyle kanıtlayan böyle birini, bağrında ne kadar taşıyacak daha, onu merak etmeli şimdi.-b.durali
10-12-2015 20:09 (11)
Bazen, bazıları, içlerinden bir kaçı en uç noktalara giderler. Kimi küfreder kimi küfreder gibi konuşur. Her şeyin tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmasına az kaldığı durumdur bu. Lüks yaşam içinde yaşarken yeni dönemin prensi olamayanlar ses verir bazıları bok yemenin faziletinden bahsederek. Diğerleri överken iktidarı, bir onu bir ötekini, geriye kalmış takıntılı olanları, seksenlerde yaşayanları… Aklı fakirleşip duyguları öfkesi kabardığında başlar sövmeye … Bok iyidir… Yemesi sıhhat belirtisidir… Sürüden ayrılmış yalnız başına kalmıştır. İyi ve kötü diye birbirini suçlayanların safında olamamıştır. O da bok yemek zorunda kalmıştır. Halbuki bugün moda olan görüşler peşinde olsa orada yer bulsa… Ah bi yer bulsa aralarında… Bok yemek zorunda kalmasa… nebil
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210650
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.