Şalom aleykhem site ahalisi! Gayet iyi bildiğiniz üzere, ben bir barbar olarak nesneleri ya da olguları pek eleştirmem; analiz için nasıl olsa içini görmem gerekir diye doğrudan yarmayı ya da sandallı ayaklarımın altında çiğnemeyi tercih ederim. Ama meşguliyet tedavisi olarak bunu verdiler diye ve "bir yemin ettim ki dönemem"in yüzü suyu hürmetine ve dahi Delikanlılık for dummies kitabının ilk maddesindeki "kelle verilir, kal'a verilmez, verilen sözden kat'a dönülmez" düsturu ile işi tamamladım. Artık yardığım kaşa-göze çok aldırmayın. Neticede edebiyat eleştirisi için milli takım aday kadrosuna ilk defa çağrılmanın tarifsiz heyecanını yaşayan bir kardeşiniz var karşınızda. Birazdan konu edineceğimiz Doğan Kitap'tan Eylül 2014'te çıkmış ve arka kapağında tavsiye edilen ederi 19 Türk Lirası olan, böyle turunculu mavili kapaklı tomarı edebiyat kategorisinde incelemek size de garip gelebilir. Ama emir büyük yerden! Dalmadan evvel son uyarı: benim arada SSSS'm oluyor, biliyorsunuz. O yüzden kulaklarınızdaki basınç hissinin yüzeye döndüğümüzde azalacağını unutmayın, e mi? Peşinen "hatalarımın cümlesi bu seferlik affola" der, hepinize hayırlı dalışlar dilerim.
Hop! Daldık bile emoli. İmdü, siz "ne elaka yeağ?" dersiniz ama, konuya Casablanca'dan gireceğiz. 1942 yapımı amarihan filmi. "Niye"sini sonra daha iyi anlayacağız.
Hani alt dudağında yara izi olan meşhur aktör var ya. Hah, Humphrey Bogart işte. Sarıların gıralıçası Ingrid Bergman da esas kadın. Ez taym goğz bay diye şarkısı da var. Piley id egen Sem falan... Filmi izleyenler izlemeyenlere... Anlatmasın. Yok. İzleyiverin bir zahmet. Kaçıncı sanat olduğunu şu an unuttuğum sinemanın daha 1942'de (adölesans sayılır) kullanılmış ve kullanılabilecek neredeyse bütün klişe anlatım metotlarını içeren bir yapım olduğunu anlayacaksınız. Her ne kadar "mediokr"ın (bkz: Taylan Kara'nın Haset'le Fesat'ın öz çocuğu olan Vasat'a giriştiği dersler) dibi de olsa, en azından bu klişe kullanım becerisi babında incelenmeye her daim değer ve de an-estetik olmadan da vasata kakalanabilecek mal üretiminin mümkün olduğunu ispata hazır bir eserdir.
Filmin klişelerini bir gözden geçirelim. Şimdi elimizde bir Rick var. Hazır yapılmış. Cisim bulmuş. Var yani. Bu baş karakter. Vagabond hafif. Rick'in soğukluğu bir kuyruk acısı ile ilişkili. Sam var. Fransız komiser var. Bunlar da münavebe ile side kick oluyorlar. Asıl filmin ismi var. Casablanca! Fas. Fes de var. Oryantalist bir yaklaşım mezdeke havasıyla fonda mı desem? Sonra kötüler var. Doğal olarak bunlar Alman. Amarihan filmlerinde o dönemden beri kötüler %50 ihtimal nazidir. Bir ara gomonistler vardı. Kızıl Ekim iltica etti. Dert bitti. Bu aralar müslüman-arap falan da oluyor kötüler. Ama naziler hala düşük ganyan veriyor! Zavallı Yahudiler falan var (henüz abajur imalatına geçilmemiş bir dönem). Paris var. Arabada yengeyi gezdirmece var (araba kıyak!). Eyfel var (onu da bize dikecekmiş Fransız diyollar; Abdülhamid Han Hazredleri sağolsun, "Karaköy'de karhane yeter, milletin aklına garpuz gabuğu sokmayın" falan demiş. ben söyleyenlerin yalancısıyım). Sonra Snow Queen asaletinde ve fakat Necla Nazır bünyesinde bir yenge var, Ingrid abla. Die Wacht am Rhein var (alamanya'da yassah!). La Marseillaise var (fıransa'da ulusal düttürü). Piano var. Tren garı var. Uçak var. Pasaport var (çakma!). Kaçış var. Aşk var. Kadının tercihi var. Var oğlu var. Ama yine de makul bir sekansta ve estetik bir bütünlük arzederek var. Bu kısımları unutmuyoruz, oldu mu kuzucuklarım?! Daha sonra işimize yarayacaklar çünkü. Ez taym goğz bay! Neler göreceğiz!?
Mavili-turunculu tomar'a sıra geliyor ahali. Heyecanlandınız, biliyorum.
Emin değilim ama, sanırım bir edebiyat eleştirisinde de temel anal-itik yaklaşım aynıyla muhafaza ediliyordur diye düşünüyorum. Şekil yönünden inceleme, muhteva yönünden inceleme falan... Ad hominemci değiliz ya. Buradan başlayalım. Barbar kardeşiniz erinmedi ve sizler için tomarı şekil yönünden inceledi. Aha da sonuçlar:
1. 19,5 x 13,5 x 1,6cm ebadında.
2. Ön kapak mavi ağırlıklı. Okuyucuya göre sağ üst köşede turuncu bir kutucuk var. İçine isim yazmışlar. Sol yarıda kadın büstünün gölgesiyle hemhal olmuş gitar var (sanırım gitar o. keman biraz daha şey olur. bildiniz siz onu). Arka kapakta turuncu biraz daha artmış. Gözlüklü, gülen bir silüet görüyorum (kaldırdım, ışığa tuttum; silüet gözükmüyor. sahte olabilir.) Bir de barkodun üstünde 3 adet dörtlük var (4 adet 3'lük olsa Larry Bird derdim amma).
3. Eskiden kaçıncı hamura basılı olduğu yazardı. Bunda aradım. Bulamadım. Kenarından azıcık koparttım, yedim. Yılların verdiği degüstasyon deneyimi ile 1'den kötü, 2'den iyi diyorum. Yakacak olarak düşük kalite oluyorlar. Mangal yellemeye de boyut itibarı ile müsait değiller (küçük tel ızgarada hamsi yapacaksanız belki).
4. Kapak hariç 296 sayfa. Hurdacıya satarken bunlar önemli ayrıntıdır. Gülüp geçmeyin.
5. Arabik rakamlar ve Latin hurufatı ile basılmış.
6. Tam emin olamamakla birlikte bu tomarı yazan kişinin Türkiye Türkçesi kullandığı sonucuna vardım ben (Cemal Süreya adlı Türk şairden kendi anadilinde alıntılar var epeyce).
Bu kadar şekil yeter. Şekilci bir barbar yaptınız, çıktınız beni de.
Neyse, şimdi biraz da bu tomar hangi kategoriye dahil edilecek, onu "çözümleyelim", olmaz mı? 1 Giriş + 43 Bölüm var. Nümerolojiye pek dikkat edilmemiş kanaatimce. Şekil kısmında da belirttiğim üzere, Cemal Süreya'dan alıntılar dışında genelde düz değil de dümdüzyazı stilinde yazılmış. Arada mektuplaşmalar falan var (az). Harbi kasarak, anlamaya gerçekten özen göstererek 2 kez okudum bu tomarı. Sonuç: Tasnif edilemez (Tasnifi gereksiz anlamında alabilirsiniz bunu)!
Tomarın kahramanları var mı? Sanırım var:
1. Kahverengi Pardösülü Adam var. Gitar çalıyor bu zat (bu konuda eminiz). Adı yok. Ama sonuçta herkesin adı olmak zorunda da değil hani.
2. Bal renkli gözleri olan bir kız var. Bu kızın Yahudi olduğunu öğreniyoruz. Piyasada Eda diye biliyorlar. Aile içinde Rita. Keman çalıyor galiba. Boğaziçi'nde öğrenci. Sonradan cebri kürtaj mağduresi oluyor.
3. Bir cerrah kuzen var (bir muayene seansı ve öğlen vakti 2 duble birlikte rakı içmek dışında işlevini tam çözemedim).
4. Şişman bir arkadaş var (Silik ve afonksiyone).
5. Ari diye bir Yahudi kızılkafa adamdan bahis geçiyor (bütün Yahudi erkekleri kızılkafa olmak zorunda zaten şu yazar çizer tayfasının imajinasyonunda).
6. Seher diye bir kadın var. Kenar mahallede oturmakta - hem bed and breakfast hizmeti sağlıyor, hem de kurye.
7. Seher'in bir kızı var: Mine. Niye var tam anlamış değilim ama, sanırım boy atması ya da serpilmesi ile bir zaman birimi ya da pace sağlasın diye konulmuş.
8. Felsefe hocası var. O da bazı side-remarklarla katkıda bulunuyor galiba.
9. Kızın aile bireylerine azıcık daha fazla değinilmiş. Ama her iki ailenin bireyleri için de anonimlik ve "nötr"lük had safhada. Sizi temin ederim, Floş Tiğviğ denilen sifon efektinin Gerçek Kesit adlı dizisinde daha "inandırıcı" figürler bulabilirsiniz.
10. Bir de Büyükada'daki otelin yaşlı sahibesi, aynı otelde sonradan mektup teslim edilen genç kadın, taksici, kürtaj yapan yakışıklı doktor, kötü yürekli hastabakıcılar ve beyazlıklarıyla nahoş olabilen hemşireler gibi figüranlar var. Ha, kahverengi pardösülü adamla ilk buluşması esnasında, Nişantaşı'ndaki kafede kıza Bedford stil yanaşmış bir oğlan da vardı, unutmadan ekleyeyim.
Bu kadar karakterle tek perde oyun bile çıkar. Hatta ancak o çıkar.
Ben asıl en önemli karakterleri unuttum. Özür dilerim. Onları da tek tek sayayım. Kimmeryalı kardeşiniz üşenmedi ve bu karakterleri tek tek saydı. Esas anlatımın girizgah hariç (boşluklar ve çeptır arası boş sayfalar dahil) 285 sayfa olduğunu aklınızda tutun yalnız.
1. İstanbul – 93 kez
2. İstanbullu – 25 kez
3. Beyoğlu – 28 kez (coğrafi alaka içinde olup ayrıca zikredilenler: Kasımpaşa – 6, Taksim – 6, İstiklal – 4, Karaköy – 4, Tatavla – 4, Kurtuluş – 3, Tünel – 3, Feriköy – 2, Tophane – 2, Galatasaray – 1, Dolmabahçe – 1, Kabataş – 1, Fındıklı – 1, Galata – 1, Bankalar Caddesi – 1, Haliç – 1, Bambi – 1) ıslak hamburgerciden sponsorluk???
4. Nişantaşı – 20 kez (coğrafi alaka içinde olup ayrıca zikredilenler: Teşvikiye – 4 , Osmanbey – 2, Maçka – 1)
5. Boğaziçi – 12 kez (coğrafi alaka içinde olup ayrıca zikredilenler: Etiler – 2 , Bebek – 2, Zincirlikuyu – 1, Beşiktaş – 1, Akaretler – 1, Ortaköy – 1)
6. Göztepe – 20 kez (coğrafi alaka içinde olup ayrıca zikredilenler: Kadıköy – 14 , Moda – 7, Bağdat Caddesi – 5, Bostancı – 3, İstasyon Caddesi – 2, Bahariye – 1, Salacak – 1, Üsküdar – 1, Haydarpaşa Garı – 1, Yoğurtçu Parkı – 1)
7. Çemberlitaş – 3 kez, Sultanahmet – 2 kez, Kumkapı – 1 kez
8. Bağımsızlara bakalım bir de: Büyükada – 9 kez, Anadolu Yakası – 4 kez, Marmara – 2, Avrupa Yakası – 1 kez, Şile – 1
9. Cemal Süreya – 20 kez, Cemal Bey – 5 kez
10. Yazan kişi sanırım İstanbul demekten kendisi de sıkılmış olacak ki, 18. çeptırda “kent”e dönmüş bir süreliğine.
Bir ara İstanbul Büyükşehir Belediyesi toplu taşıma hatları tanıtım şeysi var sandımdı elimde. Bembeyaz dişleriyle sürekli bize gülen Kadir Abi mi bastırmış acaba diye düşünmedim değil. Büyükşehir Çalışıyor hesaabı!
İncelemeye aldığımız tomarın yazarı aynı paragraf içinde dahi yukarıda saydığımız bazı isimleri 5 (yazıyla – beş) kez tekrarlamaktan çekinmemiş. Denemesi bedava değil; gidin, 19 kaime bayılın, okuyun, göreceksiniz. Conan yalan söylemez. Tabii, memleketimizde tashihçi ve editör olarak çalışan insanlar zaten olmadığından, olsa da koskoca “yazar” kişiyi düzeltmek onların ne haddine olduğundan, yazılan bir zımbırtıyı bastırmak ve dağıtmak süreci matbaanın ve doğan hızlan'ın ayarlanmasından ibaret bulunduğundan, Kimmeryalı Conan kardeşinizin SSSS'lerine bol katkı yapacak bu kelime flashing'leri anılan tomarın içinde mebzul miktarda. Hatta epilepsi uyarısı bile verilebilir.
Bal (rengi / renkli) (gözlü/ gözleri olan) (kız / sevgili) değişkenleriyle kombinasyon bol. Kahverengi pardösülü adam gırla. Sanırım bunlar da sayfa sayısı kabarsın diye böyle seçilmiş. Yani ey okuyucu, sana kabaran birşey olabilir.
Geçelim. Kendini pek beğenmiş, çokbilmiş bir parishilton edasıyla Faulkner'in kurgunun gerçeği anlatmaktaki gücü üzerine deyişlerinden alıntı yapardım ama sonra vıdıvıdı olur. Yine de sormak gerek. Bu kurgu, gerçeği, gerçeğin çıplak halinden daha iyi anlatabilecek güçte mi (tabii buna kurgu diyeceksek)?
Doğal olarak yazan kişinin düş dünyasına ya da sizin mahallede söylenen şekliyle “imgelem gücü”ne cunta yapmak niyetimiz olamaz. Ama aynı kişinin bazı “factual” hatalarını ya da mantık tutarsızlıklarını da eleştirmek sanırım hakkımızdır. Bakalım neler demiş, nasıl tasvirler yapmış yazan kişi. Anlatımında koherans sorunu var mı, yok mu? Okuyanların da insan olduğu dikkate alınırsa, bunu bir tumturaklı toplumcu gerçekçi eser bütünlüğünde olmasa bile, Andy Warhol kolaj estetiğinde değerlendirebilmeleri mümkün mü? Yoksa atonal müzik kıvamında bile sayılamayacak “alakasızların rastlantısal birlikteliği” mi elimizdeki?
Sayfa 21: İçinde İstanbul bulunan tek bir cümle kurma hakkım olsa bu anı tasvir ederdim, diye geçirdi beceriksiz bir şair kibriyle.
İçinde İstanbul geçen 93, İstanbullu geçen 25 cümle kurmuş kişi diyor bunu. “Geçirdi” derken neye geçirdi? İçgeçirmek mi içinden geçirmek mi? Nedir bu?
Sayfa 23: ... son soluğu vermek için soğuk bir musalla taşına yatırır kendini, ölümü düşünen kimse.
Teneşir mi demek istemiş? Ya da definin hemen bitiminde kefenli sırtı toprağa yaslanmış, üzerinde 9 tahta olan hali mi canlandırıyor acaba kafasında? Musalla taşının tabii ki bir sembolojisi vardır. Önünde cenaze namazı kılınır (sala'dan türer). Ama müslüman cenazelerinin ritüel formunda musalla taşı diriler, geride kalanlar için bir “ibretlik” duruşu ve türk-islam geleneğinde “son helalleşme” noktasını remzeder. Temmuz'un ortasında, Kocatepe avlusundaki musalla taşına bir dokunsun, soğuk mu olur, üstünde bacon + yumurta pişer mi, daha iyi idrak eder. E insanlar sadece kışın ölmüyorlar, doğal olarak. Bu kafa karışıklığını Louis de Bernieres yaşamıyor (Pamukorhan zaten bizden hiç olmadı. O da kapsam dışı). Sizin benim gibi bir türk vatandaşı yazıyor bunu. Gayrimüslim de değil. Kültürüne bu kadar alien olur mu insan?
Sayfa 53: Bu renkli kalabalık, sadece geceleri parlak yıldızlar altında ve Boğaz'ın o benzersiz görüntüsü karşısında düş kurarken eşitlenir, genç olmanın bütün saflığı, sınıfsız dengesi buradan kurulurdu.
Fethullah Hoca'nın dersanelerinde çalışan ince bıyıklı türk dili ve edebiyatı öğretmenine 3 soruluk ÖYS malzemesi çıkar herhalde bu cümleden. Sınıfsız denge... Bak hele bak! O ne demek oluyor baboli?
Sayfa 57: ..., bedenini neredeyse zalimliğe siper etmiş gibi duran, kırık dökük Türkçesiyle yüreğe işleyen şarkılar söyleyen bir adam vardı.
Yazım hatasına değinmiyorum bile. Bu 8. çeptır niye var? Anlatımın neresiyle nereden koherans arzediyor? Konuyla bağlantısını çözemediğim, ama Kürt olduklarından şüphelendiğim bir düğün-salonu-toplantıcıları var. Onlar türkü söylerken polis ortama dalıyor falan. Cop mop, kan revan. Kahverengi şeyli adam burada nezarethaneye atılıyor. Yazan kişi sanırım “ben de yaşasın halkların kardeşliği taraftarıyım” göz kırpması yapıyor. Teğceğ'nin faşist olduğu zaten elde var 1. Bu arada bu cümleyi ÖSYM bile hatalı cümle kurgusu sorularında kullanmaz sanırım. Kırık dökük Türkçe nedir? Aksanlı mı demek istemiş? “neredeyse zalimliğe siper etmek” ne menem birşeydir?
Sayfa 58: İstanbullu bir suça tanıksa, artık onun bir parçası olduğunu bilir ve bunca tutkulu sözler eğer şiire dönüşmüyorsa, mutlaka kederle anımsanır.
? Necefli maşrapa ve fonda Bach! Alıcılarınızın ayarlarıyla oynamayın. Bunu deşifre edebilecek babayiğit var mı aranızda kuzucuklarım?
Sayfa 67: Tuhaftır ama Anadolu Kadıköy'dür, Avrupa yakası İstanbul.
"Tuhaftır" ama, kedilerin dört ayağı vardır, köpekler de havlar. Oldu mu şimdi?
Sayfa 93: Çeptır 16'da Sana; diye başlayan bir mektup yazmış bal rengi gözleri olan kız. Şu gün o mektubu internete düşürsek kezbanhunterlar listebaşı yaparlar. Yani, pes! Neresinden alıntı yapacağımı şaşırdım. Bu kız yahudi! Okumuş. Boğaziçi'nde. Ha Entelektüel düzeyimizin bu olduğuna işaret ediliyorsa... O ayrı!
Sayfa 109: Koca göbeğinin altında paslı bir musluk gibi şarıldayan erkeklik organı gülünçtü.
Prostatektomi sonrası üriner inkontinans? Gonore? Şarıldamak? Şakir Şırıldak? Bunun anlatımda ne gibi bir gerekliliği vardı?
Sayfa 117: Kestane tadı yayıldı dudaklara. Bir karanfil şehvetiydi.
Yazan kişi öyle düşlüyor olabilir ama siz emin olun, o kıza biraz evvel sigara yaktırmıştı. Ve sigaradan dumanı içine çekeli 1 dakika olmamış bir kadını öperseniz kestane aroması almazsınız. Tecrübe konuşuyor! Bunca yıllık barbarım! Türk, öğün, çalış ve barbara güven nihayetinde! Yine bunca yıllık barbarım. Karanfil şehveti nasıl olur hiç anlayamadım.
Sayfa 157: Cehaletin çıldırtan resmiydi bu.
İborotti stayla bir türkücüden bahsediyor bu esnada. Sonrasında da düzenin erittiği falan diyor. Sanırım alıntılanan kısımda kitsch demek istemiş. Zevksizlik, görgüsüzlük, bayağılık, paçozluk falan da olurdu. Ama cehalet?..
Sayfa 255: Yoğun içki içilen gecenin sabahına uyanmak zordur.
Yoğun içki diye bir ifade var. Baileys mi acaba diye düşündüm. Hayır. Sanırım binge-drinking ya da booze night kastediliyor (mealen küfelik oluncaya kadar içmek). Ama bu kadar “feci” ifade bozukluğu olmasın lütfen!
Sayfa 267: Hava kurşun gibi ağır, koyu gri renkteydi sanki.
Kurşun ne renk oluyor? Hem kurşun gibi ağır, hem de kurşuni renkte mi? Böyle beceriksizce bir tasvir olur mu? Hele o sayfadan başlayan ve Seher'in ağzından dökülen cümleleri onun sınıfsal aidiyetindeki herhangi bir kadın sarfedebilir mi? Ey vicdan ve akıl sahipleri... Ey iman edenler... Ey SSSS
Sayfa 277: Semavi dinlerin hepsine sövdü durdu.
Aferin ona. Böylece TKP'ye üye giriş aidatını yatırmış oldu sanırım. Budizm'le, Şintoizm'le, Antik Mısır ya da Grekoromen panteonları ile sanırım sorunu olmamış. Bu da bir antite. Alıntılanan cümle 40. çeptırdan. Yazan kişinin kafası bence o kısımda çok karışmış. O gitar bir var, bir yok. Gitar medceziri yaşatıyor okura. Kuantumcu olabilir mi yazar? Şirödinger'in kedisi mi yoksa bahsedilen çalgı?
Sayfa 288: Çocuktum, susuzluğum dinmez halde dağılırdım sokaklarda. Bir Yahudi kızının izini süreceğimi bilemezdim. Meğer İki Kalp olacakmışız biz...
? Yine necefli maşrapa! Fakat bu sefer fonda Albinoni var. Beyler, ağalar, İstanbul'a ne taraftan gidilir? Bu cümlelerle anlatılmak istenen nedir? İki kalp??? Tek yürek değil miydi o?
İstanbullu bir kadın olmanın mutluluğu ne menem birşeydir? Bağcılar / Parseller'de oturan İstanbullu kadınların mutluluğu ile Suadiye'de oturanlarınki aynı mıdır? İstanbullu erkeklerin de kendine has mutlulukları ya da hazları var mı? Semtlere göre o da değişir mi?
Bir dahi aşk ile: Hasbinallahveniamelvekil! Alıntılanabilecek o kadar çok şey var ki... Buraya tek tek yazsam ayrı bir kitap çıkacak. Sonra da “vay bizim sanatsal üretimimize bok atıyorsunuz, ticari başarımızı engelliyorsunuz” falan da vik vik. El insaf! Bu anlatılan olayların kronolojik ve olay kurgusu ile bağlantılı koheransını ben çözemedim. Söz konusu metnin tamamında beyefendinin bilinçli yapmadığını umduğum öyle bir anlatım karmaşası var ki... Artistique denilemez buna! Bir yazar bazen kasten ya da kendi stilinin doğası gereği ve çoğunlukla, okuyucuyu konfüzyona sokabilecek bir “karmaşık” ifade tekniği kullanabilir. Bunun altında da okuyucuyu belirli bir düşünce disiplinine sevketme saiki mevcuttur. Ya da bir artistique kaygı... Ama bu metinde ben böyle bir heves sezemedim. Sanki Posta'nın Yurdum Şairleri havasında bir amatör beceriksizliği tadı yarattı benim dimağımda ve dahi damağımda.
Belirtmeden geçemeyeceğim. 150. ve 210. sayfalarda başlayan “sevişme” sahneleri var. Bu kadar dolaysız pornonun dolaylı 100'de 1'ini şurada çağrıştırmaya kalksam SanBa kurulu YAYIMLANMADI ıstampasını zumzuk gibi çakar vallahi. Rocco Siffredi ve C. J. Holmes sanırım vaktinde iyi takip edilmiş (Dünyada “gara saplı şekker! Rokkoğ” diye emme-şeker reklamı yapılan başka bir ülke var mıdır? Ülker'in de Rokko adında dondurması olması ülkemiz turizmi açısından manidar değil midir? ). Damar kısmında Peter North'tan da şüphelenmedim değil. Özsuyu geçiyorum! O olmamış. Yarın öbür gün usare de der birisi. Yakışık almaz. Ha bizim ortam bu aralar hep Şahin K ayarında. Bu da kötü tabii. Ama avant-garde'lıksa Selim İleri vallahi çok daha ileriydi. Water Sports ana başlığı altında Golden Shower'la halkımızı o tanıştırmıştı ne de olsa. Yine de, bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, bezirgan değil. İnternet var. Tumblr'dan vazır vazır indirebilirsiniz görsel materyallerin tillahını. Siyah seri tadında yazmak anakronik olmuyor mu? Artistique bir yaklaşım maalesef yine sezemedim.
Bir uyarı: Cunnilingus sahnesinde pembemsi, sonra koyu kırmızı buyurmuş yazan kişi. Tamam, Rita yahudi. Onu anladık. Ama sanırım Falaşa (Falasha yazın gugıla, çıkar). Muhterem zat televizyon programlarından ve merkez karar yürütme kurullarından vakit bulursa gelsin, ben ona beyaz ırkta temel kadın genital anatomisini öğretirim. Para da almam.
Kreşendo gidiyoruz. Tak diye bırakacağız. Meraklanmayın. Az kaldı.
Şimdi bir mekan düşünün. 2 Bülent Ortaçgil patlatılıyor. Ardından 2 Fikret Kızılok... Sonra Haydi Şimdi Bütün Eller Havaya... Çöpçüler (bis yapıyor)... Ah Bu Hayat Çekilmez... Nispeten makul bir sıralama denilebilir. Ama aradan sonra zihinde Anlasana var. Dilde Yiğidim Aslanım "Burada" Yatıyor. Ne takip ediyor? Mamak Türküsü! Ha guzuma! Durmak yok, “solcu”lara selam! Böyle mekan mı olur Crom adına?! Sentez... Tamam da! Sentezi geçtim, aşure bile olmaz bundan.
Baydıvey, İzel-Çelik-Ercan'ın Haydi Şimdi Bütün Eller Havaya hiti ne zaman çıktı ilk? Hatırlayan var mı? Benim hafızamda sanki 93-94 gibi kalmış. Bunun popüler olup bar piyasasına düşmesi?.. En erken 95'tir. 1979'da rumen tankerinin patlamasıyla bu olaylar silsilesi arasında 16-17 yıl var demek ki. E petrol tankeri göndermesi de Greenpeace'ci, intiillimanici, batik giyen ablalara göz kırpmak olsa gerek. Kronolojik bütünlükten çok uzak? Ya da zaten öyle bir kaygı hiç olmamış mı?
Deep Purple'dan Soldier of Fortune, Dire Straits'ten sadece ad, son olarak da Bon Jovi'de istop! Kafa karışık. Belli. Kafa bir yerlerde çok karışmış. Ama nerede? Şimdinin beyazyakalı müşterilerine de saygı duruşu yapılmış oldu sanırım.
Haydi bakalım kuzucuklarım. Başlarda size Casablanca'yı bu anlarda gerekli olacağı için hatırlatmıştım.
Ta yukarılarda ne demiştim? Klişeler kullanılabilir. Mediokr'ın da bir “estetiği”, “kozmetik” tutarlılığı olabilir. Sonuçta alıcıların ayarı belli. Ne kadar oynarsak oynayalım, “yüksek artistique beğeni” şeysine erişmeyecek büyük bir kitle var. Onlar da çikolata yiyebilsinler nihayetinde. Gurme olmak zorunda değiller. Ama bakalım, Enver Aysever kişisi hangi klişeleri kullanmış? Bana estetik bütünlük arzetmediğini ayrıca belirtmeme gerek yok sanırım.
Yine de, bir daha sıralayalım. Ne oldu? Enver Bey 93 kez İstanbul'u tekrar edince gocunmuyordu kimse. Sabır. Harbi az kaldı.
1. Azınlık kişisi
Salkım hanımın memeleri ve gaz sancısı'yla başladı bu moda. Azınlık kişisi klişesi kullanmak Cihangir'de çok “artı” bir puan oldu ondan sonra. Postmodernizm şeysinin dimağımıza kanırttığı bir husus bu. “Herkesin cücük çekirdek kimliği en önemli şeysidir! Öyle toplu toplu hareket edilmez. Ulus ne kelime? Haşa de! Sen A'sın, sen Ğ. Aman. Karışmayın. Asimile olursunuz. Uf olursunuz. Siz olabildiğiniz kadar atomize olun.
Hem 6-7 Eylül'ün zihin hinterlandına sahip adamları siz bugün alkışlamıyor musunuz a Cihangir Bebeleri? Halk kahramanı ben mi yaptım adamları? Kaçınız Yorgo'dan, Aleki'den araklanmış malların üzerinde servet sahibi olmuş dedelerin torunusunuz?
Bu arada, Rita'da da meşhur yahudi ambivalansı var. Yahudi bir kız; ama yahudilikten nefret ediyor, hem de yahudi olduğu için muzdarip edilmişliğinden şikayetçi. “Mazlum ayağına yatma” tribalini de bırakıver gülüm öyleyse. Anti-siyonist yahudi bir tanıdığınız var mıydı sizin de kuzular? Roni miydi adı onun? En son hangi fraksiyonda görmüştünüz onu?
Halit Kıvanç da iki kere geçmişti. Acaba Ümit Kıvanç'a gönderme olabilir mi ustam? Roni Margulies + Ümit Kıvanç... Oradan esti aklıma.
2. Yaşasın Halkların Kardeşliği
Bu klişeye yukarıda değindim. Vallahi Kürt, Zaza, bilemedin Yezidi falan geçmeyen bir tek ürün çıksa horuz keseceğim artık. Yine Faşist TeğCeğ ninnisi. Birtek bu gardaşlara faşist? E biz? Biz Harranlı değilik diye mi? He mi? La get! (Sürplase “çerkez” var. Laz'ı Cem Yılmaz, Şener Şen filminde gördük. Tek doz yetti. Çerkez! İnadım ben arkadaş. Z'yle söyleyeceğim. Var mı?! Bir de TUNCELİ diyorum. Gıcığım. Oldu mu? Bak bir daha diyeyim mi? TUNCELİ!!! Nasıl? İnat etmek size yakışıyor da bizi bozuyor mu?).
3. İstanbul
Gına getirecek bir “erguvani”lik söz konusu. Kusacağım! Böğğğ
4. Aşk
İçine sıçtınız aşk diye diye. Bu ne yahu! La bir rahat bırakın şu insanları. Kendileri zaten bulurlar onlar. Sana da sormazlar! Bana hiç!..
5. Sol ve Solculuk Simgeleri
Yazıyorum buraya: 1 Mayıs, Devrimci, Deniz, Deniz'ler, Yiğidim Aslanım, Mamak Türküsü, Rakı, Anason tadı, işkence öyküleri, zindan, Halkların Kardeşliği, falan da filan...
Yapmayın! Bu kadar şekilci göndermeler, saha kenarına göz kırpmalar... Size de biraz cıvık gelmiyor mu? Hani bunların acısını gerçekten çekmiş bir kuşaktan gelse bunları yazan, belki o zaman anlayacağım. Ama şimdi ben durup durup “ey gidi Münir Nurettin Selçuk, ne büyük musiki adamıydın sen” desem olur mu hiç? Yapmacık durmaz mı? He mi kuzucuklarım???
6. Gitar - Serenat
Yalan yok. Akdeniz Akşamları'nı aradı gözüm. Bulsaydım kitaba işkence edecektim! Kararlıydım. Crom sağolsun. Kitap işkenceden kurtuldu. Yalnız, kahraman yaratırken lütfen ilginçlik olsun diye gitar ya da keman çaldırtmayalım şu hayalilere. Şelpe stiliyle, Arif Sağ gibi baş sallayarak bağlama çalmalarına gerek yok. Ama gitar çalacaklarsa da, Paco düzeyinde değilse bile, akdeniz akşamlarının birkaç tık üstünde icra edebilsinler şu işi. Kurgumuza da anlamlı bir katkısı olsun. Konseptüel şeysi dokansın. Okuyan adamda bir heyecan yaratsın. “Nerde akdeniz akşamları?” dedirtmesin, olma mı?!
Bir de şu oğlan çocuklarına apartman önü serenat yaptırmayın lütfen. Kezbanlarımız bir ev, bir araba, bir de serenat diye liste yapacak yoksa yakında! SSSS oldum yine. Duble SSSS!
7. Amansız Hastalık
Omuzda yumru olmaz. Boyunda olur. Köprücük kemiğinin komşuluğunda olur. Koltukta olur. Ama omuzda... Cık! I-ıh! Olmaz. Hadi klişe kullandınız. Buna eyvallah. Ama factual hata yapılmaz.
Bir de, öğlen vakti “maynaneci” cerraha rakı içirmeyin, e mi. Böyle kurgu da olmaz. Hani vodka neyse. Cin bi dereceye kadar. Ama rakı??? Hele Nişantaşı'nda maynane var... Abbooovvv! Adamı tefe koyarlar.
İzleyen olmuş mudur burada? Clint Eastwood'la Charlie Sheen'in bir filmi vardır. The Rookie. Orada yaşlı polis (kılint) filmin bir yerinde çarli'ye dönüp şöyle bir soru sorar ve kendisi cevaplar: “Gerçek suçlu kime denir evlat? Gerçek suçlu böyle bir arabayı bu renge boyayan ırspıçıcıına denir!”. Araba Lamborghini'ydi sanırım. Boya?.. Fıstık yeşili!
Bunu neden mi anlattım? Siz siz olun, Kumkapı'ya öğlen vakti gidip de istavrit, çobansalatası ve lakerda kombini yapmayın. Ha beğeni ufkunuz bu kadarsa, o rakıyı da bir zahmet içmeyiverin! Tamam mı?
Ayrılık vakti yine yaklaştı kuzular. Ad hominem yapmadan da eleştiri yapılabiliyormuş, gördünüz mü dadangaçlar? Niyetçi tavşan gibi niyet de pek okumadım. Gerçek veriler üzerine inşa etmeye çalıştım bu maceramı.
Haaa, yine “ohha, piton gibi uzun yazmışsın manyak barbar, kim okuyacak la bunu” falan demeyin. En kısası bu kadar oluyor. Hem ben siz kuzucuklarım için o kadar el emeği, gö-z nuru dökeyim, 285 sayfalık bu eziyete 2 kez ful konsantrasyon katlanayım... Bizimki de can. Ayıp oluyor ama. Emeğe saygı! Bahçelievlere ve Beşevlere de hürmet lütfen. Şunun şurasında 10 sayfa tutmadı benim macera. Hemi de bedava! Eğlenmeyi bilene eğlence de bol ayrıca!
Son notumdur. Ben yıllardır barsaklar ve onların sonlandığı alanla yakın ve profesyonel bir ilişki içindeyim ey okurlar. Kabızlığın ne olduğuna felsefi bir “açımlama” getirirsem, sanırım şöyle olmalı: Bünyeniz şekilli ve düzgün bir imalat yapmaya hazır değilse, totonuz da kabız oluyor. Zorlarsanız ya parça parça (halk tabiri: keçi boku gibi) mıçıyorsunuz ya da totonuzu boşuna çatlatıyorsunuz. İlk durumda ne sizin açınızdan ne de gubur açısından tatminkar bir süreç yaşanmıyor. İkincisinde zaten totonuza ve akan kanınıza yazık. Diyeceğim o ki, herhangi bir yaratıcı eyleme mi girişeceksiniz? Diğer insanların da bu yaratıcı süreçten faydalanmasını mı umuyorsunuz? O zaman lütfen bir ilke olarak kabızken kakanızı yapmaya yeltenmemekle işe başlayın! Sonuçta “olmamış” “olmamış”tır. Kabız kaka da kabız kaka!
KAYNAKÇA
Yok kaynakça maynakça! Yazdık ya yukarıya a cancağızım. Bastır 19 lirayı, sen de bu eziyete katıl! Katıl ki komün olalım!
"Şalom aleykhem" göndermemi anlamamış olanlara küserim. Kemal Okuyan'la ne alakası var diyenlere de “yuh yuh” derim.
İlkel Çağların Barbar Savaşçısı her yazısını Red Sonja'ya ve kuzeyin asil rüzgarına adar. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden en barbarca hisleriyle öper. Amin!