Okumakta olduğunuz bu metin bir haber metni değil, şişirilmiş
meteoroloji bilgileri içermiyor. Kış mevsimine geç girecekmişiz, uzmanlar öyle
söylüyor. Kar'dan kış'tan bahsetmek için henüz erken. Beyaz kâbus derken;
geçirildiği her yakayı zindana, her boynu tutsağa çeviren bir beyaz esareti
kastediyorum.
Çokça konuşuldu üzerine, çok karalandı, uzun uzun incelendi, Marx'tan,
Weber'den atıflar yapıldı, kol gücü zihin gücü, ne var ne yok yatırıldı masaya.
Emeğin, mavi yakalı emeğin, hani şu dizilerde sık sık gördüğümüz uzun önlüklü,
yakışıklı ama fakir işçilerin yabancılaşması sağa oy taşıyor; oy taşımaktan öte
sağ iktidarı ayakta tutuyordu. Farkındaydık. Peki, zihnin yabancılaşması?
Dizilerde onları da gördük, görmeye devam edeceğiz. Dikkatinizi çekti mi
bilmem, bu sezon yaz dizileri yönetici odaları etrafında dönüp durdu.
Diziler 'gerçeklik' üretmede işlevseldir. Beyaz yakalı kölelere bir 'gerçeklik'
üretiliyor, bir kanıksama, bir olağanlaştırma...
Bir nokta daha var, yazarçizerlerin ilgisini cezbeden: Ot tipi dergi
patlaması... Bu ay nice dergi ilk sayısını bastırarak yayın hayatına başladı.
Onlardan biri de Bavul Dergisi... Daha sonra geleceğim. Demeye çalıştığım;
beyaz yakalı yaşantısı, hizmet sektörünün tıkanıklığı görsel ve yazılı medyanın
merceği altında. Sıkıntı, medyanın kabuk kırma, kültür yaratma çabasında
yatıyor. Parodiden gerçeklik süzüyor, altyapı kuruyorlar. Soldan ve sağdan
girilmek istenen bu alan dingonun ahırı görülemez, yerleşik bir kültüre
sahiptir. O kültüre kariyerizm de denir; hırs, rekabet, ayak kaydırma vb. yan
etkileri görülür.
Yerleşik bir kültür ise 'beyaz kâbus geri döndü' demek, başlığı göze hoş kılmak
dışında bir anlam ifade etmez. Doğrusu, 'beyaz kâbus' yaşanıyor. Plazalarda,
ofislerde, kongre salonlarında, spor salonlarında; işte ve işsizlikte,
hastalıkta ve sağlıkta, kesintiye uğramaksızın yaşanıyor.
Öyleyse şimdi, 'bu kadarı tesadüf mü' deme zamanıdır.
Çocuklara asit atan pazarlama müdürü
Geçtiğimiz günlerde Ataşehir Develi Restorant'ta korkunç bir olay yaşandı. Oyun
parkına kadar giren bir adam orada bulunan çocuklara asitli saldırıda bulundu.
Çocuklara! Asitli saldırı! Olayı korkunç kılmaya yeter de artar. Ardından
güvenlik kamera kayıtlarına bakılarak saldırgana ulaşıldı. Saldırgan, eniştesi
olduğu bir çocuğu hedef aldığını, yaralanan diğer çocukların kazara
yaralandığını iddia etmiş. Nereden bakarsak bakalım sapıkça bir eylemle karşı
karşıyayız. Polise verilen bu ifade saptırma niyeti de barındırabilir,
'derinlemesine' bilmemiz imkânsız.
İlginç olan ve olayı daha vahimleştiren şu: saldırgan büyük bir şirkette
pazarlama müdürüymüş ve eşinin yeğenini kıskanıyormuş. Üç buçuk yaşında bir
çocuğu kıskanıyor adam ve yüzüne sülfürik asit atıyor. Çocuğun bir gözü görme
yetisini kaybediyor, yüzünde üçüncü dereceden yanıklar oluşuyor, hayatı boyunca
taşıyacağı izlerle kalakalıyor.
Çocuk, ailesi yemek yerken orada oynuyordu. Oyun oynadığının bilincine bile
yeni yeni varan bir çocuktan söz ediyoruz. Bu çocuk nasıl kıskanıldı?
Saldırgan 'ilgi' demiş, 'bütün ilgi çocuktaydı' Kimi kıskanmış saldırgan? Neden
kıskanmış? Nasıl bir ilgisizlik?
Malezyalaşırkan Amerikanlaşmak
Birkaç yıl önce Issız Adam ve İncir Reçeli filmlerinden
hareketle şunları düşünmüştüm. Bu ülkede dram'ın kaderi arabesk'le bağdaşıktır.
Dram anlatıları arabesk bir yan mutlaka taşır. Komedi artık alt sınıflara indi,
Recep İvedik'ler, Düğün Dernek'ler bunun göstergesi. Ağlatarak uyutmanın yerini
güldürerek uyutmak aldı ve boşta kalan dram giderek orta sınıfa kaydı. Issız
Adam romantik bir maganda, İncir Reçeli'ndeki başkarakter bir kaybeden; ikisi
de özünde dram yaşayan, acı çeken ve çektirenlerdir. Orta sınıfa arabesk
enjekte ediliyor, beyaz yakalı 'kabuk kırma' çalışmalarında Çağan Irmak
metodolojisi kullanılıyor.
Issız Adam filminde okumuş maganda, plak merakı üzerinden yeterince bir
kültürel uzaklaşma sergileyemiyordu. Bu ince işleniş bugün dergilerce
yürütülüyor. 'Harmanlama' anahtar yöntem. Arabeskle yeraltı edebiyatı,
bağlamayla gitar hiç durmadıkları kadar yan yana duruyorlar. Bavul Dergisi'nin
kapağına, hayatı acılarla dolu, yüzüne asit atılmış, kültleştirilmiş Bergen'i
taşıması buna örnek verilebilir. Çağan Irmak'ın başlayıp bitiremediğini,
televizyon dizilerinden destek alan, görece 'muhalif dergiler' tamamlamaya
uğraşıyor. Tabi bunlarla sınırlı değil. 6 45 Yayınları'nın etkisiyle belli bir
dönüşüme uğrayan Kadıköy genç entelejiyansı Pink Floyd'u arabesk
ve alaturka yorumlayan müzisyenler de çıkardı. Harmanlama veya 'karıştır barıştır'
uygulaması doludizgin ilerliyor. Tüm bu saydıklarımın Ataşehir'de yaşanan
saldırıyla ilgisi ne?
Kuşkusuz doğrudan hiçbir ilgisi saptanamaz, fakat altını çizmek istediğim şey
beyaz kâbusa bir zemin sunulduğudur, beyaz kâbusun analiz edilemediği, insan
psikolojisini sarsan koşulların sonuç alma esaslı eleştirilmediği,
değiştirilemediğidir.
Görmemiz gerekiyor belki de, bir yandan Malezyalaşırken bir yandan
Amerikanlaşıyoruz! 'Profesyonel yöneticilerin' kaymak tabakası Amerikan
Sapığı'na doğru gidiyor.
Hangisi beyaz yakalı; Gezi'ye katılan mı, bir çocuğa asit atan mı?
Şöyle bir soru daha soralım: Hangisi gerçek Müslüm? Konserlerinde gençlerin göğüslerine jilet attığı mı, ehlileştirilemeye çalışılan mı? Ara başlıktaki soru ile bu soru birbirine benziyor, iniş çıkışlı haller ve alışverişler gözlemleniyor. Gezi'de sokağa çıkan orta sınıfa mensup kişiler, beyaz yakalı çalışanlar Müslüm'ü 'ehlileştirme' organizasyonunun bire bir parçasıydı, o kültürel değişime alkış tutuyorlardı. Ve onlar için Müslüm'e caz yorumlatmanın vardığı son nokta topluma caz yorumlatmaktı. Gezi'de bunu denediler, içlerinden, düşlerinden gelerek, ancak güçlerinden gelmeyerek denediler. Gezi siyaseten geriye çekilip anı malzemesi halini alınca eski hayatlarına döndüler "hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" tantanasını en çok çıkartan yine onlardı. Eski hayatları kariyerizm'di, daima ehven-i şer aramaktı. Dolayısıyla hepimiz tatlı hayallere kapıldık bir dönem, 'orta sınıf yeni bir kimlik arıyor' diye sevindik. Hevesimiz kursağımızda kaldı, mideyi boylayan orta sınıf ise kimlik falan bulamadı. Aradı mı o da meçhul... Gerisin geri hırslarına gömüldüler; dergiler çıktı, diziler çekildi, filmler yapıldı. Hepsi bu! İki senede olan biteni böyle özetleyebiliriz. Birtakım örgütlenme ihtiyaçlarını, teşebbüslerini ayrı tutarak söylüyorum, beyaz kâbus cephesinde yeni bir şey yok! Bu kâbus ülkede yaşanan zalimlikleri sindiremiyor; o kıskaç, zayıfı yutan o dev mide durmaksızın asit üretiyor. Ve bazen bu asit, o mide duvarı yüzeyine sıralanmış bazı kişilerin karakterini aşındırıyor, öyle aşındırıyor ki sızıp bir çocuğun yüzüne dökülüyor.
Haydar Ali Albayrak